Yollar mı insanı çağırır, yoksa insanlar
mı yolları seçer, bilinmez.
Kangal’ın Hamal köyünden Çorum’a bağlı
Alaca’nın Büyükcamili köyüne göçmüştü. Şah İbrahim Veli Ocağından geldiği için
dede sayılıyordu ama dedelikle ilgisi yoktu. Bunun anlamı şuydu. Kör Dede,
Alevi inancına göre dede soyundan geliyordu, ama dedelik yaptığı yoktu.
Yaşamını çerçilik yaparak kazanıyordu.
Yirminci yüzyıl başlarında yirmili
yaşlarını sürüyordu. Orta boylu, tıknaz kendi halinde dingin bir gençti. Küçük
kazancı ile çoluğunu çocuğunu geçindirmekten başka kaygısı yoktu. Yeterince
ekecek toprağı olmadığı için çerçilik en uygun geçim kaynağıydı. At arabası ile
köyler arasında dolaşarak meyve, sebze satıyordu. Kimse asıl adı Ali Murtaza’yı
bilmiyordu. Bir gözünü sık yumduğu için köylerde Kör Dede adı ile anılıyordu.
Bu adı ile çağrılmaktan mutluydu. Bütün Alevi köyleri kendisini bu adı ile
seviliyor, alışveriş yapıyorlardı.
Köyler arasında arabası ile çerçiliği
sürdürürken bir gün tatsız bir olay yaşadı. Üç eş kişilik bir jandarma ekibi
Kör Dede’yi sorguya çekti. Suçlama incir çekirdeğini doldurmayan bir nedene
dayanıyordu. Ama sorun yapılan suçta değil, Kör Dede adındaydı. Çerkez jandarma
komutanı, Kör Dede’ye Alevi olduğu için olmadık hakaretler yağdırarak işkence
etti.
Bu olayın ardından Kör Dede 1905 yılında
dağa çıktı. Osmanlı’da devlet erkinin tümden çağşadığı o günlerde Çorum
yöresinde yaşanan böylesine küçük bir olayın devlet ölçüsünde büyüyeceğini
kimse düşünemezdi.
Bu olayın ardından Kör Dede 1905 yılında
dağa çıktı. Osmanlı’da devlet erkinin tümden çağşadığı o günlerde Çorum
yöresinde yaşanan böylesine küçük bir olayın devlet ölçüsünde büyüyeceğini kimse
düşünemezdi.
Kısa sürede 50-60 eşkıyadan oluşan bir
çetenin başı olmuştu. Sünni baskısı altında kıvranan Aleviler arasında
söylencesel bir ad kazanmıştı. Kendine işkence yapan Zaptiye komutanı Çerkez
olduğu için Çerkezlere bir kini vardı ve Çerkez köylerini basıyordu, ama belli
ilkeleri vardı. Kadına kıza ilişmiyordu. Halka zarar vermiyordu. Bu tür
özellikleri yüzünden Aleviler arasında söylencesel bir ad kazandı. Çağlardır
Aleviler üzerindeki korku ve baskıyı kaldıracak kurtarıcı gibi algılanmaya başladı.
Zenginden alıp yoksula verdiği söyleniyordu. Alevi köylerde rahatça geziyor,
destek buluyordu.
Eşkıya olarak kendi köyüne adamları ile
gelip çayırda silah çatmışlardı. Bu ziyarette garip olaylar yaşandı. Kendisine
kahve getiren kadını ayakta karşılamış, “Gel gel yanıma otur” diye yanına
oturtup köyden haberler sormuştu. Doldur doldur diye kahveyi doldurtup içtikten
sonra
“Haney Haney, ben her kahveyi içmem. Bu
kahveyi sen getirdin diye içiyorum” diye ona olan güvenini belirtti. Köyden
ayrılmadan önce köyün içinde adamları ile topluca yürürken köyden genç birisi seslendi:
“Dede emmi, Dede emmi beni tanıdın mı?”
Sesin geldiği yana bakıp yanıt verdi:
“Git oğlum git, Kör Dede’nin kiraz
sattığı günler değil.”
Çerçilik yaptığı günleri anımsatan ve o
zaman çocuk olan ve aynı zamanda müşterisi olan bu gence, o günlerin geçmişte
kaldığını vurgulamıştı.
Hızlı ulaşımın at sırtında yapıldığı,
yaylaların yalnızlığı yaşadığı dönemde Kör Dede, çetesi ile Çorum, Tokat,
Dersim yöresinde geziyor, kentleri basıyor, zaptiyelerle çatışıyordu.
Kör Dede 1916 yıllarında Mamaş’a geldi.
Çetesi ile köyün yukarılarına düşen Kızlar dağında konakladı. Büyük dede olarak
Ali Efendiyi ziyaret edip elini öptükten sonra bir emri olup olmadığını sordu.
Komşu Sünni köylerinden bir şikâyeti var mıydı? Kendilerine baskı yapıyorlar
mıydı?
Ali Efendi, böyle bir sıkıntı olmadığını
söyledi. Sünni köylerle uyumlu yaşıyorlardı.
Üzerinde mavi çiçekli, bez giysi vardı.
Boğazında bir muska asılıydı. Bu muska nedeniyle kendisine kurşun işlemediği
söyleniyordu.
Bir süre sonra Mamaş’ta Kör Dede’nin
yakalanıp öldürüldüğü haberi duyuldu. İskilip yakınlarındaki İbik Deresi’nde
bir çarpışmada öldürülmüştü. Halk arasında son çatışması söylenceye dönüşerek
anlatılıyordu. Zaptiye kuşatmasında kalan Kör Dede kurşunu bitmiş, tüfek elde
öylece vurulmayı beklemiş, yakalandıktan sonra kurşun işlemediği için sırımla
boğularak öldürülmüştü. Başı, Çorum saat kulesinin üstünde üç gün halka gösterilmişti.
1918 yılıydı. Ardından destanlar yazıldı. Bir destanın iki dörtlüğü şöyle kaldı
belleklerde.
Bilmem deli miyim, yoksa serseri
Öğlen üstü basılır mı Kayseri
Altı yüze yakın vardır askeri
Yiğitler serdarı Beyzade Dede
Camili’den çıktım başım selamet
İbik Deresi’nde koptu kıyamet
Sırma’yı Dede’ye verdim emanet
Yiğitler serdarı Beyzade Dede
Çorum yollarını arşınlamalı
Jandarma Çerkez’i kurşunlamalı
Dede bey geliyor karşılamalı
Yiğitler serdarı Beyzade Dede
Kör Dedenin ünü
uzun süre Anadolu Alevileri arasında ve Çorum yöresinde destansı bir ad oldu.
Aleviler onun ara namusa erişmediğini ve namuslu bir eşkıya olduğunu,
eşkıyalığa zorlanmasını bile Alevi Sünni çekişmesi ile anlatıyorlardı. Çerkez
Jandarma Kör Dedeye Alevi olduğu için işkence ve hakaret etmişti.
Bu
anlatılanların ne ölçüde gerçek olduğu bilinemezdi. Ama halk belleğinde böyle
canlanmıştı.
1960’lı
yılların ortalarında Sosyalist akım moda olunca sol gençlik arasında da Kör
Dede zalime karşı mücadele veren bir halk kahramanı olarak saygıyla anıldı.
Kör
Dede’yi yazınsal olarak işleyen Çorum mapushanesinde uzun bir tutukluluk
yaşayan Kemal Tahir oldu. Kemal Tahir Yediçınar Yaylası, Köyün Kamburu, Büyük
Mal romanlarında Kör Dede’yi bir kahraman olarak romanına soktu. Kemal Tahir’in
eşkıyalara ve Kör Dede’ye bakışı olumsuzdu. Daha sonra yazdığı Rahmet Yolları
esti romanında eşkıyaları halkın sırtından geçinen acımasız insanlar olarak
anlattı. Rahmet Yolları Kesti, Yaşar Kemal’in İnce Memed romanına karşı özileti
savunan bir anlatıydı.
Kör
Dede’den söz eden bir başka yazarsa Refii Cevad Ulunay oldu. 1960’lı yıllarda
bir otobüsün yolunu kesen eşkıyalar yolculardan bir kadının değerli yüzüğü
parmağından çıkartamayınca kadının parmağını kesip yüzüğü almışlardı. Bu
korkunç olay üzerine yazdığı yazıda Refii Cevad Ulunay Kör Dede’yi anlatarak
“Eşkıyalığın da bir ilkesi, bir kuralı vardır” diye Kör Dede’nin ölüm sahnesini
anlattı ve onun ilkeli bir eşkıya olduğunu vurguladı. Çetesi kırılan ve kurşunu
biten Kör Dede jandarmalara teslim olmamak için silahını doğrultmuş, onların
kendisini vurmalarını beklemişti.