Yayında Olan Eserlerim

22 Ekim 2017 Pazar

Türkçede Dilbilgisi


Dilbilgisi bir dili bütününü içinde ayrıntılı biçimde inceleyip kurallarını belirten bilim dalı olarak tanımlanır.
Tarihte ilk dil incelemeleri Eski Yunan'da yapılır. Kimi dilciler Yunancanın dil kuralla­rını saptarlar. Yunanca için ortaya konan kalıp ve kurallar Latinceye uygulanır. Günümüze uzanan anadili ve yabancı dil öğreniminde kullanılan dilbilgisi kuralları bu Yunan- Latin dilbilgisi te­meline dayanır.
İÖ. 5. Yüzyılda Hintli dilci Panini, Sanskrit dilini inceler. Sanskritçeden 4000 dolayında sözcük ve kuralı bir araya getirir. Panini dil inceleme­sinde betimsel yöntem uygular.
Betimlemeli dilbilim, tarihsel gelişmeleri bir yana bırakır. Belli bir dilin belli bir süre içindeki çeşitli niteliklerini ortaya koymaya yönelir. Bunu yaparken ilkeler koymak­tan çok, dilin o günkü durumunu sapta­maya ça­lışır. Dillerdeki ses, kök ve sözcüklerin hangi kurallara göre birleşerek düzgün ve anlamlı anlatım oluşturduğunu inceler.
Çağın en etkin dilbilgisi kuramı Üretimsel Dilbilgisi kuramıdır. Bu ku­ram bireyin dil sezgisini yansıtma esasına dayanır. Kullanıma ağırlık verir. Bundan yararlanarak bir dildeki doğru tümce kuruluşlarını belir­leme amacını güder. Bir başka deyişle, dil çalış­malarında dilin çekirdek tümce­lerini saptar. Bunlardan türetilebilen yeni tümce türle­rini belirler. Kuramcısı Amerikalı Noam Chomsky'dir.
Dilbilgisi genellikle doğru konuşma ve yazma sanatı diye tanımlanır. Gerçekte o, sanat değil sanata uzanan yoldur,
Uzun süre gençlerin anlama, konuşma ve yazmalarında görülen ye­ter­sizlik ve dil yanlışları genellikle dilbilgisi eğitimi eksiğine bağlanmış­tır. Bunların giderilmesi için daha çok dilbilgisi öğrenmesi gerektiği sa­vu­nulmuştur.
Son yıllarda anadili öğretiminde dilbilgisinin önemi yeterince araştı­rıldı. Sonuca göre dilbilgisi öğretimi ile yazma yeteneği arasında zayıf bir bağlantı var. Yetenekli yazarlar arasında bir tümceyi yeterince çöze­me­yenler çok görülür. Öte yandan dü­şünceyi yeterince anlatamayan, yanıl­maz çözümleyiciler de vardır. Böylece dilbilgisi öğretimi, tek başı­na yazma yeteneğini geliştirmez[1]. Gerçekten dil kuralları bir bilgi, bunları kullanma bir yetenek işidir. Bir kişi dil kullarını çok iyi bilme­sine karşın, ko­nuşma ve yazması aynı düzeyde olmayabilir. Ayrıca ko­nuşma yeteneği, bireyin şaşır­ma, korkma, heyecanlanma, üzüntü gibi durumlarına bağlıdır. Öyleyse, kişinin konuş­tuğu dil üzerine bilgisi ya­nında bir de dili kullanım yeteneği söz konusudur. Bu yüzden dilbilgisi öğretiminden, doğrudan dilin iyi kullanımı beklenir:

Dilbilgisi öğrenmenin yararları şöyle sıralanır:
1. Yabancı dil öğrenmede yararlı olur. Kişi anadilinde, dilbilgisi kav­ramlarının kazanmışsa, yabancı dil öğrenmesi kolay olur.
2. Dilin doğru kullanımına yardımcı olur.
3. Biçimsel ve mantıksal düşünme yeteneğini geliştirir.
4. Yazı dilinin gelişmesine ve toplum arasında yayılmasına yardımcı olur.
5. Yazın ve sanat ürünlerinin doğru yorumlanmasına yardımcı olur.
6. Dilin biçimsel sorunlarının çözümüne yardımcı olur.
7. Dilin anlatım inceliklerini öğretir.[2]

Bu yedi savdan ikisi günümüzde geçerliğini yitirmiştir. Sözgelimi günümüz­de yabancı diller dilbilgisi yoluyla öğrenilmiyor. Her dilin kendine özgü dilbilgisi kuralı bulunduğu gerçeği göz önünde tutu­luyor. Bir dilin kuralının, genel kavramlar dışında başka bir dili açıkla­maya, yardımcı olamadığı biliniyor. Tüm bunlara karşın yabancı dil öğ­renmede dilbilgisi kullanılır. Temel kavramların bilinmesi gerekli görülür.
Dilbilgisinin dilin doğru kullanımına yardımcı olduğu savı da eskimiş bulunuyor. Dil kuralla öğrenilmiyor ki... Tam karşıtı, kural dil öğrenir­ken kazanılıyor. Prof. Dr. Doğan Aksan'a göre, tıpkı dilin ses dizgesi gibi, biçim özellikleri, yapısı ve sözdizimi kuruluşu­nu da kişi anadilini öğrenirken kapar. Anadili öğretiminde dilbilgisi bir başına yeterli değildir
Ancak dilbilgisi öğretimi tümden yararsız da görülmez. Dilde doğru yanlış kavramı, büyük ölçüde dilbilgisinin saptadığı kural­larla belirlenir Yanlışlar, öğrenciye, bu kuralları ölçü olarak göster­mekle anlatılabilir. öğrenci kendi yanlışlarını, bu kuralların ışığında an­layıp düzeltebilir. Dilbilgisi bir bilim olarak kavramları sap­tar, terimler koyar. Terimler ise bizim kavram, kural ve doğru yanlış üzerinde anlaş­ma­mızı kolaylaştırır. Sözgelimi, ad durumu yanlış kul­lanılmış bir tümcenin bozukluğunu anlatabilmek için, tümce kuruluşunu bilmek gerekir.
Dilbilgisi Türkçe için ayrı bir önem taşır. Türkçe, yüzyıllar boyu yü­züstü bırakılmış halk dili düzeyini aşamamıştır. Dil kuralları üzerinde durulmamıştır.

Bugünkü bilgilerimize göre Türk dil kurallarını ilk irdeleyen Kaşgarlı Mahmut olur. Henüz ele geçmemiş Cevahirü’n Nahiv adlı kitabını yazar, Türk Dili Divanı kitabında doğrudan bu konuya ayırdığını söyler. Günümüzde elimiz altında bulunan Türk Dili Divanı’nda yer yer Türkçenin kurallarına değinir. Ne var ki bu ilkeler, Arap dil ölçütlerine dayanır. Türkçe sözcükler, Arap yazısı ile yazılış biçimine göre - ünlü ile başlayan sözcükler, genizsi sözcükler, iki yazaçlıdan, altı yazaçlıya ünsüzle yazılan sözcükler bölümlerine ayrılır.  Her bölümde benzer açıklamalarla eylem kuruluşları ele alınır. Eylemlere gelen kip ve kişi eklerine verilir. Bunların yazılış ve söyleniş özellikleri üzerinde durulur. Ulaç, ortaç kuruluşları işlevleri örneklerle açıklanır. Ağız ayrılıklarına değinilir. Arap dilbilgisi ölçütüne göre ele alınmış bu ilk örnek tarihsen bir çözümleme olarak kalır.[3]

Anadolu'da yazılan ilk dilbilgisi Bergamalı Kadri'nin Müyessiretül Ulum adlı kitabıdır. 1530’da İbrahim Paşaya sunulmak üzere yazılan kitap Arap dilbilgisi ölçütü ile yazılmıştır. Birinci bölümde sözcük türleri üzerinde durulur. Daha sonraları Batı dilbilgisi etkisi ile yapılan sekiz sözcük türü ayrımı kitapta yer almaz. Yazar Türkçe sözcükleri –yine Arap dilbilgisi ölçütüne göre ele alarak- üç türe ayırır. Günümüz söyleyişi ile bu türler ad, eylem ve bir anlamı bulunmayan işlevsel - Bergamalı bunu “harf” diye adlandırır- ilgi sözleridir.
Yapıbilgisi konusunda Kaşgarlı’da olduğu gibi- çatı ekleri üzerinde durulur. Edilgen, dönüşlü gibi çatı ekleri anlatılır. Eyleme gelen –ma/me olumsuzluk eki açıklanır. Eylemsi ekleri verilir. Eylemden ad ve addan eylem yapım ekleri verilir. Eylem çekim ekleri, kip ekleri ile durağan sözcük ilişkisini sağlayan örgü (durum) ekleri anlatılır. Tümce kuruluş dizgesine yer verilmez. Tümce, eylem çekiminde değerlendirilir. Kitapta Türkçe ses dizgesi bağımsız bir bölüm olarak ele alınmaz. Anlatılan konular içinde ses dizgesi özelliklerine değinilir.

Anadolu’da yazılan ikinci dilbilgisi kitabı, Abdurrahman Fevzi Beyin Mikyasu’l Lisan Kıstasu’l Beyan adlı çalışmasıdır. 1851’de yazılması biten çalıma 1882’de basılmıştır. Çalışma yine Arap dilbilgisi ölçütünün izlerini taşır. Sözcükler, ad, eylem ve ilgi sözcükleri olmak üzere üç bölüme ayrılır. Yapım ekleri üzerinde durulur. Bunların kazandırdığı anlamlar açıklanır. Ad ve eylem tümceleri verilir. Zaman, kip kullanımları açıklanır. 177 sayfada 17 bölümden oluşan çalışma dönemi için önem taşır.
Kütahyalı Abdurrahman Fevzi Beyin en çarpıcı özelliği, dil ile kimlik arasındaki ilişkiyi sezmesidir. Fevzi Beye göre, her dilde eylem kipi çekimi, o halkın yaratılış ve doğası ile ahlak özelliklerini yansıtır. Sözgelimi Arapçada bütün eylem çekimleri geçmiş zaman kipi üzerinden yapılır. Bundan Arapların bakışlarının her zaman geçmişe yönelik olması çıkar.
Türklere gelince Türklerin dilinde eylemler buyurum kipinden çekilir. Bu nedenle Türkler her zaman buyurum ve egemenlik altında yaşayan bir ulustur.[4]

19. Yüzyılda ise batı dilleri dilbilgisi örnek alınarak kitaplar yazılır.
1920'de Fransız Türkolog Jean Deny'nin Osmanlıcanın Dilbilgisi kitabı yayınlar. Gerçekte bunun bir öncüsü vardır. Macar Türkolog Nemeth'in Almanca yazılmış Türkçe Kısa Dilbilgisi yalın ve daha kullanılışlıdır.
Necmettin Halil, Ahter Halil gibi eski kuşak öğretmenlerin yazdıkları okul dilbilgisi, edebiyatçıların yazdıkları kimi denemeler bir yana bırakılırsa yeni bir çalışma görülmez.
Bu arada Jean Deny’nin Osmanlıcanın Grameri Türkçeye çevrilmesi ile Aristo’dan 19. Yüzyıla uzanan sürede gelişip yerleşen geleneksel dilbilgisi kalıbı Türkçeye uygulanmamaya başlar.
Bu kalıbı ilk uygulayan Tahsin Banguoğlu sayılır.
1940'ta dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, Tahsin Banguoğlu'ndan bir dilbilgisi yazmasını ister. Banguoğlu bu isteğe uyarak "Ana Hatları İle Türkçenin Grameri adlı bir kitap yazar. Bu kitap, bundan sonraki bütün dilbilgisi çalışmalarına modellik edecek kalıp olur.
1958 yılında çıkan Muharrem Ergin'in Türk Dil Bilgisi, 1962'de Haydar Ediskun Türkçe Dilbilgisi, aynı yıllarda Tahir Nejat Gencan Dilbilgisi kitapları ile bu alanda katkıda bulunuyorlar.
Tüm bu kitapların önsözünde yaklaşık olarak şu tümceler yer alır: "Türkçenin içinden çıkarılan kurallar" Her yazar kendi dilbilgisinin Türkçenin içinden süzülen kuralları içerdiğini söyler. Buna kanıt olarak hep seçilen örnek tümceler, kesitler gösterilir. Eski Türk yazıtları, Kaşgarlı’nın Türk Dili Divan, Dede Korkut gibi dil anıtlarından seçilen örneklerle dil kurallarının bulunduğu sanılır. Oysa örnek seçme seçmekle bir dilin kuralları bulunmaz.
Nurullah Ataç şöyle değerlendirir örnek parça seçiminin yetersizliğini:
Dilbilgisi öğretmenlerinden biri, bir bayan, “Türkçe bilmez” demiş benim için. Üzülmedim bu söze. İnanmadım o yargının doğru olduğuna da onun için. O bayanın benim için “Türkçe bilmez” demesi, kendisinin öğrencilerine öğrettiği kurallara uymadığım için. “Büyükleri” biryol söylemişler kendilerine: “Türkçede yüklem tümcenin sonunda gelir”, sımsıkı inandırmışlar buna. Doğru olmasa, “büyükleri” öyle söylerler miydi hiç? Doğruyu, bilgiyi dinlemişler o “büyükler”den, şimdi kendileri de birer “büyük” olmuş, gençlere, yeni yetişenlere öğretecekler.  Sürüp gidecek bu böyle.
Türkçenin dilbilgisi, deyip duruyorlar. Hangisi biliyor Türkçenin dil kurallarını? Dilimiz, yüzyıllar boyunca, incelenmemiş. Arapçanın yapısını, sözdizimini bellemişler, sonra da o dillerin yapıdüzeninin, sözdiziminin ışığı altında Türkçe için birtakım kurallar uydurmuşlar. Bir dilin kuralları uydurulmaz, o dilden çıkarılır. Bizim dilbilgisi kuralları ise, en çok, yazı dilinden çıkarmak istiyorlar dilin kurallarını. İyi, ama yüzyıllardan beri, bizim yazı dilimizi, Türkçeyi sevmeyen, beğenmeyen, bayağı sayan yazarlar kurmuşlar. Halkın konuşmasına, halk dilinin sözdizimi ile ilgilenmemiş olanlar, yazılarında halkın kullandığı sözlerden de, tümce yapılarından da kaçınmışlar, cansız bir dil uydurmuşlar. Ben de, dilbilgisi öğretmenlerinin gözüne gireceğim, onlara “Ataç Türkçe bilir” dedirteceğim diye o uydurma kurallara boyun mu eğeceğim?
Ben biliyor muyum, bulabildim mi Türkçenin gerçek kurallarını? Öyle bir şey dediğim yok. Benim yazılarımda da, benim gibi yazan birkaç kişi daha var; onların yazılarında da, tam Türkçenin sesini, halkın konuşmasının sesini bulamıyorum, daha çok, çok çalışacağız onu elde etmek için.
Biz daha başaramadık o işi, kolay kolay da başaramayacağız. Ama bizim yazılarımız Türkçeye, gerçek Türkçeye bizden öncekilerin Türkçesinden, dilbilgisi öğretmenlerinin istedikleri Türkçeden daha yakın. Elbette öyle olacak. Biz arıyoruz, yazı diline konuşma dilinin sıcaklığı, sesini vermeğe çalışıyoruz. Bizden öncekiler istemezlerdi bunu, yazılarında konuşma dilinin, canlı dilin bir yankısı olmasına özenmezlerdi. Hele yüz yıl, yüz elli yıl geçsin, bizim tuttuğumuz yol genişlesin, güzel eserler versin, dilbilgisi araştırıcıları Türkçenin imkânlarını işte o zaman anlayacaklar, gerçek kuralları o zaman bulup görecekler.[5]

Bütün bu kitaplarda konuların ele alınış sırasında en küçük değişiklik görülmez. Nerdeyse eklerin sırası bile aynıdır. Tümü, sesbilgisi ile başlar, tümce bilgisi ile biter. Tümünde en zayıf bölüm sözdizimi bölümüdür. Kimisinde yok denecek ölçüde az yer ayrılır. Sözgelimi 390 sayfadan oluşan Muharrem Ergin'in Türk Dil Bilgisi kitabının yalnız 9 sayfası tümceye yer verilir. Tahir Nejat ve Haydar Ediskun'un kitapları ondan bir gömlek iyi. Ama sonuç aynı: Tümünde sözdizimi bölümü yetersizdir.
Bu yüzden Vecihe Hatiboğlu, Türkçenin Sözdizimi (Ankara 1972) kitabının önsözünde sözdizimi Türkçede en az çalışılan bölüm diye belirtir.
1964’te yayınlanan Kaya Bilgegil’in Türkçe Dilbilgisi kitabı, tümdengelim yöntemini gerçekten uygulamaya çalışan bir çaba sayılır. Araştırmacı sözdiziminden başlar, sesbilgisi ile çalışmasını bitirir. Ne var ki Osmanlıca kurallar ve kötü örnek tümcelerle şişirilmiş kitap yeni bir şey getirmekten uzaktır. Yapılan tek değişiklik inceleme sırasının değişikliğidir.
Türkçede sözdizimi kitapları, 1960'lı yılların sonlarında gözükür. İbrahim Zeki Burdurlu 1967'de Türkçe Cümlebilgisi kitabını yayınlar. Onu Vecihe Hatiboğlu'nun Türkçe Sözdizimi izler. Mazhar Kükey. Türkçenin Sözdizimi (Ankara 1975) , Hikmet Dizdaroğlu Tümcebilgisi (Ankara 1976) ve Sıtkı Sağlam, Türkçenin Sözdizimi (Diyarbakır 1977),  Rasim Şimşek Türkçe Sözdizimi (Trabzon 1987) bu yıllarda sözdizimi incelemeleri ile bu alana katkıda bulunurlar.
Türk Dil Kurumu Dilbilgisi kol görevliler Neşe Atabay, Sevgi Özel, Ayfer Çam’ın hazırladığı Türkiye Türkçesinin Sözdizimi (Ankara 1981) konuyu derli toplu ele alan geleneksel çerçevede bir çalışmadır.
Son yıllarda Türkoloji bölümlerinin sayısının artması ve Türk Dili dersinin Üniversitelerde başlangıç dersleri arasına katılmasıyla dilbilgisi üzerine çalışmalar artmıştır. Özellikle sözdizimi konusunda yoğun çalışmalar görülür.
Leyla Karahan’ın Türkçede Söz Dizimi (Ankara 1991), Ahmet Beserek, Türkçede Cümle Yapısı (Ankara 1991), Yaşar Yörük, Tümce Bilgisi, Sözdizimi (Ankara 1978). Osman Bolulu Türkçe Bilgileri (Ankara 1992), Nadir Engin Uzun Evrensel Dilbilgisi ve Türkçe (İstanbul 2000) Zuhal Kültüral Türkiye Türkçesi Cümle Bilgisi (İstanbul 2009) çalışmaları ile özellikle sözdizimi konusunda çalışırlar.
Bunlar içinde Engiz Uzun ve Ahmet Beserek’in çalışması, bu konuda ilk örnek olan Yüksel Göknel’in Modern Türkçe Dilbilgisi kitabından sonra dönüşümlü yöntem arayışı ile yapılmış çalışmalardır.
Ancak tüm bu çalışmalarda bir karışıklık, bir anlaşılmazlık göze çarpar. Geleneksel dilbilgisi anlayışı ile konuyu ele alanlar sistemin yanlışlığı yüzünde işin içinden çıkamaz. Yeni yöntemle konuyu ele almaya çalışanlarınsa Türkçenin yapasını yeterince kavrayamadıkları gözlenir.
Tüm bu çalışmalar Türkçenin yapısını kavratmaktan uzaktır. Bol örnek tümce çözümlemesi içinde kurallar, ilkeler yitip gider. Oysa dil sonsuz ölçüde üretkendir. Yapı kavranmadığı sürece örnek çözüm yetersiz kalır.
Tüm bu kitaplarda şu özellikler bulunur:
1. Sözcük birlikleri tümceye geçiş kabul edilir. Her tür birlik açıklanmaya çalışılır.
2. Tümcebilgisi yapıbilgisi ve özellikle eylemle bağdaştırılmaz. Bu nedenle ayrı ayrı bölümlerde birbirini yineleyen bilgiler verilir.
3. İyi bir bölümleme yapılmaz.
Bütün bu kargaşa eski dilbilgisi yönteminden gelir.

Özcan Başkan şöyle açıklar:
"Türkçe dilbilgisi ilkokul sıralarından başlayarak, üniversite düzeyinde de sürdürüldüğü halde, sonuç bir türlü olumlu çıkmamaktadır. Öğretmenler her zaman için öğrencileri suçlayarak, onların dilbilgisi yönünden zayıf olduklarını yineleyip durmaktadırlar. Fakat şurası da düşünülmelidir ki, eğer bu kadar çok öğrenci, bunca yıl boyunca, bu kadar basit birşeyi öğrenemiyorlarsa o zaman belki de aksaklığı başka bir yerde aramak gerekmektedir. (...) O zaman iki olasılık kalıyor: Birincisi, Türkçe dilbilgisinin anlaşılmayışı. Bir yerde, en iyi Türkçe öğretmeni bile, gerçek anlamda başarılı olamadığına göre, demek ki, bütün sorun 'dilbilgisi' denilen şeyin kendisinde düğümlenmektedir. (...) Bu bakımdan, Türkçe dilbilgisini doğru dürüst anlama açısından, kimsenin kimseyi suçlamaması gerekir. (...) Bütün bozukluk, başka Avrupa dillerinde olduğu gibi Türkçede de, dilbilgisi kitaplarının, dilin kindi içinden çıkarılan ölçütlere göre değil de, başka yerlerden ödünç alınmış modellere göre yazılmış olmasındadır[6].

Bu durumda Türkçe dilbilgisi sorununu iki başlıkta ele alınmalıdır.
1. Dilbilgisi anlayışı
2. Konu seçimi

Dilbilgisi Anlayışı
Dil incelemeleri eskiden beri, verilen tümcelerin incelenmesi biçi­minde yapılagelir. İnceleyici dilde yazılmış ve söylenmiş yapıtlardan çeşitli örnekler seçip tahtaya yazar. Bunu çeşitli yönlerden inceler. Hiç kimse, kendi kendine tahtadaki tümce­nin nasıl oluştuğunu sorup, düşünmez.
Böylece yaratıcılıktan uzak, bir dilbilgisi öğretiminde öğrenci zorla­nır.
Oysa kişi belleğinde var olan dil kurallarını işleterek konuşur ya da yazar. Kişi an­lağı düşünsel yapıyı oluşturmak için soyut kavramlardan başlar. Bu soyut kavramları basamak basamak geliştirir. Somut sonuç­lara ulaşır. Düşünce işlemi yapılırken düşün­me yeteneği önemlidir. Bizim yü­zeyde gördüğümüz ve eskiden beri incelenen, kişi anlağındaki dil kural­ları değil, bu dil kurallarının işletilmesi ile oluşturulmuş ko­nuşma ve yazı­lardır.
Düşünme yeteneği ile anlak belirli dil kullarını kullanır. Böylece son­suz sayıda tümce yaratabilir. Bir kişi o ana dek hiç duymadığı tümceyi kurabilir. Kurulan bu tüm­ceyi yaşamında hiç duymamış kimse anlar.
Öğrenci için asıl önemli olan var olan dil yetisinin işletilip geliştiril­mesidir. Çünkü dil yeteneği, zihne sınıflandırmayı ve kullanmayı bağışlar. Klasik dilbilgisi bize bu olanağı sunmaz. O devingen değil, du­ra­ğan bir yöntem uygular. Bu yüzden üretimsel dilbilgisi klasik dilbil­gisini şöyle eleştirir:
a. Klasik dilbilgisinin iç yapısı tutarsızdır. Tanımlarda kimi zaman an­lamı, kimileyin işlevi esas alır. Sözgelimi adı, "evrendeki bütün canlı ve cansız varlıkları, duygu ve dü­şünceleri, durumları bütün bunların birbirle­riyle olan ilgilerini karşılayan sözcüklerdir" diye tanımlar. Bu tanımda esas alınan anlamdır. Öte yandan belirteci "eylemlerin, ey­lemsi­lerin, sıfat­ların ya da görevce kendine benzeyen sözcüklerin anlamlarını etkileyen, kimi kez güçlendirip kimi zaman kısıtlayan sözcükler" olarak tanımlanır. Bu tanımda ise işlev öne alınmıştır.
b. Tümcenin ögelerini ayrı, sözcüklerini ayrı olarak düşünüp tanım­lı­yor. Oysa, sıfat­ların varlığı adlara, belirteçlerin varlığı eyleme bağlı. Adı nitelemeyen bir sıfat eylemi ni­telemeyen bir belirteç düşünülemez. Bir sözcüğün ad olması o sözcüğün tümcede ad olması demektir.
Ne ki, dilbilgisinde sözcükler önce anlamlarına göre birtakım bölüm­lere ayrılıyor. Sonra tümcelere yerleştiriliyor. Sonuçta ilk tanımlar tümce içinde geçerli olmuyor. Bu kez "Bu sözcük sıfattır ancak ad işlevinde kullanılmış. Sıfattır da belirteç denebilir" gibi ikirciğe düşülüyor.
Dildeki sözcükleri anlamlarına göre türlere ayırmak hem güç, hem de tutar­sız. Bu yanlışlığı yapmamak için, sözcükleri bölümlerken bunların tümce içindeki yerlerini sonlarına al­dıkları örgü eklerini dikkate alıp ta­nımlarını bu ilkeye göre yapmak gerekir.
Bu bakımdan sözcükleri önce anlamlarına göre teker teker ele alıp ta­nımlamaktansa, bunların cümle içindeki durumlarına göre sınıflandırıp ta­nımlamak hem daha kolay hem de daha tutarlıdır." Zaten dili kullana­n kişi sözcükleri ayrı ayrı değil tümcedeki yer­lerine göre tanır ve kul­lanır. Bu tanım ve kullanımda sözcüklerin sözlük anlamları ile de bir bağlantısı bulunmaz.
Sözcükler bu biçimde tümce içinde saptandıktan sonra sözcükten daha büyük dizi­lerin, dolaylı tümleç, belirteç tümleci, ilgeç tümleci vb. biçimde yeniden tanımlayıp de­ğerlendirme de anlamsızdır. Çünkü kö­kende tüm tümleçler belirteçtir. Ne ki bu tümleç­ler kimileyin "burada" biçiminde tek bir sözcük, kimileyin de "bahçenin sonundaki kü­çük ku­lübede" biçimin­deki bir dizi sözcüktür. Ya da "onu aradığım yerde" biçimin­de bir yan tümcedir.(3)
Tüm bu sakıncaları göz önünde tutan çağdaş dilbilgisi, klasik dilbil­gi­sinin karışık çözümleme yollarını bırakır. Sözcükleri tümce içindeki du­rumlarına göre tanımlamayı kabullenir.
Klasik dilbilgisinin öğretim yöntemine bir yazınsında Dilâçar da karşı çıkar ve şöyle bir yöntem önerir: Dilbilgisi öğretiminde en sağlam yol, "düşünce dilbilgisi" yöntemi­dir. Açacak olarsak, düşün ve düşünce ulam­larını öne alarak öğrenciye ilk önce anla­tım ve tümce tiplerini ör­neklerle göstermek. (4)

Konu Seçimi
Dilbilgisi derslerinde okutulacak konuların seçimi, bu dersin en önemli sorunla­rından biri. Dilbilgisinin bilim olarak kapsadığı bütün ko­nuları ortaöğretimde ayrıntılı biçimde okutma öğrenciye yarar sağla­maz.
Maarif Vekaleti 1923 yılında Ankara'da Heyet-i İlmiye'yi toplar. Gündemde Milli Kamus ve Sarf ile Milli lisan ve edebiyat konuları da bulunur. Öğrenimin, özelikle okuma yazma öğreniminin, tüm ulusa ya­yılması, çağdaş uygarlığın bir gereği olarak gö­rülür.
1924'te ortaöğretim kurumları için yeni izlenceler yapılır. Bu izlenin amacını açık­lamak amacıyla "Lise Müfredat Programlarının Esbab-ı mu­cibe layihası adı ile bir ki­tapçık yayınlanır. Layihanın son bölü­münde "Kıraat, duygu ve düşünceyi geliştirmeli, serbest okumaya yer vermeli" denir. "Sarf ve nahif ihmal edilmemeli. Arapça ve Farsça ke­limeler, an­lamak ve kullanmak için gerek" denir. Böylece Yabancı söz­cükler için Türkçe dersinde kural öğretme tutumu sürdürülür. Anlatım (yazma) çalış­malarında "hayati ihtiyaçların karşılanması, hususi, resmi yazılar yazdırıl­ması" istenir. Gençlerin kendi yaşantılarını anlatmaları öğütlenir. Okuma, anlatım, dilbilgisi çalışmalarının anadili gelişimi­ne, yardım eden etkin­likler olduğu da eklenir. Bilgiler ezbere değil, me­tinlerin incelenmesiyle, tümevarım yoluyla verilecektir.
İzlencenin özellikle lise bölümü cumhuriyetten öncekine göre çok ayrılık gös­termez. Öğrencilerin Batı yazınıyla ilgilenmeleri bir yeniliktir. Bu izlence üç yıl uygu­landıktan sonra yazın bölümünün değiştirilmesi ge­reği duyulur. Yeni izlencede yazma çalışmalarına yer verilir. Okuma da ayrı bir etkinlik olarak alınır. Gençler Batı ve yeni Türk yazınını "okuma yoluyla tanıyacaklardır. Okuma çalışanları yazın tarihinden ayrı­lan saatlerde yapılır. Yazık ki bu etkinlikler de yapılmaz. Gençler yazma becerisini ka­za­namazlar. Yeni Türk ve Batı yazını ile yeterince uğraşa­mazlar.
Dilbilgisi izlencesi yapılırken gözetilecek en önemli ilke, en çok kul­lanılan kurala yer vermek. İlk ve orta dereceli okulların dilbilgisi izlen­cesi, yazı dilini konu alır. Ağızlara, lehçelere yer vermez. Dilin tarihsel gelişimi ile uğraşmaz.
Bizde dilbilgisi izlencesi çokluk belli terimlerin tanımı üzerinde yo­ğunlaşır. Yoğunlaşmanın ötesinde yerinde sayar. Sınıflamalar öğretme­ye yönelir. Oysa ad, ey­lem gibi sözcük türlerini tanıtmak yetmez. Onların oluşturduğu anlatım çarkını kavrat­mak gerekir.
Türkçe sözcük türlerinin esnekliği üzerinde çeşitli bilim adamları dik­kat çekmişler­dir. Bu esneklik ayrıca ona yeni anlatım olanakları sağ­lar. Fransız türkoloğu J. Deny, Türkçede adların aynı zamanda ad, sıfat, ol­duğunu ad soyundan sözcüklerin birbi­riyle iç içe durumda bu­lunduğuna dikkati çeker. Belirteçlerin bile önad görevi taşı­yabileceğini bildirir (5). Bilgine göre Türkçenin eylemlerinde ad düşüncesi eğemen­dir. Kişi göste­ren eylem çekimlerinin çoğunun kaynağı bir ortaca bağla­nabilir.
K. Grönbech ise Türkçede bütün sözcük köklerinin ad ve eylem ola­rak iki ana öbeğe ayrılabileceğini belirtir. "Nominal" kavramının çok yönlü olduğunu, ad soyundan bir sözcüğün Türkçede ne ad, ne de sıfat sayılabi­leceğini, buna karşılık her ikisi de olabileceğini söyler. Bu du­rumun başka dillerle, sözgelimi (Almancayla) karşılaştırıla­mayacağın ileri sürer (6). Aynı durumu belirleyen A. Dilaçar da Türkçede bir söz­cüğün dört-beş türlü görev yüklendiğini belirtir. Sonra ara sözcüğünün hem ad, hem önad, hem ilgeç hem belirteç, hem de eylem olarak kul­lanılışına örnek gösterir(7)
Öyleyse Türkçe öğretiminde esasta göz önünde tutulacak nokta bu yapısal özellik olmalı. En önemlisi Türkçe tümcelerin nasıl oluştuklarını incelemek. Bu uygulamada elde verilen bir tümce olmayacak. Soyut di­ze­lerden başlanıp somut dizelere geçilecek.
Dilbilgisi izlenceleri dengeli olmalıdır. Yalnız sözcük türleri, yalnız ya­zım kuralları ya da tümce kuruluşu üzerinde toplanan bir izlence, ki­şiyi amaca ulaştırmaz. İzlence dil olaylarını, kurallarını da yeterince kapsama­lıdır.
ABD.'de orta öğretim okulları için hazırlanmış bir anadili eğitim kı­la­vuzunda, ko­nuşma yazma ile ilgili altı sorun saptanır. Dilbilgisi konu­ları bu sorunları çözümlemeye yönelik seçilir. Bu sorunlar şunlardır:
1. Tümce kuruluşu 2. Yan tümce (Ögeler olan, sıfat ve belirteç gibi belirtici görevde olanlar) 3. Özne-yüklem uygunluğu (İngilizcede ay­rık­sız bu kural çok önemlidir) 4. Ad ile adıl (Bu ingilizce için büyük önem taşır) 5. Eylem. 6. Sıfat ve belirteç (The English Language Arts in The Secondary School, New York, 1956, s.371 ) (6).
Türkçede dilbilgisi öğretiminde konuların sırası şimdiye dek epeyce düşünülmüştür. Bu tartışmalarda hep tümdengelim ya da tümevarım so­runu ele alınmıştır. Öğretimin yönünün tümceden sese mi, yoksa sesten tümceye mi olması gerektiği tartışılmıştır.
Dilâçar tümdengelim yöntemini önerir: "Eskiden dilbilgisi şu sözlerle başlardı: "Harfler yan yana gelerek hece teşkil ederler. Hecelerden keli­me meydana gelir. Kelimelerle de cümle kurulur." Dilin oluşum ve ge­lişim tarihine taban tabana zıt olan bu  öğretiyi artık unuttuk. Yine de dilbilgisi öğretimimizde kimi aksaklıklar var. Ele alı­nacak ilk konu "söz bölükleri" değil tümcedir"(7).
Buna karşı İbrahim Zeki Burdur'lu tümevarım yöntemini yararlı bulur ve şöyle der:
"Gramer öğretiminde tam bir sonuca varmak, verimin yüz güldürür olabilmesini sağlamak için önce sesbilgisinden başlamalı. Sonra söz bö­lüklerinin anlamca ayrımla­rını yapmalı, sözlerin yapı durumlarını in­cele­dikten sonra cümleye varmalı, bol bol cümle incelemeleriyle bilgiyi de­rin­leştirmeli, eksiksiz bir cümle bilgisine varmalı" (8)
Burdurlu tümdengelimin sakıncalarını şöyle sıralar:
"İlk bakışta, bir eğitimci olarak, tümden yürüme daha anlamlı görü­nüyor."
"Bir örnekle bu durumu iyice açalım:
Cümlenin tanımı yapıldı. Cümlenin ne olduğu ne olmadığı iyice  an­la­şıldı. Sıra cümle türlerine geldi. Tür sorunu ortaya çıkınca yardımcı bilgi­lerin istendiği görüldü. Ele al­dığımız cümle bileşik bir cümle olsun. Bu durumda önümüze hemen fiilimsiler sorunu çıkacak. Eylemsileri (eylemlik, ortaç, ulaç) tanıtabilmek bu konuyu tam öğretebil­mek için şu konuların iyice bilinmesi gerekiyor: Fiil, isim, sıfat, bağlaç. Bunun yanında eylem köklerinden türeme konusunda bilin­mesi gere­kiyor. Ayrı ayrı koca­man birer bölüm olan bu konuların öğre­timine gi­rince "tümce" konusu bir iki ay sonra­ya kalmış olur. (9)
Burdurlu, Dilaçar'ın önerisine şöyle karşı çıkar:
"Sizin uygun verimli sonuçlu yol olarak verdiğiniz yöntem Kemal Demiray'ın orta­okullar için hazırladığı dilbilgisinde, zengin örneklerle ele alınmış. Tahir Nejat Gencan liseler için hazırladığı dilbilgisinde öteki yolu tutmuş. Baha Dürder'le Haydar Ediskun'un hazırladıkları da böyle." (10)
Yukarda verdiğimiz Amerikan yönteminden yola çıkarak eğitimci Beşir Göğüş Türkçe dilbilgisinin şu sırayla öğretilmesini önerir:
1. Tümce kurma
2. Yan tümcenin kuruluşu (özellikle eylemsiler)
3. Yan tümcenin görevleri (öge ve belirtici olarak)
4. Ad ve adıl
5. Belirtme (ad ve ad tamlaması)
6. Eylem (çekim-çatı)
7. Belirteç (eylemin ve sıfatın belirtilmesi)
8. İlgeç bağlaç ve ünlemin söz içinde görevleri.
9. Sözcük yapısı (11).
Bizce bunlardan Dilaçar'ın önerisi en akla yatkın olanı. Kökende Göğüş'ün önerisi ile Dilaçar'ın önerisi aynı gibi gözüküyor. İkisi de tüm­dengelimi yararlı buluyor. Yalnız Dilâçar bu yöntemde bir adım daha ileri gidiyor ve tümceden eyleme geçilmesini uy­gun buluyor.
Oysa Göğüş'ün taslağında "eylem" bölümü altıncı sırada yer alıyor.
Muzaffer Kamadan da bir yazısında (12) Türkçe dilbilgisi öğretimi­nin ad ve eylem olmak üzere iki sözcük öbeğine ayrılarak yapılmasını salık veriyor. Ancak dilbilgisi ki­taplarının adlar üzerinde gereğince dur­duktan sonra, tümcedeki görevlerine geçmele­rini önerir. Bu bölümde adların tümce içinde sıfat, adıl, belirteç, ilgeç; özne, tümleç, yüklem olabilme du­rumları ve kuralları ayrı ayrı ele alınmalarını salık verir. Sonuçta bu da tü­megelim yöntemidir.
Dilbilgisi kitaplarına baktığımızda durum daha karışık gözükür. Muharrem Ergin'in dilbilgisi(13) tümüyle kuramsal olmayı dener. Sesbilgisinden başlayan bir sıra izler ve kendi türünde tutarlı sayılır. Haydar Ediskun (14) da Türk Dilbilgisi'nde konuları aynı sıraya göre ele alır. Tahsin Banguoğlu Türkçenin Grameri (15)'deki yöntem yine aynı­dır. Ancak Tahsin Banguoğlu bir yandan kuramsal bir dilbilgisi ol­mayı de­nerken öte yandan da uygulama örnekleri sunar. Tahir Nejat Gencan'ın Dilbilgisi (16) çalışması sı­ralama bakımından daha çelişkili­dir. 1. Bölüm Giriştir bu bölümde dil yazı ve Türkçenin geçmişine ayrılır. 2. Bölümden sesbilgisi ele alınır. 3. Bölüm sözdizimidir. Bunun ardından ad, sıfat, türetme, adıl, eylem, belirteç, ilgeç, ünlem bölümleri gelir. Kitabın neye hizmet ettiği tam belirlenmez.
Okul dilbilgisi kitaplarında ise daha değişik bir yöntem uygulanır. Genellikle "Tümcebilgisi" ile küçük bir giriş yapıldıktan sonra sözcük öbeklerine gelinir. Sayın Burdurlu'nun tümdengelime örnek verdiği Baha Dürder-Haydar Ediskun (17)'un ça­lışmalarında durum budur. Bir iki say­falık tümce ile girişten sonra sesler ve sırası ile ad, sıfat, adıl, be­lirteç, ilgeç, bağlaç, ünlem, eylem gibi sözcük türleri işlenir.
Dört öğretmenin birlikte hazırladığı bir dizide ise sesbilgisinden baş­la­yıp öğretme yeğlenir(18).
Ancak bunların hiçbiri gerçek anlamda tümdengelim sayılmaz. En başta bir iki sayfa tümceye yer ayırmakla tümdengelim olmaz. Tümdengelime okul kitapları, arasında en çok yaklaşanı Kemal Demiray (19) ile Yaşar Yörük (20)ün dilbilgisi kitaplarıdır.
Dilbilgisi öğretiminde bizce de en uygun olan tümdengelim yöntemi. Yalnız yön­temi yeniden gözden geçirmek gerekiyor. Yukardaki tüm ça­lışmalarda Türkçenin öz­gün yapısı göz ardı ediliyor. Bu yüzden öğre­timde büyük zorluklarla karşılaşılıyor.
Türkçenin özeliklerini şöyle özetleyebiliriz:
Öbür dillerde olduğu gibi Türkçede de sözcükler, ad, önad, adıl, be­lir­teç, ilgeç, bağlaç ünlem, eylem olmak üzere sekiz bölümde incele­nir. Kimi dillerde bunlar birbi­rinin yerine kullanılmaz. Oysa Türkçede kulla­nıabilir. Bu özellik Türkçeyi öbür diller­den ayırır.
Sözcük türü olarak, genelde Türkçe tümcede iki ana öge var: Ad ile eylem. Eylem dışında kalan tüm sözcükler birer ad. Ancak ilgeçlerin eski Türkçede anlamları bilin­mesine karşın günümüzde yitmiş durumda. Eylem tümcenin en canlı ögesi.
Türkçede dilbilgisi daha çok bir sözdizimi, başka bir deyişle tümce kurma bilgisi olarak değerlendirilir.(21).

   
Dil Özellikleri
     Türkiye Türkçesi şu özellikleri bulunur.
     Ünlü bakımından ünsüzlere göre zengindir.
     Sözcükler çift ünsüzle başlamaz.
     Sözcüklerde erkek, dişi biçiminde tür ayrımı yapılmaz ve sözcük­lerde türe bağlı yapı değişimi olmaz.
     Sayılardan sonra gelen adlar tekil kullanılır.
     Dilbilgisi anlatımları son eklerle sağlanır. Eylem tabanı buyurum, ad tabanı tekil durumundadır.
     Türkçe bir uyum dilidir. Seslerin sözcük içinde sıralanış­ları belli ku­ral­lara göredir.

     Her dilde olduğu gibi, Türkçe de yapısal bir bütünlük içerir. Türkçede sondan başa doğru biz dizge içinde, anlam bütününe, yargıya ulaşılır. Sözcükler doğrudan devinime girebilen devingen sözcükler ve durağan sözcük­ler ilkesine uygun biçimde tümcede görev üstlenir.
En önemli ayrım, bir sözcüğün iyelik ya da kişi eki alabilmesi biçimindedir. Devingen sözcük­ler kişi eki, durağan sözcükler iyelik eki alabilirler. Kuşkusuz, durağan sözcükler de kişi eki alıp yüklem olurlar. Ama bu işi bir başına başara­mazlar. Durağan sözcüğün yüklem olabilmesi ekeylem aracılığıyladır. Ben masa-y-ım / benim masa-m söylenişlerini düşünelim. Bir adı iki değişik ekle değişik işlevde görüyoruz. İki söylenişin anlamları ayrıdır.
     Buradan yola çıkarak Türkçede sözcükler eylem ve ad türü sözcükler olmak üzere ikiye ayrılır. Doğrudan devinime girmeyen bağlaç ve ilgeç­ler de ad türü sözcükler arasında sayılırlar. Ne ki onlar anlamsız, işlevli sözcükler olmaları bakımından adlardan ayrılırlar. Sonuçta adlarda belirgin üç tür biçimbirim ilişkisi vardır. Eylemlerdeki devinim işlevini de katarsak Türkçede tümce oluşumu dört bağlantı türü ile doğar: Devinim, Örgü, İlgi Dizgi.

    
1. Devinim
     Eylem türü sözcük kök ya da tabanı doğrudan devinim içine girer, tümce işlevi kazanır. Buyrum ikinci kişi, tümcesi böylece doğar. Buyrum tümcesi, kişi ekinin doğrudan eyleme gelmesi ile kurulur.
Kişi eki bir sözcüğün devinim içinde olduğunu gösterir. Bir söz­cük, İster eylem ol­sun, ister ad olsun, kişi eki aldığında devinime girmiş de­mektir, yüklem olmuştur, yargıyı tamamlamıştır. Buna göre, kişi eki özne görevini üst­lenmiştir. Yapan ya da olan diye tanımlanan özne, tümcede vurgulanmak istenmezse, söylenmesine ge­rek kalmaz. Üç tekil, üç de ço­ğul olmak üzere altı kişi eki, eylemlere gelerek özneyi belirtir. "Eylem-kip eki- kişi eki" kuruluşu ile, çekimli bir eylem tümce olur. Klasik dil­bilgisinde, bir tümce için zorunlu "özne-yüklem" gibi iki ögeyi yapısında barındırır. Ve tüm bundan ey­lem tümcesi do­ğar. İşte Türkçenin dört başı bayındır, yalın anlatım yöntemi tüm bu yapısın­da gizlidir.
Adlarla eylemler, doğrudan yüklem olabilme ya da olamama ayrı­mın­dan kaynaklanır. Türkçede adlar, ancak ekeylem ya da yardımcı ey­lem aracılığı ile yüklem olurlar. Nedeni, kişi pek çok adı devinim içinde kul­lanma ister. Oysa kimi adların eylem söylenişleri bulunmaz. Onlar yalnız yardımcı ögeler aracılığı ile devinim içine girerler.

2. Örgü
     Türkçe sözcükler ekler ve ilgi sözleri aracılığı ile örülerek anlam bü­tü­nüne ulaşan bir dildir. Eksiz örgü de vardır. Giderek olgunlaşan anlatım­da eksiz örgü düşünülemez. Kimi zaman ilgi sözleri de ekler aracılığı ile bağlantı kurar. Sözcüklerin sözcüklerle bağlantısı, sözcük­lerin yüklem­le ilgisi bu iki yöntemle sağlanır. Sözcükten anlama doğru uzanan çizgide anlam bütününü sağlama ve yargıya ulaşma hep bu ilişkiler yığını ile ger­çekleşir. Türkçenin tüm gizemi eklerin örül­mesi ve ilgi sözlerinin yerli yerine oturması ile sağlanan anlatım ola­nağında saklıdır. Türkçeyi iyi kullanmak, iyi bir dü­şünce bütünü sağ­lamak ancak bu gizemli dönüşümü kavramakla ola­naklıdır.
     Türkçede adlar doğrudan devinime giremeyen sözcüklerdir. Adıl, be­lirteç, sıfat, ilgeç bağlaç, ünlem gibi sözcük türülerinin tümü ad öbe­ğine girerler. Bu öbeğe giren sözcükleri birbirinden ayırmak ola­nak­sız­dır.
     Eylemde kişi eki neyse, adda iyelik eki odur. İyelik bir ada kimin egemen olduğunu anlatır. Terimin kökeni de "sahip" anlamındaki ege/ iye köküne dayanır. Bir şeye sahip olmak anlamındaki sözcük, terim olarak br sözcüğe sahipliği anlatır. Tamlayan eki ile koşutluk içindedir. Bir söz­cükte bir iyelik eki varsa, kendisinden önce bir tamlayan sözcük var de­mektir. Sözgelimi ev-im, ev-in/, ev-i/, ev-imiz/, ev-iniz/, ev-leri örnekleri üzerinde düşünelim. Bu söylenişler kökende ben-im ev-im/, sen-in ev-in/, o-nun ev-i/, biz-im ev-imiz/, siz-in ev-iniz/, o-nların ev-leri biçimindedir. Ama tamlamanın birinci bölümünü söylememize genellikle gerek kal­maz. İyelik eki sözcüğün kime ait olduğunu, kaçıncı kişinin malı olduğu­nu be­lirtir. Hele bir ve ikinci kişilerde bu sahiplik açıkça bellidir. ev-im söyle­yişi ile ben-im ev-im söyleyişi arasında en küçük ayrım bulunmaz. Ancak söyleyişi vurgulamak istediğimizde benim evim deriz. İyelikte tamlayan sözcüğün kullanılması tıpki, tümcede öznenin vurgulanışını an­dırır. Ben geldim ile geldim söyleyiş arasında ayrım bulunmaması ile ko­şutluk için­dedir.
     Görüldüğü gibi, iyelikten önce bir tamlama geliyor. Tamlama kurulu­şunun, bir bilimadamı (S. S. Mayzile), Türkçe sözdiziminin çekirdeği sa­yıyor. O'na göre, bileşik sözcük kuruluşunun da çekirdeği durumundadır. Bir sözcüğün ad işlevinde mi, sıfat işlevinde mi olduğunu da tamlama be­lirler. Tamlamada her tür sözcük adlaşmıştır. Küçüğün şapkası / kadının küçüğü örnekleri üzerinde düşünelim. Bu sözcükler su katılmamış ad iş­levindedir. Ama küçük şapka söyleyişinde durum değişmiştir.
     Tamlamalarda salt sıfatlar, sayı sözleri adlaşmaz. Eylemlikler, ulaçlar, ortaçlar, belirteçler, ünlemler de ad işlevindedir. Kaçmak korkusu, kaça­nın anası ağlamamış, kaçar korkusu, hastanın ahı örneklerinin düşüne­lim. Bu tamlamalarda her türden sözcük ad işlevindedir.
     Tüm bu özellikleriyle tamlamalarda yapılan yanlışlar Türkçede en çok kulak tırmalayan yanlışlardır. Yabancıların Türkçede en sık yanlışları da tamlamalarda görülür.
     Ad tamlamasını sıfat tamlamasından ayıran en önemli özellik iyelik ekidir. Küçük çocukla gezdim/ Küçüğün çocuğu geldi örneklerinde bu ayrım açıkça görülür.

                                                    Tekil       Çoğul
     1. kişi  -m  ev-im  baba-m          -miz  ev-imiz  baba-mız
     2. kişi  -n  ev-in, baba-n            -nız baba-n-niz  ev-iniz baba-nız
     3. kişi  -i, -sı ev-i  baba-sı         -leri ev-leri, baba-ları

     Ne ki, iyelik eki ile birlikte tamlama kuruluşunda unutulan bir nokta daha var. Tamlayan eki deyince salt 3. kişi tamlama kuruluşu akla geliyor ve ek yalnız -ın/-nın biçiminde tanımlanıyor.  Ahmet-in evi/ o-nun kapısı örnek­lerinde ekin bu biçimini görüyoruz. Ancak 1. ve 2. kişiler için de tamla­yan kuruluyor. ben-im evim/, sen-in evin/, biz-im evimiz/, siz-in evi­niz bi­çiminde kişi adılları tamlayan eki alıyor.
     Eklerin seslerinin birbirine benzemesi, kimi kargaşaya neden olu­yor. Doktor benim/ benim doktorum söylenişleri üzerinde düşünelim. Bu iki söylenişte üç ayrı işlevde ek var. Doktor ben-im söylenişinde -im eki kişi ekidir. Ben adılını yüklem işlevine sokmuştur. Ben-im doktor-um söyleni­şinde ise ilk ek tamlayan ikincisi iyelik ekidir. Ancak üç ek de -m sesi ile karşılanmıştır. Söylenişteki işlev göz ardı edilmesi durumunda kişiyi yanıl­tabiliyor.
     Adların yerini tutan gösterge türü sözcüklere klasik dilbilgisinde adıl adı verilir. Bunlar, kişi, soru, gösterme ve belgisizlik kav­ramları ta­şı­yan sözcüklerdir. Çoğul ve durum ekleri alırlar.
     Türkçede adıllar bol kullanılan sözcüklerdir. Özellikle öykülerde sık sık geçerler. Beş öbekte incelenirler:
     Kişi adılları:  ben, sen o, biz, siz, onlar
     Gösterme Adılları: bu, şu, o, bunlar şunlar onlar
     Belgisiz adıllar çoğunlukla belgisiz sıfatlara iyelik eki getirilmesi ile yapılırlar: Herkes, kimse, kimin, birisi, biri, hepsi, bazısı, falan, filan, bir­kaçı, birazı, birçoğu, başkası, bir­takımı, insan, adam, şey.
     Soru sözcükleri bir adın yerini aldıklarında adıl işlevini üstlenirler: ne, neyi, neden, kim, kimi, kaça, kaçtan, hangisi.
     Dönüşlü adıl işin yapana döndüğünü anlatır ya da kişi kavramını pe­kiştirir. Kendi sözü ile yapılır.
     Türk dilinde ad türünün en önemli özelliği çoğul, iyelik ve durum eki almasıdır. Bu özelikler adı öbür sözcüklerden ayı­rır. Ancak du­rum, iyelik ve çoğul eki yukarda saydığımız öbür söz­cük türlerini de kapsa­yabilir. Fakat bu durumda, bu sözcük türleri genellikle önceki anlamlarını koruyamazlar. Kolayca adlaşırlar. Artık ad görevinde bulu­nurlar.
     Çoğul -ler/-ler eki ile yapılır.
     Yalın durum eksizdir.                         ev                kapı
     Tamlayan durumu -in iledir.               ev-in            kapı-n-ın
     Belirtme durumu -ı/-i, -yı ekidir.         ev-i              kapı-y-ı
     Yönelme durumu -a/-e, -ya/-ye ekidir. ev-e             kapı-ya
     Bulunma durumu -da/-de ekidir.          ev-de           kapı-da
     Çıkma durumu -dan/-den ekidir: ev-den                  kapı-dan
    
3. Dizgi
     Türkçede sözcükler eksiz de anlam bütünü oluştururlar. Birden çok çok sözcüğün örgü eki almaksızın ya da ilgi biçimbirimine girmeksizin kurdukları bu anlam ilişkisi olayına 'dizgi' demek yerinde olur. Yan yana dizilerek anlam bütününe geçen bu tür biçimbirimler geleneksel dilbilgisinde 'sıfat ve belirteç' başlıklı sözcük türlerinde ele alınır. Bu tür sözcükler herhangi bir adın ya da yüklemin anlamına bir derinlik, bir boyut katarlar.

     Sıfatlar adlardan kesin çizgilerle ayrılmaz. Gerektiğinde sı­fatlar ad iş­levinde kullanılırlar. Bir sözcüğün sıfat olup olmadığını söz­cü­ğün iş­levi belirler. Adları etkiledik­leri sürece sıfat olurlar. Adların nite­likle­rini, ne durumda ol­duklarını, sayılarını ve ölçülerini soran ya da be­lir­ten sözcük­lerdir. Sıfat oldukları sürece ad durumu, iyelik ve çoğul eki almazlar, yal­nız başlarına kullanılmazlar. Yalnız başlarına ol­dukla­rında ad görevinde olurlar. Sıfatları adlardan ayıran en belirgin özellik ola­rak sıfatların karşıt­larının bulunmasıdır: düz/ egri, iyi/ kötü, büyük/ kü­çük. Ne ki bu da her zaman geçerli değildir. Renk ve sayı sözcükleri­nin durumu da böyledir.
     Sıfat ulamı nesnenin özellik ve niteliğini bildiren bir ulam olarak öbür sözcük türlerinden ayrılır.
     İşlev ve anlam bakımından sıfatlar iki öbekte incelenirler:
     A. Belirtme Sıfatları
     1. Sayı sözleri kökende sayı adlarıdır. Başka bir adın sayısını, öl­çüsü­nü, sı­ra­sını belirttiklerinde sıfat işlevi üstlenirler. Bir adla eksiz tamlama oluş­tururlar.
     2. Soru sözcükleri, adları soru yönünden belirttiklerinde soru sıfatı iş­levindedirler.  Tüm soru sözcükleri, bir adla birlikte kullanılarak, adı belir­tebilirler: ne, ne­den, nasıl, kaç, kaçıncı, kaçar, hangi.               
     3. Gösterme sıfatları adları göstererek belirten sözcüklerdir. Kökende adıl olan "bu, şu, o" gibi sözcükler bir addan önce geldiklerinde gös­ter­me sıfatı işlevi üst­lenirler.
     4. Belgisiz sıfatlar bir adı, ona kesinlik kazandırmaksızın belirten sı­fat­lardır: bir, hiç, birtakım, birkaç, birçok, biraz, bazı, çoğu, kimi, her­hangi, filan, falan, fazla, bütün, öteki, hep
       B. Niteleme Sıfatları kendinden sonraki adın niteliğini gösterirler: bü­yük, küçük, dar, geniş, düz, yuvarlak, sert, yumuşak, güzel, çirkin, çalış­kan, iyi, kötü, boş, dolu, uzak, yakın, sert

     Belirteçler, eylemlerin dolayısı ile yüklemin anlamını etkileyen söz­cüklerdir. Belirteç işlevindeki sözcüğün iyelik, durum ve çoğul eki alma­ması gerekir. Bu ekleri alması durumunda ad işlevindedir. Bunun ya­nında sıfatla­rın ya da belirteçlerin anlamını da etki­leyebilirler. Bir eylem, bir sıfat ya da bir belirtecin anlamını kimi kez güçlendirir, kimi kez kısıt­larlar. Sıfatı belirten belirteci saptamak biraz zordur. şöyle bir örnek vere­lim: Pek çok insan geldi. Burada insan sözünün sıfatı olan çok sözünü çı­kardığımızda pek insan gibi bir söyleyiş ortaya çıkar, ki anlam bozulmuş­tur. Öyleyse pek sözü bir belirteçtir.
     Türkçede belirteçler beş öbekte topla­nır­lar:
     Zaman belirten sözcükler yüklemin zamanını belirlediklerinde belirteç işlevi üstlenmiş olurlar: şimdi, dün, demin, sonra, önce, ev­vel, erken, ak­şam, bugün, birazdan, yarın, daima,
     Yer belirten sözcükler, yer belirteci olarak gösterilirler: aşağı, yukarı, içeri, dışarı, ileri, geri, sağ, sol, üst, alt, karşı, yan, ön, arka, bura, şura, ora gibi sözcükler yer belirteci sözcükleri olarak anılırlar. Ne ki bu söz­cükler kimi kullanımlarında durum ekleri alırlar. Geleneksel dilbilgisinde "yer ve yön belirteçleri durum ekleri alır" biçiminde bir açıklama getirilir. Ama bu açıklama işlevsel bakımdan geçerli bir açıklama sayılmaz.
     Ölçü sözleri olan az, çok, pek, biraz, az çok, daha, en, epeyce, ol­dukça.
     Niteleme ve durum belirteçleri: iyi, güzel, doğru, böyle, şöyle, öyle, yavaş, ağır, yalnız, yine, ancak, kuşkusuz.
     Gösterme belirteci olarak Türkçede yalnız "işte" sözü vardır.
     Soru sözcükleri yüklemi ya da sıfata yönelik olduğunda belirteç gö­revi üstlenir. Ne, nasıl, ne biçim, nerede, nereden, hani. Ne ki, bu kez de kimi zorluklarla karşılaşırız. Nerede, nereden sözcükleri yükleme yönel­diklerinde dolaylı tümleç işlevindedir.

4. İlgi
     Türkçede anlam ilgisi sağlayan iki tür sözcük vardır: ilgeçler ve bağ­laçlar. Bunlar anlamsız sözlerdir. İşlevsel sözcüklerdir. Ek gibi görev ya­parlar. Sözcüklere eklen­memeleri, bağımsız kullanılmaları bakımından ve ses kurallarına girmemeleri bakımlarından eklerden ayrılırlar.
ilgeçler, sözcüklerin ya da tümcelerin sonuna gelirler. Kendinden ön­ceki sözcük ya da tümcede işlev değişikliği yaparlar. Bir ad ile bağ­lantı kurarsa, kendinden önceki bölümü, o adın sıatı işlevine sokar: Öküz gibi adam. Yok yükleme etki ediyorsa, belirteç işlevine sokar: Öküzün trene baktığı gibi bakıyor.
     Türkçede salt ilgeç olan sözler azdır: gibi, göre, için, kadar, ile, do­layı. Ancak  öbür sözcük türleri de ilgeç işlevinde kullanılırlar: üzeri, karşı, beri, doğru, öte, ötürü.

     Bağlaçlar işlevsel sözcüklerin ikinci kesitini oluştururlar. Bağlaçları ilgeçlerden ayıran en önemli özellik şudur: Bağlaçlar iki ögeyi eşdü­zey­de bir işlevde birleştirir.
     Eşgörevli sözcük ya da tümceleri birbirine bağlayan öge­lerdir. Türkçedeki bağlaçların büyük çoğunluğu yabancı kökenli­dir. Sık kul­lanı­lanlar şunlardır: de, ile, ne... ne, ancak, yalnız, oysa, gerek... gerek, ister... ister, nitekim, üstelik, örneğin, ve, çünkü, fakat, hattâ, hem... hem de.

5. Durum
     Ad türü sözcükler gerektiğinde yapım ekleri aracılığı ile eylem ya­pılıp yükllem olarak kullanılırlar. Yapım ekleri aracılığı ile eylem ya­pılma ad kavramını eyleme dönüştürmede yeterli olmaya bilir. Bu du­rumda, ad olan sözcükler yardımcı eylemlerle ya da ekylemle yüklem işlevinde kul­lanılabilirler.
    
5.1. Yardımcı Eylem
     Kimi ad soylu sözcüklerin, eylem biçimi yoktur. Bu du­rumda et­mek, olmak, kılmak, eylemek yardımcı eylemleri kullanılır: söz etmek, kuduz ol­mak, acele etmek, hasta olmak.

5.2. Ekeylem
     Ad soylu dil birimlerinin yüklem işlevi üstlenmesini sağ­layan ey­lem.
     Türkçede ekeylem, eklerden oluşan bir yardımcı eylem niteliği ta­şır. -im, -sin, -dir, -iz, -siniz, -dir, -ler.
     Ekeylemin dört zamanı vardır. Geniş zaman doğrudan kişi ekleri­nin ad durumundaki ögelere eklenmesi ile kurulur: öğrenci-y-im, öğ­renci-sin, öğrenci-(dir), öğrenci-yi-iz, öğrenci-siniz, öğrenci-(dir)ler.
     Belirli geçmiş -di; belirsiz geçmiş -miş, dilek / koşul -se ekleri üze­rine kişi eklerinin gelmesi ile kurulur.
     Ek eylemin olumsuzu "değil" biçimbirimiyle sağlanır. 
     Eylem olmayan tüm ögeler bu yöntemlerle yüklem olurlar.

6. Süreç
     Türkçede zamanlar yalın ve bileşik zamanlar olmak üzere ikiye ayrı­lır. Yalın zamanlar şunlardır: Geçmiş zaman, şimdiki za­man, gele­cek za­man ve geniş zaman. Bileşik zamanlar ise öykü, söylenti, ko­şul bileşik zaman­larıdır. Bunlara bir de katmerli bileşik zamanlar ekle­nir.
     1. Geçmiş zaman: Belirli geçmiş zaman(-di), belirsiz geçmiş zaman (-miş) getirilerek oluşturulur. 
     2.Şimdiki zaman: Türkçede şimdiki zaman -yor ekinin eylem kök ya da gövdesine getirilmesiyle oluşturulur.
     3. Gelecek zaman: Türkçede gelecek zaman (bildirme kipi) ey- lem kök ya da gövdesine -acak/-ecek ekinin getirilmesiyle oluşur: al-acağ-ım, al-acak-sın, al-acak, al-acağ-ız, al-acak-sınız, al-acak-lar.
     4.Geniş zaman: Türkçede geniş zaman, eylem kök ya da gövdesine -r (-ir, -ır, -ur, -ür), -er, (-ar) eklerinin getirilmesiyle olu­şur.
     Kip: Türkçede istek, dilek, koşul, gereklik, buyurum anlatan eylem biçimlerinin özelliğidir.
     Olumsuzluk: Türkçede eyleme olumsuzluk kavramı -ma(-me) ekiyle katılır: bilmeyecek, görmemiş.
     Olumsuzluk eki -ma/-me'nin ünlüleri şimdiki zaman -ıyor e-kinden önce daralır: bil-mi-yorum, gör-mü-yorum, anlata-mı-yorum.
     Olumsuzluk eki eylem kök ya da gövdesiyle zaman ve kip ekleri ara­sında yer alır.

7. Söyleyiş
     Türkçenin, bağlantılı dil yapısı, sağlam bir ses dizgesini birlikte geti­rir. Eklerin sıralanışında, seslerin dizilişi belli kurallara göredir. Ses yapısına dayalı birimler, eklerin dizilişinde önem kazanır. Anlamsal içerik bu ku­rallara bağlıdır. Bir ses biriminin yerine, bir başkasının geçmesi, anlam değişmesine ya da bozulmasına neden olur, kullağı tırmalar.
     Bu nedenle, Türkçe ses dizgesini de tümce içinde ele almak gerekir.
    

8. Konum
     Tümce kuruluşunda en önemli birim yüklemdir. Yüklemin duru­mu­na göre özne ve tümleçler tümcede görev alırlar. Anlatılacak olaya göre, önce yüklem olacak eylem hazırlanır. Bu bir yapı oturtulacak düzlemin düzenlenişini andırır. Buna göre öbür ögeler yerlerini ala­caktır.
     Türkçede tümce düzleminin hazırlanışı eylemdeki çatı ulamı aracılığı ile yapılır. Öznenin eylemi nasıl gerçekleştirecektir, eylemin etkisi al­tında kalacak mıdır ya da belli biçimde onunla ilgili mi olacaktır? Çatı eyle­min sunduğu bu durumdur. Türkçede çatı­larına göre eylemler, et­ken, edilgen, dönüşlü, işteş, ettirgen türlerine ayrılabilir.

     Etken
     Türkçede en çok, etken eylem yüklem olur. Etken eylem çatı eki al­mamıştır. Tümcede özne bellidir. Eylem, çekim ve kişi eki alarak doğ­ru­dan çekime girmiştir: Öğrenci yazı yazdı.
     Etken eylemler -l- ve -n- ekleri ile edilgen yapılır. -l-: l- ile biten ey­lemler dışında ünsüzle biten tüm eylem­ler bu ek ile edilgen yapılır: Sigara içilmez, kırılacak eşya. -n-: l- ünsüzü ile biten ünlülerle biten tüm eylemle gelir: Eren tahtayı sildi,/ Tahta silindi.

Dönüşlü
     Bir işin belli bir özne tarafından yapıldığını anlatan dö­nüşlü eylem Türkçede -l-, -n-, -ş- ekleri ile kurulur. Dönüşlü eylem kimi zaman dö­nüşlü adıl olan "kendi" sözcüğünün yerini tutar. -n-: En çok kullanı­lan dönüşlü eylem ekidir: Çocuk yıkandı. / Kadın soyundu. -l-: Başbakan yanıldı: Çocuk bayıldı. -ş-:Çocuklar okula alıştı.
     Dönüşlü anlatımı ayrıca "kendi" adılı aracılı ile yapılır. Vurgulama ve dönüşlü işlevinde olmak üzere iki türlü kullanılır. Vurgulama duru­mun­da tümcede özne, dönüşlü durumda nesne işlevindedir. Vurgulama du­ru­munda "kendi" sözü tümceden çıkarılırsa anlam bo­zulmaz: Bu öyküyü kendim yazdım. Kendi etti, kendi buldu. Dönüşlü dumunda kendi sözü tümceden çıkarıldığında anlam bozulur. Tutuklu kendini öldürdü. Tutuklu kendini astı.

     İşteşlik, eylemin birden çok öznece yapıldığını anlatan çatı ulamıdır. Türkçede -ş-, (-ış-, -iş,-uş,-üş-) eki ile sağlanır: görmek / görüşme; bul­mak / buluşmak

     Ettirgen çatı ile, bir işi birisine ya da bir şeye yaptıran özne isteyen ey­lem türetilir. Türkçede -ır-, -dır-, -t-, ekleri ile kurulur: sız-dır-; ez-dir; gül-dür-; dol-dur-; küs-tür-

Tümcenin öğeleri yüklemin seçimine göre tümcede görev alan birimlerdir. Genel olarak Özne-tümleç- yüklem adı altında derlenirler. Tümleçlerin alt birimleri olarak nesne, dolaylı tümleç, belirteç tümleci gösterilir. Tümcenin ögeleri de konum başlığı altında incelenen çatılara koşut biçimde ele alınmalıdır.
    
9. Düzen
     Tümcede öğelerin sıralanışı, tümce düzenini oluşturur. Bunlar içinde en önemli yer, yüklemin yeridir. Yüklemin tümcenin sonunda yer almasına ya da almamasına göre, tümcenin anlatım ağırlığı değişir. buradan yola çıkarak, düzen düz ve devrik tümce türlerini ele alır.
    

10. Yargı
     Tümce dört türlü bir yargıyı sonuçlar:  Olumlu, olumsuz, soru, ünlem.
     Soru tümceleri öğrenmeyi, kuşkuyu gidermeyi, aydınlanmayı amaça­layan yanıt tümceleri amaçlar. Bu bakımdan soru tümceleri iki temel üze­rine kurulur:
     1. Kuşku gidermeyi amaçlar.
     2. Bir bilgi eksiğini doldurmayı amaçlar.
     Kuşku gidermeyi amaçlayan sorular "mı" soru eki ile kurulur. Hangi kavram sorulmak istenirse, soru eki o sözcüğün ardına takılır. Sözgelimi Bahçede çocuk hızlı koştu gibi bir bilgi edindik. Böyle bir tümcede hangi kavramda ikircik, kuşku duyulmuşsa, soru eki onun ardına gelir: Bahçede mi / çocuk mu/ hızlı mı/ koştu mu./
     Eylemde soru eki, belirsiz geçmiş, şimdiki, geniş ve gelecek zamanlar ile ge­reklik kipin­de kişi ekinden önce gelir. Belirli geçmiş zamanla dilek koşul, istek ve buyu­rum kipinin 2. kişi tekilinde ve çoğulunda kişi ekin­den sonra ge­lir: kal-mış mı-y-ım? / bil-sin mi?
     "mi" soru eki eklendiği sözcükten ayrı yazılır. Bağlandığı eylemin ün­lülerine göre değişiklik gösterir.
     Soru eki ile yapılan sorularda bir onaylatma ya da yadsıma yanıtı giz­lidir. Bu yüzden "evet" ya da "hayır" sözleri ile yanıt verilebilir. Tümce olumlu ya da olumsuz yinelenebilir.
     Bir bilgi eksiğini tamamlamayı amaçlayan soru tümceleri, soru sözleri ile kurulur. Soru sözü doğrudan bir bilgi boşluğuna oturmuştur.Açıkça o boşluğun dolması gerekir. Bu yüzden onaylama ya da yadsıma  belirten evet/ hayır sözleri kullanılamaz. Soru sözünün yerini alacak bir öge kav­ram gerektir. Kim, nerede, nasıl, niçin, nereye, ne yaptı?

11. Bileşik Tümcenin Birimleri
     Bir yüklemle kurulu tümceler yalın tümcelerdir. Tek yüklemli ad ve eylem tümceleri yalın tümcelerin örnekleri sayılır. Ne ki, duygu ve dü­şünceyi yoğun biçimde anlatmada tek yüklemli yalın tümceler yetersiz kalır. Bileşik tümcelere başvurulur.
     Yalın tümcenin olduğu gibi, bileşik tümcenin de kesin sınırını belir­le­mek zordur. Yine de tümce incelemesinde kimi ölçüler ortaya kon­muş­tur. Öncelikle ayrışık ve kaynaşık tümceler vardır.
     Ayrışık tümcelerde birden çok yüklem olduğu açıkça bellidir:
    
11. 1. Ayrışık Tümceler
1. Sıralı tümceler, konuşmada tonlama ve vurgulama; yazıda nok­ta­lama imleri ile ayrılırlar, birden çok tümcenin art arda söylenmesin­den oluşurlar. Bileşik tümcenin içine küçük bağımsız tümceler yan yana sıra­lanmıştır. Birbirine virgül, noktalı virgül, açıklama noktası gibi noktalama imleri ile bağlanmışlardır. Bir dokunuşta yantümceler ba­ğımsız tümcele­re dönüşürler. Kimileyin yantümceler, yalın ya da bile­şik yapılıdır.
Sıralı tümceler bağlı tümcelere benzer kuruluştadır. Her ikisi de an­la­tıma canlılık, kıvraklık, devingenlik katarlar. Kullanım alanları geniş­tir. Her tür anlatıda sık sık kullanılır.

2. Bağlı tümcede, sıralı tümcenin yantümceleri arasındaki -konuşmada- tonlama, duraksama -yazıda- noktalama imlerinin yerini bağlaçlar almıştır. Bu bakıdan iki tür tümce kimileyin birlikte ele alı­nır. Eski Türkçede bağlı tümceler pek bulunmaz. Sıralı tümceler yo­ğundur.

3. Ki Bağlaçlı Tümce: Bağlaçlı tümcelere ki bağlaçlı tümceleri de katabiliriz. Ancak "ki" bağlacı Hint-Avrupa dillerinin tümce yapısına göredir. Anlam ağırlığı tümcede baştadır. Anatümce başta, yantümce sonda bulunur. Bu yüz­den kimi dilbilgisi kitaplarında ayrı bir başlıkta incelenir.

4. İlgeçli tümceler de bağlı tümceleri anımsatır. Yantümce bir ilgeç aracılığı ile anatümcenin bir ögesi durumuna gelir. Yantümce genel an­lamda adlaşmış durumdadır. Bu biçimi ile özne, yüklem ya da tümleç gibi öglerden biri olur.

5. Soru eki de ilgeç gibi bir işlev görüp yantümceyi anatümceye bağla­yabilir: 
Yaz geldi mi, yazlıklara gidilir. -diği zaman anlamında bir zaman­la bağlantı kurar.

6. "Değil" koşacı ile kurulan, karşıtlık belirten bileşik tümceler de il­geçli tümce kuruluşundadır:
Durumu anlatmıyor değilim, anlamıyor­lar.

7. İçiçe tümcelerde bir tümcenin içinde onun ögesi durumunda ba­ğımsız bir tümce bulunur. 
Dedi" yüklemi ile kurulan bu tür tümce­ler bir olayı taşıma yöntemi ile anlatmada kulanılır: Bana "bize ne zaman gele­ceksiniz" dedi. "Önümüzdeki hafta gelirim" diye karşılık verdim.

8. Koşullu bileşik tümce bir koşul ile ona bağlı bir sonucu bildirir. Koşul tümcesi -sa eki ile kurulur: Elime para geçerse, borcumu veri­rim.

9. Eksik tümce, önemli ögelerinden -özellikle yüklemin- bulunma­dığı tümcelerdir. Bileşik tümce türüne girmez. Bağlamla ilgili bir anla­tım özelliğidir: Kente bir, iki..., bedava...

10. Arasöz ve aratümce:
Bir tümcenin içindeki açıklama, aydınlatma yapmak amacıyla ku­nalın tümce ya da birlikleri de ayrı bir başlıkta incelemek doğru olur. Tümceyle yapısal bağı olmayan birimlerdir bunlar: 
Bana Ahmet'i -ben onu yıllardır tanıyordum- öve öve bitiremedi.
    
11.2. Kaynaşık Tümceler
Kaynaşık tümceler daha zor bir yapı gösterirler. Eylemsiler aracı­lığı ile kurulurlar. Yantümce ad, sıfat, belirteç konumunda bir birim olarak bileşik tümcenin ögelerinden biri olmuştur. Eylemlik, ortaç ve ulaçlar eklemeli dil yapısının özgün biçimbirimleridir.
Eylemsiler Türkçeye ayrı bir anlatım gücü ve kıvraklığı kazandırır­lar. Tümcede değişik gö­rev­leri üstlenmeleri ve ayrı eklerden oluşmaları ba­kımından eylemsiler üç bölüme ayrılır. 1. Eylemlik, 2. Ortaç, 3. Ulaç.

11.2.1. Eylemlikli Tümce
Eylemlik bir olay ya da kılışın adı, daha doğrusu adlaşmış biçi­midir. Eymeni belittiği oluşu gösterirler. Ne ki, ad özellikli sözcükler­dir. Eylem kök ve gövdelerine -mek, -me, -iş ekleri getirilmesiyle oluşturulur: bilme, başla­yış. Adın tüm özelliklerini gösterirler. Gerektiğinde bir tümce ey­lemlik aracılığı ile ada dönüşür: Adamı gö­rünce tanıdınız. Ben daştım > Adamı görünce tanımanıza şaştım.

11.2.2. Ortaçlı Tümce,
Ortaç, eylemsilerin çoğunlukla sıfat, arada da ad olarak kullanı­lan kesimini oluşturur. Çok kullanımlı birimlerdir. Belli bir zaman kavramı da taşırlar. -mış, -dık geçmiş zaman, -maz, -r, -en, -ıcı geniş zaman,-ası, -acak gelecek zaman kavramı yansıtır. Geçici devingen adlardır: Adam karşıdan geldi. Hemen tanıdım > Karşıdan gelen adamı hemen tanıdım.

11.2.3. Ulaçlı Tümce
Ulaç ekleri ile soyut devinimi karşılayan sözcükler yapılır. Bu sözcükler belli bir zaman bağlı olmazlar. Bu bakımdan ortaçlardan ayrılırlar. Eylemin be­lir­tece dönüşmüş biçimleridir. Çatı ekleri ve olumsuz almaları bakımın­dan eylem özelliği gösterirler. Ne ki, eylemlerin belirteç biçimi olarak sürekli çekimsiz kullanılırlar. Bağlama -p /koşup düştü/;  durum -arak /gülerek anlattı/ -a /koşa koşa geldi/, -madan /Durmadan çalıştı/, -meksizin /görmeksizin geçti/, -ken /Evdeyken dinlenmedi/; zaman ulaçları -ınca /çalışınca anlarsın/, -alı /gideli çok oldu/, -madan /bilmeden konuşur/ ve neden -dığından /çalışmadığından sınıfta kaldı/ işlevleri ile birimleri belir­teç işlevine dönüştürür.

12. Kıvamlık
Türkçede -e/-a ve -eli ulaçlarına "vermek, bilmek, durmak, kalmak, yazmak" eylemlerinin getirilmesi ile ulaçlı bileşik eylemler yapılır. Bu kurgu anlatıma yeni işlev, kıvam kazandırır. İki eylem birlikte yazılır.
Yeterlik eylemi -e-bil- bileşimi ile yapılır: düşünebiliyoruz. Olumsuzluk kullanımında bir ayrım bulunur. Olumsuzluk eki ulaçtan sonra, zaman ve kip ekinden önce gelir: anlatamıyorum, tanımayabi­lir­sin.
Tezlik -e ulacı üzerine "ver" eyleminin gelmesi ile oluşturulur: söyleyiver, açıver.
Sürerlik -e ulacına "kal-, dur-, gel-" eylemlerinin gelmesi ile kuru­lur: bakakaldım, anlatadurur, süregelir.
Yakınlık "yaz-" eylemi aracılığı ile yapılır: düşeyazdı, öleyazdım.
Tüm bu konumu ile Türkiye Türkçesi anlatım olanaklarını geliş­tirmiş bir dildir. Öbür Türkçe kollarına bir öncü, bir kılavuz olarak ev­rimini sürdürecektir.


      Notlar:
     1. Beşir Göğüş: Orta  Dereceli Okullarımızda Türkçe Yazın ve Eğitimi, Ankara 1978, s. 338
     2. Helga Schwenk: Welche sinn hat der grammatikunterricht in der schule?, "Diskussion Deutsch", sayı 29, /1978, Haziran, Verlag Moritz Diesterweg, Frankfurt, s. 211-227
      3. Doğan Aksan: Türk Dili dergisi, "Anadili", sayı 285, Ankara 1975)
      4. Yüksel Göknel: Modern Türkçe Dilbilgisi, İzmir 1974, s. 45-46
      5. J. Deny: Türk Dili Grameri (çev. Ali Ulvi Elöve), İstanbul 1941, s. 193, 198
      5. A. Dilâçar: Gramer öğretiminde Metot, Dilbilgisi Sorunları, Dilbilgisi Sorunları, Ankara 1967, s.23-29
      7. Doğan Aksan: Her Yönüyle Dil, 3. Ankara 1982, s.44
      6. Beşir Göğüş: a.g.k., s. 342
      7. A. Dilâçar: a.g.y., s.24
      8. İbrahim Zeki Burdurlu: "Gramer Öğretiminde Metot", Dilbilgisi Sorunları, Ankara 1967, s. 30-34 9. İbrahim Zeki Burdurlu: a.g.k., s. 31-32.
      10. İbrahim Zeki Burdurlu: y.a.g.y., s. 31
      11. Beşir Göğüş: a.g.k., s. 342
      12. Muzaffer Kamadan: Orta Öğretimde Dilbilgisi Sorunu, Dilbilgisi Sorunları II, 1972, s. 302
      13. Muharrem Ergin: Türk Dil Bilgisi, İstanbul 1977,
      14. Haydar Ediskun: Türk Dilbilgisi, İstanbul 1985
      15. Tahsin Banguoğlu: Türkçenin Grameri, İstanbul 1974
      16. Tahir Nejat Gencan: Dilbilgisi, Ankara 1979
      17. Baha Dürder Haydar Ediskun: Örnek Dilbilgisi,  I-II-III, Remzi K., İstanbul 1979
      18. S.Aykun- İ.İleri-A.Birkan-R.Gökkaya: Ortaokullarda Dilbilgisi Dersleri, I-II-III Ders kitapları Anonim Şirketi, İstanbul 1980
      19. Kemal Demiray: Temel Dilbilgisi I-II-III, İnkilap ve Aka, İstanbul 1984
      20. Yaşar Yörük: Uygulamalı Testli Türkçe Dilbilgisi 6-7-8, Eğitim Yayınları, Ankara
      21. Özcan Başkan: "Yabancı Dil öğretiminde Dilbilgisinin Yeri, Türk Dili dergisi, sayı 285, Ankara 1975
      22. Doğan Aksan: Her yönüyle Dil, Ana Çizgileriyle Dilbilim 2, Ankara 1980, s. 109

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder