Yayında Olan Eserlerim

11 Mart 2020 Çarşamba

Rıza Zelyut'a Yanıt


ALEVİLĞİN KAYNAKLARI TARTIŞMASI

Rıza Zelyut, Öz Kaynaklarına Göre Alevilik (İstanbul1990) Kitabında yedi sayfa do­ğrudan bana ayırmış. Ayrıca kitabın çeşitli yerlerinde beni eleştirmiş. Bay Zelyut'a göre, "Alevi düşmanlarının tuza­ğına düşmüşüm (s.15). Bu yazı dizisinde ciddi bazı yanlışlar yapmışım (s.251). Sorumsuzca görüşler ortaya atmışım (s.258).
Gerçekte bu suçlamalara karşılık vermek istemedim. Her şeyden önce Bay Zelyut, ciddiye alınacak bir yazar, bir araştırmacı de­ğil. Okudu­ğunu bile do­ğru anlamıyor, daha do­ğrusu, anlamak istemiyor.
Böylesi birine yanıt vermek, zaman yitiminden başka bir şey de­ğil. Ancak, ülkede şeriat tehlikesinin doruklara çıktı­ğı günlerde, Bay Zelyut'a de­ğil; geniş kitleye olan saygım nedeniyle bu yazıyı yazıyorum.
   Bay Zelyut, her şeyden öncen neyi savundu­ğunu bilmiyor. Tüm kitabında sapla samanı birbirine karıştırmış. Bu savımız hem kitabın düzeni, hem de içeri­ği için geçerli. Kitapta en küçük bir düzen yok. Neyin nerde anlatıldı­ğı belli de­ğil. Dipnot kullanılmamış. Bu da Bay Zelyut'un desteksiz atışlarını kolaylaştırmış. İslamı istedi­ği gibi yorumlama özgürlü­ğünü kendinde bulmuş. İmam Gazali gibi ahkam kesmiş. Bir araştırmacı de­ğil, dinadamı olarak ortaya çıkmış. İslam'a ilerici işlevler yüklemiş. Kur'an'a yeni yorumlar getirmiş. İmam Cafer'den kesitler alıp yorumlamış.
   Öncelikle şunu vurgulayayım: Ben Alevili­ği ne övmek, ne de yermek için bu çalışmayı yaptım. Nesnel bir inceleme sunmak istedim. Bu bakımdan daha tartışmaya girerken yollarımız ayrılıyor. Oysa Bay Zelyut tüm kitabı boyunca Alevili­ği tuzaklardan korumayı amaçlamış. Bir misyon üstlenmiş. Sözgelimi benim ilk yanlışım olarak "Ali dördüncü halifedir" tümcemi vermiş. Alevi inancına göre Ali, halife de­ğil imammış. Ali'nin halifeli­ği savı, Sünni ideolojinin aktarılmasından başka bir şey de­ğilmiş!
Bu satırları okuyan aydın bir kişinin bıyık altından gülmemesi olanaklı de­ğil. Nitekim Bay Zelyut kitabında bu söylediklerini unutacak ve üçüncü imam olarak aldı­ğı Hüseyin'in halife olmak için kelleyi verdi­ğini yazacaktır. Kökende tüm kitabı böyle çelişkilerle dolu. Bakış açısı aydınlık olmadı­ğı için, düzenli düşünemiyor Bay Zelyut. Söyledi­ği bir savın birkaç sayfa sonra tam karşıtını söylüyor. Ama her söyledi­ğini allayıp pullayıp sunuyor. Zaten amacı bulanık suda balık avlamak.
   İleri sürülen bilimsel savları çarpıtarak eleştirmek bir yana, Bay Zelyut kişinin söylemedi­ği sözleri de, söylemiş gibi gösteriyor. Sözgelimi, ben Hacı Bektaş'ı Sünni göstermişim. Ve bu Sünni ideolojinin aktarmasından başka bir şey de­ğilmiş.
Her şeyden önce ben, Hacı Bektaş'ı Anadolu Alevil­iğini derleyen bir kişi olarak ortaya koydum. Nasıl olur da onun Sünni oldu­ğunu söyledi­ğim savı ortaya çıkar? Yazdıklarıma yeniden baktım. Böyle en küçük bir anlam çıkmıyor. Nitekim yine Hacı Bektaş'ı, Sünni gösterdi­ği ileri sürülen Ahmet Yaşar Ocak'ta da böyle en küçük bir satır yok. Üstelik Ahmet Yaşar Ocak açıkça, Hacı Bektaş'ın Alevi olduğunu savunan bir araştırmacı. Bu durumda ya Bay Zelyut bu kaynakları okumamış- ki, anlamasa bile az çok bu kitapları karıştırdığı anlaşılıyor, ya da yalan söylüyor. Çünkü, başkasının yanlışını bulup büyümek istiyor.
Ciddi bir incelemecinin, aklına esti­ği gibi sözler etmemesi; hangi yazarın nerde bu savları ileri sürdü­ğünü kanıtlaması gerekir. Bu yapamayan kişi yalancı, iftiracı durumuna düşer.
Bay Zelyut her şeyden önce Türkçeyi do­ğru kullanmasını bilmiyor. Anlatımı bir araştırmacıya, bir yazara yakışmayacak ölçüde bozuk ve dağınık. Ben dili ve anlatımı üzerinde durmak istemiyorum. Yalnız şu tümceye bir bakın:
"Alevilikten, kadını soyutlarsanız, ortada ne dinsel-töresel olarak, ne de kültürel ve sanatsal olarak geriye bir şeyin kalmadı­ğını görürsünüz. Alevilik felsefesi ve uygulaması içinden kadın ögesini çıkardı­ğınızda bu sistemin gümbür gümbür yıkıldı­ğını görürsünüz. Bu durum Alevilik olgusunun temelinde kadının bulundu­ğun açıkça ortaya kor." (s.60)[1]
Türkçede "ne... ne.." ile yapılan tümceler olumsuz tümcelerdir. Bunlar yeniden olumsuz yapıldı­ğında yüklem olumlu kalır. Bay Zelyut Türkçe kullanmasını bilmedi­ği için böyle yanlışlara düşüyor. Bilgi birikimi, boyutu düşüncesini anlatmasına yetmiyor. Ne dedi­ği anlaşılmıyor. Çünkü kendisi de ne dedi­ğini bilmiyor!
Bir örnek daha:
"Anadolu'da Hacı Bektaş oca­ğına ba­ğlı Bektaşi Alevilerden ve Seyyit dede ocaklarına ba­ğlı, Hacı Bektaş'ı da makam ve büyük pir sayan alevilerden başka bir Kızılbaş toplulu­ğu yoktur."(s.83)
Ne yazımı do­ğru, ne de, ne söylemek istedi­ği açıkça belli olan bu satırlarda (anladığım ölçülerde, İmam Zelyut) beni eleştirmek istiyor. Kızılbaş'la Bektaşi'nin aynı oldu­ğunu söylemek istiyor. Kitabının bana ayırdı­ğı eleştiri bölümünde bu düşüncemin yanlış oldu­ğunu açıkça söylüyor. Ama neden yanlış, orasını açıklayamıyor. Eski Yunan düşünürleri gibi "Yanlış" deyip işin içinden çıkıyor. Ardından da bununla da yetinmiyor. "Bu bölünmeyi, Alevilik üzerine yazı yazanlar; şöyle veya böyle dile getirmişlerdir. Hatta Sünni yazarlar daha ayrıntılı bölünmeler de yapmışlardır. Fakat bu bölünmenin yanlış oldu­ğunu söyleyen yazarlar da olmuştur" diyor.
Öncelikle bir noktayı anlayamıyorum: Araştırmacının Alevisi, Sünnisi, Avrupalısı Türkiyelisi olmaz. Araştırmacı yansız, nesnel olmak zorundadır. Araştırmacı yansız de­ğilse, önyargılardan sıyrılamamışsa araştırmacı sayılmaz. Hele dinsel bir konuda yazı yazan bir araştırmacı için bu ilke belirleyicidir. Bu bakımdan Bay Zelyut'un Alevi Sünni diye yazarları ayırması anlamsızdır. Hadi bunu geçelim. Peki hangi Sünni yazar daha ayrıntılı bölünme yapmış? Bu bölünmenin yanlış oldu­ğunu kim söylemiş? Bay Zelyut söylesin de ö­ğrenelim. Bırakın, kitap adını, sayfasını vermeyi, yazarın adını bile veremiyor. Çünkü Bay Zelyut bilmiyor. Ca­ğalo­ğlu’nda ayaküstü kulaktan dolma, başkalarından duydu­ğu sözlerle eleştirmek istiyor. Ancak o ayaküstü bilgileri verenler, kendiler yazmıyorlar, eleştiremiyorlar. Bay Zelyut ise cahil cesareti içinde başkalarından duyduklarını büyük bilgilermiş gibi sergileme cesaretini kendinde buluyor. (Çalışmam gazetede yayınlandı­ğında dipnotlar yoktu. Dipnotlar olsaydı, Bay Zelyut hangi yazarların bu tür düşündü­ğünü de söylerdi!) Oysa şimdi buna gerek yok. Kitabımda 350 dipnot kullandım. Kimden ne aldımsa kendim gösterdim. Kitabı açıp bakması yeter. (Toplumsal Boyutlarıyla Alevilik).
Ayrıca bir kitapta yeri geldikçe başka yazarların yanlışları ortaya konur. Bu belli bir düzen içinde neden sonuç ilişkisi içinde verilir. Ciddi bir inceleme sistem, düzen ister. Bay Zelyut'un böyle bir kaygısı da yok. İş olsun torba dolsun diye başkalarının kitabının şu bu bölümü ele alınıp çarpıtırak eleştiriyor. Böylece herkesin yanlışını bulan büyük yazar oluyor Bay Zelyut. Kahve söyleşisi gibi kitap yazdı­ğı için bunlardan haberi bile yok. Sonra sözü şöyle sürdürüyor:
“Ve, Sayın Bozkurt'un Bu bölünmesi yanlıştır... Çünkü, Alevi toplumunun içinden çıkanlar bilirler ki, Aleviler kendilerini Bektaşi, Kızılbaş, ve Alevi gibi üç grupta görmezler. Bütün bu bölümler, kendilerini Alevi sayanlar ve Ehlibeyit yolunun yolcuları olarak görürler. Şehirlerde yerleşen Aleviler (Bektaşiler) de kendilerinin Alevi oldu­ğunu kabul ederler.” (s.253)
Her şeyden önce Bay Zelyut kötü niyetli. Aklına eleştirmeyi koymuş. Ne yapıp yapıp eleştirmek istiyor. Öncelikle benim "büyük savlar" ortaya attı­ğım yok. Ayrıca kitabımı kendisi gibi do­ğaçlama yazamadı­ğım için kimden kaç satır yararlandıysam onu da belirttim. Büyük savlarla ortaya çıkan biri varsa o da kendisidir. Kitabının art kapa­ğına yazdı­ğı yazıda "Bu kitapla, ALEVİ (Bektaşi) sırrı çözüldü." "Alevilik ilk kez ayrıntılarıyla açıklanmış, di­ğer kaynaklar bilimsel eleştiriden geçirilmiştir" gibi sözleri ileri süren kim? Kitap kapa­ğını kim yazdı?
"Kişinin biçemi tümüyle kişidir" diye bir söz vardır. Bay Zelyut’un da kişili­ği siniyor biçemine. Bu kişilik yansıtma olayına dayanıyor. Kendisinde ne gibi duygular varsa onları başkalarında var diye yansıtıyor. Sözgelimi, başkalarını yazar olarak saymıyor, be­ğenmiyor. Savaş alanına çıkar gibi tartışma ortamına çıkıyor. Söyleyeceklerini uygar bir insan gibi söylese olmuyor. Aşa­ğılaması, kötülemesi gerekiyor. Demokrat Dergisinde Yaşar Kambur’a verdi­ği karşılık bu bakımdan ilginç bir örnek.
Esasa gelecek olursak, bilgi birikimi böyle bir konunun üstesinden gelecek düzeyde de­ğil. Geriye bir çıkış yolu kalıyor, iftira küfür, saldırganlık Unutmayalım, saldırganlık bilgi zayıflı­ğındandır. Bu nedenle ben anlıyorum Bay Zelyut'u. Ben anlıyorum ama kitlenin anlaması zorlaşıyor. Çünkü halk dalkavukulu­ğu yapıyor.
Konuya dönelim. Birincisi, ben Alevileri üç bölüme ayırmadım. İkincisi ben Bektaşilerin kendilerini Alevi saymadıklarını söylemedim. Bu yalanları nasıl uyduruyor? Ben yalnızca, Alevili­ğin 16.yüzyılda iki kola bölündü­ğünü yazdım. Onun da tarihsel, toplumsal nedenlerini belirttim. Osmanlı yanında yer alan Alevilerin Osmanlı yönetimince Bektaşi, Osmanlıya karşı Alevilerin Kızılbaş sayıldıklarını söyledim. Osmanlıda kıyıma u­ğrayan kesimin Kızılbaşlar oldu­ğunu yine belgelerle ortaya koydum. Bektaşi kesinin düzenle içiçe oldu­ğunu söyledim. Yeniçeri oca­ğından gelen bir sürü sadrazamın Bektaşi oldu­ğunu, hatta Musa Kazım Efendi de oldu­ğu gibi Bektaşi şeyhülislamların bile bulundu­ğunu yazdım. Oysa Sayın Zelyut bir çalışmasında şöyle diyor:
"Egemen sınıfların dünya görüşüne tepki olarak do­ğan Bektaşilik, yoksulları egemen ö­ğreti do­ğrultusunda şartlandırmaya çalışan aynı dönemdeki Mevlevilikle sürekli çatışmıştır[2]. Zelyut'un belge, kaynak verme alışkanlı­ğı yok. İstedi­ği gibi yorumluyor. (At be Dramalı Hasan, da­ğlar inlesin!)
Zelyut'a göre Kızılbaşlarla Bektaşiler arasında bir ayrım bulunmuyor. Bunlar benim uydurdu­ğum şeyler. Ama do­ğrudan yetkili bir Bektaşi’nin kitabından şu satırları okuyoruz:
“Şah İsmail'in askerleri için belki "Kızılbaşlar" denmiştir. Fakat, bu tevillere ve benzetmelere ne gerek var. Kızılbaş sözcü­ğü, genel olarak, bu benzeyişlerden de­ğil, Alevi-Bektaşileri asıl adlarıyla anmak istemeyenlerin onları kötülemek kasdıyla söyledikleri bir söz, bir ad olarak ortaya çıkmıştır."[3]
Zelyut, arada en küçük bir ayrım yok diyor, ama kendisinin Hacı Bektaş soyundan geldi­ğini savunan Bektaşi babası "Kızılbaş" sözünü hakaret sayıyor, küfür sayıyor. Hani arada ayrım yoktu?
Yine do­ğrudan benden bir alıntı yapıp şöyle bir tümce veriyor: "Balım Sultan, Sırp Prensi ile Sersem Ali Baba'nın o­ğludur...”
Öncelikle benim çalışmamda böyle bir tümce yok. Bir alıntının oldu­ğu gibi konması gerekir. Bay Zelyut'un böyle bir kaygısı yok. Nasıl yorumlamak isterse öyle alıyor. Hadi bunu yine-geçelim. (Kitapta geçmedi­ğimiz neresi kaldı?) Asıl konuya gelelim. Birkaç satır sonra şöyle buyuruyor: "Yazar, masal gibi anlatılan bazı söylenceleri, tarihsel gerçek gibi kabul ediyor. Balım Sultan, Hacı Bektaş Veli soyundandır."
Kitabımda Balım Sultanla ilgili bir, bir buçuk sayfalık bir bölüm var. Zelyut gibi desteksiz atma alışkanlı­ğım olmadı­ğı için, bir dizi kayna­ğı karşılaştırarak bir bileşime varmak istedim. Bu kaynaklar ise do­ğrudan Bektaşi belgeleridir. Asıl sorun Balım Sultan'ın şunun soyundan olup olmaması de­ğil ki. Ben, Balım Sultan'ın Sarayla ilişkisini ortaya koymaya çalıştım. Nitekim kitabımın o bölümünde şöyle yazdım: "Balım Sultan'ın yaşamını araştırmak bu çalışmanın kapsamını aşar. Vurgulamak istedi­ğimiz şu: Anadolu'nun kaynadı­ğı dönem de sarayla yakın ilişkisi bulunan bu kişinin Hacı Bektaş Tekkesinin başında bulunuşu gelişigüzel bir olay de­ğildir. Tüm veriler Balım Sultan'ın hain oldu­ğu verisini pekiştirmektedir" (Alevili­ğin Toplumsal Boyutları s.50)
Bay Zelyut, Balım Sultan'ın sarayla ilişkisi bulunmadı­ğını söyleyebilir mi? Oysa kendisi şöyle diyor: "Alevi geleneğ­i ve şiiri, Balım Sultan'ın eskiden beri Hacı Bektaş soyundan geldi­ğini bildirmektedir. Fakat, onun Alevili­ği canlandırdı­ğı gibi iddialar tamamen yanlıştır, uydurmadır."(s. 256)
Biraz önce benim için "Yazar, masal gibi anlatılan bazı söylenceleri, tarihsel gerçek gibi kabul ediyor" (s.256) diyor. Aradan üç beş satır geçmeden "Alevi gelene­ği ve şiiri" gibi kaynaklarına dayanarak Balım Sultan'ın Hacı Bektaş soyundan oldu­ğunu kanıtlamaya kalkıyor. Bu durumda, kimin masala, kimin gerçe­ğe yaslandı­ğını yansız okurlara bırakıyorum. Ayrıca bütün Bektaşi Belgelerinde ikinci pir olarak sayılan Balım Sultan'ın "Alevili­ği (gerçekte Alevili­ği de­ğil Bektaşili­ği) canlandırdı­ğı" neye göre uydurmadır, belli de­ğil. Bay Zelyut canı istedi­ği gibi ahkâm kesmeye alışmış.
Ben den şu tümceleri veriyor: "Başıboş kalan bazı Aleviler ise İslamiyetin dışına kaymış ve Kızılbaşlı­ğı benimsemiştir. Bunlar, zamanımızda yok denecek kadar azdır."
   Bay Zelyut kendince söz uydurmada yine ustalık gösteriyor. Şu anda çalışmam kitap olarak çıkmıştır. Neresinde böyle bir kesit varsa göstermesi gerekir. Yoksa yalancı ve iftiracı durumuna düşer. Tıpkı benim Hacı Bektaş'ın Sünni oldu­ğunu ileri sürdü­ğümü söylemesi gibi. Ben nasıl olur da "Kızılbaşlar zamanımızda yok" denecek kadar azdır diyebilirim?
   Başlangıçta da söyledi­ğim gibi Zelyut'un kitabı ciddiye alınmayacak bir kitap. Alevi kitle ruhunu pohpohluyor. Alevili­ğe destanlar diziyor:
   "Feodal dönemde, alt ve üstkatmanların ideolojisi durumunda olan Alevilik ve Sünnillik, burjuva toplumlarının oluşmasıyla birlikte, yerini açık ve siyasal düşüncelere bırakmıştır. Günümüzde Alevili­ğin geçmişte üstlendi­ği işlevi, emekçi kesimlerin ve di­ğer halk katmanlarının siyasal partileri üstlenmektedir."
Bu sözlerin neresi düzeltilir? İçeriği mi, dil yanlışı mı? Yoksa ne sözylediği belli olmayan övgüleri mi?
Zelyut'un cahilliği bütün çalışmasınca açıkça yansıyor. Tüm Şii, Batıni hareketleri Alevi sayıyor. Bu arada ünlü haşhaşin Hasan Sabbah'ı da Alevi sanıp savunmaya kalkıyor. Şu satırlar Bay Zelyut'un: Yazının oylumunu büyütmemek için içeri­ği hiç bozmadan kesitler veriyorum)
"Hasan Sabbah, İsmaili Alevilerinin mücadelesi içinde parlak zekasıyla dikkatleri topladı."(s.42)
"Hasan Sabbah yandaşı bir kadın aracılı­ğıyla yata­ğının başucuna bir hançer saplamış ve aynı zamanda şu haberi iletmişti: Kendisine sevgisi olmasaydı, bu hançeri yumuşak gö­ğsüne saplamak kolay olacaktı."(s.43)
"Gerek Abbasiler, gerek Selçuklular, Sünni otoriteye karşı çıkan bu İsmailileri kötülemek için her yolu denediler. Onları, yalancı cennet yaratmakla haşhaş içirdikleri militanlarla bir katiller ordusu kurmakla suçladılar. Bu atmosferi, güzel çıplak kızlarla süsleyerek namus konusunda da dokundurmada bulundular."
"Böylece bir sapıklar toplulu­ğu gibi gösterdiler İsmailileri. Bu görüşlerine dayanak olarak da, İsmaililere düşman yazarların kitaplarını gösterdiler."
"Fakat İsmaili yazarların kitapları, bunların iftiradan başka bir şey olmadı­ğını ortaya koyuyor."
Zelyut, hangi İsmaili yazarın kitabını okumuş, hangisini biliyor? Bu savları neye dayanarak ileri sürüyor? İsmaililik ne ölçüde Aleviliktir? En küçük biçimde söyleyemiyor. Üstelik birkaç satır önce bir yatak sahnesi verdi­ğine göre karşıtlar do­ğal olarak Zelyut’un söyleyişi ile "namus konusunda da dokundurmada” bulunmazlar mı?      
Kitabında Bay Zelyut hem komşuya ayrana gidiyor, hem de küle­ği ardına tutuyor. Alevi methiyesi yaparken devrimcili­ği, sınıf savaşını elden bırakmıyor. Şu satırlara bakın:
"Alevilik ortaya çıkıp da Arap feodalizmine karşı halk mücadelesi başlayınca, zorunlu olarak Alevi kitlelerde takiyeye başvurdular"(s.50)
"Bu dünya görüşü; (Alevilik demek istiyor) avam denilen sıradan halk tabakalarının anlayamayaca­ğı ölçüde derinleştirilmiş, felsefi bir sistem haline getirilmiştir. Bu nedenle Alevili­ği anlamak, benimsemek ve savunmak kolay bir iş olmamıştır. Bu yüzden de Alevi kesim genellikle azınlıkta kalmıştır"(s. 50)
Oysa daha 22.sayfada "Alevilik, bu yayılmasını, her şeyden önce altkatmanların, emekçi kitlelerin ideolojisi olmasına borçludur" diyor.
Dedim ya, yollarımız ayrı Bay Zelyut'la. Benim Alevilikteki yaşam ve inanç birimlerinin kökenlerini incelememi de eleştirmek istiyor. Bunu da bilgi birikimi yetmedi­ği için tam yapamıyor. Doç. Dr. Çetin Yetkin'in evinde yaptı­ğımız bir söyleşi sırasında benim söyledi­ğim sözleri bana yanıt veriyor. Önce benden bir kesit almış. Aldı­ğı kesit aynen şöyle:
"Kökende Alevilik, Anadolu'da toplumsal olayların ortaya çıkardı­ğı, Orta Asya'dan Önasya'ya de­ğin birçok dinlerin izlerini taşıyan bir Anadolu dinidir"
Ve hemen ardından aklınca eleştirisini yapıyor. Eleştiriye bakalım:
"Ne yazık ki bu görüş; Abdülbaki Gölpınarlı'nın batılı araştırmacılardan kopya etti­ği bir uydurmadır. Alevili­ği kötülemek amacıyla üretilen bu tez; orijinal olmak sevdasındaki bütün yazarlar tarafından yinelenmektedir. Şeriatçı kesime düşman kafaların; İslamiyeti onlardan ibaret görmek, Alevileri bu tezle kurtarmaya çalışmaları yanlış bir gayretkeşliktir." (s.252)
Öncelikle Bay Zelyut bu savını kanıtlamalıdır: Abdülbaki Gölpınarlı hangi kitabında yazmıştır? Hangi Batılı yazardan kopya etmiştir? Zelyut hangi batılı yazarın Alevilik üzerine bir kitabını okumuştur?
Ardından şöyle diyor:
"Burada şunu önemle vurgulayalım: Gökten yere inmiş; başka kültürlerden ve uygarlıklardan etkilenmeden yaratılmış bir din yoktur. Kültür yoktur... Her kültür ve uygarlık, önceki kültürlerin veya ça­ğdaş kültürlerin etkisinde kalmış, onlardan yararlanmıştır. Bu çok do­ğal bir olgudur."(s.252)
Evet, bende bu görüşü savundum. Peki durum buysa, bu görüş savunuluyorsa neden "Ne yazık ki" sözcüklerini kullanılıyor? Gökten yere inmiş bir din yoksa, Ortaasya'dan Anadolu'ya dek uygarlıklardan etkilenen bir inanç neden utanç konusu olsun? Peki gökten yere inmiş bir inancın olmadı­ğı savunulan kitapta şu satırlar ne arıyor?
"Namaz uzun geldi­ğinde, kısaltılmıştır. Sayısı, de­ğiştirilmiştir. Bu uygulamalar bile, namazın Tanrı’nın kesin emri olmadı­ğını göstermek bakımından yeterlidir." (s.71)
Dedim ya, Bay Zelyut’un kitabı baştan sona çelişkilerle dolu. Dili, biçemi savunma düzeniyle keyifle okunuyor. Aziz Nesin’i aratmıyor. Bir kişiyi alaya almak hakaret etmekten daha kötü bir olaydır. Ben bu yöntemi uygulamak istemiyorum. Ancak Bay Zelyut’un kitabı gerçekten ciddiye alınacak türden de­ğil. Yine söz bitmiyor bu kez, sav başka bir biçimde geliyor:
"Prof. Bozkurt kardeşimiz; Alevili­ği eski do­ğu dinlerinin ve Anadolu uygarlıklarının üzerine çekilmiş İslami bir örtü diye nitelerken de aynı seçmeci tavrı takınmaktadır. (s.253)
Burada "kardeşlik" nerden geliyor? Bir araştırmanın ciddiyetine yakışmayacak senli-benlilik, yılışıklık ne? En önemlisi benim seçmeci tavır takındı­ğım yok. Her şeyden önce ben dinadamı de­ğil, araştırmacıyım. Bilimadamı, araştırmacı seçmeci olamaz, olmaması gerekir, bilimadamı sergiler. Seçmek dinadamına özgüdür. Bu bakımdan benim seçme yaptı­ğım yok. Alevi bir anababadan geliyorum. Ama Alevi olmasam da bu bilinçte oldu­ğum sürece-aynı şeyleri yazardım. Çünkü olaya inanarak bakmıyorum. Araştırmacı olarak yaklaşıyorum. Alevili­ğin yaşam ve kültür birimlerini araştırdım. Kökenlerini bulmaya çalıştım. Araştırmalarımdaki bilimsel çözümlemelerin yanlışlı­ğını ortaya koyabilir mi Bay Zelyut? Bilgisi varsa bunu yapsın, saygı duyayım. Ben seçmeci de­ğilim ama Bay Zelyut yansıtmacı. Sürekli kendi ruhunu yansıtıyor başkalarına. Kendisi ne yapıyorsa başkasına yüklüyor. Peki kendisi seçme yapmıyor da, neden Alevili­ğe destanlar diziyor? Neden tüm inançlara eşit uzaklıkta durmuyor?
Hem ben kaynak göstererek bir savı yazdımsa, artık sorumluluk, tanık gösterilen kayna­ğındır. O noktada kaynak seçmedeki eksikler tartışılabilir. Ama Bay Zelyut, bu yöntem bilgilerini de bilmiyor. Ve yazık ki, bu düzeydeki kişiler, kendilerini yazar sanıyorlar, kitap yazıyorlar. Ülke kültürü düzeyi açısından acınacak bir durum.
Söyledi­ğim gibi, Bay Zelyut’un, araştırmacıysa, araştırmacılık; din adamıysa, din adamlı­ğı yapması gerekir. Laf kalabalı­ğına ne gerek var? Ayrıca benim savlarımı, bana yanıt olarak vermemelidir. İslam inançlarının kökenleri üzerine de bir dizi araştırma yapılmıştır. Dilerse onlarında kökenlerini koyabiliriz. Şeriat mantı­ğıyla araştırmacılık olmaz.
Sözgelimi bir cem töreninin, bilimsel açıdan İslamdan kaynaklandı­ğını kanıtlayabilir mi? Bir yolkardeşli­ğinin kökenini, Kırkların Cemi söylencesi ile açıklayabilir mi? Bir kansız kurban gelene­ğinin uçlarını Arap kültürlerde bulabilir mi?
Son olarak benim için şeriatçı bir gazetede yer alan eleştiriye yer vermiş ve bana akılınca acı (!) bir anımsatmada bulunmuş. Her şeyden önce ben bilimsel bir araştırma yaptım. Şeriatçının beni alkışlaması için bu çalışmayı yapmadım ki... Şeriatçı Turhan Dursun için de olmadık sözler yazmıştır, şeriatçı Atatürk için de demedi­ğini bırakmamıştır. Şeriatçının sözü ile mi yolumuzu bulaca­ğız Bay Zelyut? Şeriatçı beni övseydi, "yazdıklarımda bir yanlışlık mı yaptım" diye kuşku duyardım. Ama Bay Zelyut için bunların önemi yok. Kendisinin kötü demeyi amaçladı­ğına düşmanı bile kötü dese zevk alıyor, kullanıyor[4].
       Bay Zelyut için daha çok şey yazılabilir. Kitabı için aynı oylumda-ve belki de daha fazla-eleştiri yazılabilir. Ama ben bunlar üzerinde durmak istemiyorum. Sayın İlhan Selçuk "Bab-ı ali'nin kıvrım kıvrım yokuşunda solucanlar gibi yaşayan, her taşın altından çıkıp her entrikaya katılan, eme­ğinden çok kulis fareli­ğiyle ün yapmaya çabalayan nice kişi vardır" der. Tüm tavırları ile Bay Zelyut bu türün özgün örneklerinden biri olma yolundadır. Girişti­ği yolda başarılar dilerim.

1992 Rotterdam






[1] Bunu söyleyen kişi, şiddet kullandığı için eşiyle televizyonda tartışacaktır!
[2]BektaşiliğinTarihsel Konumu,Hacıbektaş Veli, Ankara1977,s.103.
[3]A. Celâlettin Ulusoy: Hünkâr Hacı Bektaş Veli ve Alevi Bektaşi Yolu, Hacıbektaş 1986, s. 109.
[4]Bay Zelyut, 1990' dan sonra yaşamında sürekli zikzaklar çizdi. Alevi dernekleri arasında gitgeller yaparak yer değiştirdi. Hangi dergide yazdıysa, onun çizgisine uygun sözler etti. Daha sonra bir günlük gazetede köşe kaptı. Orada Fetullah Gülen'e "Hoca Efendi" diye başlayan övgüler dizdi. O yıl, Cem vakfı başkanı Prof. Dr. İzzettin Doğan ve Prof. Dr. Toktamış Ateş'le birlikte Fetullah Gülen'den ödül aldı. Ardından basında Fetullah Gülen'in rejimi yıkmayı amaçlayan ses kayıtları yer alınca, ödülü iade etti. Bu satırları, toplumsal bellek zayıflığı bulunan ulusumuza belge olarak sunuyorum.