Yayında Olan Eserlerim

8 Nisan 2018 Pazar

Bulgar Şamanlığı



Bulgar Türkleri
Yaklaşık aynı dönemde İdil Irmağının kuzey kıyılarındaki Türk boylarından eski Bulgarlar Şamanlığa inanırlar. Söylenceye dayanan İslamı benimseyiş öyküleri vadrdır.
922 yılında Bulgar öncüsü Almuş, düşünde ger­çeğe erer, böylece İslamı seçer. Almuş, halifeye bir mek­tup yazar. Kendisine İslamı öğretecek, mescit ve kale yapacak elemanlar ister. Yollanan Abbasi elçileri 922 yılının soğuk bir Mart gününde, Hazar kıyılarındaki Türk Oğuz kapısına varır­lar. Elçiler arasında, ünlü gezgin İbni Fadlan'la birlikte, Abbasiler hizmetindeki iki Türk genci de vardır. Elçiler soğu­ğa karşı ka­lın giysiler giymişlerdir. Çift hörgüçlü Türk deve­leri üzerinde yolculuklarını sürdürürler. Oğuz, Peçenek, Başkurt bölgelerinden geçerek 70 günde Bulgar eline ulaşırlar.
Bulgarlar o dö­nemde göçebe yaşamaktadır. İbni Fadlan, İdil kıyılarına ve Oğuzlar arasına İslamlığın sıç­radığını yazar. Elçiler Almuş'un otağında toplanırlar. Bulgar boy beyleri, ha­lifenin İslama çağırısını ayakta dinlerler. Yeri titre­ten bir tekbir ile İslama girer­ler[1].
Türkistan'da olduğu gibi İdil kıyılarındaki göçebeler ara­sında İslamlık benimsenmesi ile yerleşik yaşama geçiş hızlanır. El sa­nat­ları gelişir. Bulgarlar, deri, maden ve mücevher işlemede uz­manlaşırlar. Çizme yapımı ile ünlenirler.
İdil Bulgarları, İslam'ın Kuzey'deki en uç noktası olur. Bulgarlar arasında yetişen bilgin­ler, İslamlığı Başkurt'lar gibi batı Türk boyları arasında yayarlar.
10. yüzyıl başla­rında Türklerin büyük çoğunluğu henüz İslamı seçme­miş­tir.


Sihir
Bir bölümü Hırıstiyanlığı seçen Bulgarlarda si­hirbazlar üzerine bir bilgi vardır.
Eski Bulgarların geleneklerini tümüyle ko­ruyan Simeon’un oğlu Bayan sihirbazlığı öylesine ileri götürür ki, insan iken anında kurt, ya da başka bir hayvan kılığına girebilir.
Kimi insanların kurt do­nuna girebilme inancı ile, eski ve orta zamanlarda Germenler, Slavlar, Litovlar, Estonlar ve bugün bile Balkanlarda karşılaşılır.

Kurban Töreni
Çiftçilik ve hayvancılıkla geçinen halklarda ilk ya da önkurbanları en büyük ilaha sunuma ianacı ile karşılaşılır.
Bulgarlarda yeni ürün ve eşyanın ilklerini kurban vermek geleneği vardır.
Bu tür kurbanlarla insan ken­disine iyi bir ürün, bol bir av bağışlayan tanrıya teşekkür eder. Bu yüzden ilk ürünler, hayvanlar vb. hep ona sunulur. ilk ürünler güç ve bereket ruhunu temsil ettikleri için yenil­meleri doğru olmaz. Ertesi yıl, da bereketli olabilmek için kurban verimleri gerektiği düşüncesi önemli bir etkendir.

Taş
Eski Bulgarların bir taşı vardır. Güçsüz kimse bu taştan bir parça kopardığında, güç kazandığına inanılır.
Kimi taşların iyileştirici gücüne inanma başka Türk halk­larında da vardır. Sözgelimi Sibirya Türkleri özel bir kara taşta gizem görürler. Bir Arap yazar "onlarda belli has­talıklara karşı başarı ile kullandıkları bir taş vardır" diye bildi­rir. Bulgarlarda kutsal sayılan bir yerde duvarla çevrili bir taş vardır. Bu kaya kutsal sayıldığı için duvarla çevrilir. Böylece taş tapıncı Türk halklarında yaygın bir inançtır. Sözgelimi Yakutların özel taşları vardır. bunlara saygı gösterir, dua eder, kurban keserler.

Kılıç
Silahlarda güç bulunduğu inancı da oldukça yaygın inançlardandır. Eski Bulgarlar kılıçta doğaüstü bir güç olduğuna inanırlar. Bir kimse bir işe başlarken yemin etmesi gerektiğinde kılıcını ortaya kor, onun üzerinde and içer. Doğaüstü güce sahip böyle bir varlık, sözünü yerine getirme­yen canlıyı cezalandırır. Bulgarlar büyük olasılıkla kılıcı tanrının bir göstergesi sanırylar. Kılıcı kutsal sayma başka pek çok ulusta da görülen bir inançtır.

Kan Tabusu
Her insanın varlığı ve yaşamdaki başarısı için olası olduğunca doğaüstü güce sahip olmanın önemi büyüktür. Bu da kutsal güç taşıyan varlıkları yutmakla olur. Canlı varlıklar için, bütün canlılar görünür bir yaşam bağışlar. Bu canlının kanında gizemli güç bulunmasından kay­naklanır. Bu yüzden kimi halklarda yenecek hayvanları -gizemli güç, yitmemesi düşüncesiyle- kan dökmeden öldürme töresi vardır.
Böyle bir töre Bulgarlarda da vardır. Bıçakla kesilen hay­vanları değil, yalnız bir el vuruşu ile öldürülecek hayvanları veya kuşları ye­meye izin verilir.
Heredot'a göre, İskitler kurbanlık hayvanları boğma ge­leneği vardır.

At Kuyruğu
Bulgarlarda at kuyruğu saygındır. At kuyruğunu askeri bayrak olarak kullanırlar. Bu Türklerin Bunçuk'unu karşılar. At kuyruğunun kutsal sayılması atın yaşamdaki etkin işlevine dayanır. At, salt bir binek değildir, beslenme kaynağıdır.
Hunlar tüm zamanlarını at üstünde geçirirler, at üstünde uyurlar. Peçeneklerle Tatarlar at eti yerler, at sütü içerler. Günümüzde Turfan, Hotan gibi yörede oturan Türkler at kuyruğunu veli mezarlarına asma geleneği vardır.

Kafatası Kadehi
Kimi inanca göre, insan kafatası, doğaüstü gizemli güçlerin yatağıdır. Beyin yiyen ya da kafatasından içen kimse­nin gizemli güç ka­zandığına inanılır.
Kafatasından içki bardağı yapma geleneği Türk halkl­larında da vardır. İÖ. 100 yılında yazılmış Şi-ki adlı Çin kitabı Hun beyinin Yüen-çi kıralını yenip öldürdüğündü kafa­tasından bardak yaptığını bildirir. Benzer bir olaydan Avarlarda da söz edilir. Yine Peçenek prensi Kovra'nın saldırısına uğrayan Svatoslav öldürülür, kafası kesilip içki bardağı yapılır.[2]
Bizans ta­rihçisi Teofanes'e göre, Bulgar Hanı Kurum Han, Nikifor'un başını kestik­ten sonra ken­disini ziyarete gelen putataparlara gösterir, Bizanslıları aşağılamak için birkaç gün bir ağaca asar. Daha sonra kafatasının derisini yüzdürüp gümüşle kap­latır, övünçle Slav büyüklerini bundan içki içmeye zorlar[3].
Kafatasını gümüşle kaplama İskitlerde de vardır. Büyük olasılıkla Kumanlar da kafatasından kadeh geleneği yaşar.
Kral Öldürme
Bu inanç, kralın en büyük gizemli gücün sahip olduğu kanısına dayanır. Öncülerin yetenekleri tanrısal güçten kaynak­lanır. Kral, doğaüstü güç sayesinde düşmanları yener. Bolluk getirir, yağmur yağdırır.
Bu yüzden güçlerini tüketmemek gerekir. Yoksa buyrum­larındaki millet için yıkım gelir.
Birçok halkta gizemli gücünün bittiği anda kıralı öldürme inancı vardır. Bu öldürmenin amacı, kıralın gizemli gücünü yeni kırala ak­tarılmadır. Eski Yunan, Roma, Purusya, Hint ve Afrika'da bu gelenek saptanır.
Benzer bir olay Hazarlarda da anlatılar. Arap yazar Al- Mesudi, Hazarlar'dan şöyle söz eder:
Bu anlatımızda asıl Hazar kırallarını kast etmiyoruz. Domus hakanı kastediyoruz. Çünkü ülkede kıral yanında bir de kağan vardı. Saraya kilitlenir, halkla ilişkiye girmez, soylulara ya da halka kendini göstermez, hiç saraydan çıkmazdı. Kişiliği kutsaldı. Ülkenin işleriyle ilgilenmezdi. Emir vermez yönetmezdi. Her şey onunla aynı yerde kalan kral yönetirdi. Herhangi bir sorun ya da savaş olursa, ülkedeki sınıfları temsil eden in­sanlar krala gider ve şöyle derdi: Onu öldür ya da bize ver, biz öldürelim. Bazan kıral, kağanı onlara verir, onlar öldürürlerdi. Kimi zaman da kendi öldüme görevini üstlenirdi. Kimileyin, hatta haketmiş olsa bile acır, onu korur ve zarar vermeden serbes bırakırdı.
Bu kurum çok eski za­manlarda da var mıydı? Yoksa yeni mi ortaya çıkmıştı bilmi­yorum. Kağan, soylular arasından seçilirdi. Sanırım bugünkü kırallık saltanatı eski zamanlardan kalmıştır.[4]
İbni Fazlan'a göre, Hazar hanının öldürülmesi kırk yıllık saltanattan sonra olur. Başka bir Arap yazar, doğrudan hanın belirlediği bir gün, ipek sicimle boğulur. Sonuçta Hanın doğaüstü güçlerini yitirdiği için öldürüldüğü anlaşılır. Çin kaynaklarına göre bu gibi gelenekler Tatarlarda da vardır.
Kurum Hanın halefi Ditsevg kör olduğund Bulgar hanının doğaüstü gücünü yitirdiği düşüncesiyle yakınlarınca iple boğularak öldürülür.
Din uğruna kıral öldürme, birçok ulusta iple boğma biçiminde olur. Hazarlarda hakan, ipek sicimle saltanatının yıldönümünde boğulur. Bir Tatar hanı tahta geçmek için başkasını öldürmek istediği zaman kan dökmekten sakınarak boğar. Genellikle kıral soyundan olan bir kimse­nin öldürülmesinde, kan dökmeden çekinilir. Onda kıral gizemli gücü bulunduğu sanılır. Kansız kurban geleneği vardır. Boğarak öldürme töresi şamanlığa özgü bir inançtır.

Şavaş Atları
Eski Bulgarlarda savaş atları tabu sayılır. Bulgarlar barış zamanı binilen atların az çok gizemli gücünü yitirdiğine inanırlar. At kuyruğundan bayrak yapma geleneğinde görüldüğü gibi, atlar zengin bir biçimde gizemli güçle ödüllendirilir. Gizemli gücün yitimi demek savaşın yitimi demektir. Kafkas halklarında ölülerin atları hiçbir biçimde kullanılmaz. Semerkandi, Çin'de Ming ocağı döneminde ölen prenseslerin atları dağda -gömdükleri yerde- başıboş ot­ladığını, yazar. Plano Carpini'ye göre, Cengiz Han'ın atlarına ölünceye değin kimse binmeye cesaret edememiş. Hindularda kurban atları başıboş dolaşır. Bunlara binmek ya­saktır.

Gebelik Tabusu
Gebelik döneminde kadın, bütün halklarca en yüksek düzeyde tabu sayılır. Bu süreç içinde kadın kutsal yerlere gire­mez. Cinsel ilişkide bulu­namaz.
I. Nikolay döneminde Bulgarlar, yeni dine göre gebelik dönemi ile ilgili kimi soru­lar sorar. Gebe kadının kaç gün sonra kiliseye gedebi­leceği, eşi ile ne zaman evlilik ilişkisine girebileceğini öğrenmek ister.
Bu yaklaşım, Bulgarların eski inançlarında gebelik tabusu olduğunu gösterir. Yeni dinde de bu tür yaksakları öğrenme istemi eski kültürden kaynaklanır.
Bulgar kadının kilisede başı açık mı, öltülümü bulunacığı da bu tür sorular içinde yer alır. Bu birçok ulusta var olan, gür saçlı kadın başının kötü etkilere maruz kaldığı, mundar yani tabu olduğu için kimi durum­larda örtülmesi gerektiği inancı ile ile ilgilidir. Bizans tarihçisi Priscus'a göre, Attila'yı bir köye girişinde, ince beyaz tüllerle örtülü kızlar törenle karşılamışlardır[5].

Zaman Tabusu
Kimi zaman kesitleri insanoğlunun tabuları arasında yer almıştır. Doğaüstü güçlerin hazır bulunduklarına inanılan zaman dilimleri tabu sayılmıştır.
Bulgarlar savaşa gidecek­leri zaman kimi gün ve saatlere uyarlar. Kimi günlerde hiç savaşa gitmezler. Bayram günleri yola gitmezler ve savaşa çıkmazlar.
Hunlar, saldırıya geçecekleri zaman, ay ve yıldızlara bakarlar. Dolunay ya da büyüyen ay, saldırı için en uygun zamandır. Ay küçülmeye başladığında savaştan çekilirler.
Tabu olan günler, tabu kavramının anlamına göre iyi de kötü de olabilir. Bir işe iyi za­manda başlanır ya da bitirilirse, iyi sonuç alınır. Bu iş doğaüstü güçlerin dostça katılımları ile gerçekleşmiştir. Kötü bir zaman diliminde başlanan işin sonu kötü olur. Zaman kavramı ile ilgili bu anlayış ve yo­rumla, her ulusta, her dönemde karşılaşılır.
Ohri Başpiskoposu Teofilakt'ın bildirdiğine göre Bulgarlar İsa adını bilmezler. Sersemlikleri yüzünden güneşe ve yıldızlara taparlar. Aralarında öyleleri vardır ki, köpeklere bile kurban keserler.[6]

Bulgarlarda büyük ilah Tangrı'dır. 1925 yılında Madara köyü yakınlarında bulunan çok bozuk bir Proto Bulgar yazıtında Tangra biçiminde geçer. Günümüzdeki Tanrı sözü aynı köktendir. Sonraları büyük ilahın oturduğu yer düşüncesinin ortaya çıkması ile "gök" sözü doğrudan "büyük ilah" Allah anlamını kazanmıştır. Bir büyük ilah-gök inanışı, bütün Türk halklarında vardır. Hou-han-şu adlı Çin katibında hıristiyanlık öncesi dönemde Hunlular hakkında şöyle denir:

Kurban
Hung-nöschen törelerine göre yılda üç kurban verilir. Düzenli biçimde ayın ilk beşinci, dokuzuncu günlerinde gökteki tanrılara kurban verilmekteydi. (122) Şi-ki kitabı da aynı şeyi anlatır: "Her yılın ilk ayında Tahı meydanındaki kurban yerinde küçük bir toplantı yapılmakta ve beşinci ayda Liong-wall'da (Lung-long) büyük bir toplantı yapılır. Herkes gökteki ve yeryüzündeki atalarına, ruhlara ve tanrılara kur­banlar sunar". Menandros'a göre, Avar Hanı Bayan yemininin en büyük tanığı olarak gökü göksel tanrının adını anar. Teofilakt Simokatta'nın bölerttiğine göre, Türkler tüm yer ve gökyüzünün yaratıcısı olan büyük bir ilaha taparlar. Ona at ve hayvan kurbanı keserler. Aziz Konstantin (Kiril)'in yaşamöyküsüydü putatapar Hazarların bütün varlıkların ya­ratıcısı olan olan bir Allah'a taptıkları söylenir. Başka bir ha­bere göre, kan içen Hazarların bir bölümü ancak bir yaratıcı-Allah tanırlar. Türkler hakkında bir kaynakta gökün ruhuna taptıkları ve kurban kestikleri bil­dirilir. Eski Türk yazıtlarında gök kişinin yazgısını yönlendirir ve belir­ler. Bize ulaşan Eski Bulgar yazıtlarında Yunanca Allah sözü sık sık geçer. Fakat yazıtları düzenleyenler Yunanlı ve Tanrı adının anıldığı kimi tümceleri Bizans yazı örnekleri gösterirler. Bu bakımdan, Bulgar Tanrısının anıldığı yeri ve hep onun mu gözönünde tutulduğunu kestir­mek zordur. Bunlar dışında Bulgarların ilahlarının olap olmadığı da bi­linmiyor[7].

Tapınçlar
Tapınçlar, dinlerin en belirleyici ögeleridir. Kişinin doğaüstü güçlere ve tanrılarla yönelmeleri sırasında ortaya çıkan kurallar, ilkeler, eylem­lerdir. Bu eylemler değişik görüntüler sunarlar. Ezgi, deyiş, bağırış, yakarma, çağırış gibi ses ya da dua, fal büyü, kurban töreni gibi ögelerdir. Kimi zaman sessiz bir dua ve tanrı karşısında yalın bir saygı olabilir.
Tanrıları görüntüleme tapınmada önemli bir yer tutar. Yontuları yapılır, ikonaları çizilir. Eski Bulgarlarda tanrıların yontuları yapılır. Bu mini yontular için kurbanlar keserler. Bizans tarihçisi Malala, Bulgarlarla sıkı ilişkide bulunan Hunların gümüş ve elekrodan yontu­lara taptıklarını bildirir. Çin kaynakları da buna benzer bilgi verir. Eski Slavlardaki idol sözünün karşılığı olan "kapişte" sözü de Bulgarcadır.
Ön Bulgarların idollere kurban kesip götürdükleri Papa 1. Nikolayı'ın yazısından anlaşılır. Günümüzde Kerç adı ile anılan Bosfor dolayında yaşayan ve Ön Bulgarlarla sıkı ilişkisi olan Hunların gümüş ve elektrodan üretilen idollere taptıklarını Bizans tarihçisi Malala bildi­rir. Hunlarda değerli madenlerden yapılma idoller hakkında Çin kaynak­larında bilgi bulunur. Şi-ki kitabına göre, ünlügenerali Ho'ki'plng "Hiu-tö kıralını yendi ve altından bir resim ganimet aldı. O göğe kurban kesmede kullanılırdı.

Han Kurbanı
Ön-Bulgarlarda, hanların kimi durumlarda kendilerinin de kurban kestikleri üzerine tarihsel bilgiler vardır. Kurum Han döneminden kalan bir Ön-Bulgar yazıtı da bu bilgiyi doğrular. Simeon Magistr'ın 813 yılında İstanbul'u kuşatan Kurum Han'ın kurban kesmesi öyküsünden değil, hırıstiyanlık öncesi bir Hun Hanına dair şu Çin bilgisinden anlaşılır. "O Hiu'tco kıralını yendi ve büyük altın resim ganimet aldı. Bu göğe sunulan kurbanda kullanılırdı." Bulgar hanı büyük olasılıkla rahip olarak kurban kesmiştir. Rahip kırallar birçok ulusta sözgelimi eski Roma'da vardır.

Hayvan
Ön hayvan kurbanından başka Ön Bulgarlarda başka hay­van kurbanı da vardır. Bizans tarihçisi Simeon Magistr'ın an­latımına göre, İstanbul kuşatması sırasında Kurum Han pekçok evcil hayvan kurban eder. Bu evcil hayvanların ne olduğu ve kime kurban edildiğibi bilinmez. Başka kaynak­larda at, sığır, davar kurban ettikleri de bildirilir. İsadan önceki dönemde Hunlar at kurbanı keserler. Sibirya Türklerinden şamanlığı inananlar at, sığır ve davar kurban ederler. Çuvaşlar da böyledir. Ön-Bulgarların kurban hay­vanları da bu türden şeyler olmalıdır[8].

İnsan Kurbanı
Eski Bulgarlarda başka birçok ulusta olduğu gibi, insan kurbanı da vardır. Simeon Magistr'a göre, İstanbul kuşatması sırasında insanlar­dan da kurban edilenler oluştur. Bu olayı başka bir belge de doğrular: İlkel anlayışa göre, insan kur­banı kurbanların en değerlisidir. Bu yüzden, bu kurban ulusal yıkımlarda, savaşlardan önce ya da sonra gibi olağanüstü du­rumlarda yapılırdı. Eski dönemlerde insan kurbanı yaygın bir töredir.  sözegilmi, Eski Yunanların pek seyrek bile olsa, savaşlar ve deniz yolculuklarından önce, insan kurban ettik­leri bilinir. Esku Bulgarlarla akraba olan Kumanlar hakkında bizans tarihçisi Nikita Akominat şöyle söyler: 1205 yılında Edirne dolaylarında  Balduin'e karşı kazanılan utkudan sonra Kaloyan Han en güzel tusakları astırarak tanrılara kurban etmiştir. Çin kaynaklarının bildirdiğine göre, İsa'dan önceki Hunlar da kurban etmesini bilirler[9].

Sihir
Bulgarlar, salt belirli günlerde değil, savaşa başlamadan önce, yemin etmek oyun oynar, şarkı söyler, kimi kehanet­lerde bulunur. Yeminler büyük olasılıkla kimi dua ve efsun­lardan oluşur. Düşman güçlerini tut­mak ya da kırmak amacına yöneliktir. Belki de Bulgar şamanlarınca yapılır. Çünkü büyücülük şamanların başlıca görevlerinden oluşur. Ne ki bu belgede savaştan önceki oyunlar ve şarkıların içeriği ve gerçekleştirenlerin kmliği üzerine yine bişey söylemez. Savaşlardan önce askeri oyun ve dans geleneği birçok ulusta vardır. Bu oyunlar savaşçılara gönül gücü verir. Güçlerini artırır. Türküler de aynı amaca yöneliktir. Oyun ve türkülerle esirime gerçekleşir. Kuşkusuz bu oyun­ların gizemli bir an­lamı vardır. Bu yüzden papa yasak etmiştir. Belki de şaman oyunları idi.
Ön Bulgarlarda savaştan önce, sonucu öğrenme gizeminde bulunma töresi de vardır.Bunun nasıl yapıldığı tam bilinmez. Belki de Hunlar için söylendiği gibi yapılır: Birçok Birçok Türk halkları gibi, Hunlarda hayvan içleri ya da genellikle kürek kemiği denen temizlenmiş kemikle­rin çizgileri ile ge­leceği öğrenme geleneği vardı.
Kurum Han'ın İstanbul'u kuşatması nedeniyle kimi Bulgar gelenek­leri bize ulaşır. Sözgelimi Kurum Han ilkin Altın kapıdaki Vlahern sur­ları önündeki alanı dolaşır. Yanındaki askerlere gösterir.
Yine Kurum Han mızrağını altın kapıya çalmak dileğindedir. Bu gi­zemli eylem kontagioz büyüsü denen şeye yakındır. Bir işin ilk kısmında ne yapılırsa, bütün işe de yayılır, öyle olur. Bu nedenle Kurum Han mızrağını İstanbul'un giri­lecek en önemli yerlerinden bir olan Altın Kapı'ya çakar. İnanca göre, mızrakta bulunan sihirli güçle bütün kent büyülenmiş olacaktır. Ne ki, Bizans İmparatoru Leon, mızrağın sihirili anlamını kavrar, Kurum Han'ın isteğini geri çevirir.
Dolaşmasını bitirdikten sonra Kurum Han, büyük bir kur­ban törenine başlar. Birçok hayvandan başka büyük olasılıkla Tanrıya kur­ban eder.Ardından kendini ve askeri üzerinde büyülü bir arılık işlemi yapar. Bu amaçla denizde yüzünü, ayaklarını yıkar. Askerlerine su ser­per. Su, özellikle deniz suyu, birçok halkta en iyi arınma aracı sayılır. Volga bulgar­larının soyundan geldikleri sayılan Çuvaşlar, kurbanlık hay­vanı temizlik duasından sonra tirtir titreyinceye dek suda tu­tup sonra keserler[10].
İbrani askerleri savaştan sonra kutsal su ile arınmak zo­rundadır. Herero ve Beçuvanlarda yaban kanına bulanmış olan asker kirli sayılır. Üzerine ve silahına kutsal su serpilir. Teofrast ünlü Karakter'lerine şeytanlardan korunmak için elleri yıkamak, kurtsal su serpmek ve ağıza bir defne yaprağı almak gibi boş inançlrı anar. Sonra şunu ekler: "Bu töre de­niz suyu ile özenle arınan insanlar arasında da bulunabi­lir"[11]. Araplarda çevresine su serpen insanların şeytanlardan vb. korunduğu inancı vardır. Sonuçta, su serpmek yalnız din­sel törenlerde bulunur. Hırıstiyan kilisesinde kutsanmış su serpme töresi vardır[12].           Ne ki, Kurum Han'ın tümüyle denizde yıkanıp yıkanmadığını bilin­mez. Öte yandan kutsal temizlik için, akar suda, ırmakta yunmak çok yaygındır. Bu bakımdan Kurum Han denizde yıkanmış olmalıdır. İnsan kurbanları da yine bu arınma törenleriyle ilgili olmalıdır. Çünkü, insan kurban­larının çok kez arınma anlamı vardır. Savaşlardan önce or­duyu bir arındırma işleminden geçirmek töresi başka halk­larda da vardır. Sözgelimi eski Makedonlarda, Romalılarda bu töre saptanır.
Bundan sonra ordu Kurum Han'ı selamlamış, odalıkları önlerinden geçerken başlarını eğerek onu övmüşlerdir. Bu selam ve ululamaların gizemli bir anlamı olup olmadığı bi­linmez. Ne ki kadınların Kurum Hanı ululamaları ile bağlantılı olarak Priskos'un Attila üzerine verdiği bir haber işimize ya­rayabilir.


Ant Töreni
Eski Bulgarlarda bir kimse yeminle bağlanmak is­tendiğinde ortaya konan bir kılıç üzerinde yemin ettirilir. Büyük olasılıkla yemin eden kılıcı elinde tutar ya da ona do­kunur. Bu kılıca dokunmanın anlamı, yemin edenin kılıçta kılıçta var olan ve yemin tutmazsa kendini ceza­landıracak olan doğaüstü güçle sıkı bir sihirli bir bağlantıya geçer. Kılıç üzerine yemin Bulgarların akrabası sayılan Avarlarda da vardır. bizans tarihçisi Memamdros, Avar Hanı Bayan'ın kendi kılıcı üzerine yemin ettiğini anlatır.
Gerçekte silah üzerine yemin yaygın bir inançtır. İlkel halklarda günümüzde de yaşamaktadır. Bulgarlarda kılıç üzerine yemin günlük yaşamın her kesitinde kullanılır. Ama barış antlaşması yapılacağı zsıra başka bir yemin uygulanır. Bu yemin türü üzerine Omurtag Han zamanında Eski Bulgarlarla Bizanslılar arasında onay­lanmış olan otuz yıllık barış antlaşması nede­niyle bize dek gelebilen pek açık olmayan bilgiler vardır. Bu antlaşma onaylanırken Bizans impara­toru V. Leon (813-820) Bulgar yemin törenlerini, Bulgarlar da Bizans tarenlerini ye­rine getirirler. Bizanslı yazar Diacon Ignati bu konuda bilgi verir. Teofanes Continuatus da aynı olayı anlatır. Ne ki, iki yazar aynı olayda ayrı törenleri anlatırlar. Bu ayrılığın nedeni bilinmez.
Tüm bu ayrılığa karşın, iki kaynağın verdiği bilgiden kuşku duyul­maz. Yemin sırasında köpek kurbanı anlatılır. Köpek kurbanı Hunlar, Macarlarda da vardır. Ayrıca Slavlarda da gözlenir. Yine Nikolay Mistik'in bir mektu­bunda köpek kesilerek onaylanan antlaşmadan söz eder. Böylece bu gelenek gerçekten vardır. Öte yandan Ohri başpiskoposu Teofilaktus Eski Bulgarların köpeğe taptıklarını yazar. Bu kesin bilgi, bizi antlaşma sırasında çok kez insan ya da hayvan kur­banı kesildiğine götürür. Kurum Han'ın İstanbul kapıları önünde birkaç yıl önce yaptığı sihirli etkin­liklerde görüldüğü gibi insan ve hayvan kurbanlarını bilen Bulgarlardan antlaşma yemini sırasında da böyle dav­ranışlar beklenir. Antiçme törenlerinde kanın önemli bir işlevi vardır.
Diacon Ignati'nin öyküsünün daha doğru gibi gözükür. Onun bil­dirdiği yemin törenlerinin atla sıkı bir ilişkisi vardır. Eski Bulgarlarda atın kutsal sayılmış olmalıdır.
Sonuçta bu iki kaynak Bulgar antlaşma yeminleri üzerine değerli bilgiler verirler. Diacon İgnet'ye göre yemin eden il­kin bir bardak suyu yere döker. Bu etkinlik büyüsel bir an­lam taşır. Belki de yer ruhlarının onuruna bir adak ya da kur­banı temsil eder. Bunun hayvan kurban­larında olduğu gibi kutsal bir temizleyici anlamı vardır. Her koşulda bir sıvıyı yere dökmek inancı Türklere yabancı değildir. Yere dökme bar­dakla yapılır. Türklerde Vambery'nin de söylediği gibi,bardağın dinsel törenlerde önemli bir görevi vardır. Kutsal bilinir ve han gücünün bir göstergesi sayılır. Bundan sonra yemin eden bir at eğerini tersine çevirir. Üç ipi -büyük olasılıkla üç sicimdan örülmüş dizginleri- eline alır. Yeşil bir otu yukarı kaldırır. İlk ikisi atla ilgili olduğu açıkça görülür. Ne ki bunların yemin törenindeki anlamı pek açık değildir. Bulgar tarihçisi Yordan Trifonov "Bizans-Bulgar Antlaşmaları Üzerine" adlı yazısında yapılan sihirli eylemleri şöyle yorum­lar: "Antlaşmalar sağlam ip örgüleri gibi birbirinin yakını kalmamalıdır. Yeminlerini bo­zacak olurlarsa kanları bardak­tan su boşanırcasına yere aksın. Eğerleri sahipsiz ve tersine dönmüş olarak kalsın. Ve Tanrı otları kurutarak at­larını yem­siz, alafsız kosun." Bu yorum, mantıklı olmasına karşın herşeyi açıklamaz. Otu birçok halk pek sihirli bir araç sayar. Toprağın kimi sihirli gücünü sakladığına inanırlar.
Kökende ortaçağda ot, hukuk sembolü olarak önemli bir işlevi vardır. Ot, ortaklık ve dayanışma semboludür. İki yan arasında bir sa­man çöpünün kırılması antlaşma yapmak de­mektir. Tirol'da bir kimse yalan yere yemin ederse orada ot­ların bitmeyeceğine inanılır. Başka yerlerde de yemin bozan kimsenin ayak bastığı yerde otların kuruduğu inancı vardır. Bütün bunlar otun yeminle olan ilişkisini gösterir. Ne ki, at eğeriyle üç ip pek açıklanamaz.
Teofanes Continuatus'a göre, Bizans imparatoru yeminini güçlendirmek için köpek keser. Bilindiği gibi her kurban si­hirli bir töreni gösterir. Bu hareket sözünü tutmayacak olursa yemin edenin kendisine döner. Bu nedenle köpek kurbanı ile yemin arasında ilkin birlleştirici ya da daha çok bir bağ kurduğuna inanılır. Kesilen köpeğin kanında doğaüstü bir gücün gizli olduğuna inanılır. Köpeğin Bulgarlarca kutsal sayılması nedeniyle köpek sıradan bir kurban değildir. Bir ilah olarak kurban edilmiş olur. Başlangıçta köpek kur­banının sakramental bir anlamı vardır. Sonradan buna misli yapılacak bir büyü, yani şimdi hayvanın başına gelenler, in­sanın da başına gelsin biçiminde bir anlam yüklenmiştir.
Antlaşma yeminleri Hunlarda da hayvan, at keserek yapılır. Pen-ki adlı Çin kaynağı Hun-nu Hanı ile Han Çhang ve Çang Mung Çin dele­gelerinin yemin törenleri üzerine il­ginç ayrıntılar verir:
"Han ya da Hung-nu'dan biri bu antlaşmayı ilk bozan olursa, göklerin tüm uğursuzluğuna uğrasın. Soylarının ardılları da ayrıcalıksız olarak uğramalılar. Han Tşcang ve Tşang Mung Tan-hu ve bakan­larıyla Huang-nu-schen-in Tok ırmağının doğusundaki dağa çıktılar. Orada bir Schimmeli, kestiler. Bir king-lu bıçağı li-Tan-hu şarabı bir kim-lin-li ile karıştırdılar. Tan-hu-lo-sang tarafından keslen Kran Gsat-si nin kafa­tasını kadeh yaparak hep birlikte içip kan yemini ettiler"

Ölü Tapınımı
Yeryüzünde ölülere şöyle ya da böyle ibadet etmeyen halk yok gibi­dir. İlkel anlayışa göre, bedenle ruh arasında bir ayrım görülmez ve Ruh bedenin orendalı görülür. İlkel an­layışa göre, insan ölümden sonra da yaşamını sürdürür. Ölümden sonra da harekette bulunabilir. Ölüm, daha sonraki yaşamın yalnızca özel bir biçimidir. Yaşayan ölü üzerine bu ilkel inaçta ölülere karşı bir ibadet sezilir.
Bir yanda ölülerin ruhlarının canlılara karşı kötü bir du­rum besledik­leri, onlara kötülük yapmak istedikleri, çok kez bir canlının ölümüne neden olduklarına inanılırken, öte yan­dan onların iyi ruhlar oldukları, insanlara iyilik yaptıkları ve yardım eylediklerine inanılır. Birinci du­rumda canlılar ölünün ruhunu ve gücünü zararsız biçime sokmaya ya da bağlamaya çalışırlar. Korkulu ölü, ancak kurbanlar ya da yeminlerle za­rarsız biçime sokulabilir. Birçok halk kendini öldürenleri en zararlı ölü sayar. Bu gibi ölülerin cesetleri hiçbir tören yapılmadan, herhangi bir mezar yazısı konulmadan ayrı bir yere gömülür ya da gömülmeden bırakılır.
Bulgarlarda da kendini öldürenleri gömmeden bırakmak ya da onlara rahmet için kurban kesme geleneği vardır. Papa I. Nikolay bir yanıtında Bulgarların "kendini öldürenler gömülecek ve onlara kurban kesilecek mi? diye sorduklarını bildirir.
Birçok halkta ölüm olayında canlıların yüzünü kana bu­lama ve saçlarından bir tutam keserek ölünün gücü artırma inancında bu bakış gizlidir. Yordanes'e göre, Attila öldüğü zaman Hunlar yüzlerini kan içinde bırakırlar. Saçlarından bir tutam keserler. Bizans Tarihçisi Menandros'a göre, Türk hanı Türksan, babası Silzibul pek yakında öldüğü için, Bizans elçilerinden yüzlerini bıçakla kana bulamalarını di­lediğini anlatır. Bu geleneğin Bulgarlarda olup olmadığı bilinmez. Birçok halk aynı amaçla, ölünün cesedini korumak için ya mumya ya­parlar, ya da yüzünün maskesini çıkarırlarr, statüzünü yaparlar. Çünkü mezar yaşamında insana cesedin çok gerekli olduğuna inanırlar. Ölülere benzer statüler yap­mak geleneği Türklerde de pek yaygındır. Eski Türkler, Kumanlar, Çuvşlar ve belki Macarlar'da bu inanış vardır. Taş bebek denen bu statüler ölüyü ağzında bir bardak, dimdik gösterirler. Kumanlarda adı geçen statüler doğuya dönüktür.

Ölüm Töreni
Eski Bulgarlar ölülerini iki biçimde gömerler. Al Bekri'de geçen bir kesit bize konu hakkında kimi ilginç bilgiler sunar:
"Biri ölürse, onu derin bir kuyuya koyar karısı ve hiz­metçilerini de birlikte oraya bırakırlar. Onlar ölünceye dek orada kapalı kalırlar. Bunlar arasında ölen kişi ile yakınları da vardır. Arap yazarın yansıttığı bu bilgi, Şi-ki adlı Çin yapıtında geçen Hun-no Tan-hu'sunun gömme töreni üzerine verdiği bilgi ile örtüşür: "Gömme töreninin betimlenme­sini anlatacak olursak, tabut ve mezar ötrüsü altın, gümüş, kumaşlardan oluşur. Mezar ağaçları ve yas giysileri yoktur. Yakın hiz­metçileri ve öncelikli kadınları onu bir çok durumlarda on­larca ya da yüzlerce kişi, ölüme eşlik ekmekteydiler.
Ölenle birlikte dul, eşini birlikte diri diri gömme töresi eski dönemlerde birçok halkta gözlenen bir durumdur. Eski Yunan, Germen, İskit, Trak ve Slavlarda vardır. Bu töre Hindularda günümüze dek yaşamını sürdürmüştür. Yine ölenle birlikte yakınları ve uşakları da diri diri ya da son anda öldürüp gömme geleneği o dönemlerde çok yaygındır. Bu gelenek eski Türkler, Kumanlar gibi Türk halklarında, eski Yunan ve Slavlarda vardır. Uşaklar ve özel elçilerle ölene he­diyeler yollama töresi eski Türkler, Kumanlar gibi öbür Türk halklarında da vardır. Bizans tarihçisi Menandros, Slzibul öldüğü zaman oğlu Türk hanı Türksan bir yas gününde dört kişiye öbür dünyaya gidip ölen Silzibul'a bir haber iletmeleri  buyurduğunu anlatır. Bu töre Türklerden başka halklarda da vardır. Sözgelimi Heredot, Getlerin her dört yılda bir Tanrıları olan Zalmoksis'e bir elçi yollamak töresi olduğunu bildirir.
Yukardan beri sayılan bütün bu gelenek ve töreler açıkça gösterir ki, Eski Bulgarların mezar yaşamı üzerine çok gelişmiş düşünceleri vardır. Anlaşıldığına göre, ölünün öteki dünyada yaşadığına ve kadınına, uşağa ve mahiyetine gerek­sinimi olduğuna inanırlar. Eski Bulgarların ölü gömme törenleri üzerine Arapların verdikleri bilgiler henüz kazıbilim verileri ile doğrulnmış değildir.
Papa I. Nikolay'ın yüzüncü yanıtına bakılırsa, Eski Bulgarlar ölünün mezarı üstüne bir höyük dikerler. Ölen ne ölçüde tanınmış bir adamsa, höyük o ölçüde yüksek olur. Omurtag Han'ın yazıtlarından bu anlaşılır. Yordames'e göre Attila'nın mezarı üstüne de böyle bir höyük di­kilmiştir.
Omurtag Han döneminden, tanınmış kimilerinin anısına saygı olarak dikilmiş olan kimi mezartaşı yazıtları bize ulaşmıştır. Ne ki, bu yazıtların höyüklere mi, yoksa sıradan mezarlara mı, yoksa başka yer­lere mi dikildiği ke­sinleşmemiştir.
Papa I. Nikolay'ın yüzüncü yanıtına göre, Eski Bulgarlarda şöyle bir töre de vardır: Şehitleri akraba ve dostlarının isteği üzerine yurtlarına getirip gömerler. Bu bilgiyi, bize dek gelen mezar yazıtları doğrular. Ağababa'da bulanan mezarlarda dört şehit mezarı vardır. Bunlar Ağababa'dan çok uzak olan Dinyeper, Tisa ırımaklarında boğulan kişilerin mezarlarıdır. Kuşkusuz bunlar, boş mezar üzerine konmuş anı yazıt da olabilir. Oya Hunlarda ölüyü vatan toprağına gömme, ölülere ibadet, kalıtına konmak için ölüyü götürmek geleneği vardır. Bulgar geleneğinin bununla örütüşüp örtüşmedği bilinmez.

Söylence
Dinsel düşüncenin zorunlu bir birimini söylenceler oluşturur. Söylence deyince ilahlar, şeytanlar, kutsal varlıklar, kahramanlar ve kimi eşyada insanlar ve hayvanlarda bulunan gizemli güçler üzerine oluşturulmuş masal ve boşinançlar anlaşılır. Bu masal ve boşinançlar onların yaptığı işleri, eylem ve oluşları bildirirler.
Böylece, söylence dinin insanın kutsal güçlerle olan ilişkilerini masal biçimine gösteren bölümlerdir. Bu genişlikte olan söylence tüm dinlerde vardır. Kuşkusuz bu eski Bulgar dininde de eksik değildir. Yazık ki, eski Bulgar söylenceleri bize ulaşmamıştır. Şu iki olayda belki de bu söylencelerin izleri vardır: Eski Bulgar hanlar sıralamasında anıldığına göre, ilk han olan Avitohol Han 300 yıl, ardılı İrnik Han 150 yıl yaşar. Bu uzun yaşamların dallı budaklı söylenti ve öykülerle donamış süslü birer söylence oldukları kesindir. Yine bozuk bir eski Bulgar yazıtında gri­fon sözü geçer. Yazıtta bu sözün hangi düşüncelerin gelişi olarak geçtiği bi­linmez. Ne ki, grifon'un belki de yabancı bir etkiyle, Türk mitolojisinde önemli bir işlevi vardır. Bizanslı Priskos'a göre, Avarlar Okyanus kıyısında bir ülkede yaşayan kalabalık grifonların saldırısı sonucu yurt­larını bırakan halk­larca eski yurtlarından kovulmuşlardır. Macaristan'da Nagy-Szent-Miklos'ta bulunan Attila gömütündeki vazolarda gri­fon çizimleri bulunur.
Bulgarlada kendilerine özgü söylenceler bulunduğu gibi, öbür Türklerin tümüyle ortak başka söylenceleri de bi­lirler. Evrenin yaratılışı söylencesini de bildikleri kesindir. Ne var ki, bunlardan hiçbiri bize ulaşamamıştır.

Kan Kardeşliği
Kardeşlik bağlarının kurulması insanların toplumdaki yer­lerini pekiştirmek için, kullandıkları en olağan yöntemdir. Ant içen kardeşlerin tek yaşamı olur, Tüm yaşam boyu bir­birini bırakmazlar. Yaşamları boyunca birbirini korurlar. İki yabancının sonradan ka­zandığı anda dayalı, bir akrabalık türüdür kan kardeşliği. Bir ya da bir­den çok dinsel törene sonucu kazanılır. Moğolcada anda, Türkçede kan kardeşi olunur. Kan kardeşiliği, günümüzde Anadolu'da göçebeler arasında geçerliğini koruyan bir töredir. Karşılıklı bilek kesi­lip kanının birbirine karıştırılması ile kişiler kan kardeşi olur­lar. Moğollarda kan damarları ya da parmak ucundan kafa­tasından yapılmış kupaya kan damlatılır. Kupada mayalanmış süt vardır. Bu karışımın içilmesi ile kardeş olunur. Sonuçta tören karşılıklı kan değiş tokuşuna dayanır.
Moğolların Gizli Tarihi'nde değişik kan kardeşliği törenleri de bulu­nur. "Timuçin on bir yaşında iken, Camuka Timuçin'e küçük bir karaca kemiği verir. Timuçin de Camuka'ya üzerine bakır dökülmüş bir ke­mikcik sunar. Kendilerini anda sayarlar. Anda olduktan sonra, Onon'un buzu üzerinde kemikcik oyunu oynarlar. Bu biçimde kendile­rini anda olarak açıklarlar." Bu oların ilk kardeşliğidir. Karşılıklı kemik alışverişi kardeşlik için yeterlidir. Kan gibi kemik değişimi de ruhsal bir değiştokuştur. "Bundan sonra ilkyazda, küçük tahta yayları ile birlikte avlanırken Camuka, iki yıllık bir ineğin iki boynuzunu yapıştırıp orada delikler açar. Timuçin'e bu süslü oku verir. Timuçin ise ona, ulu ardıç ağacı goncası ile son bulan bir ok sunarak, karşı dostlukta bulunur. Kendilerini anda olarak çağırırlar. Bu biçimde kendilerini ikinci kez anda açıkladılar." Burada kişiyi ok temsil eder. Bu simge karşılıklı bir­lirine sunulur.
Üçüncü kardeşlik ise, daha kapsamlı bir dizi törenle gerçekleşir. "Şimdi anda (biçimindeki birlikteliklerini) yenile­yerek... Timuçin, Merkitlerin Tokto'a'sından almış olduğu altın kemeri aldı. Camuka'nın beline sarıldı. Camuka'yı Tokto'a'nın, yıllardır kısır olan kısrağına bindirdi. Camuka da, Uvas-Merkitlerin Dayin-usun'dan aldığı ltın ke­meri anda Timuçin'e sardırdı. Timuçin yine Dayin-usun'a ait olan (oğlağa benzer) bir beyaz ata bindirdi. Bol yapraklı bir ağaç altında bir­birlerini anda açıkladılar. Birbirlerini sevdiler. Şölen ve ziyafetlerle eğlendiler. Geceleyin aynı yorgan altında uyudular."
Karşılıklı kemerlerin verilmesi öne çıkıyor. Gizemli nesne ve kav­ramların çoğu "altın kan", "altın yaşam", altınla be­zenmiş kafatası" bunların altındadır. Oysa yoksulluk günlerinde, kemikcik yalancı altın (bakır)'dandır. Jean-Paul Roux'ya göre, kemeri çözüp şapkayı çıkarma bireyin özerkliğini başka birine, Tanrı'ya, hana ve halktan birine dev­retmesi anlamındadır.[13] Tıkız ağacı burada gizemli bir sim­gedir. Şölen tümüyle toplumsal bir anlam taşır. Gerçekte az çok önem taşıyan her törende şölenler düzenlenmesi in­sanlığın eski paylaşım özlemidir.
Bu kardeşlik törenlerinin kimi izlerini günümüzde Türkler arasında süreriz. Tıkız ağacı, Kızılbaşlarda "erkan" ağacı olarak yaşamaktadır. Yol kardeşliği törenlerinin ayrılmaz bir ögesi durumundadır. Yolkardeşi olan dört kişinin duası bir çarşaf altında yapılır. 20. yüzyıl başlarına dek kimi bölgelerde -özellikle Tahtacılar arasında- kardeşlik töreni gecesi aynı yatakta yatıldığı bildirilir[14].

Ant
Ant öncelikle barış ve dostluk antlaşmaları onayı sırasında yapılır. Kimi başka veriler, bunların bize, başka durumlarda da yapıldığını gösterir. Ant törenleri çeşitliliğini gösteren sayıda bilgi vardır.
Törende kesilen kurban kanı, kendi vücuduna ve çevreye serpilir. Bir tastan ya da kafatasından yapılan kadeh biçimindeki kupadan içilir. Kanı ku­padan içmek, çok eski çağlara dayanan bir gelenek­tir.
Bir dağın yakınında bu anlaşma için büyük bir şlen verildi. Şan-yu, Yu-çe 'lerin kıralına ait kafatasından yapılan kupadan kan içmek yoluyla yemin etti." Hiung-nular döneminden Çin kaynaklı bir bulgudur bu. Moğol çağından öbür veriler de doğralur. Bir kurultay sırasında, başbuğlar "antlaşmalarına bağlı kalmayı kararlaştırırlar. Geleneğe uy­gun olarak, bu andı pekiştirmek için, içki içtikleri kaseye altın koyarlar ya da ku­palarını tokuşturduktan sonra, içinde altın bulunan kanı bir­likte içerler. Bu karışım, oldukça yaygın bir biçimde kul­lanılan "altın kan" deyimine gerekçe olmaştur. Kanın yemin edenin kanı mı, yoksa kurban edilen hayvanların mı kanı olduğu bilinmez. Ancak kurban kesme törenin ayrılmaz bir bölümü olşturur.
8. Yüzyılda Tu-kiu'lerde, bir kır atın kurban edildiği an­latılır. Kurban kesmek için özellikle bir tepeye çıkan, Hiung-nu'lardan söz edilir. Bulgar, kuman ve Macarlarda köpek vücudu ortadan ikiye ayrılır. Moğolların Gizli Tarihi şöyle der: "Bir aygır ve bir kısrak keserek karşılıklı yemin ettiler"[15] Reşideddin'e göre beyler, yeri ve göğü tanık alarak bir atı, bir boğayı ve bir köpeği kurban ederler. Kurban edi­len hayvanınki gibi, yemin edenin kanın akması, olası bir ant sındırmaya karşı, ölüm güvencesidir. Kuman başbuğu, bir Bizans şefi ile kankardeşliği kurduğunda "onlar, bizimle on­ların adamları arasından bir köpek geçirdiler. Köpeği kılıçlarıyla ikiye ayırdılar. Birbimize karşı yeminin bozulması durumunda, onların ve bizim ikiye bölünmemiz gerektiğini söylediler" Gizli tarihe göre, Cengiz Han'a karşı kötü davranışı nedeniyle vicdan azabı duyan Ong Han "Şimdi oğluma karşı kötü niyet besleyecek olursam, kanım işte bunun gibi aksın!" diye yemin etti, ok yontmağa mahsus bıçağı ile serçe parmağının ucuna vurarak kanını akıttı ve bir parça kanını kayın kabuğundan yapılmış küçük bir kutuya koyarak: "Oğluma verin!" diye gönderdi.[16]
Bu uygulama, Mançularda da olduğu gibi vardır. Böyle bir yemini bozanı kuşkusuz ölüm bekler. Gelecekteki bu ölüm ağır bir ölümdür. Kaşgarlı ve Dede Korkut'ta kılıç ile simgelenir. Papa Nikola, Responsa'sında Bulgarlardan, artık kılıç üzerine yemin etmemelerini, bunun yerine İncil üzerine yemin etmelerini ister.[17] Aynı biçimde, bir hanın seçilmesi sırasında, şu tümcelere bakılırsa, seçilen kişinin kılıç üzerine yemin etmesi gerekir: "Han'ın önüne bir kılıç koydular..." Han dedi ki: ' Benim buyruğum kılıcım olacaktır...' "Kılıcı kuşandı ve adının Kılıç Arslan olacağını ilan etti." Bu işlem kılıcı kutsallaştırmak için yapılan törenlerin simgesi olmuştur. Nitekim Osmanlı'da kılıç kuşanması olayı, tahta çıkışın temen eylemi sayılacaktır.[18]
Türkçede günümüzde de "yemin içmek" deyimi vardır. Bu deyim ortaçağ metin­lerinde sık sık geçer. Dede Korkut'ta, Köroğlu'nda kullanılır. Öç duy­gusunu vurgulamak için kul­lanılan "kanımızı içse soğumaz" deyimi yine yemine saygı göstermemenin bir yansıması olmalıdır. Günümüzde de izleri süren kan tutması olayı vardır. Bu inanca göre, kişiyi öldürdüğü kimsenin kanı tutar. Onun kaçmasına engel olur. Öldürdüğü kimsenin kanından bir parça yalaması gerekir.



[1]Emel Esin: a. g. k.., s. 161-162.
[2]V. Beşevliyev: Proto-Bulgar Dini, "Türk Tarih Kurumu Belleten", c. IX, sayı 34, Nisan 1945, s. 226
[3]V. Beşevliyev: a. g. y., s. 227.
[4]Beşevliyev:  a. g. e., s. 229-230.
[5]Beşevliyev: a. g. y., s. 234.
[6]Beşevliyev: a. g. y., s. 236.
[7]V. Beşevliyev: a. g. y., s. 239.
[8]Beşevliyev: a. g. y., s. 245.
[9]Beşevliyev: a. g. y., s. 246.
[10]V. Beşevliyev: a. g. y., s. 249.
[11]V. Beşevliyev: a. g. y., s. 249
[12]V. Beşevliyev: a. g. y., s. 249.
[13]Jean-Paul Roux: Türklerin ve Moğolların Eski Dini, İstanbul 1994, s. 191.
[14]Osman Bayatlı: Alevi Gelini ve İnançları, İzmir 1957, s. 20-21.
[15]Moğolların Gizli Tarihi, (Çev. Ahmet Temir), TTK yay. Ankara 1986, s. 70.
[16] a. g. k., s. 103.
[17]Jean-Paul Roux: a. g. k.,, s. 192.
[18]Jean-Paul Roux: a. g. k., s. 192.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder