Doksanlı
yıllarda patlayan Alevilik üzerine çalışan yazarlar arasında Mehmet Yaman ayrı
özelliklerde ve kişilikte bir insandı 2014 yılı başlarında yitirdiğimiz bu
değerli insanın anıları ölümünden sonra yayınlanabildi. kendisi çok önem verdiği
bu anıların basımını göremedi. Oğlu Prof. Dr. Ali Yaman’ın çabası ile basılan Kitap
yakınlarda elime geçti. Almanya’daki Alevi Bektaşi Kültür Enstitüsü yayını
olarak çıkan kitap anının ötesinde, toplumun yapımızı yansıtması, tarihin bir
kesitine ışık tutması açısından önemli belge niteliği taşıyor.
Kitabın
uzun bir adı var: Türk Modernleşmesinde Bir Alevi Ocakzade Dinbilimcinin Seyir
Defteri. Ad, kitabın içeriğini verir gibi geniş tutulmuş. Ocakzade dede Mehmet
Yaman, , olayların içine bilmeyerek ve pek de istemeyerek girmiş oyuncu ya da
gözlemci gibi yaşadıklarını gözlemlerini anlatıyor.
1940
yılında Erzincan’ın Ocak köyünde yoksul bir ailenin çocuğu olarak doğan Mehmet
Yaman, 1947’de üç sınıf eğitimli Ocak köyünde ilkokula başlıyor. (yeni kuşaklar
bilmezler. Öğretmen ve okul yokluğundan kimi köylerde eğitmenlerin ders verdiği
üç yıllık ilkokullar vardı o dönemlerde.) 4 ve 5. Sınıfları köyüne 3 km
uzaktaki Dutluca bucağında okumak zorunda kalıyor. Ve o yaşta kimliği nedeniyle
–sanki özgür seçimiymiş gibi- ilk kez ötekileşme, itilip kakılma ile yüzleşmek
durumunda kalıyor. Öğretmen tarih dersinde Çaldıran savaşını anlatırken coşup
kükrüyor:
“Çocuklar!
Mum söndü yapan, Allah’a değil, Ali’ye tapan dinsiz Kızılbaşları ve onların başı
Şah İsmail’i bizim padişahımız Yavuz Selim, Çaldıran’da yendi. Kızılbaşların
kökünü kesti. Ama bunlar günümüzde de var.”
İlk
ağır kimlik ezikliğini yaşayan 12 yaşındaki Mehmet, ertesi gün bu suçlamaya
okkalı bir yanıt vererek rahatlıyor. Olanları evde anlattığında annesi
uyarıyor:
“Aman
oğlum, sakın ha, okulda Alevi olduğunu bilmesinler!”
Beş
yaşında bağlama öğrenmeye girişen. Alevi cem töresinin büyüleyici etkisine
kapılarak çocuk yaşta sevdiği bir arkadaşı ile musahip olmaya özenen on iki yaşındaki çocuğu yaşam boyu kovalayacak
ezikliğin başlangıcı oluyor. Yüzyılların deneyimlerini sinesinde duyan ana Mehmet’e
önkoşulu söylüyor. “Aleviliğini kimse bilmeyecek!”
1954’te
İstanbul’da sürecek yaşam koşusunun önkoşulunu koyuyor, bilge ana.
Yokluk
çemberini kırmak, kendini yetiştirmek için on dört yaşındayken İstanbul’a geliyor.
Burada hem çalışıp, hem okuyacak, kendini geleceğe hazırlayacaktır. Yalnız,
sahipsiz, çaresiz bir zahirecinin yanında boğazı tokluğuna çalışmaya başlıyor. Girebileceği
tek okul olan İmam Hatip okulunda eğitime başlıyor. Sevenlerinin küçük akçal
desteği ile eğitimi sürdürüyor. Arkadaşlarından gizleyerek Alevilik kitapları
okuyor.
Anıların
bundan sonraki bölümü Türkiye tarihinin bir kesitini oluşturuyor.
İmam
Hatip okulunda bir gün derse Arap şivesi ile “Esselamın Aleyküm” diyerek bir
Albay fizik dersine giriyor. Ama öğretmen fizikten çok dinsel konulara önem
veriyor. “Çocuklar siz dini öğrenin, bunlar önemli değil” diyor. Mehmet Yaman
sonradan bu ilginç kişinin Kuleli Harp kulunda da öğretmenlik yapan yüksek
kimya mühendisi Hüseyin Hilmi Işık olduğunu öğreniyor. Bu bilge öğretmen 21
Şubat 1959 günü derse girişinde
“Evlatlarım,
bilmediğiniz dinsel soruları bana sorunuz, anlatayım, Dersimiz fizik ama,
bunlar (yani fizik, müzik, coğrafya, resim) bizi dinsizliğe götürüyor” diyor. İlerleyen
soru yanıt tartışması sonunda Aleviliğe geliyor. Bir öğrencinin “Hocam, bizim
sınıfımızda da Muaviye Efendimizi sevmeyen, Mehmet Yaman var” demesi üzerine
öğretmen Işık karşılık veriyor:
“O
(Mehmet Yaman), Aleviler tarafından ajan olarak okulumuzda okutuluyordur.
Aleviler 1400 yıldır ne yapabildiler ki bize, bundan sonra da yapsınlar? Üç
buçuk Alevi-Kızılbaş’ı 40 yıl içinde asimile edeceğiz, ya yurt içinde
boğazlayacağız ya da Sibirya’ya süreceğiz. Gerçi onlar yedi kat sabunla
yıkansa, ayaklarının altındaki kiremitler eriyinceye kadar yıkansalar da yine
de tam ehl-i sünnet Müslüman olamazlar Allah Başvekilimiz Adnan Menderes’e uzun
ömürler versin ki, Türkiye’yi Müslümanlaştıralım” diyor. .
19
Yaşındaki Mehmet ikinci ağır darbe yiyerek ders boyu başını önüne eğip renkten
renge girerek Hüseyin Hilmi Işık’ın hezeyanlarını sessiz dinlemek zorunda
kalıyor. Yetim, kimsesiz, yapayalnız genç tüm bu aşağılamalara göğüs geriyor. (Hüseyin Hilmi Işık’ın, Aleviye Nasihatlar, Aldamayalım adlı kitabın
yazarı olduğunu daha sonra öğreniyor.)
Bu
arada başka ilginç olayların tanığı oluyor.
Bunlarda
biri 6-7 olayları. O günlerde Mehmet Yaman bir zahireci dükkanında çalışıyor.
Üzüm, peynir ekmekle akşam yemeğini geçiştirirken, dükkan sahibi gelip “Zıkkım
ye! Kalk İstanbul karışıyor. Kapıya bayrak as. İçeriye su hazırla” diye
uyarıyor. Bundan sonrasını şöyle anlatıyor Yaman:
“Kovalara
su doldurdum ve yattığım fareli köşke(!) çıktım. Çok geçmedi, ellerinde Türk bayrakları
çeşit çeşit suratlı, sakallı çapulcular bağırtıyla ortalığı velveleye vererek
oraya buraya şu dükkana, bu binaya kudurmuşçasına saldırıp çapulculuğa
başladılar. Kapı arasından korkuyla bu çapulcuları izlemeye çalışıyor, ayrıca
çevremde gezinen farelerden kendimi korumaya çalışıyordum. İki kudurmuş çapulcu
bizim dükkanın önüne gelip “Biz de elimize bir bayrak bulmalıyız. İşte bir Türk
dükkanı ama olsun! Deyip benim astığım bayrağı çekip aldılar. Karşıdaki kilisede
yangın alevleri başladı. Çapulcular, ya istiklal ya ölüm naraları atıp
dükkanlara saldırıyor, talan edip işlerine yarayan değerli eşya para ve
altınları alıyor, götüremediklerini (buzdolabı, radyo, halı, vb) caddeye
fırlatıyorlardı. Böylece eşyalarla dolan caddeden arabalar işlemez oldu.”
Yaman’ın
İmam Hatip yılları bitmez Tükenmez sıkıntılarla dolu geçer. Ummadığı kişilerden
iftiralarla karşılaşır. Bunlardan biri de Ali Rıza Sağman’dır.
27
Mayıs Devriminin ardından Yaman, ekmek parası kaygısı ile Mehmet Şevket Eygi’nin
çıkardığı Yeni İstiklal gazetesinde çalışmaya başlar. İki yıl süren bu çalışma
döneminde ilginç olaylara tanık olur. Mehmet Şevket Eygi öğle namazını kılmış
olmasına karşın, ziyaretine gelen Yehova Şahitlerine “Siz beş dakika durun.
Öğle namazımı kılıp geleyim” diye konuşur.
Yine o
yıllarda iyi Farsça bildiği için kendisine İran konsolosluğunda yapılacak
törende Şah Rıza Pehlevi’ye hoş geldin demesi istenir. Ütüsüz gömlek ve dökülen
giysiler içindeki genç öğrenci şaha Türk öğrenciler adın selamlar. O yıl Yüksek
İslam Enstitüsünü başarı ile bitirir. Evliliğinin ardından din dersi öğretmeni
olarak iş yaşamına atılır.
O günlerde
Aleviler arasında bir kıpırdanma olur. Birlik Partisi adı ile çoğunluk
Alevilerin içinde bulunduğu sosyalist eğilimli bir parti kurulur, kimi yayın organları
çıkmaya başlar. Abidin Özgünay bir dergi çıkarmak üzere kendisinden yardım
ister. Mehmet Yaman, dergiye Cem adını verir ve yayınlanmaya başlanır ama Yaman
daha dergi basıma girmeden dışlanır ve adı dergide yer almaz. Bir çok başka olayda olduğu gibi hakkı yenir Mehmet Yaman'ın. Sürekli haksızlığa uğramış bir adsız olarak görünür Mehmet Yaman. Yoksulluk içinde yaşamını sürdürürken, destek sözü verenler ortada kor. Çalıştıranlar ücretini ödemez. Dergilere adını verir kıyıya itilir.
Ekmeğini
kazanmak için öğretmen olarak çalıştığı okullarda dışlanma ve iftiralar da sürer.
Bir ders aralığında bir bayan öğretmen gelip sorar:
“Din
dersi hocası, Aleviler kafirdir, değil mi” diye sorar.
“Nereden
uydurdunuz bunu? Bakın ben de Alevi’yim” yanıtını alınca,
Allah
korusun! Sizin gibi temiz yüzlü adam Alevi olamaz. Aleviler, oruç namaz
bilmezler, Allaha inanmaz, hem de kız kardeşleriyle evlenirler” diye karşılık
verir.
Bu
ilginç konuşma 1971 yılı İstanbul’unda Pertevniyal Lisesinde geçer. Ülkenin
adım adım şeriata gidişinin ayak seslerini duyar gibi oluruz.
On yıl
çalıştığı Pertevniyal okulunda acı gözlemler bunlarla da bitmez. Okulun ikinci
müdürü Malatya’nın Şemşik köyünden bir Alevi’dir. Ama kimliği tümden ezilmiş,
yitik biridir. Sık sık Yaman’ı odasına çağırır, “-Sanki Mehmet Yaman Alevilik övgüsü
yapıyormuş gibi- “sakın öğrencilere Alevilik propagandası yapma diye uyarır. Mehmet Yaman meslektaşı öğretmenlerce de sürekli şikayet edilir. Kendisini koruyan destekleyen demokrat
görüşlü arkadaşları olur. Kimliğinden ödün vermeyen Mehmet Yaman inandığı yolda çalışmalarını
sürdürür. Alan araştırmaları yapar. Türbeleri, ocakları gezer, alanda yaptığı gözlemlerle birikimini
derinleştirir. Bu dönemde kitapları çıkar. Karaca Ahmet Sultan kitabı bunlardan
biridir.
Aynı
yıllarda birçok yazar, aydınla kesişir yolları. Abdülbaki Gölpınarlı ile tanışır
ve ondan işittikleri ile düş kırıklığı yaşar. Olumsuz bir izlenim bırakır
Gölpınarlı Mehmet Yaman üzerinde.
O
yıllarda yaşanan başka bir olay da Profesör Fuad Köprülünün kitaplığının
Amerika’ya satılması olayıdır. Mehmet Yaman, Köprülü’nün çoğunluğunu Alevi
Bektaşi tekke kitaplıklarından aldığı kitapların satılışını engellemek için
çaba sarfeder.
Anılarda
geçen Adıbelli kişilerden Milliyet’te köşe yazan Refii Cevad Ulunay da vardır.
Refi Cevad, aynı zamanda Köprülü kütüphanesinin satışını gazetede dillendiren
kişidir. Mehmet Yaman onu 1965’te tanır. Bir gün Refii Cevat’ı ziyarete
gittiğinde, kendisine şu olayı anlatır.
“Mehmet
Bey keşke dün burada olsaydın. Eşref Edip’le olan tartışmamıza şahit olurdun”
der. “Eşref Edip ilk kez beni ziyarete geldi. Odamdaki Zülfikar tablosunu görünce,
’ne o Ulunay, Alevi mi oldun?” deyince “Ben zaten Aleviyim” dedim. Benden bu
yanıtı alınca bir iki adım içeri girmişken” Ali’nin oluğu yere ben giremem
deyip oturmaktan vazgeçti. Ben ise oturması için ısrar bir yana çekip gitmesini
haykırdım. Çünkü keskin bir Muaviyeci ve Emevi meddahı idi.(…) Odamdan çıkar çıkmaz
pencerelerimi sonuna dek açtım ki Muaviye’nin pis kokusu çıksın.”
Yaman,
anıların ilerleyen sayfalarında Eşref Edip’in Alevilere karşı yazılarından
örnek kesitler verir.
(Alevi
düşmanı ve Muaviye hayranı Eşref Edip, tüm geçmişi ile gericiliği ünlü
aktörlerinden biridir. Sebil-ir Reşad adlı dergisinde hep çağ dışı görüşleri
yayar. 1940 yılında Tevfik Fikret’in eserlerinin yakılması kışkırtmasına
katılır. Penbe Kitab adlı bir kitap yayınlar. Sabiha Sertel, bu girişime karşı ilericilik Gericilik
Kavgasında Tevfik Fikret kitabını yazma gereği duyar.)
Buna benzer
örnekler arasında Necip Fazıl’ın yazıları da yer alır. Bu gibi yazar şairlerin düzeysiz yazı ve davranışları insanı şaşırtır.
Yaşamının
çeşitli dönemlerinden fotoğraflarla süslü Seyir Defteri, bana Aleviliğin
1950-2000 yılları arası tarihi gibi geldi. Mehmet Yaman’ın değerli araştırma
kitapları yanında bunun ayrı bir yeri olduğu kanısındayım. Her araştırmacı
yazar ve her Alevi’nin kitaplığında bulunması gereken bir kitap. Mehmet Yaman'ın Seyir Defteri.
r.