Bulgar Türkleri
Yaklaşık aynı dönemde İdil
Irmağının kuzey kıyılarındaki Türk boylarından eski Bulgarlar Şamanlığa inanırlar.
Söylenceye dayanan İslamı benimseyiş öyküleri vadrdır.
922 yılında Bulgar öncüsü
Almuş, düşünde gerçeğe erer, böylece İslamı seçer. Almuş, halifeye bir mektup
yazar. Kendisine İslamı öğretecek, mescit ve kale yapacak elemanlar ister.
Yollanan Abbasi elçileri 922 yılının soğuk bir Mart gününde, Hazar
kıyılarındaki Türk Oğuz kapısına varırlar. Elçiler arasında, ünlü gezgin İbni
Fadlan'la birlikte, Abbasiler hizmetindeki iki Türk genci de vardır. Elçiler
soğuğa karşı kalın giysiler giymişlerdir. Çift hörgüçlü Türk develeri
üzerinde yolculuklarını sürdürürler. Oğuz, Peçenek, Başkurt bölgelerinden
geçerek 70 günde Bulgar eline ulaşırlar.
Bulgarlar o dönemde göçebe
yaşamaktadır. İbni Fadlan, İdil kıyılarına ve Oğuzlar arasına İslamlığın sıçradığını
yazar. Elçiler Almuş'un otağında toplanırlar. Bulgar boy beyleri, halifenin
İslama çağırısını ayakta dinlerler. Yeri titreten bir tekbir ile İslama girerler[1].
Türkistan'da olduğu gibi
İdil kıyılarındaki göçebeler arasında İslamlık benimsenmesi ile yerleşik yaşama
geçiş hızlanır. El sanatları gelişir. Bulgarlar, deri, maden ve mücevher
işlemede uzmanlaşırlar. Çizme yapımı ile ünlenirler.
İdil Bulgarları, İslam'ın
Kuzey'deki en uç noktası olur. Bulgarlar arasında yetişen bilginler, İslamlığı
Başkurt'lar gibi batı Türk boyları arasında yayarlar.
10. yüzyıl başlarında
Türklerin büyük çoğunluğu henüz İslamı seçmemiştir.
Sihir
Bir bölümü Hırıstiyanlığı seçen Bulgarlarda sihirbazlar
üzerine bir bilgi vardır.
Eski Bulgarların geleneklerini
tümüyle koruyan Simeon’un oğlu Bayan sihirbazlığı öylesine ileri götürür ki,
insan iken anında kurt, ya da başka bir hayvan kılığına girebilir.
Kimi insanların kurt donuna
girebilme inancı ile, eski ve orta zamanlarda Germenler, Slavlar, Litovlar,
Estonlar ve bugün bile Balkanlarda karşılaşılır.
Kurban Töreni
Çiftçilik ve
hayvancılıkla geçinen halklarda ilk ya da önkurbanları en büyük ilaha sunuma
ianacı ile karşılaşılır.
Bulgarlarda
yeni ürün ve eşyanın ilklerini kurban vermek geleneği vardır.
Bu
tür kurbanlarla insan kendisine iyi bir ürün, bol bir av bağışlayan tanrıya
teşekkür eder. Bu yüzden ilk ürünler, hayvanlar vb. hep ona sunulur. ilk
ürünler güç ve bereket ruhunu temsil ettikleri için yenilmeleri doğru olmaz.
Ertesi yıl, da bereketli olabilmek için kurban verimleri gerektiği düşüncesi
önemli bir etkendir.
Taş
Eski Bulgarların bir taşı
vardır. Güçsüz kimse bu taştan bir parça kopardığında, güç kazandığına
inanılır.
Kimi taşların iyileştirici
gücüne inanma başka Türk halklarında da vardır. Sözgelimi Sibirya Türkleri
özel bir kara taşta gizem görürler. Bir Arap yazar "onlarda belli hastalıklara
karşı başarı ile kullandıkları bir taş vardır" diye bildirir. Bulgarlarda
kutsal sayılan bir yerde duvarla çevrili bir taş vardır. Bu kaya kutsal
sayıldığı için duvarla çevrilir. Böylece taş tapıncı Türk halklarında yaygın
bir inançtır. Sözgelimi Yakutların özel taşları vardır. bunlara saygı gösterir,
dua eder, kurban keserler.
Kılıç
Silahlarda güç bulunduğu
inancı da oldukça yaygın inançlardandır. Eski Bulgarlar kılıçta doğaüstü bir
güç olduğuna inanırlar. Bir kimse bir işe başlarken yemin etmesi gerektiğinde
kılıcını ortaya kor, onun üzerinde and içer. Doğaüstü güce sahip böyle bir
varlık, sözünü yerine getirmeyen canlıyı cezalandırır. Bulgarlar büyük
olasılıkla kılıcı tanrının bir göstergesi sanırylar. Kılıcı kutsal sayma başka
pek çok ulusta da görülen bir inançtır.
Kan Tabusu
Her insanın varlığı ve
yaşamdaki başarısı için olası olduğunca doğaüstü güce sahip olmanın önemi
büyüktür. Bu da kutsal güç taşıyan varlıkları yutmakla olur. Canlı varlıklar
için, bütün canlılar görünür bir yaşam bağışlar. Bu canlının kanında gizemli
güç bulunmasından kaynaklanır. Bu yüzden kimi halklarda yenecek hayvanları
-gizemli güç, yitmemesi düşüncesiyle- kan dökmeden öldürme töresi vardır.
Böyle bir töre Bulgarlarda
da vardır. Bıçakla kesilen hayvanları değil, yalnız bir el vuruşu ile
öldürülecek hayvanları veya kuşları yemeye izin verilir.
Heredot'a göre, İskitler
kurbanlık hayvanları boğma geleneği vardır.
At Kuyruğu
Bulgarlarda at kuyruğu
saygındır. At kuyruğunu askeri bayrak olarak kullanırlar. Bu Türklerin
Bunçuk'unu karşılar. At kuyruğunun kutsal sayılması atın yaşamdaki etkin
işlevine dayanır. At, salt bir binek değildir, beslenme kaynağıdır.
Hunlar tüm zamanlarını at
üstünde geçirirler, at üstünde uyurlar. Peçeneklerle Tatarlar at eti yerler, at
sütü içerler. Günümüzde Turfan, Hotan gibi yörede oturan Türkler at kuyruğunu
veli mezarlarına asma geleneği vardır.
Kafatası Kadehi
Kimi inanca göre, insan
kafatası, doğaüstü gizemli güçlerin yatağıdır. Beyin yiyen ya da kafatasından
içen kimsenin gizemli güç kazandığına inanılır.
Kafatasından içki bardağı
yapma geleneği Türk halkllarında da vardır. İÖ. 100 yılında yazılmış Şi-ki
adlı Çin kitabı Hun beyinin Yüen-çi kıralını yenip öldürdüğündü kafatasından
bardak yaptığını bildirir. Benzer bir olaydan Avarlarda da söz edilir. Yine
Peçenek prensi Kovra'nın saldırısına uğrayan Svatoslav öldürülür, kafası
kesilip içki bardağı yapılır.[2]
Bizans tarihçisi
Teofanes'e göre, Bulgar Hanı Kurum Han, Nikifor'un başını kestikten sonra kendisini
ziyarete gelen putataparlara gösterir, Bizanslıları aşağılamak için birkaç gün
bir ağaca asar. Daha sonra kafatasının derisini yüzdürüp gümüşle kaplatır,
övünçle Slav büyüklerini bundan içki içmeye zorlar[3].
Kafatasını gümüşle kaplama
İskitlerde de vardır. Büyük olasılıkla Kumanlar da kafatasından kadeh geleneği
yaşar.
Kral Öldürme
Bu inanç, kralın en büyük
gizemli gücün sahip olduğu kanısına dayanır. Öncülerin yetenekleri tanrısal
güçten kaynaklanır. Kral, doğaüstü güç sayesinde düşmanları yener. Bolluk
getirir, yağmur yağdırır.
Bu yüzden güçlerini tüketmemek
gerekir. Yoksa buyrumlarındaki millet için yıkım gelir.
Birçok halkta gizemli
gücünün bittiği anda kıralı öldürme inancı vardır. Bu öldürmenin amacı, kıralın
gizemli gücünü yeni kırala aktarılmadır. Eski Yunan, Roma, Purusya, Hint ve
Afrika'da bu gelenek saptanır.
Benzer bir olay Hazarlarda
da anlatılar. Arap yazar Al- Mesudi, Hazarlar'dan şöyle söz eder:
Bu anlatımızda asıl Hazar
kırallarını kast etmiyoruz. Domus hakanı kastediyoruz. Çünkü ülkede kıral
yanında bir de kağan vardı. Saraya kilitlenir, halkla ilişkiye girmez, soylulara
ya da halka kendini göstermez, hiç saraydan çıkmazdı. Kişiliği kutsaldı.
Ülkenin işleriyle ilgilenmezdi. Emir vermez yönetmezdi. Her şey onunla aynı
yerde kalan kral yönetirdi. Herhangi bir sorun ya da savaş olursa, ülkedeki
sınıfları temsil eden insanlar krala gider ve şöyle derdi: Onu öldür ya da
bize ver, biz öldürelim. Bazan kıral, kağanı onlara verir, onlar öldürürlerdi.
Kimi zaman da kendi öldüme görevini üstlenirdi. Kimileyin, hatta haketmiş olsa
bile acır, onu korur ve zarar vermeden serbes bırakırdı.
Bu kurum çok eski zamanlarda da
var mıydı? Yoksa yeni mi ortaya çıkmıştı bilmiyorum. Kağan, soylular arasından
seçilirdi. Sanırım bugünkü kırallık saltanatı eski zamanlardan kalmıştır.[4]
İbni Fazlan'a göre, Hazar
hanının öldürülmesi kırk yıllık saltanattan sonra olur. Başka bir Arap yazar,
doğrudan hanın belirlediği bir gün, ipek sicimle boğulur. Sonuçta Hanın
doğaüstü güçlerini yitirdiği için öldürüldüğü anlaşılır. Çin kaynaklarına göre
bu gibi gelenekler Tatarlarda da vardır.
Kurum Hanın halefi Ditsevg
kör olduğund Bulgar hanının doğaüstü gücünü yitirdiği düşüncesiyle yakınlarınca
iple boğularak öldürülür.
Din uğruna kıral öldürme,
birçok ulusta iple boğma biçiminde olur. Hazarlarda hakan, ipek sicimle
saltanatının yıldönümünde boğulur. Bir Tatar hanı tahta geçmek için başkasını
öldürmek istediği zaman kan dökmekten sakınarak boğar. Genellikle kıral
soyundan olan bir kimsenin öldürülmesinde, kan dökmeden çekinilir. Onda kıral
gizemli gücü bulunduğu sanılır. Kansız kurban geleneği vardır. Boğarak öldürme
töresi şamanlığa özgü bir inançtır.
Şavaş Atları
Eski Bulgarlarda savaş
atları tabu sayılır. Bulgarlar barış zamanı binilen atların az çok gizemli
gücünü yitirdiğine inanırlar. At kuyruğundan bayrak yapma geleneğinde görüldüğü
gibi, atlar zengin bir biçimde gizemli güçle ödüllendirilir. Gizemli gücün
yitimi demek savaşın yitimi demektir. Kafkas halklarında ölülerin atları hiçbir
biçimde kullanılmaz. Semerkandi, Çin'de Ming ocağı döneminde ölen prenseslerin
atları dağda -gömdükleri yerde- başıboş otladığını, yazar. Plano Carpini'ye
göre, Cengiz Han'ın atlarına ölünceye değin kimse binmeye cesaret edememiş.
Hindularda kurban atları başıboş dolaşır. Bunlara binmek yasaktır.
Gebelik Tabusu
Gebelik döneminde kadın,
bütün halklarca en yüksek düzeyde tabu sayılır. Bu süreç içinde kadın kutsal
yerlere giremez. Cinsel ilişkide bulunamaz.
I. Nikolay döneminde
Bulgarlar, yeni dine göre gebelik dönemi ile ilgili kimi sorular sorar. Gebe
kadının kaç gün sonra kiliseye gedebileceği, eşi ile ne zaman evlilik
ilişkisine girebileceğini öğrenmek ister.
Bu yaklaşım, Bulgarların
eski inançlarında gebelik tabusu olduğunu gösterir. Yeni dinde de bu tür
yaksakları öğrenme istemi eski kültürden kaynaklanır.
Bulgar kadının kilisede
başı açık mı, öltülümü bulunacığı da bu tür sorular içinde yer alır. Bu birçok
ulusta var olan, gür saçlı kadın başının kötü etkilere maruz kaldığı, mundar
yani tabu olduğu için kimi durumlarda örtülmesi gerektiği inancı ile ile
ilgilidir. Bizans tarihçisi Priscus'a göre, Attila'yı bir köye girişinde, ince
beyaz tüllerle örtülü kızlar törenle karşılamışlardır[5].
Zaman Tabusu
Kimi zaman kesitleri
insanoğlunun tabuları arasında yer almıştır. Doğaüstü güçlerin hazır
bulunduklarına inanılan zaman dilimleri tabu sayılmıştır.
Bulgarlar savaşa gidecekleri
zaman kimi gün ve saatlere uyarlar. Kimi günlerde hiç savaşa gitmezler. Bayram
günleri yola gitmezler ve savaşa çıkmazlar.
Hunlar, saldırıya
geçecekleri zaman, ay ve yıldızlara bakarlar. Dolunay ya da büyüyen ay, saldırı
için en uygun zamandır. Ay küçülmeye başladığında savaştan çekilirler.
Tabu olan günler, tabu
kavramının anlamına göre iyi de kötü de olabilir. Bir işe iyi zamanda başlanır
ya da bitirilirse, iyi sonuç alınır. Bu iş doğaüstü güçlerin dostça katılımları
ile gerçekleşmiştir. Kötü bir zaman diliminde başlanan işin sonu kötü olur.
Zaman kavramı ile ilgili bu anlayış ve yorumla, her ulusta, her dönemde
karşılaşılır.
Ohri Başpiskoposu
Teofilakt'ın bildirdiğine göre Bulgarlar İsa adını bilmezler. Sersemlikleri
yüzünden güneşe ve yıldızlara taparlar. Aralarında öyleleri vardır ki,
köpeklere bile kurban keserler.[6]
Bulgarlarda büyük ilah Tangrı'dır. 1925 yılında Madara köyü yakınlarında
bulunan çok bozuk bir Proto Bulgar yazıtında Tangra biçiminde geçer.
Günümüzdeki Tanrı sözü aynı köktendir. Sonraları büyük ilahın oturduğu yer
düşüncesinin ortaya çıkması ile "gök" sözü doğrudan "büyük
ilah" Allah anlamını kazanmıştır. Bir büyük ilah-gök inanışı, bütün Türk
halklarında vardır. Hou-han-şu adlı Çin katibında hıristiyanlık öncesi dönemde
Hunlular hakkında şöyle denir:
Kurban
Hung-nöschen törelerine
göre yılda üç kurban verilir. Düzenli biçimde ayın ilk beşinci, dokuzuncu günlerinde
gökteki tanrılara kurban verilmekteydi. (122) Şi-ki kitabı da aynı şeyi
anlatır: "Her yılın ilk ayında Tahı meydanındaki kurban yerinde küçük bir
toplantı yapılmakta ve beşinci ayda Liong-wall'da (Lung-long) büyük bir
toplantı yapılır. Herkes gökteki ve yeryüzündeki atalarına, ruhlara ve
tanrılara kurbanlar sunar". Menandros'a göre, Avar Hanı Bayan yemininin
en büyük tanığı olarak gökü göksel tanrının adını anar. Teofilakt Simokatta'nın
bölerttiğine göre, Türkler tüm yer ve gökyüzünün yaratıcısı olan büyük bir
ilaha taparlar. Ona at ve hayvan kurbanı keserler. Aziz Konstantin (Kiril)'in
yaşamöyküsüydü putatapar Hazarların bütün varlıkların yaratıcısı olan olan bir
Allah'a taptıkları söylenir. Başka bir habere göre, kan içen Hazarların bir
bölümü ancak bir yaratıcı-Allah tanırlar. Türkler hakkında bir kaynakta gökün
ruhuna taptıkları ve kurban kestikleri bildirilir. Eski Türk yazıtlarında gök
kişinin yazgısını yönlendirir ve belirler. Bize ulaşan Eski Bulgar
yazıtlarında Yunanca Allah sözü sık sık geçer. Fakat yazıtları düzenleyenler
Yunanlı ve Tanrı adının anıldığı kimi tümceleri Bizans yazı örnekleri
gösterirler. Bu bakımdan, Bulgar Tanrısının anıldığı yeri ve hep onun mu
gözönünde tutulduğunu kestirmek zordur. Bunlar dışında Bulgarların ilahlarının
olap olmadığı da bilinmiyor[7].
Tapınçlar
Tapınçlar, dinlerin en
belirleyici ögeleridir. Kişinin doğaüstü güçlere ve tanrılarla yönelmeleri
sırasında ortaya çıkan kurallar, ilkeler, eylemlerdir. Bu eylemler değişik
görüntüler sunarlar. Ezgi, deyiş, bağırış, yakarma, çağırış gibi ses ya da dua,
fal büyü, kurban töreni gibi ögelerdir. Kimi zaman sessiz bir dua ve tanrı
karşısında yalın bir saygı olabilir.
Tanrıları görüntüleme
tapınmada önemli bir yer tutar. Yontuları yapılır, ikonaları çizilir. Eski
Bulgarlarda tanrıların yontuları yapılır. Bu mini yontular için kurbanlar
keserler. Bizans tarihçisi Malala, Bulgarlarla sıkı ilişkide bulunan Hunların
gümüş ve elekrodan yontulara taptıklarını bildirir. Çin kaynakları da buna
benzer bilgi verir. Eski Slavlardaki idol sözünün karşılığı olan
"kapişte" sözü de Bulgarcadır.
Ön Bulgarların idollere
kurban kesip götürdükleri Papa 1. Nikolayı'ın yazısından anlaşılır. Günümüzde
Kerç adı ile anılan Bosfor dolayında yaşayan ve Ön Bulgarlarla sıkı ilişkisi
olan Hunların gümüş ve elektrodan üretilen idollere taptıklarını Bizans
tarihçisi Malala bildirir. Hunlarda değerli madenlerden yapılma idoller
hakkında Çin kaynaklarında bilgi bulunur. Şi-ki kitabına göre, ünlügenerali
Ho'ki'plng "Hiu-tö kıralını yendi ve altından bir resim ganimet aldı. O
göğe kurban kesmede kullanılırdı.
Han Kurbanı
Ön-Bulgarlarda, hanların
kimi durumlarda kendilerinin de kurban kestikleri üzerine tarihsel bilgiler
vardır. Kurum Han döneminden kalan bir Ön-Bulgar yazıtı da bu bilgiyi doğrular.
Simeon Magistr'ın 813 yılında İstanbul'u kuşatan Kurum Han'ın kurban kesmesi
öyküsünden değil, hırıstiyanlık öncesi bir Hun Hanına dair şu Çin bilgisinden
anlaşılır. "O Hiu'tco kıralını yendi ve büyük altın resim ganimet aldı. Bu
göğe sunulan kurbanda kullanılırdı." Bulgar hanı büyük olasılıkla rahip
olarak kurban kesmiştir. Rahip kırallar birçok ulusta sözgelimi eski Roma'da
vardır.
Hayvan
Ön hayvan kurbanından başka
Ön Bulgarlarda başka hayvan kurbanı da vardır. Bizans tarihçisi Simeon
Magistr'ın anlatımına göre, İstanbul kuşatması sırasında Kurum Han pekçok
evcil hayvan kurban eder. Bu evcil hayvanların ne olduğu ve kime kurban
edildiğibi bilinmez. Başka kaynaklarda at, sığır, davar kurban ettikleri de
bildirilir. İsadan önceki dönemde Hunlar at kurbanı keserler. Sibirya
Türklerinden şamanlığı inananlar at, sığır ve davar kurban ederler. Çuvaşlar da
böyledir. Ön-Bulgarların kurban hayvanları da bu türden şeyler olmalıdır[8].
İnsan Kurbanı
Eski Bulgarlarda başka
birçok ulusta olduğu gibi, insan kurbanı da vardır. Simeon Magistr'a göre,
İstanbul kuşatması sırasında insanlardan da kurban edilenler oluştur. Bu olayı
başka bir belge de doğrular: İlkel anlayışa göre, insan kurbanı kurbanların en
değerlisidir. Bu yüzden, bu kurban ulusal yıkımlarda, savaşlardan önce ya da
sonra gibi olağanüstü durumlarda yapılırdı. Eski dönemlerde insan kurbanı
yaygın bir töredir. sözegilmi, Eski
Yunanların pek seyrek bile olsa, savaşlar ve deniz yolculuklarından önce, insan
kurban ettikleri bilinir. Esku Bulgarlarla akraba olan Kumanlar hakkında
bizans tarihçisi Nikita Akominat şöyle söyler: 1205 yılında Edirne
dolaylarında Balduin'e karşı kazanılan
utkudan sonra Kaloyan Han en güzel tusakları astırarak tanrılara kurban etmiştir.
Çin kaynaklarının bildirdiğine göre, İsa'dan önceki Hunlar da kurban etmesini
bilirler[9].
Sihir
Bulgarlar, salt belirli günlerde değil, savaşa
başlamadan önce, yemin etmek oyun oynar, şarkı söyler, kimi kehanetlerde
bulunur. Yeminler büyük olasılıkla kimi dua ve efsunlardan oluşur. Düşman
güçlerini tutmak ya da kırmak amacına yöneliktir. Belki de Bulgar şamanlarınca
yapılır. Çünkü büyücülük şamanların başlıca görevlerinden oluşur. Ne ki bu
belgede savaştan önceki oyunlar ve şarkıların içeriği ve gerçekleştirenlerin
kmliği üzerine yine bişey söylemez. Savaşlardan önce askeri oyun ve dans
geleneği birçok ulusta vardır. Bu oyunlar savaşçılara gönül gücü verir.
Güçlerini artırır. Türküler de aynı amaca yöneliktir. Oyun ve türkülerle
esirime gerçekleşir. Kuşkusuz bu oyunların gizemli bir anlamı vardır. Bu
yüzden papa yasak etmiştir. Belki de şaman oyunları idi.
Ön Bulgarlarda savaştan
önce, sonucu öğrenme gizeminde bulunma töresi de vardır.Bunun nasıl yapıldığı
tam bilinmez. Belki de Hunlar için söylendiği gibi yapılır: Birçok Birçok Türk
halkları gibi, Hunlarda hayvan içleri ya da genellikle kürek kemiği denen
temizlenmiş kemiklerin çizgileri ile geleceği öğrenme geleneği vardı.
Kurum Han'ın İstanbul'u
kuşatması nedeniyle kimi Bulgar gelenekleri bize ulaşır. Sözgelimi Kurum Han
ilkin Altın kapıdaki Vlahern surları önündeki alanı dolaşır. Yanındaki
askerlere gösterir.
Yine Kurum Han mızrağını
altın kapıya çalmak dileğindedir. Bu gizemli eylem kontagioz büyüsü denen şeye
yakındır. Bir işin ilk kısmında ne yapılırsa, bütün işe de yayılır, öyle olur.
Bu nedenle Kurum Han mızrağını İstanbul'un girilecek en önemli yerlerinden bir
olan Altın Kapı'ya çakar. İnanca göre, mızrakta bulunan sihirli güçle bütün
kent büyülenmiş olacaktır. Ne ki, Bizans İmparatoru Leon, mızrağın sihirili
anlamını kavrar, Kurum Han'ın isteğini geri çevirir.
Dolaşmasını bitirdikten
sonra Kurum Han, büyük bir kurban törenine başlar. Birçok hayvandan başka
büyük olasılıkla Tanrıya kurban eder.Ardından kendini ve askeri üzerinde
büyülü bir arılık işlemi yapar. Bu amaçla denizde yüzünü, ayaklarını yıkar.
Askerlerine su serper. Su, özellikle deniz suyu, birçok halkta en iyi arınma
aracı sayılır. Volga bulgarlarının soyundan geldikleri sayılan Çuvaşlar,
kurbanlık hayvanı temizlik duasından sonra tirtir titreyinceye dek suda tutup
sonra keserler[10].
İbrani askerleri savaştan
sonra kutsal su ile arınmak zorundadır. Herero ve Beçuvanlarda yaban kanına
bulanmış olan asker kirli sayılır. Üzerine ve silahına kutsal su serpilir.
Teofrast ünlü Karakter'lerine şeytanlardan korunmak için elleri yıkamak,
kurtsal su serpmek ve ağıza bir defne yaprağı almak gibi boş inançlrı anar.
Sonra şunu ekler: "Bu töre deniz suyu ile özenle arınan insanlar arasında
da bulunabilir"[11].
Araplarda çevresine su serpen insanların şeytanlardan vb. korunduğu inancı
vardır. Sonuçta, su serpmek yalnız dinsel törenlerde bulunur. Hırıstiyan
kilisesinde kutsanmış su serpme töresi vardır[12].
Ne ki, Kurum Han'ın
tümüyle denizde yıkanıp yıkanmadığını bilinmez. Öte yandan kutsal temizlik
için, akar suda, ırmakta yunmak çok yaygındır. Bu bakımdan Kurum Han denizde
yıkanmış olmalıdır. İnsan kurbanları da yine bu arınma törenleriyle ilgili
olmalıdır. Çünkü, insan kurbanlarının çok kez arınma anlamı vardır.
Savaşlardan önce orduyu bir arındırma işleminden geçirmek töresi başka halklarda
da vardır. Sözgelimi eski Makedonlarda, Romalılarda bu töre saptanır.
Bundan sonra ordu Kurum
Han'ı selamlamış, odalıkları önlerinden geçerken başlarını eğerek onu
övmüşlerdir. Bu selam ve ululamaların gizemli bir anlamı olup olmadığı bilinmez.
Ne ki kadınların Kurum Hanı ululamaları ile bağlantılı olarak Priskos'un Attila
üzerine verdiği bir haber işimize yarayabilir.
Ant
Töreni
Eski Bulgarlarda bir kimse
yeminle bağlanmak istendiğinde ortaya konan bir kılıç üzerinde yemin ettirilir.
Büyük olasılıkla yemin eden kılıcı elinde tutar ya da ona dokunur. Bu kılıca
dokunmanın anlamı, yemin edenin kılıçta kılıçta var olan ve yemin tutmazsa
kendini cezalandıracak olan doğaüstü güçle sıkı bir sihirli bir bağlantıya
geçer. Kılıç üzerine yemin Bulgarların akrabası sayılan Avarlarda da vardır.
bizans tarihçisi Memamdros, Avar Hanı Bayan'ın kendi kılıcı üzerine yemin
ettiğini anlatır.
Gerçekte silah üzerine
yemin yaygın bir inançtır. İlkel halklarda günümüzde de yaşamaktadır. Bulgarlarda
kılıç üzerine yemin günlük yaşamın her kesitinde kullanılır. Ama barış
antlaşması yapılacağı zsıra başka bir yemin uygulanır. Bu yemin türü üzerine
Omurtag Han zamanında Eski Bulgarlarla Bizanslılar arasında onaylanmış olan
otuz yıllık barış antlaşması nedeniyle bize dek gelebilen pek açık olmayan
bilgiler vardır. Bu antlaşma onaylanırken Bizans imparatoru V. Leon (813-820)
Bulgar yemin törenlerini, Bulgarlar da Bizans tarenlerini yerine getirirler.
Bizanslı yazar Diacon Ignati bu konuda bilgi verir. Teofanes Continuatus da
aynı olayı anlatır. Ne ki, iki yazar aynı olayda ayrı törenleri anlatırlar. Bu
ayrılığın nedeni bilinmez.
Tüm bu ayrılığa karşın, iki
kaynağın verdiği bilgiden kuşku duyulmaz. Yemin sırasında köpek kurbanı
anlatılır. Köpek kurbanı Hunlar, Macarlarda da vardır. Ayrıca Slavlarda da
gözlenir. Yine Nikolay Mistik'in bir mektubunda köpek kesilerek onaylanan
antlaşmadan söz eder. Böylece bu gelenek gerçekten vardır. Öte yandan Ohri
başpiskoposu Teofilaktus Eski Bulgarların köpeğe taptıklarını yazar. Bu kesin
bilgi, bizi antlaşma sırasında çok kez insan ya da hayvan kurbanı kesildiğine
götürür. Kurum Han'ın İstanbul kapıları önünde birkaç yıl önce yaptığı sihirli
etkinliklerde görüldüğü gibi insan ve hayvan kurbanlarını bilen Bulgarlardan
antlaşma yemini sırasında da böyle davranışlar beklenir. Antiçme törenlerinde
kanın önemli bir işlevi vardır.
Diacon Ignati'nin öyküsünün daha doğru gibi
gözükür. Onun bildirdiği yemin törenlerinin atla sıkı bir ilişkisi vardır.
Eski Bulgarlarda atın kutsal sayılmış olmalıdır.
Sonuçta bu iki kaynak
Bulgar antlaşma yeminleri üzerine değerli bilgiler verirler. Diacon İgnet'ye
göre yemin eden ilkin bir bardak suyu yere döker. Bu etkinlik büyüsel bir anlam
taşır. Belki de yer ruhlarının onuruna bir adak ya da kurbanı temsil eder.
Bunun hayvan kurbanlarında olduğu gibi kutsal bir temizleyici anlamı vardır.
Her koşulda bir sıvıyı yere dökmek inancı Türklere yabancı değildir. Yere dökme
bardakla yapılır. Türklerde Vambery'nin de söylediği gibi,bardağın dinsel
törenlerde önemli bir görevi vardır. Kutsal bilinir ve han gücünün bir
göstergesi sayılır. Bundan sonra yemin eden bir at eğerini tersine çevirir. Üç
ipi -büyük olasılıkla üç sicimdan örülmüş dizginleri- eline alır. Yeşil bir otu
yukarı kaldırır. İlk ikisi atla ilgili olduğu açıkça görülür. Ne ki bunların
yemin törenindeki anlamı pek açık değildir. Bulgar tarihçisi Yordan Trifonov
"Bizans-Bulgar Antlaşmaları Üzerine" adlı yazısında yapılan sihirli
eylemleri şöyle yorumlar: "Antlaşmalar sağlam ip örgüleri gibi birbirinin
yakını kalmamalıdır. Yeminlerini bozacak olurlarsa kanları bardaktan su
boşanırcasına yere aksın. Eğerleri sahipsiz ve tersine dönmüş olarak kalsın. Ve
Tanrı otları kurutarak atlarını yemsiz, alafsız kosun." Bu yorum,
mantıklı olmasına karşın herşeyi açıklamaz. Otu birçok halk pek sihirli bir
araç sayar. Toprağın kimi sihirli gücünü sakladığına inanırlar.
Kökende ortaçağda ot, hukuk
sembolü olarak önemli bir işlevi vardır. Ot, ortaklık ve dayanışma semboludür.
İki yan arasında bir saman çöpünün kırılması antlaşma yapmak demektir.
Tirol'da bir kimse yalan yere yemin ederse orada otların bitmeyeceğine
inanılır. Başka yerlerde de yemin bozan kimsenin ayak bastığı yerde otların
kuruduğu inancı vardır. Bütün bunlar otun yeminle olan ilişkisini gösterir. Ne
ki, at eğeriyle üç ip pek açıklanamaz.
Teofanes Continuatus'a
göre, Bizans imparatoru yeminini güçlendirmek için köpek keser. Bilindiği gibi
her kurban sihirli bir töreni gösterir. Bu hareket sözünü tutmayacak olursa
yemin edenin kendisine döner. Bu nedenle köpek kurbanı ile yemin arasında ilkin
birlleştirici ya da daha çok bir bağ kurduğuna inanılır. Kesilen köpeğin
kanında doğaüstü bir gücün gizli olduğuna inanılır. Köpeğin Bulgarlarca kutsal
sayılması nedeniyle köpek sıradan bir kurban değildir. Bir ilah olarak kurban
edilmiş olur. Başlangıçta köpek kurbanının sakramental bir anlamı vardır.
Sonradan buna misli yapılacak bir büyü, yani şimdi hayvanın başına gelenler, insanın
da başına gelsin biçiminde bir anlam yüklenmiştir.
Antlaşma yeminleri Hunlarda
da hayvan, at keserek yapılır. Pen-ki adlı Çin kaynağı Hun-nu Hanı ile Han
Çhang ve Çang Mung Çin delegelerinin yemin törenleri üzerine ilginç
ayrıntılar verir:
"Han ya da Hung-nu'dan biri
bu antlaşmayı ilk bozan olursa, göklerin tüm uğursuzluğuna uğrasın. Soylarının
ardılları da ayrıcalıksız olarak uğramalılar. Han Tşcang ve Tşang Mung Tan-hu
ve bakanlarıyla Huang-nu-schen-in Tok ırmağının doğusundaki dağa çıktılar.
Orada bir Schimmeli, kestiler. Bir king-lu bıçağı li-Tan-hu şarabı bir
kim-lin-li ile karıştırdılar. Tan-hu-lo-sang tarafından keslen Kran Gsat-si nin
kafatasını kadeh yaparak hep birlikte içip kan yemini ettiler"
Ölü Tapınımı
Yeryüzünde ölülere şöyle ya
da böyle ibadet etmeyen halk yok gibidir. İlkel anlayışa göre, bedenle ruh
arasında bir ayrım görülmez ve Ruh bedenin orendalı görülür. İlkel anlayışa
göre, insan ölümden sonra da yaşamını sürdürür. Ölümden sonra da harekette
bulunabilir. Ölüm, daha sonraki yaşamın yalnızca özel bir biçimidir. Yaşayan
ölü üzerine bu ilkel inaçta ölülere karşı bir ibadet sezilir.
Bir yanda ölülerin
ruhlarının canlılara karşı kötü bir durum besledikleri, onlara kötülük yapmak
istedikleri, çok kez bir canlının ölümüne neden olduklarına inanılırken, öte
yandan onların iyi ruhlar oldukları, insanlara iyilik yaptıkları ve yardım
eylediklerine inanılır. Birinci durumda canlılar ölünün ruhunu ve gücünü
zararsız biçime sokmaya ya da bağlamaya çalışırlar. Korkulu ölü, ancak
kurbanlar ya da yeminlerle zararsız biçime sokulabilir. Birçok halk kendini
öldürenleri en zararlı ölü sayar. Bu gibi ölülerin cesetleri hiçbir tören
yapılmadan, herhangi bir mezar yazısı konulmadan ayrı bir yere gömülür ya da
gömülmeden bırakılır.
Bulgarlarda da kendini
öldürenleri gömmeden bırakmak ya da onlara rahmet için kurban kesme geleneği
vardır. Papa I. Nikolay bir yanıtında Bulgarların "kendini öldürenler
gömülecek ve onlara kurban kesilecek mi? diye sorduklarını bildirir.
Birçok halkta ölüm olayında
canlıların yüzünü kana bulama ve saçlarından bir tutam keserek ölünün gücü
artırma inancında bu bakış gizlidir. Yordanes'e göre, Attila öldüğü zaman
Hunlar yüzlerini kan içinde bırakırlar. Saçlarından bir tutam keserler. Bizans
Tarihçisi Menandros'a göre, Türk hanı Türksan, babası Silzibul pek yakında
öldüğü için, Bizans elçilerinden yüzlerini bıçakla kana bulamalarını dilediğini
anlatır. Bu geleneğin Bulgarlarda olup olmadığı bilinmez. Birçok halk aynı
amaçla, ölünün cesedini korumak için ya mumya yaparlar, ya da yüzünün
maskesini çıkarırlarr, statüzünü yaparlar. Çünkü mezar yaşamında insana cesedin
çok gerekli olduğuna inanırlar. Ölülere benzer statüler yapmak geleneği
Türklerde de pek yaygındır. Eski Türkler, Kumanlar, Çuvşlar ve belki
Macarlar'da bu inanış vardır. Taş bebek denen bu statüler ölüyü ağzında bir bardak,
dimdik gösterirler. Kumanlarda adı geçen statüler doğuya dönüktür.
Ölüm Töreni
Eski Bulgarlar ölülerini
iki biçimde gömerler. Al Bekri'de geçen bir kesit bize konu hakkında kimi
ilginç bilgiler sunar:
"Biri ölürse, onu
derin bir kuyuya koyar karısı ve hizmetçilerini de birlikte oraya bırakırlar.
Onlar ölünceye dek orada kapalı kalırlar. Bunlar arasında ölen kişi ile
yakınları da vardır. Arap yazarın yansıttığı bu bilgi, Şi-ki adlı Çin yapıtında
geçen Hun-no Tan-hu'sunun gömme töreni üzerine verdiği bilgi ile örtüşür:
"Gömme töreninin betimlenmesini anlatacak olursak, tabut ve mezar ötrüsü
altın, gümüş, kumaşlardan oluşur. Mezar ağaçları ve yas giysileri yoktur. Yakın
hizmetçileri ve öncelikli kadınları onu bir çok durumlarda onlarca ya da
yüzlerce kişi, ölüme eşlik ekmekteydiler.
Ölenle birlikte dul, eşini
birlikte diri diri gömme töresi eski dönemlerde birçok halkta gözlenen bir
durumdur. Eski Yunan, Germen, İskit, Trak ve Slavlarda vardır. Bu töre
Hindularda günümüze dek yaşamını sürdürmüştür. Yine ölenle birlikte yakınları
ve uşakları da diri diri ya da son anda öldürüp gömme geleneği o dönemlerde çok
yaygındır. Bu gelenek eski Türkler, Kumanlar gibi Türk halklarında, eski Yunan
ve Slavlarda vardır. Uşaklar ve özel elçilerle ölene hediyeler yollama töresi
eski Türkler, Kumanlar gibi öbür Türk halklarında da vardır. Bizans tarihçisi
Menandros, Slzibul öldüğü zaman oğlu Türk hanı Türksan bir yas gününde dört
kişiye öbür dünyaya gidip ölen Silzibul'a bir haber iletmeleri buyurduğunu anlatır. Bu töre Türklerden başka
halklarda da vardır. Sözgelimi Heredot, Getlerin her dört yılda bir Tanrıları
olan Zalmoksis'e bir elçi yollamak töresi olduğunu bildirir.
Yukardan beri sayılan bütün
bu gelenek ve töreler açıkça gösterir ki, Eski Bulgarların mezar yaşamı üzerine
çok gelişmiş düşünceleri vardır. Anlaşıldığına göre, ölünün öteki dünyada
yaşadığına ve kadınına, uşağa ve mahiyetine gereksinimi olduğuna inanırlar.
Eski Bulgarların ölü gömme törenleri üzerine Arapların verdikleri bilgiler
henüz kazıbilim verileri ile doğrulnmış değildir.
Papa I. Nikolay'ın yüzüncü
yanıtına bakılırsa, Eski Bulgarlar ölünün mezarı üstüne bir höyük dikerler.
Ölen ne ölçüde tanınmış bir adamsa, höyük o ölçüde yüksek olur. Omurtag Han'ın
yazıtlarından bu anlaşılır. Yordames'e göre Attila'nın mezarı üstüne de böyle
bir höyük dikilmiştir.
Omurtag Han döneminden,
tanınmış kimilerinin anısına saygı olarak dikilmiş olan kimi mezartaşı
yazıtları bize ulaşmıştır. Ne ki, bu yazıtların höyüklere mi, yoksa sıradan
mezarlara mı, yoksa başka yerlere mi dikildiği kesinleşmemiştir.
Papa I. Nikolay'ın yüzüncü
yanıtına göre, Eski Bulgarlarda şöyle bir töre de vardır: Şehitleri akraba ve
dostlarının isteği üzerine yurtlarına getirip gömerler. Bu bilgiyi, bize dek
gelen mezar yazıtları doğrular. Ağababa'da bulanan mezarlarda dört şehit mezarı
vardır. Bunlar Ağababa'dan çok uzak olan Dinyeper, Tisa ırımaklarında boğulan
kişilerin mezarlarıdır. Kuşkusuz bunlar, boş mezar üzerine konmuş anı yazıt da
olabilir. Oya Hunlarda ölüyü vatan toprağına gömme, ölülere ibadet, kalıtına
konmak için ölüyü götürmek geleneği vardır. Bulgar geleneğinin bununla örütüşüp
örtüşmedği bilinmez.
Söylence
Dinsel düşüncenin zorunlu bir birimini
söylenceler oluşturur. Söylence deyince ilahlar, şeytanlar, kutsal varlıklar, kahramanlar
ve kimi eşyada insanlar ve hayvanlarda bulunan gizemli güçler üzerine
oluşturulmuş masal ve boşinançlar anlaşılır. Bu masal ve boşinançlar onların
yaptığı işleri, eylem ve oluşları bildirirler.
Böylece, söylence dinin insanın kutsal
güçlerle olan ilişkilerini masal biçimine gösteren bölümlerdir. Bu genişlikte
olan söylence tüm dinlerde vardır. Kuşkusuz bu eski Bulgar dininde de eksik
değildir. Yazık ki, eski Bulgar söylenceleri bize ulaşmamıştır. Şu iki olayda
belki de bu söylencelerin izleri vardır: Eski Bulgar hanlar sıralamasında
anıldığına göre, ilk han olan Avitohol Han 300 yıl, ardılı İrnik Han 150 yıl
yaşar. Bu uzun yaşamların dallı budaklı söylenti ve öykülerle donamış süslü
birer söylence oldukları kesindir. Yine bozuk bir eski Bulgar yazıtında grifon
sözü geçer. Yazıtta bu sözün hangi düşüncelerin gelişi olarak geçtiği bilinmez.
Ne ki, grifon'un belki de yabancı bir etkiyle, Türk mitolojisinde önemli bir
işlevi vardır. Bizanslı Priskos'a göre, Avarlar Okyanus kıyısında bir ülkede
yaşayan kalabalık grifonların saldırısı sonucu yurtlarını bırakan halklarca
eski yurtlarından kovulmuşlardır. Macaristan'da Nagy-Szent-Miklos'ta bulunan
Attila gömütündeki vazolarda grifon çizimleri bulunur.
Bulgarlada kendilerine özgü
söylenceler bulunduğu gibi, öbür Türklerin tümüyle ortak başka söylenceleri de
bilirler. Evrenin yaratılışı söylencesini de bildikleri kesindir. Ne var ki,
bunlardan hiçbiri bize ulaşamamıştır.
Kan
Kardeşliği
Kardeşlik bağlarının
kurulması insanların toplumdaki yerlerini pekiştirmek için, kullandıkları en
olağan yöntemdir. Ant içen kardeşlerin tek yaşamı olur, Tüm yaşam boyu birbirini
bırakmazlar. Yaşamları boyunca birbirini korurlar. İki yabancının sonradan kazandığı
anda dayalı, bir akrabalık türüdür kan kardeşliği. Bir ya da birden çok dinsel
törene sonucu kazanılır. Moğolcada anda,
Türkçede kan kardeşi olunur. Kan
kardeşiliği, günümüzde Anadolu'da göçebeler arasında geçerliğini koruyan bir
töredir. Karşılıklı bilek kesilip kanının birbirine karıştırılması ile kişiler
kan kardeşi olurlar. Moğollarda kan damarları ya da parmak ucundan kafatasından
yapılmış kupaya kan damlatılır. Kupada mayalanmış süt vardır. Bu karışımın
içilmesi ile kardeş olunur. Sonuçta tören karşılıklı kan değiş tokuşuna
dayanır.
Moğolların Gizli Tarihi'nde
değişik kan kardeşliği törenleri de bulunur. "Timuçin on bir yaşında iken, Camuka Timuçin'e küçük bir karaca
kemiği verir. Timuçin de Camuka'ya üzerine bakır dökülmüş bir kemikcik sunar.
Kendilerini anda sayarlar. Anda olduktan sonra, Onon'un buzu üzerinde kemikcik
oyunu oynarlar. Bu biçimde kendilerini anda olarak açıklarlar." Bu
oların ilk kardeşliğidir. Karşılıklı kemik alışverişi kardeşlik için
yeterlidir. Kan gibi kemik değişimi de ruhsal bir değiştokuştur. "Bundan sonra ilkyazda, küçük tahta
yayları ile birlikte avlanırken Camuka, iki yıllık bir ineğin iki boynuzunu
yapıştırıp orada delikler açar. Timuçin'e bu süslü oku verir. Timuçin ise ona,
ulu ardıç ağacı goncası ile son bulan bir ok sunarak, karşı dostlukta bulunur.
Kendilerini anda olarak çağırırlar. Bu biçimde kendilerini ikinci kez anda
açıkladılar." Burada kişiyi ok temsil eder. Bu simge karşılıklı birlirine
sunulur.
Üçüncü kardeşlik ise, daha
kapsamlı bir dizi törenle gerçekleşir. "Şimdi
anda (biçimindeki birlikteliklerini) yenileyerek... Timuçin, Merkitlerin
Tokto'a'sından almış olduğu altın kemeri aldı. Camuka'nın beline sarıldı.
Camuka'yı Tokto'a'nın, yıllardır kısır olan kısrağına bindirdi. Camuka da,
Uvas-Merkitlerin Dayin-usun'dan aldığı ltın kemeri anda Timuçin'e sardırdı.
Timuçin yine Dayin-usun'a ait olan (oğlağa benzer) bir beyaz ata bindirdi. Bol
yapraklı bir ağaç altında birbirlerini anda açıkladılar. Birbirlerini
sevdiler. Şölen ve ziyafetlerle eğlendiler. Geceleyin aynı yorgan altında
uyudular."
Karşılıklı kemerlerin
verilmesi öne çıkıyor. Gizemli nesne ve kavramların çoğu "altın
kan", "altın yaşam", altınla bezenmiş kafatası" bunların
altındadır. Oysa yoksulluk günlerinde, kemikcik yalancı altın (bakır)'dandır.
Jean-Paul Roux'ya göre, kemeri çözüp şapkayı çıkarma bireyin özerkliğini başka
birine, Tanrı'ya, hana ve halktan birine devretmesi anlamındadır.[13]
Tıkız ağacı burada gizemli bir simgedir. Şölen tümüyle toplumsal bir anlam
taşır. Gerçekte az çok önem taşıyan her törende şölenler düzenlenmesi insanlığın
eski paylaşım özlemidir.
Bu kardeşlik törenlerinin
kimi izlerini günümüzde Türkler arasında süreriz. Tıkız ağacı, Kızılbaşlarda
"erkan" ağacı olarak yaşamaktadır. Yol kardeşliği törenlerinin
ayrılmaz bir ögesi durumundadır. Yolkardeşi olan dört kişinin duası bir çarşaf
altında yapılır. 20. yüzyıl başlarına dek kimi bölgelerde -özellikle Tahtacılar
arasında- kardeşlik töreni gecesi aynı yatakta yatıldığı bildirilir[14].
Ant
Ant öncelikle barış ve
dostluk antlaşmaları onayı sırasında yapılır. Kimi başka veriler, bunların
bize, başka durumlarda da yapıldığını gösterir. Ant törenleri çeşitliliğini
gösteren sayıda bilgi vardır.
Törende kesilen kurban
kanı, kendi vücuduna ve çevreye serpilir. Bir tastan ya da kafatasından yapılan
kadeh biçimindeki kupadan içilir. Kanı kupadan içmek, çok eski çağlara dayanan
bir gelenektir.
Bir dağın yakınında bu
anlaşma için büyük bir şlen verildi. Şan-yu, Yu-çe 'lerin kıralına ait
kafatasından yapılan kupadan kan içmek yoluyla yemin etti." Hiung-nular
döneminden Çin kaynaklı bir bulgudur bu. Moğol çağından öbür veriler de
doğralur. Bir kurultay sırasında, başbuğlar "antlaşmalarına bağlı kalmayı
kararlaştırırlar. Geleneğe uygun olarak, bu andı pekiştirmek için, içki
içtikleri kaseye altın koyarlar ya da kupalarını tokuşturduktan sonra, içinde
altın bulunan kanı birlikte içerler. Bu karışım, oldukça yaygın bir biçimde
kullanılan "altın kan" deyimine gerekçe olmaştur. Kanın yemin edenin
kanı mı, yoksa kurban edilen hayvanların mı kanı olduğu bilinmez. Ancak kurban
kesme törenin ayrılmaz bir bölümü olşturur.
8. Yüzyılda Tu-kiu'lerde,
bir kır atın kurban edildiği anlatılır. Kurban kesmek için özellikle bir
tepeye çıkan, Hiung-nu'lardan söz edilir. Bulgar, kuman ve Macarlarda köpek
vücudu ortadan ikiye ayrılır. Moğolların Gizli Tarihi şöyle der: "Bir
aygır ve bir kısrak keserek karşılıklı yemin ettiler"[15]
Reşideddin'e göre beyler, yeri ve göğü tanık alarak bir atı, bir boğayı
ve bir köpeği kurban ederler. Kurban edilen hayvanınki gibi, yemin edenin
kanın akması, olası bir ant sındırmaya karşı, ölüm güvencesidir. Kuman başbuğu,
bir Bizans şefi ile kankardeşliği kurduğunda "onlar, bizimle onların
adamları arasından bir köpek geçirdiler. Köpeği kılıçlarıyla ikiye ayırdılar.
Birbimize karşı yeminin bozulması durumunda, onların ve bizim ikiye bölünmemiz
gerektiğini söylediler" Gizli tarihe göre, Cengiz Han'a karşı kötü
davranışı nedeniyle vicdan azabı duyan Ong Han "Şimdi oğluma karşı kötü
niyet besleyecek olursam, kanım işte bunun gibi aksın!" diye yemin etti,
ok yontmağa mahsus bıçağı ile serçe parmağının ucuna vurarak kanını akıttı ve
bir parça kanını kayın kabuğundan yapılmış küçük bir kutuya koyarak:
"Oğluma verin!" diye gönderdi.[16]
Bu uygulama, Mançularda da
olduğu gibi vardır. Böyle bir yemini bozanı kuşkusuz ölüm bekler. Gelecekteki
bu ölüm ağır bir ölümdür. Kaşgarlı ve Dede Korkut'ta kılıç ile simgelenir. Papa
Nikola, Responsa'sında Bulgarlardan, artık kılıç üzerine yemin etmemelerini,
bunun yerine İncil üzerine yemin etmelerini ister.[17]
Aynı biçimde, bir hanın seçilmesi sırasında, şu tümcelere bakılırsa,
seçilen kişinin kılıç üzerine yemin etmesi gerekir: "Han'ın önüne bir
kılıç koydular..." Han dedi ki: ' Benim buyruğum kılıcım olacaktır...'
"Kılıcı kuşandı ve adının Kılıç Arslan olacağını ilan etti." Bu işlem
kılıcı kutsallaştırmak için yapılan törenlerin simgesi olmuştur. Nitekim
Osmanlı'da kılıç kuşanması olayı, tahta çıkışın temen eylemi sayılacaktır.[18]
Türkçede günümüzde de
"yemin içmek" deyimi vardır. Bu deyim ortaçağ metinlerinde sık sık
geçer. Dede Korkut'ta, Köroğlu'nda kullanılır. Öç duygusunu vurgulamak için
kullanılan "kanımızı içse soğumaz" deyimi yine yemine saygı
göstermemenin bir yansıması olmalıdır. Günümüzde de izleri süren kan tutması
olayı vardır. Bu inanca göre, kişiyi öldürdüğü kimsenin kanı tutar. Onun
kaçmasına engel olur. Öldürdüğü kimsenin kanından bir parça yalaması gerekir.
[1]Emel Esin: a. g. k.., s.
161-162.
[2]V. Beşevliyev: Proto-Bulgar Dini, "Türk
Tarih Kurumu Belleten", c. IX, sayı 34, Nisan 1945, s. 226
[3]V. Beşevliyev: a. g. y., s. 227.
[4]Beşevliyev: a. g. e., s. 229-230.
[5]Beşevliyev: a. g. y., s. 234.
[6]Beşevliyev: a. g. y., s. 236.
[7]V. Beşevliyev: a. g. y., s. 239.
[8]Beşevliyev: a. g. y., s. 245.
[9]Beşevliyev: a. g. y., s. 246.
[10]V. Beşevliyev: a. g. y., s. 249.
[11]V. Beşevliyev: a. g. y., s. 249
[12]V. Beşevliyev: a. g. y., s. 249.
[13]Jean-Paul Roux: Türklerin ve Moğolların Eski Dini, İstanbul 1994, s. 191.
[14]Osman Bayatlı: Alevi Gelini ve İnançları, İzmir 1957, s. 20-21.
[15]Moğolların
Gizli Tarihi, (Çev. Ahmet
Temir), TTK yay. Ankara 1986, s. 70.
[16] a.
g. k., s. 103.
[17]Jean-Paul Roux: a. g. k.,, s. 192.
[18]Jean-Paul Roux: a. g. k., s. 192.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder