Anadolu Aleviliği, kişiyi doğumu
ile bağrına basıp kimlik kişilik kazandırır. Bireyi yasakçı değil düzenleyici; baskıcı
değil denetleyici töreler dizgesi içinde törenlere katar. Yaşamı kucaklama, doğumla
başlayan dinsel törenler bireyi kuşatır.
Aleviliğin bu yapısı son yıllarda
iyice aydınlanan Tahtacı gelenekleri ile ortaya çıkmıştır. Ege’nin ormanlık alanlarında
dış dünya ile pek bağlantısı olmayan bu topluluklar Aleviliğin özgün yapısını
iyi koruyan kesimi oluşturur. Bize yeni ufuklar açan Tahtacı gelenekleri özgün
yapı üzerine düşünmemizi sağlar. Bu yazımızda eskicil (arkaik) özelliklerden
yola çıkarak Aleviliği güncelleştirmek istiyoruz.
Hırıstiyanlıkta olduğu gibi,
Alevilik de bireyi doğumla biçimde kavrar. İnançlar dizgesi, toplumun dışında
değil, yaşantısındadır. Yaşamın kopmaz bir parçasıdır. Bu nedenle, kimi
çevreler Aleviliği bir yaşam biçimi olarak değerlendirilir. Ama yaşam biçimi
gelenekler, Aleviliğin çok uçlu yıldızın yalnız bir ucunu oluşturur.
Tahtacı gelenekleri şimdiye değin
çeşitli kitaplarda verilmiştir. Bu geleneklerin dinsel bir inanç işlevi de açıktır.
Bu bakımdan sıkı bir gizlilik içinde yapılır. Yine de Tahtacılar arasından
çıkan kimi araştırmacılar bu yasak duvarını delmeyi başarmışlardır. A. Yılmaz, Yusuf
Ziya Yörükân anılmaya değer araştırmacılardır. Son yıllarda ise Rıza
Yetişen değerli derlemeleri ile bu alana hizmette bulunmuştur.
Biz, bu ve benzeri yayınlar
yanında doğrudan kendi alan derlemelerimize dayanarak değerlendirmek istiyoruz.
1989 yazında uzun bir tarama gezisi ile Tahtacılar arasında bulunduk.
Bunların sonucunda önemli veriler elde ettik. Araya giren başka çalışmalar yüzünden
bu gereçleri değerlendirmeye zaman bulamadık. Şimdi, tüm bu verileri, İmam
Cafer Buyruğu adı ile bilinen Buyruk’taki belgelerle karşılaştırmak,
değerlendirmek istiyoruz.
1. DOĞUM
Canlıların yaşamında doğum,
canlının türünü sürdürmesi, yeniden yaşam kazanması savaşıdır. İnsan
topluluklarında kutlanan sevinçli olaylardan biridir. İlkel yaşamla başlayan
kurallar dizgesi zamanla gelenek, görenek, dinsel ayinlere dönüşür. Her
toplumda çeşitli doğum gelenekleri, töreleri vardır. Bunların kimi dinsel
törenler biçiminde sürer. Hırıstiyanlıkta vaftiz töreni, dinsel törene
dönüşmüş kutlamanın en çarpıcı örneklerindendir. ATILABİLİR
Anadolu Aleviliğinde doğum tatlı
türünden yiyeceklerle kutlanır. Bunlar, gelenekler Aleviler arasında da
Sünniler arasında da, -bölgesel gelenekler bir yana bırakılırsa- üç aşağı beş
yukarı aynıdır. Alevilikte Sünnilikten ayrılan nokta, Dede ‘nin konumudur.
Çocuğu doğmayan gelinlere kimi dedeler dua ile çocuk bağışlarlar. Bu inanç
yakın zamana dek yaşamıştır. Kimi
dedelerin nefesinin keskinlikleri ile ün yapmışlardır. Bunlardan biri
Malatya’nın Mezirme köyünden Vaylöğ dededir. Gerçek adı Mustafa Öztürk olan Şah
İbrahim Veli ocağından gelen ve gerçek adı Mustafa Öztürk olan Vaylöğ, Malatya-
Sivas- Tokat üçgeninde pek çok köyde,
çocuğu doğmayan genç gelinlere duaları ile çocuk bağışlamıştır. Doğan erkek
çocukları onun adını almışlardır. Bu da, Şamanik kökenli inancın ne ölçüde
köklü bir geçmişe dayandığını göstermektedir. Bu
inancın, ne kadar eski geleneksel Türk dini inançlarına dayandığını
göstermektedir.
Dedenin işlevi salt bununla
bitmez. Alevi yaşamında doğan çocuğun dualanması gerekir ve doğum gülbengi
bulunur. Çocuk doğduktan sonra köyde bulunan dededen dua alınır. Şiirsel bir
biçimde taşıyan Gülbeng Türkçedir. Bu duayı herhangi dede ya da ana okuyabilir.
Ama asıl duası alınacak dede çocuk ihsan eden dededir. Çocuğun herhangi bir
kazaya, hastalığa uğramaması için o dedenin en kısa zamanda dua etmesi
gerektiğine inanılır. Köye çocuk ihsan eden dede geldiğinde çocuk onun önüne
götürülür. Dede çocuğu kucağına alır, dua eder. Uzun sağlıklı esen bir yaşam
diler.
Rıza Yetişen Tahtacı
Aşiretleri KİTAP ADLARI İTALİK OLSUN kitabında Tahtacılar arasında
doğum kutlamalarında içki içildiğine değinir. Anadolu Aleviliğinde bu tür
kutlama dinsel bir içerik taşımaz, bireyseldir ve yaygın değildir. Ama kimi
varlıklı aileler doğumu Abdal Musa cemi yaparak toplumla kutlarlar. Ad verme,
beşik kertmesi yapma gelenekleri de dinsel içerikten çok töreseldir.
1.
ONİKİ ERKÂN
Alevi dinsel töreni bölgelere
göre kimi ayrımlar gösteriyor. Bu ayrımlardan en önemlisi Tahtacı Alevileri
arasında görülen uygulama. Çünkü Tahtacılarda dinsel tören sözlü öğretinin yanı
sıra oyun biçiminde karşımıza çıkıyor. On İki Hizmet'le on iki erkan ayrı ayrı
işleniyor. Rıza Yetişen "Bu tahtacılarda 12 erkanın 3 ayrı yerde
yürütüldüğünü söyler:
1.
Dinsel törende
2.
Yarı dinel törenlerde
3.
Taliplerin erkanında -ki bu da ikiye ayrılır:
a. Tarikata
yeni giren ve bağlananların 12 erkanında;
b. Musahip,
Aşina, Peşine, Çiğildeş olanların 12 erkanında.
Bu toplumda din ile eğlence, din
ile yasın içiçe yürümesi, dikkate değer bir durumdur. Bu durumun hiçbir dinde
bulunduğu düşünülemez Yapılan dinsel törende erkanlar sıra ile şöyle
sürdürülür: Küçük törenlerde üç erkan yürütülür: 1. Süpürge, 2. Sucu, 3. Dolu
üçleme. Büyük törenlerde ise sırası ile on iki erkan şöyle yürütülür:
1. Süpürgeci (faraş): Temizlikten
sorumludur.
2. Sucu (sakka): El yıkama
hizmetini yerine getirir.
3. Delilci: Delil uyandırır.
4. Delili niyaz
5. Kurban gelmesi ve nişan
vermesi.
6. Dar-ı mansur, görülme
(tercüman)
7. Şah-ı merdan döşeğinin gelişi
ve gidişi.
8. İkrar verme, meydan geçme vs.
9. Nasihat verme.
10. Dolu üçleme.
11. Nefes üçleme.
On iki hizmette Tahtacılar öbür
Alevilerden büyük ayrım göstermez. Ayrım on iki erkandadır. Anadolu Alevileri,
tercüman kurbanını cemin başında dualayıp pişirmeye koyuluyorlar. Orada
uygulamalar, hareketler de söz konusudur. On iki eylemin on ikisinde
belli anılara dayalı canlandırma yapılıyor. Sözlü öğretiden çıkıyor, göze
yönelik gösteriye dönüşüyor. Tüm bu görünümü ile, Yanyatır ocağı dinsel
törenleri, törenlerin ilk biçimine en yakını izlenimini uyandırıyor. Söz konusu
özellikleri nedeniyle, yanyatır ocağı törenlerini bütünü içinde inceleyeceğiz.
Yerel ayrımları koyacağız. Tüme varım yöntemi ile törenlerini
en eski biçimini çıkarmaya çalışacağız.
Yanyatır ocağı töreleri, daha önce kimi
araştırmacılarca derlenip yayınlandı. 1989 yazında Çanakkale'den Aydın'a uzanan sı kimi değişiklikler var. Kimileyin yakın köyler arasında bile ayrımlar gözleniyor. Erkanların adları ve cemde işleniş sıralarında köyden köye ayrılıklar bulunur. Derlenen verilergezimizde biz de ayrıntılı biçimde derledik. Bölgeler ara ışığında Tahtacı törelerini şöyle özetleyebiliriz:
Rıza
Yetişen, on iki erkanı Kurbanlar pişinceye değin süren "yarı dinsel
törenler" biçiminde tanımlıyor.
1. Mesel
"Mesel"
adı ile anılan bu hizmet, sözlü sorgu biçiminde geçer. Dede ile gözcü
arasındaki bir sorgulamadır. Başlangıç, açılış, gibi bir işlevi vardır. Bu
girişle, toplumda barışıklık sağlanmış olur, bir selamlama yapılmış sayılır.
Dede:-Mesele (al bu senindir
anlamında) diye sesleniyor.
Gözcü: -Nedir o ?
Dede: -Pire var!
Gözcü: -Pire var!
Dede: -Benim sana verdiğim ne
idi?
Gözcü: -Pire var!
Dede: -Cemaat niyazlaşın! Sırra
var!
Er-bacı tüm toplum niyazlaşır.
2. Seki
İki bacı başlarına "çıngıllı
börk" denen, sivri tepeli, uzunca külahlar giymişlerdir. Bu börkler
yalnızca bu erkan için hazırlanmıştır. Börkün çevresinde boncuk dizileri,
zincircikler, çil para, penez dizileri ya da gümüş parçacıklar takılıdır.
Sarsıldıkça çıngıltılar çıkarır. "Çıngıllı" deyimi buradan gelir.
Kimileyin ceketler ters giyilir.
Sırta kambur konur. Ele baston alınır. Kişi yaşlı kılığına girer. Yüze
postekiden sakal takar. Yüzünü, ya da kara sürüp Arap görünümüne bürünür.
Bu kadınlar ortaya gelirler:
-Kırı, kırı, hani benim kırım?-
derler. Kırı eşek çağırma sözcüğüdür. Böylece bacılar çevreye bakıp iki erkek
-eşek- seçerler. Bacılar bunlara binerler. O anda gösteri olarak kimi eşeği
döver, kimi satlığa çıkarır. Eşekler gösteri yaparlar. Kimi toplumun üzerine
doğru koşar. Kimi tekme atar. Kimi anırır, kimi huysuzlanıp üzerindeki kadını
sırtından atar. Bir erkek binek taşı olur. Kadın yeniden eşeğe binmek üzere
davranır. Kadın tam bineceği anda, erkek ters dönüp kadını binek taşı üstüne
düşer. Bu gülüşmelere neden olur. Böylece türlü gösterilerle eğlenceli anlar
yaşanır. Burada yapılan şakalar, gülmeceler hoşgörü ile karşılanır. Kimse
alınmaz. İlkeye göre, cem evine gelen herkes küfrü iman bilecek, nefsini
öldürmüş olacaktır.
3. Tebdil
Bu oyunda Kerbela olayının bir
kesiti canlandırılmış olur. Kerbela'da kadınlar çırıl çıplak deveye
bindirilmişler, İmam Zeynel Abidin'in kurtulmak için kadın giysisi giymiştir.
Tahtacılar bu olayı şöyle oynarlar:
Bir kadınla erkek giysilerini
değiştirirler. Kadın erkek giysini, er bacı giysini giyer. Dört beş tane kadın
toplanır. Giysi değiştiren erkek, genç birisidir. Sakalı, bıyığı olmayan
seçilmiştir. O, İmam Zeynel Abidin'i canlandırır. Olay deyişlerle anlatılır.
4. Tekne
Oyuna iki erkek iki bacı katılır.
Musahipler gelir. Erlerden biri tekne gibi yatar. İki bacı yan yana oturur. Bu
musahibi yıkarlar. Bacılar çamaşır yur gibi yaparlar. Giysiler getirirler. Şu
dörtlüğü okurlar:
Oğana bak
doğulmak
Çaya
vardım çaykandım
Pınara
vardım yıykandım
On iki
imam teknesine
Don
yumaya yeltendim- derler.
Orada yatan adamın göksüne üç kez
vururlar.
Tekne erkanında Hz.Hüseyin'in
yası sembolize edilir. Bir erkek derviş gibi yatar. Derviş gibi. Başına iki
kadın geliyor. Onu deyişlerle Hz.Hüseyin'in kanlı giysileriymiş gibi yıkarlar.
Üç deyiş söylüyorlar. Deyiş'in dizeleri şöyle:
İmam
Hüseyin'in kanına güvercin kanat batırdı
Acı
haberi Medine'ye götürdü
Fatma
Ana ağıtlarını yetirdi
Ah
Hüseyin'im vah Hüseyin'im
5. Natır
İki erkek bir bacı gelir.
Birisi mürşide doğru oturur. Kollarını
arkada tutar. Erenler hu der. Bacı seyreder. Bir er bağdaş kurup oturur. Öbürü
ayakta durur. Bacı deyiş okur.
İnanca göre, hamamda kişiyi natır
yıkar, talibin ruhunu, içini ise mürşit
yıkar. Bu erkanı yapan insanlar kendine özgü bir şeyler okurlar. Sazcı bunu
sazla dile getirir.
Mürşit toplumu eğitmek için
konuşur.
Arkadaki erkek koltuklarından
tutar. "Erenler hu" der. Arkadan tutan adam söyler
Er: Dede hu
Dede: Natır oğlum natır.
Er: Al beni üçlere götür. Bir
adım attırır.
Dede: Natır oğlum natır
Er: Eyvallah baba
-Al beni Kırklara götür.
Bir adım daha götürür.
Üçler beşler, yediler, on ikiler
bitti mi kalkıp dara dururlar.
Sonunda ikisi birlikte kalkıp
dara dururlar. Bir adım ileri götürür.
Üçler’e, Kırklar’a, Yediler’e
yetiriyorum" der. Üç kez ileri götürür. Geri getirir. Dede bir dua çeker.
6. Buhur
Hz.Peygamberle Veysel Karanî'nin
düş evreninde buluşmasını canlandırma oyunu olarak yorumlanır. (Sanırız, buhur
sözü buğra sözünün bozulmuş biçimidir.)
Bir bacı dişi devenin rolünü
üstlenir. Buğra arar gibi cem evine girer. Bir erkek ise buğra rolündedir.
Böylece damızlık alınma oyunu oynanacaktır.
Edremit'in Tahtakuşlar köyünden
Hasan Akburak'a göre, Aşık Veysel'in köyünde bir ağaç vardır. İnanca göre
burada Veysel Karanî'nin devesi yatar. Bu, kuru bir ağaçtır. Kuru bir çınarın
bir yanı uçurumda bir yanı dışarıdadır. Gövdesine bir sürü at nalı, demir çivi
çakılıdır. Veysel Karanî'nin devesinin soyunu sürdürmesi böyle bir anıya
dayanır. Oyunun akışı şöyle olur:
İki kişi dışarı gider. İçeride
bir bacı ile bir er ayakta bekler. Dışardan gelenin gözlerini bağlarlar. Buna
"Lök" derler, deve yapılmış olur. Deve "Buuu!" diye ünler.
O zaman bir kişi o deveyi çeker. Buradaki de ona ağıt söylüyorlar. Bir bacı
mürşidin yanına oturur, deyiş okur. Dışardan gelenler:
-Hu buhur erkanı geliyor. Çekil Nebi
dayı yolumdan- diye izin isterler.
Deveyi çeken kişi:
-Çekil Nebi dayı yolumdan, ben 12
imamlara gideyim diye bir deyiş okuyor. Buradaki kadınla erkek ona söylüyor.
Ordan gelenin birisi duruyor, birisi başlıyor. O deyişler okuna okuna gelir,
hepsi birlikte tekrar kapanırlar gelirler Burada niyaza dururlar. Mürşit bir
gülbang çeker.
Bu erkanın gerçekte eski
dinlerdeki bolluk, türeme törenlerinin kalıntısı olduğu sezilir.
7. Tokmak
Bu erkanda, on ikinci imam
Mehdi'nin mağaraya girip saklanması, Talibin onu araması canlandırılır.
İki er bir bacı ortaya çıkar.
Kafalarını yere koyarlar. Erin biri böyle dört elli, dedenin önünde durur.
Bacı, dört elli duran erkeğin karnının altına kafasını sokar. Orada saklanmış
olur. Öbür er başını uzatır. Bu başını kaçırır.
Bu oyun üç kez yinelenir. Üç kez gizlenilmiş olur. Üç kez kafalar
birbirine vurulur.
8. Dolu
“Dolu”, “tolu” sözcüğü kökende
eski Türklerde, dinsel törende kesilen kutsal kurban için kullanılır.
Anadolu’da bu sözcük, dinsel törende içilen içiki anlamında kullanılır. Anadolu’da
içkinin içilmesine izin verilen hemen her dinsel törende bu içkinin sunumu bir
tören gerektirir. Tahtacılar arasında ise şöyle sunulur:
Bir er yada bacı ortaya çıkar:
-Erenler hu, Ali dolusu, içen
Ali, içmeyen deli, der. Böylece dua edilmiş olur.
İki bacı bu görevi üstlenir.
Kulpsuz fincanla dolu ve bir avuç çerez dağıtırlar.Toplumdaki tüm erenlere
hizmet dolusu sunulur.
9.
Pehlivan (Güreş)
Bir kadın ortaya çıkar. Kimi
yörelerde kadın "var mı bana yan
bakan, kendine güvenen çıksın karşıma" der. Kimi bölgelerde ise, sert
bakışlarla erkekleri süzer. Bu bakışları ile onları er meydanına çağırır. Ortada
dolaşır. Gözüne kestirdiği bir erkeği kolundan tutup ortaya çeker. Er ile bacı
"Ya Muhammet Ya Ali" diyerek güreşe tutuşurlar. Kadın erkeği yere
vurur. Böylece hizmet bitmiş olur.
Bu hizmetin Hz.Ali ya da Hamza
Pehlivan'ın yiğitliğini, gücünü canlandırmak için gerçekleştirildiğine
inanılır. Kadın güreşçi Fatmana’nın sembolü sayılır.
Aynı tören Kazak Türkleri
arasında başka bir yorumla yaşar. Orada da bir kadınla bir erkek güreşir. Bu
güreşle Hz. Ali’nin kafirlere karşı savaşı temsil edilmiş olur.
10. Çoban
Çoban rolünü üstlenmiş bir el,
elinde asa, sırtında keçe içeri girer. Çoban sürüsünü yitirmiştir. Sürüsünü
arar, sağa sola bakar, tarlada bir çiftçi görür. Ona, sürüsünü yitirdiğini,
sürüyü görüp görmediğini sorar. Çiftçi ona ilgisiz bir yanıt verir:
-Benim tarla, taa şuradan şuraya
kadardır, az ama bana yeter, der.
Çoban anlamış gibi işaret edilen
yöne gidip sürüyü bulur. Çok sevinir ve çiftçiye boynuzu kırık bir kuzu verir.
Çiftçi:
-Vallahi ben kırmadım bunun boynuzunu
-diye diretir.
Çoban iyiliğin altında kalmama
düşüncesiyle, kuzuyu vermek için zorlar. İş uzar, kadıya giderler. Durumu
anlatırlar. Kadı sen üzülme git, ben ona durumu anlatır, gönlünü hoşnut eder,
kuzuyu veririm" der. Çobanı başından savar. Kuzu kendisine kalır. Erkan
tüm toplumu güldürür.
Kimi bölgelerde bu erkan daha
ciddi yorumlanır. Sözgelimi Edremit'in Tahtakuşlar köyünde şöyle gerçekleşir:
Dışardan bacılı erkekli en az
yedi kişilik bir katar vardır. Çobanın elindeki asa, Musa Peygamberin asasıdır.
Çoban kapıdan içeri girer. Ağıt ederek dedenin huzuruna getirir. Ağıt yapar.
Ardındaki bacı da bu ağıta katılır. Böylece Hz. İsmail'i kurban edilişi
canlandırılmış olur:
Kollarını
bağınan bağladı
Anası
uğrun uğrun ağadı
Ya
İbrahim buna nasıl dayandı
Kaldır
İsmail'im kesmem seni
Bıçak
dedi haşadan haşa
Beni niye
çektin taşa
Taşı
kestim baştan başa
Kesmem
İsmail`imi gel dedi
Kurbanlar
gönderdi ol celil
Önünde
Cebrail hem delil
Ben
senden cömertim ey Ali
Kaldır
İsmail`imi dedi
Koç gelir.
Ağlayan
uşaklar gülüştüler
Gözyaşlarını
siliştiler
İsmail'e
inen koçun etini
Peygamberler
bölüştüler
11.
Değirmenci
Bir er değirmenci olur. Başka bir
er buğday getirir. Buğdayı getiren bir türkü söyler. Bu buğdayı değirmencinin
ivedi öğütmesi için yalvarır. Değirmenci ise bu işi yapıp unu kaçırmıştır.
12. Lâle
Bu erkan da bir söylenceye
dayanır. Söylenceye göre, Selmanı Farisi Hz.Ali'ye, çocukluğunda bir lale
getirmiştir. Aradan yıllar geçer. Selman deniz kıyısında yüzerken, bir aslan
gelip giysilerinin üstüne oturur. Selman denizden çıkamaz. Aslana gitmesini
buyurur. Aslan:
-Gel de kaldır, der. Selman:
-Yahu sen kimsin? diye sorar. Aslan
-Ben Ali'yim diye karşılık verir.
Selman:
-Nereden bileyim senin Ali
olduğunu? der. Aslan:
-Hani sen bir hurmanın dibinde
bir lale vermiştin. Al o lâleyi, diye laleyi uzatır.
O zaman, Selman aslanın Ali
olduğunu anlar. Bu olayın anısına dayanarak Ali`nin Selman'a laleyi verişini
canlandırılır.
Altı bacı altı erkek ortaya
çıkar. Bunlar hiç oturmazlar. Kadınlı erkekli karşılıklı bir deyiş okurlar:
Laleyi böyle dikerler
Laleyi böyle biçerler
Lâleyi sahibine böyle
verirler.
Deyiş bittiği zaman er laleyi
çıkarır Selman-ı Farisi rolündeki kişiye verir. Bu lale gerçekte kırmızı renkli
laleye benzetilmiş bir çaputtur. Selman rolunü genellikle rehber oynar. Birçok yörede son erkan olarak yerine
getirilir. Kimi yörelerde ise kırklar semahı "lâle" erkanında
canlandırılır.,
Köyden köye değişik adlar altında
erkanlar uygulandığı olur. Genellikle bu erkanlardaki canlandırmalar yukarıda
verilen erkanların benzeridir. Arada küçük ayrımlar bulunur. Rıza Yetişen şu
erkanları sayıyor:
Zeybek
Erkanı: Bir erle bir bacı efe rolünü üstlenirler. Efe biçiminde
karşılıkla söyleşirler.
Avcı
erkanı: Tahtacılar arasında av yasak. Avcılığı kötüleyen bir gösteri
sunumu avcı erkanı. Bir kişi avcı rolünü, bir kadın av rolünü üstlenir. Tinsel
olarak Kaygusuz Abdal ile Abdal Musa Sultan’a dayandırılan söylence
canlandırılmış olur. Avcı ile av arasında konuşmalar geçer. Bu arada acıklı
deyişler okunur:
Süre süre
sürdüler geyiğin sürüsün
Sürüden
ayırdılar geyiğin birisin
Abdal
Musa’ya verdiler onun derisin
Yatlı
kuzulu avcılar geliyor
Avcılar
dört yarım bağladı
Vurdu
okunu böğrüm dağladı
Ufacık
yavrular yanıp ağladı
Kaçma
geyik kaçma avcı geliyor.
Toplum
düzeni
Rıza Yetişen sonuncu erkanın Lale
erkanı olduğunu söyler. On bir erkan tamamlandıktan sonra, lale erkanı ile
dinsel törenin canlandırma bölümü kapanır. Bütün canlandırmalar süresince en
küçük ciddiyetsizliğe, senlibenliliğe izin verilmez. Ciddiyetsizlik yapana
çeşitli cezalar verilir. Kimileyin törenden atılır, kimileyin topluma bir
sunumda bulunması istenir.
ON
İKİ HİZMET
On iki hizmeti yerine getiren on
iki görevli vardır. Hizmet sahipleri öbür Alevi cemlerinde olduğu
gibidir.
1.
Mürebbi
Törenlere yeni katılanlar birer
acemi öğrenciyi andırırlar. Bunlara yol erkanı öğretmek gerekir. Bu bakımdan
mürebbiye önemli görev düşer. Mürebbi bir eğiticidir. Bir olgunluk köprüsünü
andırır. Ham tabibi eğitip, olgunluğa ulaştıracaktır. Bu bakımdan mürebbi
seçimle belirlenir. Toplum beğendiği kişi topluca mürebbi olarak olurlar. Bu
seçimden sonra başka bir gün, mürebbi bir cebrail (horoz) getirip keser
Mürebbi dedenin bulunmadığı yerde
onun görevini üstlenir. İyi kötü talipleri belirler. dede gelince sonucu
bildirir. Cem erenlerinin en olgunu, en seçkinidir. Toplumun seçtiği bir
kişidir. Dört kapısı tamamdır.
Mürebbi, cem töreninin
başlangıcında toplum önünde eşi ile birlikte dara durur. Dede hayırlı verir.
Toplum "Hizmetiniz hayırlı olsun!" diye onun geçen hizmetini anar.
2. Gözcü
Dedenin buyruklarını topluma
bildiren ve cem sırasında iç güvenliği sağlayan kişidir. Toplum tören sırasında
onun uyarılarını önemsemek zorundadır. Yüksek sesle konuşmaya, birbirini kırıcı
davranışlara engel olur. Mürebbi de olduğu gibi, seçimle belirlenir. Kimileyin birden
çok kişi bu göreve getirilir. Cem evinin değişik köşelerinde görev yaparlar.
3.
Delilci
Cem töreninde ışığın yakılması
görevini yerine getirir. Geleneksel kültürde, törenin başlaması kutsal ışığın
yanışı ile başlar. Bir deyiş eşliğinde bu ışığı yakar. Olgun, bilgili kişi
olmasına özen gösterilir. Dedenin solunda oturur. Aşinalı olması gerekir.
4.
Kurbancı
Kurbanları kesmekle yükümlü
görevlidir. Kurbanları kesip, yüzer, pişirir. Kurbanın sofraya gelinceye dek
tüm işlemleri yerine getirir. Birden çok kişi görevlendirilebilir. Tahtacılar
arasında tercüman kurbanı denen kutsal kurbanı,
dört kapısı -musahip, aşina, peşine, çegildeşi- tam olmayanlar ve Sünniler
yiyemez. Bu hizmetle ilgili şu gülbeng okunur:
İmam
Cafer’de kaynadım coştum
İmam
Bakır’dan bir dolu içtim,
İzinim
var ben bu yola düştüm
Bundan
özge yola katmasın Ali
5. Sazcı
Cemde deyişlere renk katacak
bağlamayı çalan kişidir. Birden çok kişi bu hizmeti üstlenebilir.
6. Şemsi
Dolu dağıtan sakidir. Dededen
hizmet alırken şu duayı okur:
Kadeh
seni bade seni,
Vermeyelim
yade seni
Münkirin
ne haddi var
Zerre
kadar Yade seni
Bununla ilintili olarak dede
Hatayi’nin şu deyişini okur:
Gel ey
saki-i vahdet sun piyale
Sekahüm
rabbühüm şaraben tahuren
Hayat
ersin elinde ehl-i hale
Sekahüm
rabbühüm şaraben tahuren
Dudağın
şerbetinden kane kane
İçip
aşıkların valsına VASLINA MI kane
Yürekler
nice bir fırkatle yane
Sekahüm
rabbühüm şaraben tahuren
Meyinden
ehl-i dilber mest-i medhuş
İçen aşık
eder, derya gibi nuş
Ezelden
eyledik biz o badeyi cuş
Sekahüm
rabbühüm şaraben tahuren
İçenler
bir kadeh cam-ı Ali’den
Dem
urdular ezel kalü beliden
Bize
erkandır iş bu mey veliden
Sekahüm
rabbühüm şaraben tahuren
Götürsünler
dillerin cümle hecabın
Ayan
etsin gönüller mahıtabın
Getür
meydana şol Kevser şerabın
Sekahüm
rabbühüm şaraben tahuren
Ol saki
kulun aşkınla mecnun
Sebil
eyler yolunda eşk-i pürhun
Yine devr
eylesin ol cam-ı gülgün
Sekahüm
rabbühüm şaraben tahuren
Hatayi’ye mal edilen bu deyişin
yineleme dizeleri Kur’an’ın İnsan suresinin -76. sure- 21. ayetinin bir bölümü.
Ayetin bütünü şöyle: “Üstlerinde ince ipekten ve kalın atlastan yemyeşil
giysiler vardır, gümüş bileziklerle süslenmişlerdir. Rableri onlara tertemiz
bir şarap sunmuştur.
Tahtacılarda “Dolu” olarak yalnız
rakı içilir. Alevi cemlerinde de genellikle rakı egemendir. Şarap ceme
yabancıdır. Bektaşi cemlerinin içkisidir şarap.
7.
Pervane
Selman da denir. Cem törenin
başlamasında çağrı görevini yerine getirir. tören sırasında her türlü haber
ulaştırma, konukları çağırma onun görevidir.
8.
Sofracı
Sofra işlerinden ve kurban
dağılımından sorumludur. Sofrayı kurup lokmayı yerleştirdikten sonra, dede
karşısında dara durup şu gülbengi okur:
Evvel
Allah diyelim
Kadim
billah diyelim
Açıldı
Ali sofrası
Şah
versin biz yiyelim.
Budan sonra dede destur verir,
lokmalar yenmeye başlanır.
9. Oduncu
Kurbanı pişirmek için gereken
odunu sağlamakla yükümlüdür.
10.
Kuyucu
Kurbanın kan, kemik ve artıkları
gelişigüzel dışarı atılmaz. Bunlar bir kuyu eşilip gömülür ve bu hizmeti kuyucu
yapar. Bu hizmetle ilgili şu gülbeng okunur:
İncitmeyelim
koyunun kemiğini
Sürmeden
çekelim sütlüce sümüğünü
Kuyuya
dökelim ekmeğin kırığını
Verin
şaha “yesin” dediler.
11. Sucu
İçme suyu sağlama ve dağıtma
görevini üstlenmiştir.
12.
Süpürgeci
Ortalığın temizliği ile
ilgilenir. Sembolik bir süpürge ile hizmet aralarında ortalığı üç kez
"Allah, Muhammed, Ya Ali" diyerek süpürür
MEYDAN
GÖRME
Yılda bir yapılan dinsel
törendir. Yolkardeşi olan her talip, yılda bir kez tüm yıl yaptıklarının
hesabını kitle önünde verecektir. Eli, dili, beli kimseyi incitmiş midir,
kendisinden ağrıyıp incinen var mıdır? Bu bir tür toplumsal sorgulamadır.
Belirlenen günde herkes cem
evinde toplanır. Bu törene bekarlar ve ikrarsızlar giremez. Belli bir törenle
delil yakılır. Eren-bacı cem evine gelmeye başlar. Sırası ile eşiği öpüp içeri
girerler. Dedenin olduğu posta dek -bu post Hz. Ali'nin makamı sayılır-
sürünerek gelirler. Herkes yerini alır. Bir bacı Şahımerdan döşeğini getirip
ortaya yayar. Döşeğe dua alıp gider. Sonra mürebbi bacı ile dışarı çıkar. Yeniden
eşiği öpüp içeri girer. Delili niyaz eder. Delilin önünde dört kişilik iki aile
-bunlar kardeş olmuşlardır- duaya dururlar. Dede "aşk ola" deyip dua
eder.
Toplumda bunlardan razı
olmayanlar varsa düşkün kaldırma töreni yapılır.
Düşkün kaldırma, Alevilikte
suçluyu topluma kazandırma törenidir. Her suçun ayrı cezası, yaptırımı vardır.
Her dede cezanın altından kalkamaz. Kimi suçlar vardır ki, tümden bağışlanmaz.
Kişi toplum dışına itilir. Toplum önünde yapılacak yargılamada, toplumun da
razılığı gerekir. Salt dedenin istemi ile sorun çözülmez. Çözülmesi durumunda,
dede toplum önünde saygınlığını yitirir, verilen karar benimsenmez.
Er-bacı ergin olmayan çocuğunun
yaptıklarından da sorumludur. Musahip de aynı çocuklardan aynı ölçüde
sorumludur. Bu bakımdan düşkün kaldırmada, olayla hiç ilgisi olmayan kişiler de
suçlu gibi ceza çekerler. Ayrıca her dede, her suçluyu topluma kazandıramaz.
Özellikle büyük suçları büyük dedeler kaldırabilir. O da uzunca süre toplum
dışı edildikten sonra yeniden topluma kazandırılabilir.
Erenler aşkına içeriz demi
O dolu bize Yezdan’dan kaldı
Ehl-i beyt denilen mukaddes
gemi
Peygamber Habib-i zişandan
kaldı
Hatice Fatıma pirler anası
Cenab-ı Ali'der erenler
hası
Canlara sunulan zehirin tası
Nesli pak imam-ı
Hasan'dan kaldı
Kerbela çölünde çekmişiz acı
Kesildi masumlar soyuldu bacı
Çilenin hırkası şehitlik tacı
Kerbela’da ölen kurbandan
kaldı
Zeynel Abidin'dir devam-ı
haydar
Fakirin neslidir İmam-ı Cafer
Doğruluk madeni en güzel
gevher
İmam Musa Kazım Rıza'dan kaldı
İmam Taki Naki gönlümün piri
Dergahı yönetir Hasan askeri
Sabırla beklemek yıllardan
beri
Mehdi-i Sahib-i zamandan kaldı
Akburak Hasan'ım düvazım tamam
Dilimde hecedir on iki imam
Ele, bele, dile daim ihtimam
Hacı Bektaş Veli hünkardan
kaldı.
Öz
kurbanı vermiş iki musahipli canı, aşina etmek şöyledir:
(Cem
birlendiği akşam) önce cebrail[3]
tekbirlenir, sonra döşek atılır. Mürebbi, o aşina olacak dört canı yedeğine
alır. Beşi birlikte meydana gelirler. Sonra öz kurbanı veren canlar mürebbisiz
meydana geçerler. Döşek kalkıp ferraş-ı selman gelir. İkisi birlikte
hizmetlerini alırlar. Sonra aşina, dolusu olan bir kıyıya dolu mezesiyle gelir.
Aşina olacak canlara birer dolu verilir. (Bu dolu) içilip sırrolunca öz kurbanı
dolusu gelir. Bütün erkânlar tamam olduktan sonra önce cebrail gelir.
(Ardından) aşina olacak canlar bacılarıyla birlikte (gelip) mürşit yada
rehberin sofrasına otururlar.
Cebrail’den
aşina olacak canlara birer lokma verilir. (Sonra) sofra kalkar. (Adından) öz
kurbanı gelir. Öz kurbanı veren canlar bacılarıyla mürşit sofrasına otururlar.
Bunların dördüne de birer lokma verilir. Hizmetleri tamamlanıp yatan oturan
(duasın)dan sonra yeni aşina olan bacılar on iki kapıyı gezip hak görürler.
Aşina
olmayan sofunun aşina, hizmet, lokma, dolu ve mezesinde hakkı olunmadığı
bilinmelidir. (Bunlara) karışamazlar[4].
PEŞiNE[5]
İki
aşinalı sofuyu peşine etmek şöyledir:
Tercüman
sırasında (pir) peşine olacak dört canı karşısına çağırır. Onlar (önce) eşiğe
niyaz ederler. Sonra (o dört can pirin) karşısına gelince (pir) aşina dolusundan
bir fincan dolu verir. (Canların) dördü de niyazlaşıp dara durunca dar gülbengi
çekilir:
Bism-i şah. Allah, Allah
Erenler, yüzüm yerde, özüm darda
Erenler meydanında, Muhammet-Ali divanında
Pir huzurunda
Canım kurban, tenim tercüman
Bu fakirden, ağrınmış, incinmiş, darılmış
gücenmiş kardeş var mı?
Dile gelsin, bile gelsin, hakkını istesin
Allah, eyvallah, gerçeğin demine hu!
Mürebbinin
bacısı o gece, bacıların ikisini de yanına alır. (Bu bacılar) on iki kapı açıp hak
kapısı görürler.
Talibi
erkândan geçirme, daha doğrusu meydandan geçirme şöyledir:
Önce
delil uyanır. Sonra döşek atılır. Delilci musahibi ile meydana gelir. Bunun
ardından önce musahipliler ve aşinası olanlar meydana geçerler. Musahipli
kalmayınca musahipsizler kendi bacılarıyla meydana geçerler. Musahiplilere ikişer,
musahipsizlere birer şaplak vurulur. Musahipliye musahipli, musahipsize
musahipsiz şefaatçı çıkacaktır. Meydana tümü gelince döşek kalkar. Selman-ı
ferraş gelir. İkisinin gülbengi bir verilir. Niyazlaşırlar. Sonra dolu
gelir.
Saz sema
olur. Sonra kurban yenip (bitince) delil kalkar. Çömçeci gelir. Ardından yatan
oturan (duası) verilir. Cemaat dağılır.
OĞLAN iKRARI ALMA
Tahtacı Aleviler arasında önemli
törenlerden biri “ikrar” töreni. İkrar, Tahtacılar arasında Aleviliğe katılımın
başlangıcı. Bu tören yapılmadan –kişi alevi toplum içinde doğup büyümesine
karşın- Alevi sayılmaz.
Yeni
yetmeliği atlatan her erkek ve her evli kadın ikrar verir. Hazır bulunan
topluluk da bu sözü kabul eder. İkrarı bozma ağır cezaları gerektirir. Bu tören
Buyruk[7]’ta iki
başlık altında verilir. Oğlan ikrarı alma şöyle betimlenir:
Önce
cebrail[8] kaç tane
ise ayrı ayrı tekbirlenir. Cebrailin sağ kanadı sağ gözü üstün tutulur. Sonra
delil uyanır, döşek atılır. İkrar alacak oğlan kaç tane ise tümünün
boğazına birer yağlık takılır. Hangi oğlan büyükçe ise mürebbi onun yağlığını
eline alır. Öbürleri de birbirlerinin boğazında olan yağlıklardan yederler.
Önlerinde mürebbi eşiğe niyaz eder. Çocuklar da niyaz ederek giderler.
Sonra
mürebbi:
"Hû
erenler şahı, katar uzatıyorum" diye üç kez söyler. (Katardakiler topluca
gidip) delile niyaz ederler. Mürebbi elinde olan oğlanın sağ eliyle, "El
ele, el hakka" diyerek elinde olan oğlanın sağ elini mürşide ya da rehbere
teslim eder. (Mürşit ya da rehberin) elini öpüp dar olur. Mürşit ya da rehber
oğlunun boğazındaki yağlıktan tutar:
"Koğu
koğlama, gaybet eyleme, dinleme,
elinle koymadığını elleme. Gözünle gördüğünü eteğinle ört. Kendinden büyüğün
sözünden çıkma. Teberra[9] anma. Bu
sözüme hak dedin mi?" deyince o çocuk (mürşit ya da rehberin) elini
öper. Bu nasihatı üç kez tekrar ettikten sonra (çocuğun) boğazındaki yağlığı o
çocuğun beline kement edip bağlar. (Yağlığı) bağlarken şu gülbengi söyler:
"Lâ
ilâhe illallah, Ali'yyün veliyyullah, ârif-i billah, mürşid-i kâmilüllah. Lâ
feta illa Aliy la seyfe illa Zülfikâr. İkrarın binası kaim
ola." deyip kuşağa üç düğüm düğer. Sonra sırasıyla tümü mürebbinin elini
öpüp sol yanında dara dururlar. Dar gülbengi okunur, erkâna yatarlar. iki
şaplak mürebbiye, birer şaplak çocuklara vurulur. Erkândan kalkıp dâr olduklarında
erkân gülbengi çekilir.
Bundan
sonra mürebbi yerine oturur. Çocuklar sırasıyla içeride oturan canların ellerini
öpüp dua aldıktan sonra temenna gülbengi çekilir. Sonra döşek kalkar.
Ferraş–ı selman gelir. İkisine bir Gülbeng çekilir.
Dolu
gelir. (Doludan) önce delile (damlatılır) sonra mürşit içer. Çocukların kendi
dolularından çocuklara birer dolu verilir.
Selman-ı
ferraştan sofra gelir. Sonra cebrailler gelir. Önce hangi cebrail
tekbirlenmişse sofraya ilkin o cebrail gelecektir. Mürşit ya da rehber kendisi
bir lokma alır. (Ardından) birer lokma da çocuklara kendi cebraillerinden:
"ikrarınız
kaim olsun" diyerek verilir. Çocuklar lokma verilinceye değin
kementlerini çıkarmazlar. (Lokmalar yendikten sonra) sofra kalkar.
Selmanlardan
sonra çömçeci gelir, delil kalkar. Yatan oturan (duası) verilir. Cemaat
dağılır.
KIZ iKRARI ALMA[10]
Kız
ikrarı alma şöyledir:
Cebrail
tekbirlenir. Delil uyanır. Döşek atılır. İkrarı alınacak kız ile eri
döşek üzerinde dara dururlar. Tarikat nikâhı gülbengi verilir.
Bundan
sonra, mürebbinin bacısı o kızı yedeğine alır:
"Hû
erenler şahı, katar uzatıyorum, üçünüze" der (ve ardından) "el ele,
el hakka" diyerek (kızı) mürşide teslim eder. (Mürşidin) elini öpüp dar
olur. Mürşit (ikrar alacak) o kıza öğüt verip kemendini bağlar. (Kız)
mürebbinin bacısının elini öpüp solunda dar olur. Dar gülbengi çekilir. (Kız)
erkâna yatmayacaktır.
Bundan
sonra o kız el öper. Temenna gülbengi verilir. Sonra o kız dışarı çıkıp eri ile
birlikte erkândan geçer. Dolusundan ve cebrailinden kıza da bir lokma verilir.
Kızların
ikrarı ayrı ayrı alınır. Oğlan olursa tümüne birden ikrar alınır.
EV ONDALAMA[11]
Bir
talibin evini ondalama şöyle yapılır:
Önce
delil uyanır. Sonra o talibin kazanı ve katranı dışında ne kadar malı varsa
değeri ölçülür. Kaç kuruş tutarsa, içinden, dokuz doksanı, dokuz sıfata lanet
olsun" denerek çıkarılır.
Sonra ne
kalırsa üçe bölünür. (Bu üç bölümden)
"Bir
bölümü şahın, bir bölümü mürşidin, bir bölümü cem erenlerinin" denir.
Bundan sonra:
"Mürşit
geçti, cem erenleri de geçti" denir.
Şaha
kalan bölüm yeniden üçe bölünür. Yukarıda anlatıldığı gibi:
"Mürşit
geçti, cem erenleri de geçti" denir.
Şaha
kalan (bölüm) üçer üçer bölünüp üç kalıncaya değin yine üçe ayrılır. Yine:
"Mürşit
geçti, cem erenleri de geçti, şah da gani" denir.
Bundan
sonra da erkândan geçilir. (Talibin) ikrarı alınmış oğlan çocuğu varsa, o da
anasının aşağı yanında dara durur. Birlikte erkândan geçerler. Musahibi olmayan
talibin evini ondalamak erkân değildir.
OCAK KAZDIRMA[12]
Ocak
kazdıran talip bir kan akıtır. Dolusu içilip lokması yenince, mürşit ya da
rehber eline bir çapa alıp ocağın önünde dar olur. O talip de bacısıyla (onun)
sol yanında dar olur. Ondan sonra mürşit ya da rehber çapa ile ocağı üç kez
tılsım eder, çapayı o talibin eline teslim eder. Talip de elini öper. Mürşit ya
da rehber yerine oturunca o talip bacısıyla cemaatın da elini öpüp dara durur.
Bir Gülbeng çekilir ve cemaat dağıtılır. Yüz on para üstad hakkı alınır.
Ayı
Selamlama
Tahtacı töreleri Türk toplumu
için de özgün özellikler içerir. Ayı selamlama inancı vardır. Ay yeni
çıktığında aya dua edilir. Kurban bayramına yakın yeni ay gözüktüğünde silah
atılır.
Ocağa
Düşme
Ocağa düşme töresi tüm canlılığı
ile aralarında yaşar. Kapıya gelen "medet", ocağa gelen
"mürvet" demiş sayılır. Kapıdan ve hele ocaktan bir kişiyi geri
döndürmek büyük ayıp sayılır.
Ağaç
Tabusu
Yaş ağaç kesilmez. Ağaç kesiminde
yaş önemlidir. Bir tekerlemede bu yaş olgusu şöyle anlatılır: Altıda yaş, yedide tıraş, sekizde sal, dokuzda
don, onda kon, on birinde pişir.
[1]Rıza Yetişen, Tahtacı
Aşiretleri (adet, gelenek ve görenekler), İzmir 1986, s. 101.
[2] Buyruk s.49
(İzmir Yazması) "Öz Kurbanı Vermiş İki Musahipli Canı Aşina Etmek
Beyanındadır" başlıklı bölüm.
Aşinalık,
tarikatta iki kişinin can kardeşi olması anlamındadır. A.Yılmaz Tahtacılar
arasında yapılan bu töreni şöyle anlatır:
"İkinci
kapıya girmek isteyenler birinci musahipleriyle güzelce anlaşırlar. İki taraf
da muaffakat edince öz verirler. Öz vermek bir kurban kesmek demektir.
Bu
öz kurbanı her iki tarafın kardeşlikten ayrılmaması demektir. (Bu kurban ayini
de geçen törenlerde olduğu gibidir.)
Dede,
ikinci musahipliğin zamanını tayin eder. Belirtilen akşam toplanılır. Bu ayinde
de birinci musahiplik ayininde yapılan tören yapılır. Bunun birincisinden
ayırımı yalnız kurban kesilmemesidir. Cem evinde dede eline bir elma alır.
Bunu dört eşit parçaya ayırır. Bunlardan birini büyük, yani kıdemli erkek
musahibe verir. Kalan öbür iki parçadan her birini musahiplerin bacılarına
verir.
Bu
dörtlerin erkekleri elmayı alınca şöyle söyleşirler:
"Benim
karım sana, seninki de bana yedirsin" derler.
Elmaları
birbirine yedirirler, birer de dolu bölüşmek suretiyle kardeşlik tutulmuş
olur. Her kapı değiştirmede her iki can bir kilo dolu alır. Aynı köyden
olanların bacıları salı ve cuma geceleri birbirlerini ziyaret ederler ve konuk
kalırlar. Musahipler başka başka yerlerde iseler birbirlerini icabettikçe
ziyaret ederler ve konuk kalırlar.
Aşina
Nefesi
Senin muhabbetin
cesette canda
Gel kardeş
seninle aşina olalım
Cevap vermezsen
ulu divanda
Gel kardeş
seninle aşina olalım
Yaradan saklasın
bet amel huydan
Biz de okuyalım
elif ile badan
Gel izin alalım
mürşitten, pirden
Biz de okuyalım
elif ile badan
Aşina dedikleri
zahirü batın
Aşina sevmeye
vardır niyetin
Gel Hakkı
seversen musahip tutun
Aşina sevmeye
vardır niyetin
Musahip dedikleri
bir sinir taşı
Ziyade tatlıdır
aşinanın aşı
Gönülden seversen
Hacı Bektaşı
Ziyade tatlıdır
aşinanın aşı
Sır dedikleri
ezelden bir yol
Eğersen boynunu
olursun kul
Olurmuş zakirler
elinde bülbül
Eğersen boynunu
olursun kul
Uçulmaz yalnız
olmayınca eşin
Er-hak meydanında
uğradım başın
Mürebbi musahip
cümle kardaşın
Er-hak meydanında
uğradım başın
Musahiple bir
bahçeden giresin
Muhabbet
bahçesinin gülün deresin
Erenlerin sırrına
sen de eresin
Muhabbet
bahçesinin gülün deresin
Şah Hatayim
birliğe yeteyim dersin
Erenlerin sırrına
bakayım dersin
Gümüşü gevhere
katayım dersin
Erenlerin
sırrına bakayım dersin.
[3] Cebrail: Horoz.
[4] Buyruk s. 49.
(İzmir yazması)
[5] Buyruk s.50.
(İzmir yazması) "İki Aşinalı Sofuyu Peşine Etmenin Tarif-i
Beyanındadır" başlıklı bölüm. A.Yılmaz Tahtacılarda Gelenekler adlı
kitabında Peşine olmayı üçüncü kapıya girmiş olma olarak tanımlar. Yılmaz'a
göre birinci kapı Musahipliktir (s.60). İkinci kapı aşinalıktır. Üçüncü kapı
peşinelik, dördüncü kapı çeğildeşliktir. Yılmaz Üçüncü kapıya girişi şöyle
anlatır:
Üçüncü
kapı: Peşine
Peşine
olmak isteyenler kimseler aşinasıyle ayrılırken bir cebrail, yani horoz
keserler.
Mürşidin
huzuruna varılır, cebrail lokmasından kanılır. Peşine olacağı ile bacılar bir
elmadan kanarlar. Dördüne bir hayırlı verilmek suretiyle üçüncü kapıya girmiş
olurlar. (A.Yılmaz, Tahtacılarda Gelenekler, Ankara 1948, s.76).
Yılmaz
dördüncü kapıya girişi ise şöyle anlatır:
Dördüncü
Kapı: Çeğildaş-Çeğindaş
Çeğildeş
olacak kimseler dışarda birbirleriyle anlaşırlar. Antlaşırlar. Tercüman ayini
yapıldığı ve kurban kesildiği bir zamanda çeğildeş olacaklarını yani dördüncü
kapıya gireceklerini mürşide söylemek için dara dururlar. İsteklerini söylerler.
Mürşit hayırlı verir. Mürşit kurbanın yeme zamanı gelince sağ gözünü alır, bu
dört kardeşe verir ki bundan sonra çeğildeş olmuş olurlar. Ayin zamanında erkekler
yeşil sarınır, kadınlar ise allı yeşilli bağlanırlar. Bu surette dört kapı
tamamlanmış olur. (A.Yılmaz: a.g.e. s.76-77).
Rıza
Yetişen, tören biçimini aşina törenine benzetir. Törenin akışını şöyle betimler:
Dede,
bunlara aşina olanların dolusundan verir. Bir elmayı dörde bölerek her
parçasını birine verir. Elmayı yiyen peşineler niyazlaşıp yerlerine
otururlar. Tören öbürlerinde olduğu gibi sürer.
Dede
aşinalı ise, peşine ve çeğildeş yapabilir. Fakat elma yiyemez. Burada bir
Hatayi deyişi okunur. Deyişin elmayı anlatan bir deyiş olması gerekir:
Deyiş
Cennetten
Ali’ye bir elma geldi
Ali’ye
tercüman inen elmalar
Ali
kokladı yüzüne sürdü
Ali’ye
tercüman inen elmalar
Elmanın
kokusu misk ile amber
Toplanmış
başına cümle peygamber
Teni
Fatma Ana, kabuğu kamber
Ali’ye
tercüman inen elmalar
Elmanın
rengini ala boyarlar
Melekler
hep donun giyerler
Kadrin
bilmeyenler kabuğun soyarlar
Ali’ye
tercüman inen elmalar
Elma
senin dalların aşılarlar
Meyveni
yerler, ağacın taşlarlar
Sultan
olan günahın bağışlarlar
Ali’ye
tercüman inen elmalar
Şah Hatayi’m
vahdetimdir vahdet
Çığırından
çıkmış ol düldül at,
Bir adı
Seyfullah, bir adı at
Ali’ye
tercüman inen elmalar
Peşine
olmak için ayrıca bir tören yapılmaz. Başka törenler içinde olur (Rıza Yetişen,
Tahtacı Aşiretleri s. 114)
[6]Buyruk s.51
(İzmir Yazması) "Talibi Erkandan Geçirmek Yani Meydana Geçirmenin Tarif-i
Beyanındadır" başlıklı bölüm.
A.Yılmaz,
Tahtacılarda Meydandan Geçme törenini şöyle anlatır:
Meydandan Geçmek
Meydandan
geçme ayini her yılda bir perşembe günü olur. Baba mürebbi veya gözcüye:
"Bu
perşembe günü talipler, arzu ederler meydana geçecektir. İlan edilsin, isteyen
meydana gelsin" der. İlan edilir.
Perşembe
günü akşamı cemaat toplanır, delil uyanmadan önce Gülbeng çekilir.
Vakti
müsait olan kurban keser, kesilen kurbanı evinde pişirir. Dolusuyla birlikte
babanın evine getirirler. Boğazı iplenecek olan delikanlılar kesin olarak
birer cebrail (horoz) keserler. Bunları da evlerinde pişirirler, cebrail
parçalanmadan bütün olarak, dolusu yanında pilavla babanın önüne getirilir.
Cemaat babanın evinde tekmil olunca, baba ve talipler diz çökerler.
"Delil
Uyanacak" denir.
Delilci
kimse kalkar delili iki eliyle tutar, dara durur, Gülbeng çeker, herkes
seccadeye varır. Delilci rükûda kalır.
Delil
uyandı, meydana gelme Gülbengi
"Allah,
Allah, Allah! Delil kadim ola. Muratlar hâsıl ola. Tuttuğumuz ileri gide.
Şahmerdan eksiklerimizi, noksanlarımızı tamama yaza, on iki imam, ondört
masum pak, onyedi kemerbestin hizmeti üstümüze hazır nazır ola. Delillerimiz
Şahımerdan delili ola. Gerçeğin demine hû!"
Gülbeng
biter, delil sağ köşeye konur. Delilin sağında baba, solunda mürebbi, ondan
sonra gözcü ve cemaat oturur. Babanın sağ yanındaki köşe biraz boştur. Şayet
yer müsait olmaz ve cemaat fazla olursa babanın sağına bir eşik konur ki oradan
ileri geçilmez. Sıra ile meydan döşeğine musahipler çağırılır. Musahibin
büyüğü sağ başta, solunda küçük musahip, küçük musahibin solunda büyük
musahibin bacısı ve büyük musahibin solunda küçük musahibin bacısı bulunur.
Büyük
musahip önde olmak üzere hep birden gelerek babanın sağ dizine niyaz ederler,
bu niyaz esnasında musahipler kolları altına gelmek üzere yatarlar.
Büyük
musahibin üzerine küçük musahibin kolu uzanır. Küçük musahibin üzerine büyük
musahibin bacısının kolu ve öbür bacının kolu da aynı biçimde uzatılır. Fakat
burada dikkat edilecek bir nokta vardır: Her musahibin hiç olmazsa şahadet
parmağının ucu büyük musahibe değmesi şarttır. Bu dört gönülün bir olması
içindir. Bütün cemaat bu surette ayini tamamlar. Erkana yatıldığı zaman baba
bunlara:
"Lâilâhe
illallah, Ali Veliyullah lâfetail seyfilla zulfikâr, hal gaziler halidir. Yol
erenlerin kadim yoludur. Gafil olman hey erenler değen üstad elidir. Ustad
nefesi, tarikat-ı iman, destur şah diyelim. Gerçeklerin demine hû!"
Musahiplere
iki şaplak vurulur. Bacılardan gebe olanlara şaplak vurulmaz. Bacağı alçak
olanlara, yani evli olup da musahibi olmayanlara, birer şaplak vurulur.
Bunların bacılarından "baba hakkı" olarak birer top kumaş alınır.
(Yılmaz, a.g.e., s.56-58)
[7] Buyruk s.52-53
(İzmir yazması) "Oğlan İkrarı Almanın Tarif-i Beyanındadır" başlıklı
bölüm.
A.Yılmaz
bu olayı şöyle açıklar:
Bir
Alevi çocuğu musikinin tesiriyle yedi sekiz yaşında Alevilikten anlamaya ve
bütün merasimi taklit etmeye başlar. Çünkü o zamana kadar elbette sünnet
olmuştur.
Oniki
yaşına giren çocuğun ikrarını aldırmak ve yolu öğretmeye başlamak gereklidir.
Çünkü çocuk ancak bu yaşta kendini bilmeye başlar. Bu sebepten dolayı ana ve
babası kendi gittiği yolu evladına da öğretmek yükümündedir.
İkrarı
alınacak çocuğun babası bir kurban keser. Bu kurbanda çocuğun boğazına bir
beyaz çember ve beline bir kement bağlattırır. Dede hayırlısıyle ikrarını
aldırır. Bu suretle ilk Aleviliğe ayak masmış olur. Onsekiz yaşına kadar her
nereye gider ve her nerede bulunursa bulunsun kavga ve niza gibi bir iş
işlediği takdirde babasına haber vermek yükümündedir. Babası çocuğu dedeye
gönderir. Dede çocuğu dinler ve bir hayırlı verir. Henüz çocukluk ikrarları
almayanların yeminleri muteber sayılmaz ve yalan yere yemin ederse de yemini
çarpmaz. (A. Yılmaz, a.g.e., s.38-40)
A.Yılmaz
daha sonra "Boğaz İpleme ve İkrar Alma" diye bir töreni ise şöyle
anlatır:
"Gelelim
şimdi boğazı iplenecek ve ikrarı alınacaklara: Musahiplerin meydan döşeği
ortadan kalktıktan sonra yeni ikrarları alınacaklar tekrar tekrar TEKER
TEKER Mİ babanın önüne getirilir. Babanın önüne gelince niyaz edip diz çöker
durur
Baba
bu ikrarları alınacaklara sorar:
"Girdiğin
hak kapısı, durduğun dâr Mansur dârı. Kov kovlamayacağına, yalan
söylemeyeceğine, elinle koymadığını almayacağına, hınzırı anmayacağına- bu
sözüme hak dedin mi?" Oğlan:
"Hak
dedim" deyince Baba:
"Öp
elimi" diye sağ elini uzatır. Baba sol eliyle hiç tutulmamış bir iç
örtüsünü ikrar verecek kimsenin beline kement çeker. Elini öptürdükten sonra:
"Allah,
Allah, Allah. Nasrun minallah. Fathün karip ikrarın binası kaim olsun"
hayırlısını verir. Sonra her kelimede "Allah" deyip üç düğüm
düğümler. İkrar veren dolusunu meydana getirir. Şemsiye teslim eder. Şemsi
dâra durur. Dolunun hayırlısını yani duasını babadan alır. İkrarı alınan kimse
şemsinin solunda ve cebraili elinde durur.
"Allah,
Allah, Allah, dolumuz dolu ola, muratlarımız hasıl ola. Tuttuğumuz ileri gide.
Şahmerdan yardımcımız ola. Taşıp dökülmeye, artıp eksilmeye, dolumuz ab-ı
kevser dolusu ola."
Şems
diz çöküp oturur. Babaya doluyu uzatır. Bu dolu fincanından üç kişi
kanacaktır. Bir de ayrıca ikrarı alınana verilecektir.
Baba,
cebrailin sağ bacağından koparıp sahibi olan ve ikrarı alınan kimsenin
doğrudan doğruya ağzına uzatır. Babaya niyaz eder ve kalkıp gider. Dışarı
çıkar, bunu müteakip meydan kurbanları gelir, ayrı ayrı hayırlısı verilir.
Hayırlı şudur:
Kurbanınız
kabul ola, muradınız hasıl ola. Tuttuğunuz ileri gide. Kurbanınız Hak kurbanı
ola. Arafatta oniki imam katarına, bereketine yetire."
Bacağı
açık, ter bıyıklı ve delikanlılardan ikrarı alınanların cebraillerine
verilecek hayırlı ayrı ayrı şudur:
"Lokmalarınız
kabul ola, muradınız hasıl ola. Tuttuğunuz ileri gide. Şahımerdan yardımcınız
ola. Arafatta Cebrail Alihisselam katarına, bereketine yetire, gerçeğe
hû!"
Bu
hayırlıdan sonra bütün cemeatın dağılması gereklidir. Yalnız musahipler yani
eşikten içeri olanların hiç birisi babadan izinsiz dışarı çıkamaz.
"Allah,
Allah, Allah, La ilahi illallah. Ali veliyullah, lâ feta illa Ali lu
seyf illa Zülfikâr. Yatan okuran, özünü hakka yetiren, kovusuz-kaybetsiz
yerine yatan, sofiyi Hak yarlıgasın. Gerçeğe hû!"
Yol
meydanı bundan ibarettir. Bu hayırlıdan sonra cemeat kamilen dağılır.
İkrarları
alınanların ikrara işleri tamamlandıktan ve meydan döşeği kalktıktan sonra
delil söndürülür. Dolu ve kurban gelir. (Yılmaz: a.g.e., s.58-60)
Oğlan ergenlik çağına geldiğinde, ikrarının
alınması gerekir. Bu tören, iki aşamalıdır. Önce oğlan evinde ya da rehberin
evinde yapılır. Cem dışı bir törendir. Oğlan ikrarı alınırken, bir horoz
getirilir. Tüm köylü konuk olarak çağrılır. Pilav yapılır. Kurban kesilir.
İkinci tören cemde yapılır. Oğlanın bu
törene hazırlığı akşamdan başlar. Akşam tümüyle yıkanmıştır. Ceme gelirken üzende
özel bir giysi vardır. Tümüyle annesinin elinden çıkmış, özel giysi bir gömlek
ve bir şalvardan oluşur. Bu giysi, "ölmeden önce ölmek" anlamındadır.
Yaşarken kefen giymek demektir. Her yönüyle olgunluk göstergesi sayılır.
"İnsanlığa kendimi adadım, insana hiçbir kötü düşüncem yok" andını
içmek demektir.
Oğlanın
boynuna bir tığbent düğümlenir. Başına bir poşu bağlanmıştır. Rehber oğlana
kimi öğütleri de içeren bir bildirimde bulunur:
-El ele, el
hakka, arşa çıkıncaya dek! Evleneceksin, askere gideceksin, Askerde vatanına
milletine, bayrağına sahip olacaksın. Vatan görevi insanlara kutsal bir
görevdir. Ananın babanın sözünden çıkma, içki içme.
Dünyada tüm
kötülerin başı dört neden vardır: Şöhret kin, kibir. Eline diline, beline;
evine işine sahip olacaksın. Evinle komşunla iyi geçineceksin. Anana babana asi
olmayacaksın. Büyüklerinin önünü kesip geçmeyeceksin.
[8] Dinsel törende
kesilecek “horoz” için “cebrail” sözcüğü kullanılır. Horoz kurbanı, Mani-
Mazdek
gibi Anadolu inançlarında yaygındır. Tahtacılar arasında “kaz” kutsaldır. Ön
Asya
inançlarının
bu kümes hayvanının –daha çok bulunması nedeniyle- Kazın yerini alması
düşünülebilir.
[9] teberra: Ali ve Ehlibeyt düşmanlarından uzak
durma.
[10] Buyruk s. 54.
(İzmir yazması) "Kız İkrarı Alma Tarif-i Beyanındadır" başlıklı
bölüm.
Tahtacılarda
kız evlendiği akşam, dede önünde ikrar andı içer. Bu olaya "kız ikrarı
alma" denir. Kimi ayrımlarla uygulanan tören genel çizgileri ile
şöyledir:
Gerdek
akşamı, bey ile kız mürşit önüne çıkar. Dede ile rehber gözetiminde, gelin, bey
evinin önce eşiğini öper. Ardından gelin beyin boynuna bir ip bağlar. Rehber:
-El
ele, el hakka! Arşa çıkıncaya dek, dede sana teslim ediyorum, diye beyin
boğazındaki ipin ucunu dedeye uzatır.
Dede
bunlara üç dolu sunar. Öğütler verir. Aleviliğin ilkelerini vurgular. Yeni
evliler "elinize, dilinize, belinize sahip olacaksınız. Büyüklerin
sözünden çıkmayacaksınız” diye öğüt verir. Ardından iyilik duaları eder.
Birlikteliklerinin sürekli olmasını diler.
Bundan
sonra bu aile kendilerine yol kardeşi seçebilecektir
[11] Buyruk s. 55 (İzmir yazması) "Bir Talibin Evini
ondalamanın Tarif-i Beyanındadır" başlıklı bölüm. Rıza Yetişen Tahtacılar
arasında
Oğul
babadan ayrılıp giderken cebine bir harçlık koyar. Babanın gönlünden ne koparsa
cüzdanına koyar. Kese bereketi olarak. Bunu saklamasını söyler. Eski dönemde bu
para harcanmaz.
[12] Buyruk s. 40.
"Ocak Kazdıran Talibin Tarif-i Beyanındadır" başlıklı bölüm. Rıza
Yetişen Tahtacı Aşiretleri adlı kitabında “Ocak Kazma” bölümünde bu töreni
evlenen gence yeni ev kurma biçiminde açıklar. Yeni ev kuracak gencin ev açması
şöyle bir törenle kutlanır: Yeni eve koru komşu toplanır. Bu tören için en az
üç kişi gereklidir. Geçimi yaşamı elveren ocak kazdıran en bir koyun kurban
keser. Yok durumu elvermiyorsa bir horoz keser. Dede, yeni açılan ocağın başına
geçer. Talip sol yanında dara durur. Dede, elinde tuttuğu kazma ile ocağın sağına
“Ya Allah”, soluna “Ya Muhammet”, ortasına “Ya Ali” diye yavaşça
kazıyormuş gibi vurur. Sonra ocağa konmuş olan odunları tutuşturur. Ardından çapayı
talibe verir. Talip rehberin elini öper. Dede şu hayırlıyı okur:
“Allah
Allah Allah… La ilahe illallah, Muhammet resuluulah, Aliyyül veliyyullah,
mürşid-i kamilullah. La feta illa Ali la seyfe illa Zülfikar, evi ocağı
şen, nasibi ayrı, kısmeti gür, ocağı kadim oal. Tuttuğu ileri gide. Şah-ı
merdan yardımcısı ola. Gerçekler demine hu!”
Diz çöktüğü ocağın önünden kalkıp yerine
oturur. Hemen kurbanlık kesilip bu ocakta pişirilir. Bu arada dolu üçlenir.
Eğlenceye başlanır. Kurban pişince sofralar açılıp yenir. Dede hayırlı duası
verip yerine oturur. Yeni ocak sahibi eşi ile birlikte herkesin elini öper.
Dede dua eder. Dedeye 110 para ustaz hakkı verilir. (Rıza Yetişen, Tahtacı
Aşiretleri, İzmir 1986 s. 40)
Edremit
Tahtacıları Arasında bir baba çocuğu
evlendirmek, düğününü yapmak ve evini yaptırıp, ayırmak zorundadır. Ayırırken
bütün köylüye "oğlan ayıracağını bildirir. Herkes tüm köylü gelir. Mürşit
gelir oraya bir kazma ile onu özel bir dua ile duayı okur. Gider bacanın içine
üç kez vurur. Bir kurban kesilir. Baba meydan görür mürşitte, çocuk da meydan
görür babanın arkasında. Artık bu ayrılıktır. Ayrı bir ocak kurulacaktır.
Yuvadan uçurmuştur. Yeni evde yapılıyor. Yeni eve uğur aktarıyor. Baba ocağın
içinde bir ateş yakıyor. Baba oğulla "taş ol başar" diyor. (Hasan
Akburak’dan derlendi.)
Veli
Asan Tahtacılar arasında, bu törenin 70-80 yıl önce kalktığını bildirir. Asan’a
göre “ev ondalama” Eski Türkler arasındaki “ülüş geleneğinin ardılıdır. Bu
geleneğe göre, mürebbi, dinsel törenler başlamadan önce gelip talibin malını
ondalarlar. Buna göre dedeye akça biçilir. Gelenek bu biçimi ile yalnız
Yanyatır ocağında 70-80 yıl öncesine dek yaşamış, sonra yitip gitmiştir. Yine
Tahtacı Alevi ocağı olan Hacı Emir’lilerde ise bu gelenek bulunmaz.
Aleviler
arasında ülüş geleneğinin izlerinin bulunduğuna şu yakınlarda biz de bir
yazımızda değindik.
Türk
geçmişinde örneği çok eskilere inen, toplumsal yağma geleneği vardır. Sözkonusu
yağma geleneği en güzel biçimde Dede Korkut’ta anlatılır:
“Kazan üç yılda bir İç-Oğuz, Dış-Oğuz
beylerini toplardı. Üçok, Bozok yığınak olsa Kazan evini yağmalatırdı. Kazan
Beyin adeti bu idi ki, kaçan evini yağmalatsa, helalinin elini alır, evinden
dışarı çıkardı. Bundan sonra evinde nesi var, nesi yok yağma ederlerdi.
Yine Kazan evini yağmalatır oldu, ama
Dış-Oğuz Beyleri gelmediler, birlikte bulunmadılar, yalnızca İç-Oğuz beyleri
yağmaladı.
Dış-Oğuz
beylerinden Aruz, Emen ve geri kalan beyler bunu işittiler:
Bak, bak!
Şimdiye değin Kazan’ın evi yağmalandığında hep birlikte olurduk, şimdi suçumuz
nedir ki yağmada birlikte bulunmadık, dediler.
Ağız birliği
edip bütün Dış-Oğuz beyleri Kazan Bey’i selamlamağa gelmediler, kin bağladılar.[12]
Batı dillerinde „ülüş“ adı verilir bu geleneğe. İlkel
toplumlarda yapılan toplumsal sözleşme şöleni olarak tanımlanır.
Dede Korkut’ta yağma kurumu tüm ayrıntıları ile bu öyküde
anlatılır. İktisatçı Sencer Divitçioğlu, Oğuz yağmasını “bir ödülleme”olarak
değerlendirir. Yağmanın ilkelerini şöyle belirler:
1.
Yağma,
beylerce yapılır.
2.
Belli
zaman aralığı ile yinelenir (belki üç yılda).
3.
Yağmalattıran,
yağmadan sonra, mal-mülkünden geriye hiçbir şey kalmayacağını bilir (helalını
alıp dışarı çıkar).
4.
Yağmada
herşey yok edilir (giysi ve mal).
5.
Bu
bakımdan yağma savaşla aynı sonucu doğurur, tahripkardır.
6.
Beyler
için yağmaya çağrılmama, en büyük hakaret sayılır (Kazan’ın Dayısı Aruz).
7.
Yağmaya
çağrılmayınca düşmanlık başlar.
8.
Düşmanlık
sonucu açılan savaş, yine yağma ile biter.[12]
Eski
Uygur Türkçesinde “yagmak” eylemi yananlamda “kurban sunmak anlamına geliyor.
Bilindiği
gibi Oguz’un 24 boyundan birinin adı da “Yagma”. Bu anlam bizi kimi başka
düşünceye götürüyor.
Oğuz
Türkçesinde “yağma” ülüş anlamına geldiği gibi “çapul” anlamına da geldiği
anlaşılır. İlkinde yağma el-gün arasında yapılır. Savaş amaçlı değildir. Amaç,
evde bereketin olduğunu ortaya koymak, bu bolluğu yağmacılarla üleşmektir.
Göçebe devlet yaşamında bir tür eli açıklık, cömertlik, han sofrasının herkese
açık olması gibi gözükür. Uygur Türkçesindeki “kurban etme” anlamı ile
örtüşür.
Ne ki olay, savaş niteliğine de dönüşebilir.
Çapul ise bunun tam karşıtıdır. Savaşın sonucu ortaya
çıkan bir durumdur.
Yerleşik
toplumda bu, gelenek bir yanıyle “ağalık” geleneğine dönüşür. Ağanın sofrası
herkese açık olmalıdır. Ağalık vermekle, eşkıyalık kırmakladır. Ağanın elinin
açık olması gerekir. Anadolu ağalık düzeninde ülüş geleneğinin izleri sezilir.
Olayın bu
boyutu, görkemli gözükür. Ama yağma geleneği, hemen ardından savaşçı talan
geleneğini getirir. Göçebe toplum yapısı, taşınır malvarlığı gücüne dayanır. Bu
ise, canlı maldır. Davar ya da mal sürürsü. Kuşaktan kuşağa geçecek kalıcı
servet değil, savaşçı gücüne dayanan yağmaya dayanır. Bu olgu Türk toplumunda
toplumsal sınıfın çok esnek olmasında başlıca etkenlerden. Malvarlığı, bedensel
güç ve savaş yeteneği ile değiştiriyor. Bu yüzden toplumsal sınıf kalıcı değil.
Ziya Gökalp kirvelik geleneğini de ülüş’ın bir türü
olarak niteler. Cemil Cahit Güzelbey bir yazısında[12]
ülüş geleneğinin izlerinin yakın zamana dek Gaziantep çevresinde sürdüğüne
değinir. Yazar, Gaziantep köylerinde 1950 yılına değin aşiret törelerinin bir
çoğu korunduğundan yola çıkar. Buna göre, Salur Kazan’ın ülüş törenine benzeyen
şölenlerin basit bir devamı çehiz törenlerinde yaşanır. Belirlenen günde erkek
tarafı çehiz yüklecekleri katır ve beygirlerle -daha sonra kamyonlarla- kız
evine yollar. Çehiz taşıyıcılar kapıda karşılanıp içeri alınırlar. Mevsimine
göre çay, kahve, çeşitli şerbetler, dondurma sunulur. Biraz dinlenildikten
sonra, çehiz getirilen hayvanlara yüklenmeye başlanır. Bu sırada kimi çehiz
taşıyıcılar, çeyiz içinde elle taşınır ne bulurlarsa aşırırlar. Ancak bu iş
ülüşta olduğu gibi açıktan değil, biraz gizlice yapılır. Ev sahibi bir malın
aşırıldığını görse bile isteyip geri almaya kalkmaz. Bu töre bilindiği için,
ortada elle taşınır parça bırakılmamasına özen gösterir yalnızca. Ama çehiz
taşıyıcılar bir yolunu bulup mutlak birşerler yürütürler.
Ülüş geleneğinin izleri Alevilikte de yaşar. Kış
aylarında dedeler köylere görüm yapmaya çıkarlar. Toplumun beğenisine göre kimi
dedeler büyük köylerde cem birlerler. Cemin sonunda halk gönlünden ne koparsa
hakullah verir, dedenin hizmetini ödemek ister. Buraya dek yaşanan emeğin
karşılanmasıdır. Ama iş bununla bitmez. Bir dizi küçük dedeler, asıl hizmet
yapan dedenin cemine tünemeye başlar. Töreye göre kazanç ortaktır. Asıl dedenin
kazancını, hiç iş yapmamış bu dedelerle paylaşması gerekir. Post dedesi denen
büyük dedenin eli sıkılık göstermesi, öbür dedelerle kazancını paylaşmaması
büyük ayıp sayılır. Dedenin eli açıklık olması toplum gözünde yücelmesidir. Bu
nedenle, büyük dedeler ne kazandılarsa, büyük bölümünü dağıtırlar. Öyle ki, bir
kış boyu cem yürüten, bir dizi sıkıntıya katlanan dedenin evine eli boş döndüğü
olur.
Yakın zamana dek kimi Alevi köylerinde ev büyüğünün
ölümünün ardından, ev sahibinin mal-davarını paylaşıldığı söylenir. Bu olay
yeterince belgelenmiş, saptanmış değildir. Gerçekliği saptanırsa, ülüş
geleneğinin özgün öreneği sayılır. Bu geleneğin Sivas yöresinde yaşayan Koçgiri
Alevileri arasında yaşadığını işittik. Olay şöyle gelişir: Alişan Bey ölür,
ardından ağlaşmalar, yas tutmalar sürer. Birkaç gün sonra gelin Sırma Hatun
ahıra gittiğinde bir-iki mandanın kaybolduğunu görür. Gelip ev halkına durumu
söyler. Kaynana gülümser: Eyvah ülüş yapmışlar der. Bu geleneği bilmeyen gelin
Sırma hatun „ne demek ülüş“ diye sorar. Kaynana büyük ölümlerin ardından böyle
yağmaların yapıldığını söyler. „Bu töredir“
der. Koçgiri aşretinden olmayan Sırma Hanım şaşar „yere batsın böyle
töre, böyle töre mi olur“ diye kargış verir. 60’lı yıllara dek süren bu gelenek
de ülüş geleneğinin yakın zamana dek, -tüm Aleviler arasında olmasa bile-
sınırlı bölgelerde yaşadığını gösterir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder