Yayında Olan Eserlerim

22 Ekim 2017 Pazar

Arşın Mal Alan

Üzeyir Hacıbeyli'den

Çeviren
Fuat Bozkurt




         (Dört perdelik müzikli oyun)

         Kişiler:

         ASKER: Zengin genç bir tüccar
         CİHAN: Asker'in teyzesi, genç kadın
         SÜLEYMAN: Asker'in arkadaşı
         VELİ: Asker'in uşağı
         SULTAN BEY: Yaşlı toprak ağası
         GÜLZEHRA: Sultan Beyin genç kızı
         ASYA: Sultan Beyin kardeşi kızı
         TELLİ: Sultan Beyin beslemesi
         Komşu kızlar


            BİRİNCİ PERDE

     (Birinci perde Asker'in evinde geçer. Oda güzelce be­zen­miş, halı kilim döşenmiştir. Masa ve sandalyeler vardır. Perde kalkmadan önce Asker sağ yanda, teyzesi sol yanda oturur. Kapının ağzında uşak Veli bekler. Giriş müziği çalınır. Asker söyler:)

         Nâledendir ney gibi avazeyi aşkım bülend
            (Müzik)
         Nâledendir ney gibi aşkım bülend
         Nâle terkin kılmazam ney teg kesilsem bend   
            bend
            (Müzik)
         Nâle terkin kılmazam, nâle terkin kılmazam,
         Ger kesilsem bend bend, ger kesilsem bend bend.
            (Müzik)
         Kıl meded, ey baht yoksa kami dil mümkün değil
         Böyle kim, ol dilruba büderddir, ben derdmendim
            (Müzik)
         Nâle terkin kılmazam, nâle terkin kılmazam,
         Ger kesilsem bend bend, ger kesilsem bend bend
            (Müzik)
         Açılır gönlüm gâhi kim, giryei telhim görüp
            (Müzik)
         Açılır gönlüm gâhi kim, giryei telhim görüp
         Açılır ol gülruh tebessüm birle lâli nuşhand

         Nâle terkin kılmazam, nâle terkin kılmazam
         Ger kesilsem bend bend, ger kesilsem bend bend
            (Müzik)

     CİHAN: Teyzen sana kurban, ne oldu da böyle dertli dertli söylüyorsun? İşitince adamın yüreği yanıyor.
     ASKER: Yüreğin yanıyorsa senin ruhun var demektir.
     CİHAN: Ne demek istedin, anlamadım. Teyzen sana kur­ban bir de de anlayayım.
     ASKER: Öyle anlaşılmaz bir şey demedim ki yeniden söyleyeyim.. Şimdi sen buraya bak teyze. Bir kez bana de göreyim. Bu düzen böyle kurulmamış, ki böyle kalsın. Bu dünya böyle gelip böyle giderse sonu nereye varır? O zaman işimiz ne olur?     
     CİHAN: Teyzen sana kurban, Allah'a şükür dünyaya ne olmuş ki?
     ASKER: Şunu demek istiyorum. Bunun sonu nasıl ol­sun, nasıl bitsin sözgelimi, biz büyüdük, başa çıktık. Allah'a şükür, mal zenginlik tümü var. Ama yine de bilir­sin, adamın her işi iyi gitmiyor. Yüreği rahat olmuyor. Kişi hep birşeyin eksi­ğini duyuyor. Doğru mu diyorum, yoksa yanlış mı?
     CİHAN: Teyzen sana kurban! Elbette doğru diyorsun. Ama yine de ne demek istediğini tam anlayamadım.
     ASKER: Dediğim çok açık teyze! Sözün doğrusu şu, dö­nüp o yanıma bu yanıma göz atıyorum. Hep bir şeyin eksik­liğini görüyorum.
     CİHAN: Bıyy... Eksik bir şey varsa, uşağı gönder pa­zardan alsın. Bunda düşünecek ne var ki?...
     ASKER: Sen benim dediğimi anlamadın. Ben sana önemli bir eksikten sözediyorum. Sen pazardan dem vu­ruyorsun. Demek istiyorum ki bu yaşantının sonu nereye varacak? Malım var, param var. Ama parası olanın başka bir şeyi de olması gerek. Aksine bakarsın hiç malı parası olmayanların bir sürüsü var.
     CİHAN: Teyzen sana kurban! Sen bir tüccar adamsın, sü­rüyü ne yapacaksın? (Veli başanı sallar)
     ASKER: Off, teyze!... Yine ne istediğimi anlamadın mı?
     VELİ (Ansızın): Ben anladım bey ne istiyor...
     ASKER: (Ondan yana döner) Aaa, sen burda mısın? Hele de göreyim ne istiyorum?
     VELİ (Yılışa yılışa): Ben biliyor, sen ne istiyor...
     ASKER ve CİHAN: De biliyorsan söyle ne duruyor­sun!..
     VELİ: Sen istiyorsun... (Birden hırıldar, ivedi kapıdan çı­kar, Asker gülümser.)
     CİHAN: Bıyy, garip deli mi ne? (Asker'e) Teyzen sana kurban, bir kez iyice bana anlat göreyim ne  istiyorsun.
     ASKER: Ey, teyze buraya bak sana göre ben kaç yaşın­dayım?
     CİHAN: Vay, bu ramazan değil, gelecek ramazan çıktıktan sonra 28 yaşını bitirmiş olacaksın. Neyin derdini çekiyorsun? Sen daha çocuksun. Dilerim yüz yıl yaşayasın.
     ASKER: Çok güzel.. Ama ne kadar çocuk olsam da yine ayak üstünde durabiliyorum.
(Veli içeri girer. Öylece durur.)
     CİHAN: Elbette durabilirsin, Allah'a şükür sağsalim genç­sin.
     ASKER: Güzel, şimdi sağsalim genç, peki ne yapsın, yalnız yiyip içip yatsın mı?
     CİHAN: Asker Allah aşkına gel benimle açık konuş, ben de anlayayım. Ben bir Türk kadınıyım. Arap dilini de bili­rim, teyzen sana kurban.
     ASKER (Yana döner): Peki artık utanacak sıra değil. (Cihan'a) Öyleyse, biliyor musun ne var teyze? (Yüksek sesle) Ben  evlenmek istiyorum, evlenmek, evlenmek...
     VELİ: Bak benim dediğim çıktı. (Hırıldar.)
     CİHAN: Uyy... Ay teyzen sana kurban. Ha böylece de ki ben de anlayayım. Artık bunda utanıp çekinecek ne var ki?...
     ASKER: Evet şunu bilesin ki evlenmek istiyorum.
     CİHAN: Çok da güzel ediyorsun, teyzen sana kurban. Allah düğününde oynadığım günleri göstersin (Veli oynar). Bak Asker teyzen sana kurban, gördün ya sonunda sen de benim dediğime geldin. Ne zamandır ben sana söylüyorum. Asker gel evlen. Eşik sahibi ol. Çoluk çocuk sahibi ol. Ne var ki sen kulak asmıyorsun diye ben de fazla üstele­miyorum. Şimdi benim dediğime geldiğini görüyorum. Elbette evlen, düğün yap, dost sevinsin, düşman yansın. (Veli ah çeker.) Bak istersen hemen bugünden tezi yok gi­der sana kız ararım. Rahmetlik bacım son nefesini verme­den bana dedi ki: Cihan bak Asker'i sana koyup gidiyorum. Onu yalnız bırakma ev­lendir. (Ağlar, Veli içten bir ah çe­ker.)
     ASKER: Aman dur şimdi ağlamanın sırası değil. Bırak söze başlamışken... Görelim sonu nasıl olur.
     CİHAN: Teyzen sana kurban evlen.
     ASKER: Peki ama nasıl evleneyim? İşte sorun bu. Evlenmek kolay iş değil.
     CİHAN: Teyzen sana kurban, evlenmek su içmek gibi kolay bir şey. Bunda zor olacak ne var ki? Özellikle senin gibi genç için. Allaha şükür, paran var, zenginliğin var, gençsin. Vallah, öyle ki padişahın kızını istesen, o bile kızını verir. Ama bak, bu konuda çok düşünmek gerekmez. İstersen hemen şimdi bürüğümü başıma alıp gideyim senin için kız beğenip seçeyim. Ya da kendi istediğini bana de. Hangi beyini, hangi tüccarın kızını istersen gidip sana alayım.
     ASKER: Ama ben hangi beyin ya da tüccarın kızının iyi olduğunu nerden bileyim de git bana al diyeyim. Ben onları görmedim ki...
     CİHAN: Bıy... Teyzen sana kurban! Peki benim gözle­rim kör mü? Vallah, giderim, dolaşırım, gezerim, bakarım, beğe­nirim, seçerim, bir kız alırım ki, adam bakınca aklı gi­der. 
     ASKER (Güler): Aman teyze öyle olursa elbet aklım gi­der, deli olurum... Yok teyze, bu doğru olmaz. Benim önce kızı görmem gerek. Beğenirsem alırım,  beğenmezsem al­mam. Sen bana güzelce anlat bakalım, nasıl bir kız istersin?
     CİHAN (Söyler ve oynar):

         Bürüğümü salırım başıma
         Yüz gözümü bezerim (iki kez)
         Gidip sana aramaya
         Her yeri de gezerim (iki kez)
            (Müzik)

         Beyin, efendinin, tüccarın
         Kızlarını dizerim (iki kez)
         Çemendeki o güllerin
         En güzelini seçerim (İki kez)
            (Müzik)

         Teyzen sana kurban ola
         Zahmetini çekerim (İki kez)
         Düğününde de senin, bala
         Bak böylece süzerim (iki kez)
            (Müzik)

     Peki sen bir erkek olarak, kızı nasıl görürsün, halk kızını sana gösterir mi?
     ASKER: İşte sorun da bu ya... Sabahtan beri sana bu­nun nasıl kolayı bulunur diye soruyorum. Evlenmek istiyorum, ama kimi alacağımı bilmiyorum. Çünkü hiç kim­seyi görme­dim. Ve görmem de olanaksız.
     CİHAN: Ay teyzen sana kurban. Sen gel ata-baba yolu ile evlen. Senin nene gerek, koy ben gidip sana kız alayım. Kötü olursa günahı benim boynuma.
     ASKER: Aman teyze sen ne düşünüyorsun? Ben arşını iki şahılık çiti görmeden almıyorum. Kaldı ki, canlı kadını... Yok ben böyle evlenmek istemiyorum. Becerebilirsen bana bir yol göster. Kızı göreyim, sonra alayım.
     CİHAN: Teyzen sana kurban, ne yol göstereyim?
     ASKER: Gözükür ki hiçbir yol yok. Onun için ben de evlenmiyorum.
     (Veli ah çeker. Ortalığı bir sessizlik kaplar. Müzik çalınır. Sonra Süleyman içeri girer.)
     SÜLEYMAN: Cihan teyze nasılsın iyi misin? Veli sen na­sılsın?
     CİHAN: Allaha şükür sağolasın a Süleyman.
     VELİ: Bey sağol.
     (Süleyman Asker'e doğru gidip söyler):

     SÜLEYMAN:

         Nedir senin derdin bu ne ahı zar? ( 2 kez)
         Nedir senin fikrin böyle tarumar (2 kez)
         Utanma gel söyle derdini bana (2 kez)
         Ne üzüntü böyle eser eyleyip sana (2 kez)
         Bu dünyada bulunur her derde deva (2 kez)
         Devasını al derdin, böyle gözükür sefa (2 kez)
         İşitmedin mi şöyle bir örnek de var: (2 kez)
         Ne arzusu varsa böyle arayan bulur (2 kez)

     Balam ne oldu da böyle ağzını kara bıçak açmıyor. Yoksa dünyanın bütün sıkıntısını sen mi çekiyorsun?

     ASKER: Aman Süleyman iyi ki sen geldin. Senin akıllı adam olduğunu söylerler. Gel bakalım sen ne yol gösterir­sin?
     SÜLEYMAN: Demek sen benim akıllı adam olduğuma inanmıyorsun?
     ASKER: İnanıyorum ama yol gösterirsen, daha iyi inanı­rım.
     SÜLEYMAN: Şimdi bir bir söyle görem ne oldu?
     ASKER: Ne olacak? Bunun sonu ne olsun, onu  düşünü­yorum. Bu dünya böyle gelip böyle mi gitsin? 
     SÜLEYMAN (Asker'in sözünü keser): Dur ne istediğin
anladım.
     ASKER: Ne istiyorum?
     SÜLEYMAN: Elbette evlenmek istiyorsun.
     (Tümü hayret eder)
     ASKER (Hayretle): Paho, nasıl bildin?
     SÜLEYMAN: Yüzünden okuyorum. Bunu bilmek zor değil. (Cihan'a) Öyle mi değil mi Cihan teyze?
     CİHAN: Gadan alayım elbette öyle.
     SÜLEYMAN (Veli'ye): Öyle mi değil mi Veli?
     VELİ: Bey elbette öyle.
     SÜLEYMAN (Asker'e): Şimdi benim akıllı olduğumu an­ladın mı?
     ASKER: Yarısına kadar anladım. Açık ki şimdi bir iş daha var. Ona da bir çözüm bulursan, o zaman tüm baştan ayağa dek akıllı ol duğuna inanırım.
     SÜLEYMAN: De bir söyle kulak vereyim.        
     ASKER: Bak Süleyman ben kız almayı mal almak gibi bir şey sayıyorum. Tıpkı malın iyisi kötüsü olduğu gibi.
     SÜLEYMAN: Dur ne istediğini anladım.
     ASKER: Ne istiyorum?    
     SÜLEYMAN: Önce kızı görüp beğenip sonra almak isti­yorsun.
     (Yine tümü hayret eder)
     ASKER (Hayretle): Balam nasıl bildin?
     SÜLEYMAN: Ağzını açtığın gibi. Onu bilmeyecek ne var ki?.. (Cihan'a) Öyle mi değil mi teyze?
     CİHAN: Gadan alayım elbette öyle...
     SÜLEYMAN: Öyle mi değil mi Veli?
     VELİ: Bey doğru buyuruyorsun.
     SÜLEYMAN (Asker'e): Şimdi baştan ayağa dek akıllı ol­duğumu anladın mı?
     ASKER: Birazcık kaldı. Eğer bunu da bilirsen o zaman tümden inanırım.
     SÜLEYMAN: Bir bir söyle dinleyeyim.
     ASKER: Güzel, akıllı çocuk. Peki, ben kızı nerede ve nasıl göreyim. Hiç olmazsa birazcık tanıyayım.
     SÜLEYMAN: Ondan kolay ne var ki? Giysini değiş. Eski giysi giy. Koltuğuna bir top çit mit ne varsa al. Eline de bir arşın al. Ondan sonra düş kapı kapı gez. Arşın mal sat. Bu du­rumda gördüğün kızların birini seç. Sonra dileğini bildir. Gideyim elçilik edeyim  vesselam.
     ASKER (Sevinir): Çok ilginç düşünce vallah!
     SÜLEYMAN: Başka şeye gerek yok. (Cihan'a) Böyle mi değil mi teyze?
     CİHAN: Gadan alam elbette böyle.
     SÜLEYMAN: Böyle mi değil mi Veli?
     VELİ: Bey doğru buyuruyorsun!
     SÜLEYMAN (Asker'e): Şimdi gördün mü, akıllı oldu­ğumu?
     ASKER: Akıllısın, kardeş akıllısın! Vallah senin dediğin gibi yapacağım.
     CİHAN: Ay Süleyman, peki sen boşuna yaşlanıyorsun da, niçin evlenmiyorsun?
     SÜLEYMAN: Ben de evlenirim teyze. Benim de aklımda o düşünce var. Hele şimdi önce bir Asker'i evlen­direlim. Anlaşılan bu çok acele ediyor. Sonra ben de evle­nirim. (Birden) Güzel, teyze senin düşüncen ne?
     CİHAN: Hiç ne, gadan alam, ne olacak?
     SÜLEYMAN: Yok, teyze bunca yıl yalnız yaşadığın ye­ter. Koy, seni bir Allah kuluna verek. Canımıza dua edesin.
     CİHAN: Bıyy, gadan alam, benim artık evlenme vaktim mi ki?
     SÜLEYMAN: Nasıl? Çok mu küçüksün? Elbette za­manın. Böyle mi, değil mi ey toplum? Elbette böyle. (Veli'ye) Balam Veli sen de hazırlan ha!...
     (Veli utanır başı aşağı eğer.)
     SÜLEYMAN: He.. Asker düşünceye mi daldın?
     ASKER: Vallah, sabah arşın mal satan olacağım.
     SÜLEYMAN: İyi edersin. Allah seni de tez muradına ye­tirsin, bizi de, böyle mi değil mi teyze?
     CİHAN: Gadan alam, elbette böyle.
     SÜLEYMAN: Böyle mi değil mi Veli?
     VELİ: Bey doğru buyuruyorsun.
     SÜLEYMAN: Peki o ki şimdi böyle oldu kulak verin: (Türkü söylemeye başlar:)
            (Müzik)

         Öğren bu hileyi, kızı bul, tez toy eyle (2 kez)
         Bil ki, düşmeyecek böyle hile bir daha ele (2   
            kez)
         Ama bak, unutma sen, unutma sen bizleri sen
         Görende, kaşı kara, gözü kara kızları sen

     TÜMÜ (Asker dışında):

          Ama bak, unutma sen, unutma sen, bizleri sen
         Görende kaşı kara, gözü kara, kızları sen
            (Müzik, oynarlar.)

     CİHAN:

         O gün ola, balam, toy edesen kız alasan (2 kez)
         Evlenmek işini aramızda deb salasan (2 kez)
         Bize de sen kur kelek, sen kur kelek, sen kur kelek
         Belki biz de gün görek, bir gün görek, bir gün                                              görek
    
     TÜMÜ:

         Bize de sen kur kelek (3 kez)
         Belki biz de gün görek (3 kez)
                        (Müzik, oyun)
     VELİ:

         Düş bazarı şehire, sat arşın mal, Asker Bey! (2 kez)
         Ara, bak, kızı bul, tez evlen, Asker Bey! (2 kez)
         Derdine buldun ilaç, buldun ilaç, buldun ilaç
         Veli'ye sen bir yol aç, sen bir yol aç, sen bir yol  aç.

     TÜMÜ:

         Derdine bul ilaç (3 kez)
         Bize de tez bir yol aç. (3 Kez)
                        (Oyun)

                                   Perde





                        İKİNCİ PERDE

     (Giriş müziği çalınır. Ardından perde kalkar. Sultan Beyin evinin önüdür. Gülzehra, Asya ve Telli oturmuş; biri dikiş di­ker, öbürü çorap örer.)

     GÜLZEHRA (Dikiş dike dike söyler):
                        (Müzik)

         Perişan halk-ı âlem âhu efgân ettiğimdendir
                        (Müzik)
         Perişan halk-ı âlem, âhu efgân ettiğimdendir
         Perişan olduğum halk-ı perişan ettiğimdendir (2  
            kez)
                        (Müzik)
         Dil-i zarımda derd-i aşk günü günden füzun
                        (Müzik)
         Dil-i zarımda derd-i aşk günü günden füzun olmak
         Yeter büderde tedbir ile derman ettiğimdendir
         Değil beyhude ger yağsa felekten başıma taşlar
         Binâsın tüşey-ü ahımla virân ettiğimdendir (2 kez)

                        Ah...    Gel yârim! (3 kez)
                                   Gel yârim (3 kez)

     ASYA (Ah çeker): Ay Gülzehra, sen söyleyince hemen benim yüreğim tutuluyor, hasta oluyorum.
     GÜLZEHRA: Söyleyişimin sana hoş gelmediğini görüyo­rum.
     ASYA: Yok, çok hoş geliyor; yalnız beni bir parça hü­zün alıyor, üzülüyorum.
     GÜLZEHRA: Ah, bizim yaşamımız baştan ayağa dek acı, üzüntü değil mi?
     ASYA: Evet, vallah, doğru diyorsun.
     TELLİ: Ay hanımlar, ne oldu da acı, üzüntü çekiyor­su­nuz? Allah korsa, Sultan Bey bugün-yarın sizi kocaya verir, gidip ev sahibi, çoluk çocuk sahibi olursunuz. O za­man üzüntünüz kalmaz.
     GÜLZEHRA: Ah, Telli öylesine bizi kocaya verecekle­rine, hiç vermesinler daha iyi.
     TELLİ: Ne için, ay hanım, niye öyle söylüyorsun?
     GÜLZEHRA: Doğru diyorum vallah. O tür evlenmek be­nim hiç hoşuma gitmez. Hiç bilmezsin seni kime verirler? Kocan kim olacak? Gittiğin adam genç mi, koca mı? Kel mi, fodul mu? Adam döven mi?..
     ASYA: (Hayretle): Peki, ay Gülzehra, o zaman daha hiç kocaya gitmeyip evde kalıp un çuvalına tay mı olacaksın?
     TELLİ: Allah etmesin.
     GÜLZEHRA: Ben hiç, evde kalıp un çuvalına tay olasın mı diyorum? Ben adam evleneceği kimseyi görmeli, kime gitti­ğini bilmeli diyorum. Baksın, değsin, az çok tanısın, sonra ko­caya varsın.
     ASYA (Güler): Öyle söz söylüyorsun ki pişmiş tavuğun gülesi gelir. Sen bu dört duvarın içinde kimi görebilirsin? Ay yazık ki (alay ederek) hele bakıp beğenesin!
     GÜLZEHRA: Öyle olacağına evde kız kalmak daha iyi.
     TELLİ: Ağam sizi kocaya verdiğinde ben kaçıp gidip ni­şanlını görürüm, evine ocağına bakarım, sonra gelip tü­münü size anlatırım.
     (Gülzehra ile Asya gülerler.)
     GÜLZEHRA: Güzel, ay Telli, bizim adaklımızı bir senin görmen yeter artık bizim görmemiz gerekmez, anlaşılan.
     TELLİ: Yok hanım, önce ben görürüm, sonra siz görür­sünüz.
     ASYA: Güzel Telli, bırak senin dediğin gibi olsun; yalnız bizi kocaya versinler gerisi kolay.
     GÜLZEHRA: Yok, benceğiz görüp beğenmedikçe ko­caya gitmeyeceğim. Ama siz öyle görmeden kocaya gider­siniz.
     TELLİ: Vallah, hanım, gerçekte görmeden gitmek gerek. Yoksa, önce görünce daha sonra güzel olmaz. Ama gör­me­yince bir an önce görmek için yüreğin çarpar. (Söyler:)

         Sen o yanda, yâr bu yanda
         Ceylan gibi boynun buranda
         Bakışın bin canlar alır
         Beni gama derde salır
                        (Müzik)

         Sen o yanda yar bu yanda
         Nerden çapkınca bakanda
         Gözüm o gözlerde kalır
         Beni gama derde salır
                        (Müzik)

          Sen o yanda, yar bu yanda
         Saçların yüze salanda
         Göklere ahım yükselir
         Beni gama derde salır

     (Anlatır): Seni güzelce giydirirler, bezerler, sonra fay­tona bindirip Allah Allah ile götürürler. Hele desen ayağının altına kurban da keserler. Sonra odaya götürüp gerdek ar­kasına oturturlar. Yüreğin tıp tıp dövüne dövüne gözlersin. Bir de bakarsın ki kapı açılıp oğlan çıktı...
     (Bu sırada kapı açılır, Sultan Bey girer. Kızlar seslerini ke­serler. İşleriyle uğraşmaya başlarlar.)
     TELLİ (Yana): Allah etmesin de böyle bir oğlan olsun.
     SULTAN BEY (Esner): Kız Telli, bin kere demedim mi ki, ben yatınca gel benim üstümü ört. Şimdi yine üstü açık yat­mışım. Belime soğuk değmiş. (Esner.) Ay... Rahmetlik Suna sağolsaydı... Boşuna, yalnızlık kolay değil de­memişler!..
     GÜLZEHRA: Ay baba, bize deseydin örterdik, bilme­dik.
     SULTAN BEY: Demedim, demedim, geçti. (Esner.) De kalkıp gidin eve, ben de şehre çıkıyorum. Eve iyi bakın. Kalkın! (Kızların tümü kalkıp ileri çıkarlar.) Olmuyor yalnız­lık bana göre değil. Beş yıldır gün be gün geri gi­diyorum. Geçen gün hekim Mirza Hüseyin'e diyorum ki 'şuram ağrı­yor', 'evlen' diyor. Nerde öyle bir kadın, önüme çıka da evle­neyim! Elbet bana kız vermezler. Çünkü yaşım ilerledi. Param da az. Ve bir de yeniden top-tüfek ile evlenmek bana yakışmaz. Benimki bir hallice dulluca kadın. Bir kişi hoca, üç manat para, bir şeker torba ile hallola. Ondan sonra karı baş­lar geceler buğlarıma kına yakar. Yıllar da yur. Yatınca da belime soğuk değmez. Kalkıp gidek pa­zara, görek ne var, ne yok? (Gider.)

                        (Müzik)
         (Asker perde arkasından söyler)

     ASKER:

         Arşın mal alan (2 kez)
         Arşın mal alan
         Sırma tafta, bohça hey...
     (Asker koltuğunda arşın malı ve elinde arşını ile sahneye çıkar)
     ASKER: Tam üç gündür kapı kapı dolaşıp geziyorum. Ama aradığımı bulamıyorum. Bugünü de bitirdim. Bakalım ne olur? Hadi be şans, açıl be artık!
                        (Müzik)         
                        (Yine söyler:)

         Arşın mal alan (2 kez)
         Arşın mal alan
         Bafta, tafta, bohça hey...

     (Bu durumda Gülzehra, Asya ve Telli bir yandan, komşu kızlar öbür yandan bayıra çıkarlar. Kızlar Asker'i çağırır.)
     KIZLAR: Arşın malcı, arşın malcı buraya gel!...
     Kızlar (koro, soprano)

         Arşın malcı mal göster
         Bir bir yere sal göster
         Göster, göster her ne var,
         (Alt) Kızlar bezenmek ister.
                        (Müzik)

     TÜMÜ:

         Ah ne güzel parçadır
         Gülleri de goncadır
         Toy bezeği goncadır, gonca gonca (2 kez)
         Ondan bir giysi diktirseydim
         Oynardım doyunca doyunca
                        (Müzik)
     (Koro. Yeniden bir kez daha söylenir.)

     ASKER (Gideken): Aha, sanırsın kız madenine düştüm. Bir sürü kız birden karşıma çıktı. Bakalım nasıl şeyler. (Onlara) Deyin göreyim güzel kızlar ne istiyorsunuz? Çit, ipek, kadife, pafta, tafta, her şeyim var.
     GÜLZEHRA: Aç görelim hoşumuza giden ne var?
     ASKER: Şimdi hanım!
     (Asker parçaları açar. Gülzehra özenle bakar.)
     ASYA (Yana): Hay, yere batası ne de yakışıklı oğlan!
     ASKER (Yeniden özenle Gülzehra'ya bakar): Bak hanım, gönlün neyi çektiyse söyle. Tümü burda var. (Yana) Amma da güzel kız!
     TELLİ: Ay hanım o şalvarlık ne güzel!
     ASYA: Aman canım o senin nene gerek?
     GÜLZEHRA (Asya'ya): Sana gerekmeyebilir ama Telli' ye gerekebilir.
     ASKER: Doğru buyuruyorsunuz hanım. (Yana) Akıllı kız ha... (Ona) Kaç arşın isterseniz, hemen emriniz için keseyim.
     GÜLZEHRA: Arşını ne kadar?
     ASKER: Hiç ne kadar olacak, on iki gapik. Ama size şahı­dan veririm.
     GÜLZEHRA: Bu cins çitin arşınını biz hep sekiz gapik­ten alıyoruz. Öyle olursa on arşın kes.
     ASKER: Zararı yok size kurban olsun. (Ölçer.) Bir iki... (Yana) sanki aradığımı buldum... Üç... dört... Vallah çok gü­zel kız.. beş... altı... yedi... Bakarsın işte kısmetim bu olacak. dokuz... sanırım görünüşü güzel olanın içi de güzeldir. On... on bir... on iki...
     GÜLZEHRA: On arşın yeter...
     ASKER: Bıyy, ha!... Unuttum, işte bu on arşın.  (Kesip ve­rir.)
     ASYA: Ah, bize uygun hiç birşeyin yok.
     ASKER: Hanım size uygun şeyim çok. Ancak evde. İnşallah gelen sefere getiririm. (Gülzehra para verir.) Hanım evin abadan, senin elinin bereketi bana yeter.
     GÜLZEHRA: Ne bildin elimin bereketi olduğunu?
     ASKER: İşte şöyle yüreğime damdı, senin elin bereket­li­dir. (Yana) Vallah benim istediklerimin tümü bunda var. (Ona) Hanım bura Sultan Beyin evi değil mi?    
     GÜLZEHRA: Ta kendisi.
     ASKER: Var olsun! Peki, hanginiz Sultan Beyin kızı?
     GÜLZEHRA: Benim.
     ASKER: Allah bağışlasın! (Yana) Çok güzel kız!
     ASYA: Aman Gülzehra eve gidelim. Yoksa emmim ge­lir, kızar. (Giderler.)
     ASKER: Sağolun, var olun!
     GÜLZEHRA (Giderken): Sen de sağol!
     ASKER: Sözün doğrusu, bundan güzel kız görmedim. Sanırım bundan güzelini de göremem. Gel Asker ya kısmet de bunu al. Sultan Bey beni görmemişse de adımı işitmiştir. Zengin tüccar olduğumu bilir. Şimdi kız beni yalnız arşın mal satan olarak gördü. Benimle evlenir mi? Kızı bilmem ama Sultan Bey beni arşın mal satan olarak bilse bin yıl kız bekar kalsa, bana vermez. Keşke kız bir daha çıksa. Bir kez daha görsem, konuşsam. Dur... (Kapıya bakar.) Sanırım gelen var. Gizlenip bakayım hele kim? (Gizlenir, kapı açılır,
Gülzehra çıkar.)
     GÜLZEHRA: Asya'nın da dediği gibi arşın malcı yakışıklı oğlandı. Ama şimdi Asya'ya 'gel seni onunla ev­lendirelim' desen, hemen karşı çıkar. 'Ben arşın malcının dengi miyim?' der. Ama bence arşın malcılık kötü bir iş değil ki.. O da tüc­car gibi bir şey. Vallah babam razı olsa ben onunla evlenirim. Çünkü ne de olsa yüzünü gördüm. Kör olmadığını, çil olma­dığını, kel olmadığını biliyorum. Yüzü de hoşuma gitti. Yüzü soylu adamın yüzüne benziyor. Vallah onu güzelce giydirsen bey oğlu gibi oğlan olur. Bana 'sanırım senin elin bereketli­dir' diyor. Kendi de yalnız beni görür gibi bakıyordu. Bir daha görseydim iyice bakardım. Ah gör ne konuşurum. Kim bilir belki onun çoluk çocuğu vardır... (Düşünür.)
     ASKER (Ortaya çıkar koltuğunda arşın vardır): Hanım bağışla..
     GÜLZEHRA (İrkilir): Ayyy.. korktum a...
     ASKER: Korkma hanım ben arşınımı burda koyup gitmi­şim de...
     GÜLZEHRA: Olsa burda kalırdı.
     ASKER: Önemli değil evde başka arşınım var.
     GÜLZEHRA (Yana döner): Yine o biçim bakıyor. Göz göze gelince sanki yıldırım gibi beni çarpıyor. 
ASKER: Hanım Allahın altında Sultan Beyin senin gibi on iki tane kızı olmalıydı...
     GÜLZEHRA: Yani ne demek istiyorsun?
     ASKER: Şunu demek istiyorum: Bir kızını beye, birini hana, birini tüccara, birini mollaya, birini de seyide verir, son olarak birini de bana verirdi...
     GÜLZEHRA: Ne olur ki...
     ASKER: Ama yok vermez, elbet vermez. O bir beydir. Oysa ben arşın malcıyım. O bana kız vermez. (Kinaye ile) Ve verse bile kız gelmez.
     GÜLZEHRA: Anlaşılan, sen bekârsın.
     ASKER:  Tam bekârım. Allahın izni ile işim de çok iyi gidiyor. Bir parça ekmeğim var. Aç değilim.
     GÜLZEHRA: Peki niçin şimdiye kadar evlenmedin?
     ASKER: Nasıl evleneyim? Görmediğim kızı iste­miyo-rum. Gördüğüm kızlardan da hoşlandığım, gönlümün çektiği bir kişi oldu. Onu da bana vermezler.
     GÜLZEHRA: Sen önce kıza bir sor. Sonra söyle. Ne bili­yorsun kızın seni istemeyeceğini.
     ASKER: Doğru söylüyorsun hanım. Peki öyleyse de ba­kalım, benimle evlenir misin?
     GÜLZEHRA (Hayretle): Kim? Ben?
     ASKER: Evet sen. Benim hoşlandığım kız yalnız sensin.
     GÜLZEHRA: Ben başka bir kız sandım.
     ASKER: Senden başka kimse olamaz.
     GÜLZEHRA: Peki sen beni bir kez görmekle sevdin mi?
     ASKER: Elbettte hanım. Göz gördü gönül sevdi. Gözüm seni gördüğü gibi sevincimden yüreğim çarpmaya başladı.
     GÜLZEHRA  (Yana): Vallah, benimki de öyle oldu.
                        (Müzik)
     ASKER:

         Aldatmayı öğrenir oldum 
         Özgeye alay konusu oldum (2 kez)
         Her bir derde ben doldum
         Seni gördüm mutlu oldum   (2 kez)kez  
         Öyle tutuldum, dilbel öyle tutuldum
         Öyle tutuldum dilber
         Yapamıyorum ben sensiz
                        (Müzik)

     GÜLZEHRA:

         Hiç kimseyi ben görmezdim
         Gizlimi söylemezdim
         Aşk nedir bilmezdim
         Seni gördüm tutuldum (2 kez)
         Öyle tutuldum, öyle tutuldum
         Öyle tutuldum dilber
         Yapamıyorum ben sensiz
                        (Müzik)

     GÜLZEHRA:

         Hiç kimseyi görmezdim
         Gizlimi söylemezdim
         Aşk nedir bilmezdim
         Seni gördüm tutuldum
         Öyle tutuldum sevgilim,
            Öyle tutuldum
         Öyle tutuldum sevgilim
         Yapamıyorum ben sensiz
                        (Müzik)

     İKİSİ BİRDEN:

         Yardım etti bana baht
         Geldi çattı son vakit  (2 kez)
         Kendimi bildim mutlu
         Seni gördüm umutlu     (2 kez)
         Öyle tutuldum, öyle tutuldum
         Öyle tutuldum, öyle tutuldum
         Öyle tutuldum sevgilim!
         Yapamıyorum ben sensiz   (2 kez)

     ASKER: Hanım ben size yakışmam.
     GÜLZEHRA: Biliyorum ama hoşlandım senden.
                        (Müzik)
     ASKER: "Kalp kalbe karşıdır" diyenler anlaşılan doğru söylemişler.
     GÜLZEHRA: Bana hanım deme adım Gülzehra.
     ASKER: Gülzehra, peki nasıl edelim de baban seni bana versin?
     GÜLZEHRA: Beni babamdan iste verirse verir. Vermezse, başkasıyle evlenmem.
     ASKER (Yana): Çok ilginç. (Ona) Baban seni zorla ev­lendirir.
     GÜLZEHRA: Zorla evlenmem.
     ASKER: Seni zorla götürürler. 
     GÜLZEHRA: Kendimi asarım.
     ASKER: Allah etmesin. Durum böyle olduğuna göre dur bakalım hele bir düşünelim. Belki bir çözüm bulurum. Şimdi sen eve git. Yoksa bizi bir gören olur. Hoşça kal.
     GÜLZEHRA: Güle gülle. Ama şunu bil, sözüm söz. (Gider.)
     ASKER: Vallah iki yürek bir oluyor. Kız beni böylece sevdi. kız benim zengin tüccar olduğum bilmiyor. Ben de bilerek söylemedim. Boş ver, sonuna dek kızı sınayayım. Çok ilginç. Şimdi ben gideyim. Bir bahane ile teyzemi de buraya yollayayım. Bakıp  görsün nasıl bir kız seçmişim. (Gider.)
     (Gülzehra çıkıp oraya buraya bakar. Sonra oturup düşü­nür.)
     GÜLZEHRA: Bu ne işti de yaptım. Yabancı bir oğlanla, hiç bir kıza yakışmayacak sözler konuştum. Bilmiyorum ner­den çıkıp geldi. Özü güzel, sözü güzel. Hiç gözümün önün­den gitmiyor. Ah.. nasıl da gönlüm perişan oldu. (Söyler:)

                        (Müzik)
         Aşık oldum öyle bir taze gül-ü rânaya
                        (Müzik)

         Aşık oldum öyle bir taze gül-ü rânaya
         Ki saldı beni o işve ile kavgaya (2 kez)
         Aşık oldum (3 kez)
         Öyle bir taze gül-ü rânaya (2 kezi)
                        (Müzik)

         Gözümün kanı ile sinemi al ettim kim (2 kez)
         Seseb-i sanat ola ol but-ı büpervaya (2 kez)  
         Pervaya, pervaya
         Bu bir iş ki beni iğne gibi inceltir (2 kez)
         Salır iplik gibi her an bir yüzün sevdaya (2 kez)
         Aşık oldum  (3 kez)
         Öyle bir taze gül-ü rânaya  (2 kez)
    
     ASYA  ve TELLİ:

         Ne perişan halin
         Gülzehra, Gülzehra
         Nedir bu ahu zarın
         Tez söyle, tez söyle!
         Niye solmuş ruhsarın?
         Gülzehra tez söyle (2 kez)
         Kıza layık olmaz kim,
         Dert çeksin, dert çeksin  (2 Kez)
         Nedir bu ahu zarın?
         Gülzehra, tez söyle!
         Gülzehra, tez söyle  (2 kez)

     (Tümü içeri girer. Bu durumdayken Asker teyzesi ile bir­likte çıkar. Cihan çarşafa bürünmüştür.)
     ASKER: Bak, teyze o kız bu evde oturuyor. Bu kadifeyi götürüp arşın malcı gönderdi diyesin. Sen kimsin diye so­ran olursa 'arşın malcının teyzesiyim' de. Anladın mı?
     CİHAN: Anladım, teyzen sana kurban, gidiyorum. (Gidip içeri girer.)
     ASKER (Yalnız): Ama gittikçe kıza daha çok tutu­luyo­rum. Şimdi bugün Süleyman'ı görsem, isteyici yolla­yacağım. Artık aradığımı buldum... Bu ev, bu hayat, bu yol tümü sanki bana gülümsüyor. (Söyler:)

                       (Müzik)
         Arayıp buldum, sen de mi sevdin yâr beni?
         Gör ne durum, görmez gözüm mutluluktan dünyayı               (2 kez)
         Gel, gel maralım, gel gel, gel ceylanım, gel! (2  kez)

     Şimdi burda durayım, eve gideyim, teyzem gelsin ba­kalım ne söyleyecek. (Gider.)

     (Sultan Bey pazardan eve döner. Yavaş yavaş yürürken kendi kendine konuşur:)

     SULTAN BEY: Öyle her zaman söylediğim gibi: Bir hal­lice, dul avrat ola, bir kişi molla, üç manat para ve bir şeker torba ile hallola. Şimdi ben ne yapayım. Böyle kadını nere­den bulayım? Gel ey kadın nerdesin? Gel... Gel... (Tam bun­ları söylediği anda Cihan çıkar. Geçmek için ona doğru yü­rür. Sultan Bey hayret içindedir.) Paho, yoksa ha­yal mi gö­rüyorum? Yok, yok canlı kadın gibi. Kendi de bizden çıktı. Dersin Allah benimkini yetirdi. (Cihan'a doğru gider.) Ey bacı kimsin? Bizde ne işin vardı?
     CİHAN: Kızlara göstermek için arşın mal getirmiştim.
     SULTAN BEY (Yana): Kadın olmasına kadın ya bir de yüzünü görsem iyi olacak. (Ona) Güzel ama bacı bir de çar­şafa bürünmüş erkek olmayasın?
     CİHAN: Bıyy... Ay kardeş ne söylüyorsun?
     SULTAN BEY: Peki öyleyse bir azıcık yüzünü bana gös­ter ki, kuşkum kalmasın.
     CİHAN (Yüzünü açıp gösterir): Gördün ki kadınım.
     SULTAN BEY: Evet, gördüm. (Yana) Kadınsın, ken­disi de tam istediğim gibi. (Ona) De, güzelce bana bir anlat bakayım, sen kimsin ve kimlerdensin?
     CİHAN: Ben arşın malcının teyzesiyim, ben de kızlara, ka­dınlara mal satarım.
     SULTAN BEY: Güzel ama daha bana kimlerden oldu­ğunu söylemedin.
     CİHAN: Bey tellal Kerbelayı Nesir'in külfetiyim, belki ta­nırsın.
     SULTAN BEY: Hayır tanımıyorum. Benim tellal, mellal ile işim olmaz. Güzel, demek senin kocan tellallık eder. Kendin de arşın mal satıyorsun.
     CİHAN: Evet, kocam tellallık yapardı.
     SULTAN BEY: Yapar mıydı? Peki şimdi ne iş yapıyor?
     CİHAN: Şimdi ne iş yaptığını Allah bilir. Rahmetlik öleli on iki yıl oldu.
     SULTAN BEY (Sevinir): Öldü mü? Demek sen dulsun?
     CİHAN: Evet, dulum:
     SULTAN BEY: Şöyle söylesene canım! (Öksürür, yü­zünü düzeltir.) Diyorsun ki on iki yıldır kocan ölmüş ve dul kal­mışsın... Çok ilginç. Peki, şimdi ne yapalım?
     CİHAN (Şaşırmış): Neyi, ne yapalım?
     SULTAN BEY (Aklı başına gelir): Yok, yani şunu de­mek istiyorum. Benim de karım... İşte, beş yıl önce tanrının rah­metine kavuştu. Böyle olmak çok kötü yani. Adam tek başına kalır. Ne yapacağını bilmez. (Yana) Güzelce elime düşmüş­ken hiç bırakmak gerekmez. (Cihan gitmek ister, Sultan Bey hemen önünü keser.) Bir dur hele acelen ne?
     CİHAN: Acele etmem gerek. İşim var.
     SULTAN BEY: Daha bundan güzel iş olur mu? Çok gü­zel konuşuyorduk. Sen dul, ben dul, gel dertleşelim daha... Güzel, şimdi sen diyorsun ki dulum he mi?
     CİHAN: Bıyyy, kocam öleli on iki yıl oldu dedim ya.
     SULTAN BEY: Yani şu bir gerçek ki ben de dulum.
     CİHAN: Ne olur, Allah`ın emridir. Tek senin başına gel­memiş ki...
     SULTAN BEY: Orasını biliyorum.
     CİHAN: Peki neresini bilmiyorsun?
     SULTAN BEY: Gel biz ikimiz bir iş yapalım.
     CİHAN: Ne işi?
     SULTAN BEY: Şöyle bir iş ki, ne sen dul olasın ne de ben.
     CİHAN: Nasıl yapalım?
     SULTAN BEY: Nasıl olacak, bir kişi hoca, üç manat para, bir şeker torba hepsi tamam vesselam.
     CİHAN: Ne dediğini hiç anlamıyorum.
     SULTAN BEY: Anlamıyor musun? Yoksa dil bilmez mi­sin? Peki şimdi iyi dinle ne diyorum, a dil bilmez!
                        (Müzik)
     (Parmak vura vura oynar:)

     SULTAN BEY:

         Bir at aldım, her yana sürdüm
         Gel alayım, gel alayım dil bilmez
         En sonunda seni buldum, maralım,
            maralım, konuşkanım
         Aman aman, oy kaşı keman, oy...
         Gel alayım, gel alayım, maralım, dil bilmez
                        (Oynar)

         Aman aman oy kaşı keman oy
         Gel alayım, maralım dil bilmez
                        (Müzik)

         Sen dul, ben dul gel bana tutul
         Gel alayım, gel alayım dil bilmez       
         Her ne desem ona razı ol
         Maralım, dil bilmez!
         Aman aman oy kaşı keman oy
         Gel alayım, gel alayım dil bilmez
        
     (Bu durumda Asker gelir bunları görür.)

     ASKER: Aha... Teyzemin de işi yoluna girdi ilginç. (İleri yürür. Oynamakta olan Sultan Beyin kulağına) Aman bey!... Bir dur söz söylüyorum. (Sultan Bey irkilip durur.) Ama böyle iş doğru değil yani. Başkasının karısına sevgi türküsü söylüyorsun.          
     SULTAN BEY: Balam sen kimsin, sana ne?
     ASKER: Nasıl bana ne? Bu benim teyzem.
     SULTAN BEY: Teyzen mi? Demek arşın malcı sensin?
     ASKER: Evet, benim.
     SULTAN BEY: Çok güzel, çok iyi. Balam senin insafın minsafın yok mu?
     ASKER: Ne olmuş ki?
     SULTAN BEY: Ne olacak bu zavallı kadını on iki yıldır evlendirmeyip dul bırakmışsın?
     ASKER (Gülümser): Ne yapayım iyi bir adam bu­lamıyo­rum.
     SULTAN BEY: İyi adam ben! Gel hadi! Gel akraba olalım ben de dulum.
     ASKER (Yana): Aha çok güzel fırsat. (Ona) Doğru mu söylüyorsun bey, yoksa benimle eğleniyor musun?
     SULTAN BEY: Benim dengim misin ki seninle eğlene­yim? Tüm içinden gelen doğruyu söylüyorum.
     ASKER: Güzel bey, diyelim ben teyzemi sana verdim. Karşılığında sen bana ne verirsin?
     SULTAN BEY: Senin kazancın benim gibi bir beyle ak­raba olmak olur. Teyzenin kazancı canının rahatlığı olur. Benim kazancım da sevap sahibi olurum. Daha bundan fazla ne istiyorsun?
     ASKER: Yok bey, böyle karşılık olmaz...
     SULTAN BEY: Peki nasıl karşılık olur?
     ASKER: Bak bey, o ki benimle hısım olmak istiyorsun, gel iki başlı hısım olalım.
     SULTAN BEY (Hayretle): Nasıl iki başlı?        
     ASKER: Şöyle, ben teyzemi vereyim sana, sen de kızını ver bana.
     SULTAN BEY (Çok kızar): Sersem oğlu sersem! Ne saçma sapan konuşuyorsun? (Bıçağına yapışır) Ben hey, ço­cuğumu arşın mal satana mı vereceğim. Cehennem ol burdan. Sen de senin teyzen de! Kudurmuş herif seni. Bir sille çeke­rim ki, dişlerin dökülür. Cehennem ol gözümün önünden!
     ASKER (Arkasına): Teyze gel gidelim. Arşınmalcı Askere kızını vermedi ama tüccar Askere verecektir. (Giderler)
     SULTAN BEY: Tez cehennem ol, kaybol burdan. (Eve doğru gider. Kapının ağzında durur. Gidenlere bakar. Onlar giderler.) Bak hele ne denli kudurmuş ki cüret edip kızımı is­tiyor. (Bıçağını çekip sıvazlar.) Öldürürüm seni kudurmuş oğlu kudurmuş. (Dönüp düşünür.) Yok canım, bende şans yok. Bu kadın sanki bana gökten inmişti. Kendi de tam bana uygun bir kadındı. Tam bir kişi hoca, bir şeker torba ile bana bağlanırdı. Zalim oğlu zalim, nerden geldiyse tüm işi batırdı. Düzenimi dağıttı. Vayyy... vay... (Söyler:)

         Ne kötü oldu durumum gel, gel alayım.
         Gel evlenelim dil bilmez
         Gitti elden yarim benim,
         Gel evlenelim maralım, dil bilmez!
         Aman Aman oyyy...
     (İçeri girer.)

                                   Perde





ÜÇÜNCÜ PERDE

     (Sultan beyin evinde geçer. Gülzehra yalnız oturmuştur. Söyler. Müzik çalınır)

     GÜLZEHRA:

         Bübül-ü zârem, gül-i ruhsar-ı alinden cüdâ
                        (Müzik)
         Bülbül-ü zârem, gül-i ruhsar-ı alinden cüdâ
         Tuti-yi talem, şeker nisbet megalinden cüdâ
            (2 Kez)
                        (Müzik)

         Der idim sabr eyleyim, olsam cemalin cüdâ
         Bilmedim düşvar imiş olmak vusalinden cüdâ   
            (2 Kez)
         Ah... aman aman!..
         Bilmedim düşvar imiş olmak vusalinden cüda
            (2 Kez)
         Yâr, gel, yâr, gel, yâr !...
                        (Müzik)

         Aklımı terk eylerim fazl-ü kemâlinden cüdâ
                        (Müzik)

         Aklımı terk eyledim falz-ü kemâlinden cüdâ
         Dönmmüşüm ben müflise cüh-ü celâlinden  
            cüda    (2 Kez)
                        (Müzik)

         Tire oldu ruzgarim zülf-ü halimden cüdâ
         Oldu sahra menzilim vahş-i gazalinden cüdâ
            (2 kez)
         Ay aman !... (4 kez)
                        (Müzik)

         Oldu sahda menzilim vehş-i gazalinden cüdâ(1)
         Yar gel!.. (4 kez)

     ASYA (İçeri girip Gülzehra'nın yanına gelir): Ah Gülzehra Allah'ı seversen, bir de hele, sana ne oldu da kaç gündür böyle perişen görünüyorsun?
     GÜLZEHRA: Vallah kendim de hiç bilmiyorum. Sanırım hastayım.
     ASYA: Ama hasta olanın bir yeni ağrır. Şükür Tanrıya gö­rünüşte senin ağrır bir yerin yok.
     GÜLZEHRA: Ah Asya Allah'ı sevesen ne sorup du­ruyor­sun? Bırak beni kendi halime.    
     ASYA: Yok Gülzehra, bu nasıl bir zaman, sen büsbütün değişiyorsun. Derin düşüncede, keyifsiz, dalgın bir durum­dasın. Kesin bu işin içinde bir iş var... A kız bir adama tu­tuldu, ha?
     GÜLZEHRA (Yerinden zıplar): Kime tutulacağım?
     ASYA: Yok yok kızardın. Bakıyorum bir adama tu­tulmuş­sun. Ancak o adam kim? Bize arşın mal satandan başka hiç kimse gelmemişti. Kesin o garibe tutuldun.
     GÜLZEHRA: Niçin garip olsun?
     ASYA: Aha, bildim... Arşın malcıya gözün düşmüş. Ay kız hiç sana yaraşan iş mi? Sen bey kızı, bey balası, garibin birine tutulmuşsun. Nesi var sanki, nesi var? Birazcık yakışıklı. Vallah istersen tümüyle çıra gibi yan, hiçbir za­man olacak iş görmüyorum. O nere, sen nere?..
     GÜLZEHRA (Onaylar gibi): Vallah kendim de anla­yamı­yorum, bu ne iş. (Ağlamaklı olur ve elleriyle yüzünü örter)
     ASYA (Öğüt verircesine): Sen yetişmiş kızsın. Öyle şeyleri aklından çıkar. Sen nere, pazarın garibi nere? Bari tutulursan öyle bir adama tutul ki sana yaraşan olsun. İkincisi tutulmak bir kız için çok kötü şeydir. Bak, ben de senin gibi bir kızım. Hiç benim bir adama tutulduğum oluyor mu? Bir de vallahi öyle bir iş ki baban bilse kesin seni tike tike doğrar.     
     GÜLZEHRA: Bırak babam bilsin. Bir kez beni öldürsün de kurtulayım.
     ASYA: Aptallaşma, aptallaşma... Gel beri, öbür odaya gi­delim. Gör sana neler söyleyeceğim.
     (Gülzehrayı alır. Giderler.)
     SULTAN BEY (İçeri girer, yalnızdır): Zalim arşınmalcının teyzesi iyi elime geçmişti. Olmadı. Tam istediğim gibi ka­dındı. Hallice, dulluca, endamlı, bir hoca üç manat para ve bir şeker torba ile tümü tamam vesselam. Ama gel ki bende baht yok... Kudurgan oğlu kudurgan, bir dul teyzesinin karşılı­ğında güzel, gencecik kızımı istiyor. Sanki ben kızımı ortaya atmışım da pazarın zavallısına veri­rim... Ben bir beyim. Kızımı ortaya atmadım. Bütün çevre adımı bilir. Ben suyu üfleyip içiyorum, bir zavallı bana gü­vey olmak istiyor... Ama teyze­sini alabilirdim. Bir söz diyen olursa ona derdim ki, `kimsesiz bir dul kadındı, acıdım aldım.`Zaten kadın öylece kendi ayağı ile yanıma gelmişti. Şeytan oğlu şeytan, pişmiş aşa soğuk su kattı. Koymadı işimizi görelim. Gidip biraz dinleneyim. Yine be­limin ağrısı tututu. (Öbür odaya gider. Başka bir odadan Telli çıkar.)   
     TELLİ (Yalnız): Off, yine bey uzanmaya gitti. Adamın tümden her yanı dökülmüş. Şimdi yine çağıracak. "A kız Telli gel üstümü bastır!"
     (Sultan Beyin sesi gelir.)
     SULTAN BEY: A kız Telli, gel üstümü bastır! 
     TELLİ: Zehir zıkkım, peki... (Yuşacık) Beyefendi ge­liyo­rum, geliyorum (Gider).
     ASYA (İçeri girer, yalnız başınadır): Ha öğüt veriyorum, nasihat ediyorum olmuyor. Anlaşılan kız garibe iyiden iyiye tutulmuş. Ağlıyor, ağlıyor gözünün yaşı yağmur gibi dökü­lüyor, adamın acıyası geliyor. Bilmem nerden çıkıp geldi şu arşınmalcı. Bir bey oğlu, bir tüccar oğlu olsa uy­gun düşer. Gel gör ki pazarın zavallısı. (Pencereye doğru bakar.) Kim o bize gelen? Aman ne de yakışıklı oğlan. Vallah tam bey oğ­luna benziyor. Adam tutulunca böylesine tutulmalı. Göresin bu bize niye gelir. Hayır haber ola. Evet, evet doğru bize ge­liyor, kolay gelsin. Kaçmayacağım. Geldi...
     (Kapı vurulur. Asya kapıyı açar. Süleyman içeri girer. Asya eli ile yüzünü gezlemek ister.)
     SÜLEYMAN: Sultan Bey evde mi?
     ASYA: Evet evde. Birazcık burda bekleyin gidip çağırayım (Gider).
     SÜLEYMAN (Yalnız): Kesin Sultan Beyin kızı. Olağanüstü güzel bir kız. Maşallah Asker'e. Zevk ve ruh sa­hibi oğlanmış. Kendine böyle güzel kız seçmiş. Ben Sultan Beyin kızının böylesine güzel olacağını bilmedim. Önceden bilsem kendim alırdım. Amma güzel kız. Vallah çok büyük yanlış yapmışım. Bu kızı benim almam gere­kirdi. Oysa şimdi kızı Asker'e  istemeye geldim. Yoksa hazır böyle gelmişken kendime mi istesem?.. Yok, yok bu arkadaşlığa sığmaz. Asker bana güvenip isteyici gönderdi. Üstelik kendi de kıza tutul­muş. Nasıl olur da onu mutsuz ederim? Lanet şeytana. Adamın dostlukta doğru olması gerekir. Ne yapalım, ben de arar kendime güzel bir kız bu­lurum. Hainlik kötü şey.
     (Sultan Bey içeri girer.)
     SULTAN BEY: Paho Süleyman, sen nere, bura nere? Umarım hayırdır. Dur hele, anlat bakalım ne var ne yok? (El ele verip otururlar.)
     SÜLEYMAN: Bey hayır olmayacak da ne olacak? Şükür Allaha her şey kendi yerinde, düzeninde.
     SULTAN BEY: Çok güzel, şimdi söyle bakalım daha ne var, ne yok?
     SÜLEYMAN: Bey bilirsin bu dünyanın işini. Öyle olur, böyle olur, sonunda insan insana lâzım olur. Bakarsın önce bir adamı hiç tanımıyorsun. Sonra tanışırsın, ondan sonra da tümden hısım olursun. Yalnız hısım olurken bir şey gerekir. Sana yakışması, kendisinin de varlıklı, adlı sanlı olması gerekir. Sözgelimi bizim genç tüccarımız Asker'i ele alalım.
     SULTAN BEY: O da kim?
     SÜLEYMAN: Bey sen onun kendisini tanımazsın da ba­basını iyi tanırsın. Merhum bezzaz Mürsel deyince bilirsin. İyi insandı.
     SULTAN BEY: He, iyi tanıyorum. Gerçekten çok iyi
insandı.
     SÜLEYMAN: Evet, şimdi Asker dediğim genç onun oğlu. O da her konuda babası gibi iyi adam. Akıllı genç. Allah şü­kür kendisinin malı varlığı da iyi. Alışverişi de çok iyi geliş­mekte.
     SULTAN BEY: Güzel, Asker ne diyor?
     SÜLEYMAN: Asker seninle hısım olmak istiyor.
     SULTAN BEY: Balam, benim kızım daha çocuk ama?..
     SÜLEYMAN: Bey, çocuk olmaması gerekir. Şunu da bi­lesin, Asker başka adamdır. O tür bir gencin akrabalığı sana her konuda iyi olur.
     SULTAN BEY: Şurasını doğru söylüyorsun: Gerçekten, tüccar kısmı benim hoşuma gider. Doktor moktor, avukat mavukat, mühendis falan, eczacı meczacılarla benim işim ol­maz. Ve de hoşuma da gitmezler. Ancak şurası var: Ben Asker'i görmedim. Babasının çok iyi adam, zengin adam ol­duğunu biliyorsam da kimi zaman iyi babadan kötü oğul ol­duğu oluyor.
     SÜLEYMAN: Hayır bey, Asker çok iyi oğlan. Çok akıllı, yakışıklı, çok da becerikli. Bu konuda bana güven­menizi ve sözüme inanmanızı dilerim. Allah etmesin, Asker eğer kötü adam olsaydı, ben senin kızını ona ister miydim?
     SULTAN BEY: Öyle ise Allah hayırlı etsin, razıyım.
     SÜLEYMAN (El tutar): Allah hayırlı eylesin. Allah her ikisini mutlu etsin. Oğul uşak sahibi olsunlar.
     SULTAN BEY (Kalkar): Şimdi buyur da... Buyur öbür odaya gidelim. Çaydan maydan birşeyler içelim. Orada ko­nuşalım.
     (Kalkıp öbür odaya giderler.)
     ASYA (İçeri girer. Yalnızdır): Vallah hiç böyle yakışıklı oğlan olmaz. Yaşamımda görmedim. Hele şimdi de bu kapı­nın deliğinden bakayım. (Eğilip kapının deliğinden ba­kar.) Ben de bu oğlana tutulacağım. (Kızgınlıkla) Ne ya­palım? Gülzehra garibin birine abayı yakarsa ben niye bey oğlu gibi bir gence tutulmayayım? Öyle olurum ki Gülzehra'yı bile ge­çerim. Off, gerçekten adamın adama gönlü düşünce hâli nasıl perişan oluyor... (Söyler:)
                        (Müzik)

            Güzelim yâr, güzelim
                        (Müzik)

            Bir sözüm var güzelim
                        (Müzik)

            Bu zavallı yârine ordan (2 Kez)
            Bir bakış sal güzelim   (2 Kez)
                        (Müzik)

            Aşık oldum sana ben
                        (Müzik)

            Etmedin lutf-u kerem
                        (Müzik)

            Bu zavallı yârine ordan (2 kez)
            Bir bakış sal güzelim (2 kez)
                        (Müzik)

            Yanarım aşk oduna
            Koşmadın feryadıma
            Bu zavallı yarına ordan (2 Kez)
            Bir bakış sal güzelim (2 Kez)
                        (Müzik)

            Güzelim yâr güzelim
                        (Oynar, sonra gider.)

     TELLİ (Çıkar): İyi ki konuk geldi de beni beyin elinden kurtardı.Yoksa oramı çiğne, buramı çiğne, oramı ov, bu­ramı ov... Artık helâk etti beni. Böyle sulu gözlü adam olmaz. Vallah Allah`ın bir kulu çıksa da benceğizi alsa. Canımı kur­tarırdı. Ama nerde Allah`ın öyle bir kulu? (Söyler söylemez kapı vurulur.) Kim o? Yoksa Allah ku­lunu yolladı mı? (Gider kapıyı açar, Veli içeri girer.)
     VELİ: Sultan Beyin evi burası mı?
     TELLİ: Evet burası ne işin var?
     VELİ: Sizde bir konuk var mı?
     TELLİ: Evet var, ne yapacaksın?
     VELİ: Öyleyse niçin kızıyorsun?
     TELLİ: Niçin kızayım, sen kimsin?
     VELİ: Ben kilimci. (Yana) Amma güzel Kız. kesin bu hizmetçidir.
     VELİ: Kilimci nedir?
     TELLİ: Sen önce bir de hele, sen kimsin?
     TELLİ: Ben bu evin hizmetçisiyim.
     VELİ: Ben de o evin hizmetçisiyim.
     TELLİ: Hangi evin.
     VELİ: İşte o evin...
     TELLİ: Bıyy... Herhalde zavallı deli oldu!         
     VELİ: Niye deli olayım maralım?
     TELLİ: Ben maral değilim.
     VELİ: Benim için maralsın işte. Bu canım sana feda işte, işte.. işte.. (Söyler:)
                        (Müzik)

            Koy hanımı bey alır
            Tezden toy eylesin (2 kez)
            Senceğizi ben alam
            Ben de bir bey olam (2 kez)

     TELLİ: Paran var?
     VELİ: Var, var... (2 Kez)
     TELLİ: Paran var, gelirim!
     VELİ: Bilirim gelirsin!
     TELLİ: İşte böyle yârimsin!
     VELİ: İşte böyle yârimsin!
                        (Müzik, oynarlar)

     TELLİ:

            Ben giderim o adama
            Onun parası çok ola (2 kez)
            Onun parası çok ola
            Derdi gamı aza ola (2 kez)
            Paran var?
     VELİ:         Var, var... (2 kez)
            (Müzik, oynarlar)
     İkisi birden:
            Koy hanımı bey alır  
            İvedi toy eylesin (2 kez)
     VELİ:         Senceğizi ben alam!
     TELLİ:       Benceğizi sen alsan
     VELİ:         Ben de bir bey olam (2 kez)
     TELLİ:       Sen de bir bey olsan!
            Paran var?
     VELİ:         Var, var! (2 kez)
                        (Müzik, oynarlar)

     TELLİ (Hoşuna gider): Aman tez ol, sözünü de, hele ne istiyorsun?
     VELİ: Seni istiyorum, seni anladın mı?
     TELLİ: Bıyy, garip işe çattım.
     VELİ: Gözümün ışığı, git o konuğa söyle, bir  kapıya çık­sın, sözüm var. (Telli gider.) Yürü maralım yürü. Yürü cey­lanım yürü. Yaman kız. Vallah hele beyim kızı alsın, ben de bunu alırım. İkimizin düğünü bir günde olur. (Elini eline sü­rer.)
     (Süleyman ile Sultan Bey çıkarlar.)
     SÜLEYMAN: Ha, Veli sen misin? Niçin geldiğini bil­dim. Gel gidelim. (Sultan Beye) Bey, şimdilik hoşça kal.
     SULTAN BEY: Güle güle esen kal. (Sultan Bey, Süleyman'ı geçirip döner.) Kız Telli, Gülzehra ile Asya'yı bana çağır, gelsinler. Kıza da söyleyeyim hele ne olur... Evet dünyanın işi böyledir. Bir zamanlar biz de genç idik. Şimdi...
     (Kızlar gelirler)
     SULTAN BEY: Ha, oturun bakalım. Kız Gülzehra niçin böyle keyifsiz gözüküyorsun?
     GÜLZEHRA: Hayır baba iyiyim.
     SULTAN BEY: Çok güzel, kızım biliyor musun ne var?
     GÜLZEHRA: Hayır baba.
     SULTAN BEY: Peki öyle ise bil, seni kocaya veriyo-rum.       
     (Gülzehra irkilir. Telli menmundur. Asya hayıflanır.)
     ASYA (Yana): Yazık oğlan elimden çıktı.         
     GÜLZEHRA: Aman baba benim evlenecek zamanım mı ki, kocaya gideyim.
     SULTAN BEY: Tam zamanın. Çocuk değilsin, her şeyi biliyorsun, anlıyorsun. Seni bir tüccar delikanlıya veriyorum. Hem genç hem parası çok, hem de varlıklı.
     GÜLZEHRA: Baba kızmayasın ama ben kocaya gidici değilim.          
     SULTAN BEY (Yumuşak): Bak aptallaşma. Ben isteyi­ciye söz verdim gitti.
     ASYA (Yana): Çok şükür gelen delikanlı isteyici imiş.
     GÜLZEHRA: Yok baba ben kocaya gitmek iste­miyorum.
     SULTAN BEY: İyi iyi naz etme artık. İçinden se­vindiğini biliyorum.
     GÜLZEHRA: Yok baba, doğru söylüyorum. Ben ko­caya gitmek istemiyorum. İstersen vurup öldür beni ama kocaya verme.
     SULTAN BEY: Anlaşılan sen doğru söylüyorsun! (Sert biçimde:) Ne saçma sapan söz. Niçin evlenmek istemiyor­sun? Evde kalıp kocayıp kartlaşmak mı istiyorsun?
     GÜLZEHRA  (Ağlar): Ben evlenmek istemiyorum.
     SULTAN BEY (İyice sert): Allahı seversen kudurma! Senin söz söylemeye ne hakkın var? Baban seni kocaya verir. Senin görevin babanın sözüne uymaktır.
     ASYA: Elbette Gülzehra, baban ne diyor, sen onu dinle. Şimdi seni kocaya veriyorlar. Senin görevin gitmek. Artık bundan sonra geri dönmek olmaz ki...
     GÜLZEHRA: Bırak babam beni öldürsün, ama kocaya vermesin.
     ASYA: Artık senin konuşmaya ne hakkın var?
     SULTAN BEY: Sana aptallaşma diyorum! Ben seni bu­lunmaz bir adama veriyorum. Sen ne düşüncedesin?
     GÜLZEHRA: Sen o adama Asya'yı ver. Bırak ben evde kız kalayım.
     SULTAN BEY: Ne saçma sapan konuşuyorsun. Asya'yı isteyen olsa onu da vereceğim. Şimdi seni istiyor­lar. Önce seni vermem gerek.
     ASYA: Elbette öyle.        
     GÜLZEHRA: Ben evlenmek istemiyorum.
     SULTAN BEY (Kızgın): İstendiğinde gitmemek senin elinde değil. Baban sana git diye buyuruyor, gideceksin. Çok şöyle böyle söylersen, tutar kulaklarından duvara mıhlarım. (Gülzehra ağlar. İçeriyi bir sessizlik kaplar. Sultan Bey kızgın kızgın oraya buraya gezinir. Biraz sonra yumuşak bir dille söyler.) Kızım sen benim seni kötü bir adama verdiğimi sanı­yorsun. Sen şunu  kesin bil. Padişah oğlu gibi bir delikanlı ile evleneceksin. Genç, tüccar, parası çok, zengin. Peki ben deli miyim ki seni kötü bir yere ve­reyim. Sen benim gözümün ışığı tek kızımsın. Ben seni mutsuz edebilir miyim? (Tutup kı­zının alnından öper.) Sen koca babanın sözünü dinle. Delilik etme.
     GÜLZEHRA (Ağlaya ağlaya): Aman baba vallahi hiç ev­lenmek istemiyorum. Nasıl edeyim, sen beni evlendirme, bı­rak ben evde kalayım.
     SULTAN BEY: Kızım inat etme. Baban ne diyorsa ona uy. Uymazsan Tanrı seni mutlu etmez. Mutsuz olursun. Ve şunu bil ki, benim sözüm söz. Ben adama söz verdim. Allah izin verirse bugün, yarın nişan yapılır, başlık kesilir, düğün olur. Kocaya gidersin, kocan varlıklı iyi bir adam. Oğul uşak sahibi olursun. Ev sahibi olursun. Ben de bu yaşlılık zamanımda bi­razcık dincelirim. Kaygısız olurum. Sen benim sözlerimi dinle.
     GÜLZEHRA: Ay baba o ki evlememi istiyorsun, koy o zaman kendi istediğimle evleneyim.
     (Asya korkudan yüzünü tırmalar, hayret eder.)
     SULTAN BEY (Hayret ve kuşku ile): Kızım senin istediğin kim, söyle bakalım?
     GÜLZEHRA (Söyler):

         Beni saldı onulmaz derde, arşın mal alan (2 kez)
         Kalmadı hiç güç bende, dayanamam  (2 kez)
         Gündüz-gecem, aklım fikrim, arşın mal alan (2 kez)
         Olmaz kimse senden başkası düşüncek, yanarım
         (2 kez)
         Seni görünce aşık oldum, arşın mal alan  (2 kez)
         Günden güne dertle doldum, yanarım (2 kez)

     SULTAN BEY  (çok öfkelenir): Kızım arşın mal alan da kim? (Yana) Yoksa o teyzesi olan mı?         
     GÜLZEHRA: Ben evlenirsem yalnız onunla evlenirim.
     SULTAN BEY (Birden haykırır): Ne konuşuyorsun eşek oğlu eşek! Pazarın zavallı garibi ile mi evleneceksin? Deli mi oldun ne? Allaha and olsun bir silleç çekerim ki otuz iki di­şin kırılır. Evet, Sultan Beyin kızı bir garip oğlancığa aşık ol­muş, peh, peh, peh! Şimdi ne için evlenmek iste­mediğini iyi anlıyorum. Ama şunu kesin bil, aptallık eder­sen, babam me­zarı hakkı için sana bir düğün tutarım, bir düğün tutarım ki, bir kez nefesini çekersin. Sen benim na­musuma dokunur iş yapıyorsun. Ne hakla arşın malcıya bakıyorsun? Hele o arşın malcı gözüme gözüksün ona bir tekme çekeyim ki tozu kal­masın. Bana Sultan Bey derler. Ben namussuzluğu kabul eden adam değilim. Seni de öldü­rürüm, onu da öldürürüm!
     GÜLZEHRA (Ağlaya ağlaya): Baba vallah öldür,
benim canım kurtulsun.
     SULTAN BEY (Bağıra bağıra): Öldüreceğim! Bu papak bana haram olsun ki bir daha arşın malcının adını ansan, seni tike tike doğrayacağım! Öyle namussuzluk oluyor ki benim kızım zavallı garibe tutuluyor. (Ayağını yere vurur.) Kalk şimdi defol gözümün önünden! Yıkıl karşımdan! Namussuz! (Gülzehra kalkar, yüksek sesle ağlaya ağlaya gider. Sultan Bey kızgın, sinirli, oraya buraya gezer. Asya ve Telli'ye) Ne zaman Arşın malcı buraya gelmişti?
     ASYA (Korka korka): Vallah haberim yok.
     SULTAN BEY: Nasıl haberin yok? Yalandan benden giz­liyorsunuz. Cehennem olun siz de burdan! (Asya ile Telli ka­çarlar.) Nasıl bir hile başıma geldi, itin birisi kapıma gelip kı­zımı kendine bağlıyor, böyle de namussuzluk olur mu? Şimdi niçin teyzesine karşı kızımı istediğini iyice anlıyorum. Cehennem olsun, istemem onun teyzesini! Kız tümüyle deliye dönmüş. İvedi evlendirmem gerek, çıksın gitsin. Yoksa iş iş­ten geçer, pislik çıkar. Süleyman'ı gör­sem diyeceğim, gitsin Asker'e haber versin. Gelip kızı alıp götürsün. Yoksa iyilikle gitmeyeceğe benzer. Benim öfkem tutar vurur öldürürüm. Hey, kız Asya, Telli buraya gelin. (Asya ile Telli içeri girer­ler.) Bak ben pazara gidiyorum. Siz Gülzehra'ya öğüt nasihat verirsiniz. Onu razı edersiniz. Yoksa vallah, Allah'a and olsun, tümünüzü kırarım. (Pazara gider.)
     ASYA (Telli'ye akıllıca): Şimdi biz zavallılar ne yapalım? Bizim ne suçumuz var ki? Gülzehra garibin birine tutulmuş! Ay kız git Gülzehra'yı çağır buraya. (Telli gider) Allah aşkına bak sen kızın cüretine! Babasına açıkça 'ben arşın malcıya tu­tuldum' diyor. Tümden sakat bu kızın işi.
     (GÜLZEHRA ile TELLİ girerler. Gülzehra yine  sedirin üstüne oturur.)
                        (Müzik)

     ASYA ile TELLİ:

         Yeter bunca inleyip ağlama  (2 kez)
         Nene gerek bu feryad? (2 kez)
         Yaraşır mı sana yarın  (2 kez)
         Baban oldu sana yad (2 kez)

     GÜLZEHRA:

         Gitmiş elden ihtiyarım (2 kez)
         Kimseden yok hiç yardım
         Ağlar oldu böyle halim
         Nasıl etmem ben feryad?

     ASYA ile TELLİ:

         Hiç yaraşmaz ah edesin (2 kez)
         Gel ol sen de biz gibi şen (2 kez)
         Örnek ol ki kala senden (2 kez)
         Halk içinde güzel bir ad (2 kez)

                                   Perde



DÖRDÜRCÜ PERDE

     (Asker'in evinde geçer. Ev güzelce bezenmiştir. Asker gü­zel giysiler içindedir.)


     ASKER: Biçâre Gülzehra'nın başına dertler açtım. Şimdi zavallı kız kendisini başkasına verdiklerini sanır. Ama böyle sözüne bağlı kız görülmemiş. İyilikle kocaya gitmeye razı olmadı. Babasının isteği üzerine gidip alıp gelmesi için adam gönderdim. Neyse bir iki saat sonra benim düzenim ortaya çıkar. O zaman kız da sevinir, ben de sevinirim, ba­bası da se­vinir. Tümümüz seviniriz. Sorma yüreğim nasıl çarpıyor. Kızı hemen  getirsinler istiyorum. Yazık fazla azap çekmesin. Çok garip iş yaptım ha!... Evlenmedim, evlenmedim ama sonunda hile ile evlendim. Hiç de kötü etmedim. İyi ettim. Süleyman'ın atasına rahmet. İlginç bir yol öğretti. Şimdi hiç olmazsa görüp sevdiğim kızı alıyorum. Kız da beni seviyor. Gidip bir göreyim hele, tey­zem dediklerimi yerine getirmiş mi? (Gider.)
     (Bir süre sonra kapı açılır. Gülzehra'yı alıp gelirler. Bir kaç delikanlı Gülzehra'yı kolundan tutup içeri bırakır. Kapıyı ka­payıp giderler. Gülzehra yüksek sesle ağlaya ağlaya sedirin üzerine yıkılır. Biraz geçtikten sonra konuşur.)
     GÜLZEHRA: Ah, nedir bu çektiğim çile? Beni güçle, zorla kocaya veriyorlar. Kime verdiklerini bilmiyorum. Beni sevdiğimden ayırıyorlar. İstemem ben bu zenginliği, bu var­lığı! Ben kendi sevdiğimi istiyorum. (Yüzünü kapatıp ağlar.)
                        (Müzik)

     GÜLZEHRA:

          Hicran derdi felek verdi
         Bunca cefayı lâyık gördü  (2 kez)
         Yoktur takat, sabret halet
         Ölmek iyidir, ne ki bu zillet  (2 kez)
         Ey Tanrı rahm et, Tanrı rahm et!
         Yardım ey râb, ben zavallıya rahm et!

     Yok ben bu duruma dayanamıyorum. Artık dayanacak gücüm kalmadı. En iyisi kendimi asıp öldürüp birkez de kurtulmak.
     (Kendini asmak için mendilini çıkarıp kıvırır. Bu sırada arşın malcının sesini duyar. Şaşırmış dinler. İşittikçe sevi­nir. Asker perde arkasından söyler. "Arşın mal alan!" so­nuna dek okuyup bitirir.)
                        (Müzik)

     (Asker içeri girer. Selam verir.)
     GÜLZEHRA (Şaşırmış bakar): Sen misin yoksa başkası mı?
     ASKER: Benim benim, Gülzehra endişe etme.
     GÜLZEHRA (Ağlar): Görüyor musun benim başıma ne işler getiriyorlar? Birazcık daha gecikseydin kendimi öldür­müştüm. Sen buraya nasıl geldin? Seni burda görür­lerse öl­dürürler. Mümkünse gel dinle. (Hızlıca sarsar.) Gel kaçalım burdan!
     ASKER (Güler): Kendi evimizden nereye kaçalım?
     GÜLZEHRA: Ne konuşuyorsun bura kimin evi?
     ASKER: Bura benim evim, bundan sonra da senin evin olacak.
     GÜLZEHRA: Hiç anlamıyorum, beni kim alıp getirdi?
     ASKER: Benim yolladığım adamlar.
     GÜLZEHRA (Düşünerek): Peki ben de beni babamın verdiği tüccar oğlanın adamları alıp getirdiler sandım.
     ASKER: Elbette öyle.
     GÜLZEHRA (Tümden şaşırır): Yine anlayamadım, Allah aşkına bana anlat, hele bu ne hile?
     ASKER (Güler): Bak Gülzehra, sana gönlü düşen arşın malcı da benim, babanın seni vermek istediği
tüccar oğlan da benim. Ben yalandan arşınmalcı olup ken­dime kız arıyordum. Sonunda seni buldum. Babandan iste­dim. O da verdi ama baban benim arşın mal satan oğlan ol­duğumu bilmiyor. Beni önce görmedi.
     GÜLZEHRA (Naz ile): Ey insafsız bana acımadın mı, bu ne eziyet! Çok sıkıntı çektim. Babam beni öldürmeli oldu. (Naz ile) böyle bilseydim seni sevmezdim.
     ASKER: Ama şu gerçek: Tüm bu mutluluğumuz o sıkıntı­lara değer. Öyle mi değil mi, maralım Gülzehra!
     GÜLZEHRA (Sonunda razı olmuştur): Öyle!
     ASKER: De gel beri gidip odaları birbir gezelim. Teyzemi görelim. (Öbür odaya giderler.)
     (Bu durumda dış kapıdan Sultan Bey içeri girer.)
     SULTAN BEY: Vallah yine dayanamadım. Baba yüreği işte. Gidip göreyim dedim. Allah etmesin, kızın bir yerine inme iner de... Peki, nerede bunlar? Hey çocuklar kim var?
     (Asker içeri girer.)
     ASKER: Selamın aleyküm Sultan Bey, hoş geldiniz.
     SULTAN BEY (Önce güler yüzlüdür, sonra  kuşkulanır.) Balam, sen... sen Asker misin, yoksa arşın mal satan mısın?
     ASKER: Hayır bey. Ben Hacı Mürsel'in oğlu Asker'im. İşim de tüccarlık.
     SULTAN BEY: Birden gözümün önünde o zavallı gibi gözüktün.
     ASKER: Hangi zavallı?
     SULTAN BEY: Hiç, bir zavallı vardı. Arşın mal satardı.
     ASKER: Biliyorum siz onun teyzesini almak istediniz. O da karşılığında kızınızı istedi. Siz de onu kovdunuz, öyle mi?
     SULTAN BEY (Hayretle): Öyle... Balam sen bunları ner­den biliyorsun?
     ASKER: Evet, evet, ben bilerek öyle yaptım. Önce kızı gö­rüp sonra almak istedim.
     SULTAN BEY: Doğru mu söylüyorsun?
     ASKER: Bunu kızınız doğrular. (Gülzehra'yı çağırır) Gülzehra!
     GÜLZEHRA (İçeri girer, babasına doğru gider): Bak baba, hem senin dediğin oldu, hem de benim dediğim. Asker bize hile yapmış. Senin kızmana, benim üzülmeme neden oldu. Tüm suç bunda.
     SULTAN BEY (Kızar): Evet, şimdi anladım. Çok dü­zenbazmışsın. Rahmetlik baban hiç böyle değildi. Ya Allah! (El verir.) Keyfin iyi mi kız? Kız Gülzehra, beri gel! (Gülzehra gelir. Babası onun alnından öper.) Çok güzel, çok iyi. Vay seni Asker!.. Ne korkunç düzenbazmışsın! (Anımsar.) Güzel ama balam peki senin o teyzen ne oldu? Ha? Gerçekten o senin teyzen miydi? Yoksa o da mı dü­zendi?
     ASKER: Hayır, gerçekten teyzemdi.
     SULTAN BEY: Gerçekten de kendisi dul mu? (Sevinir)
     ASKER: Evet dul.
     SULTAN BEY: Öyleyse, de çağır gelsin daha!
     ASKER: Gelsin ne diyeyim. Gülzehra bir zahmet tey­zemi çağır.
     (Gülzehra gider.)
     SULTAN BEY: Gelsin onu alayım daha! O dul, ben dul. Hekim bana evlenmen gerek dedi. Hekim teyzeni görse ona da "evlenmen gerek" der. Bir diyeceğin var mı Asker?
     ASKER: Ne diyeceğim olacak, al gitsin? Al iki başlı ak­raba olalım. Şimdi iki başlı akrabalığın ne olduğunu an­ladın mı?
     (Sultan Bey güler.)
     (Gülzehra ile Cihan içeri girerler.)
     SULTAN BEY (Cihan'a): De gel hele! Beri gel. Görüyor musun, senin bu yeğenin ne düzenbazmış? Evet, şimdi ne di­yorsun? Bir kişi hoca, bir şeker torba ve üç ma­nat para ile aran nasıl? Asker ile Gülzehra'nın düğünü ile bizim düğünü­müz birlikte olsun diyorum.
     CİHAN: Ne diyeyim, Allah hayırlı eylesin.
     TÜMÜ: Amin, amın!
     SULTAN BEY: Balam o çocuklar evde yalnız kaldılar, kaygılanırlar. Sizin uşağı gönderin. Asya ile Telli'yi buraya getirsin.
     ASKER: Şimdi gidip yollarım. (Çıkar.)
     SULTAN BEY: Aman sevincimden gençleşiyor muyum ne? (Hemen lafı çevirir.) Gerçekte yaşlı da değilim ya... Öyle delikanlı gibiyim, maşallah bana!
     (Asker içeri girer.)
     ASKER: Uşağı yolladım gitti.
     (Bu durumda Süleyman içeri girer.)
     SÜLEYMAN: Selamünaleyküm.
     SULTAN BEY: Paho, Süleyman aleykümselam. Balam senin bu dostun ne düzenbazmış!..          
     SÜLEYMAN: Evet çok düzenbazdır, ama kimden  öğ­rendiğini bilmiyorum.
     ASKER: Ne demek kimden öğrendim? Bunun tümünü sen öğretmedin mi? İşte teyzem söylesin.
     CİHAN: Doğru bütün bu düzenlerin başçısı Süleyman, o öğretti.
     SULTAN BEY: Böyleymiş!.. Süleyman ben seni hiç böyle bilmezdim. Bu işleri nerden öğrendin?
     SÜLEYMAN: Bey kendi başımdan çıkardım.
     SULTAN BEY: Ay senin başın var olsun.
     SÜLEYMAN (Birden Gülzehra'yı görür. Dikkatle ba­kar): Güzel ama Gülzehra bu mu?
     ASKER: Evet bu.
     SÜLEYMAN: Peki benim gördüğüm kız buna benze­mi­yor.
     SULTAN BEY: Kesin sen Asya'yı görmüşsün.
     SÜLEYMAN: Asya da kim?
     SULTAN BEY: Benim kardeşimin kızı.
     SÜLEYMAN (Sevinir): Öyle mi? Peki, öyleyse ben ni­çin bekar kalayım? Ver ben de düğün edeyim, hadi!
     SULTAN BEY: Doğru mu diyorsun?
     SÜLEYMAN: Elbette!
     SULTAN BEY: Verdim gitti!
     TÜMÜ Allah hayırlı eylesin. Allah hayırlı eylesin. Çok güzel oldu!
     SÜLEYMAN (Yana): Bak iyi arkadaşın sonu böyle olur.                     
     (Bu durumda Asya, Telli ve Veli girer)
     SULTAN BEY: Bak işte geldiler. Ay kız Asya seni bu oğ­lana versem gider misin.
     ASYA (utana utana): Evet giderim.
     SULTAN BEY: Koçak kızsın. Gülzehradan akıllı çıktın. Çok güzel, çok iyi. (Veli ile Telli birbirine bakarlar. Veli de­rin bir ah çeker.) Aman ne yaman ah çektin baba, ne derdin var ki?
     ASKER: Ne derdi olacak, Gülzehra'yı bana verdin. Asya'yı Süleyman'a verdin. Teyzemi kendin alıyorsun. Şimdi Telli'yi de ver ona gitsin!
     TÜMÜ: Doğru, doğru.
     SÜLEYMAN: Hele, sana boşuna hazırlan demedim ki!
     SULTAN BEY: Kız Telli Veli'ye gider misin?
     TELLİ (Mertçe): Evet, giderim.  
     SULTAN BEY: Veli sen Telli'yi alır mısın?
     VELİ  (Utanır ve birden bire): Evet alırım! (Güler.)
     TÜMÜ: Allah hayırlı etsin!
     SULTAN BEY: Güzel balam,  düğünlerimize ne zaman başlayalım?
     TÜMÜ: Hemen bugün!
     SULTAN BEY: He!.. Peki öyleyse başlayalım, kalkın!
     (Eşlenip oynarlar. Önce müziğe koşut olarak yavaş yavaş, sonra hızlı hızlı oynarlar. Perde iner.)
Perde


AÇIKLAMALAR

*Şiirin çevirisi:
     İnleyiştendir ney gibi aşk sesim uzun
     İnleyiştendir ney gibi aşk sesim uzun uzun
     İnleyişi bırakmam ney gibi kesilsem bölüm bölüm
     İnleyişi bırakmam ney gibi kesilsem bölüm bölüm
     İster kesilsem bölüm bölüm, ister kesilsem bölüm bölüm

     Yardım et ey baht yoksa dileğim olası değil
     Öyle ki o güzel dertsizdir, ben dertliyim

     İnleyişi bırakmam, inleyişi bırakmam
     İster kesilsem bölütm bölüm, ister kesilsem bölüm bölüm

     Açılır gönlüm kimileyin acı ağlayışı görüp
     Açılır gönlüm kimileyin acı ağlayışı görüp
     Açılır ol gül yüzlü gülücük ile gülücüğün yakutu

     İnleyişi bırakmam, inleyişi bırakmam
     İster kesilsem bölüm bölüm, ister kesilsem bölüm bölüm (2)

     dil-i zar:  zayıf gönül
     füzun: çok
     beyhude: boşuna
     viran: harab


* Fuzuli'nin gazelinden
** ağlayıp inleme
*** yüz
1. ayrı
2. zor
3. erdem ve olgunluk
4. ululuk ve büyüklük
5. karanlık
6. kendimden
7. Çöl
Bu bölüm Fuzuli'nin bir şiirinden alınmıştır.

(1) Bu bölüm Fuzuli`nin bir gazelinden alınmıştır.