ÂŞIK KÂTİBİ
Âşık Kâtibi 1863 yılında Tokat’a bağlı Zile’nin Çakırçalı
Köyünde doğdu. Asıl adı Ali’dir. Baba İsmail Malatya’nın Akçadağ İlçesine bağlı
bir köyde ikamet etmekte iken göç etmek zorunda bırakılmıştır. Baba her şeye
rağmen, her şeylerini o köyde bırakarak iki çocukları ile birlikte Zile’nin
Çakırçalı Köyüne gelip yerleşir. İsmail’i çocukları ile birlikte göç etmeye
zorlayan neden, günümüzde de olduğu gibi o dönemde Sünni Osmanlı hükümetinin ve
Sünni toplumunun Alevi toplumu üzerindeki baskısı ve zulmüdür. İsmail’in babası
o çevrede yaşayan Sünni köylüler tarafından öldürülmüştür.
Adından da anlaşılacağı gibi Çakırçalı
Köyü tepenin üzerine kurulmuş taşı kayası oldukça fazla olan bir köydür.
Güzelbeyli kasabasından bakıldığında (eski adı Silis) iki tepe arasına sıkışmış
küçük bir köy. Köyün önceki hali ormanlık içerisinde, kerpiç yapılı derme çatma
toprak damlı evlerden oluşmakta idi. Günümüzde ise bazı evler iki katlı betondan
yapılmış, çatıları kiremitli, daha derli toplu gözükmektedir.
İsmail Malatya’da ikamet ettiğinde maddi
durumu çok iyidir. Çakırçalı Köyüne gelirken de yüklü miktarda para ile geldiği
köyün büyükleri tarafından anlatılmaktadır. Köye yerleştiğinde köyde
kendilerinden önce oturanların olduğu bilinmektedir. İsmail zamanla yanında
getirdiği parayla köyün arazisinin yarısına yakınını satın alır. Malatya’da
olduğu gibi artık burada da durumu çok iyidir. Çevresindeki köylerin hepside
Alevi köyleridir. Bundan böyle İsmail hem köyünde hemde çevresinde sözü geçen
ve sevilen birisi durumundadır.
Ali bu köydeki kerpiç yapılı toprak
damlı bir evde doğar. Sekiz on yaşlarına kadar köyde annesi ve babasının
gözetiminde yaşar. Ali yaklaşık on yaşlarındadır. Babası onu okuması için Zile
ilçesinde bir akrabasının yanına gönderir. Ali bu akrabanın yanında Ulu
Medrese’de on dört yıl medrese eğitimi alır. Osmanlıcayı, Farsçayı ve Arapçayı
çok iyi öğrenir. Ali büyümüş yaklaşık yirmi beş yaşlarında genç bir
delikanlıdır. Babasının evinde on iki perdeli bir de bağlaması vardır. Onu
bağlama merakı sarar. Babasının da onca gayretlerine rağmen her ne hikmetse bir
türlü bağlama çalmakta başarılı olamaz. İnatçılık yönü de olduğu için bir türlü
bağlamadan da vaz geçmez.
Ali yirmi beş yaşlarında Zile’den bir
kızla nişanlanıp evlenir. Bu evlilikten Murtaza ve Haydar isimli iki erkek
çocuğu olur.
Ali’nin oğlu Murtaza, babasının işi ile
ilgili bir anısında “Bir gün evimize atlı, iki kişi geldiler. O zamanı cok iyi
hatırlıyorum. Önceleri babamda annemde korktular. Daha sonraları babam o gelen
atlıların devletin adamları olduklarını, kendisini bir konu ile ilgili Zile’den
istediklerini, korkmamamız gerektiğini, en geç iki üç gün içerisinde
gelebileceğini söyledi. Buna rağmen bizler babam gelene kadar korkudan tir tir
titredik” diye anlatır. Bu görüşmeler sonucu Ali bir süre nahiye müdürlüğü
yapar. Hangi nahiyenin müdürlüğünü yaptığı konusunda bilgi sahibi olmadığımız
için görev yaptığı yeri belirtemedik.
Oğlu Murtaza bir anısında“Ben ve
kardeşim yaklaşık dört beş yaşlarında idik. Köyden ayrıldığımızda annemde biz
de sık sık ağlardık. O dönemlerde bu kadar eğitimli insanlar görmek mümkün
değildi. Anladığım kadarıyla babam da bu görevi isteyerek yapmıyordu. Bir
bakıma zorla yaptırtıyorlardı. Çünkü babamın durumu çok iyi idi. Devletten
alacağı paraya ihtiyacı yoktu. Çevreden ve köyden ayrı kalmamız hem annemi
babamı, hemde bizleri üzüyordu. Nasıl olduğunu bilmiyorum amma, babam hiç
birimizin de onaylamadığı bu görevi bıraktı” diye anlatır.
Baba İsmail’in vefatı ile Ali’nin ailevi
sorumlulukları daha da artmıştır. Ali yaklaşık otuz beş kırk yaşlarındadır.
Hâlâ bağlama çalmasını öğrenememiştir. Ali bir gece rüyasında bağlama çalmaya
çalışırken, karşısına yaşlı, aksakallı, elinde asası nur yüzlü birisi çıkar. Bu
yaşlı, nur yüzlü kişi Ali’ye “Sen ne yapmaya çalışıyorsun” diye sorar. Ali ise
cevap olarak “Yıllardır bağlama çalmayı öğrenmeye çalışıyorum ama bir türlü
çalmasını öğrenemedim” der. Bunun üzerine yaşlı ihtiyar elindeki kadehi uzatarak
“Korkma al bu doluyu iç, bundan böyle
hem çalacak hem de söyleyeceksin” der ve kaybolur. Ali korku ile uyanır. Bir
süre uyuyamaz.
Mevsimlerden kış mevsimidir. Köyde cem
ibadetini yürütmek için gelmiş olan dedeye niyazını yaptıktan sonra bir köşeye
oturur. Ali düşüncelidir. Onun düşünceli halini gören dede “Neyin var? Niçin bu
kadar dalgınsın?” diye sorar. Dedenin bu
sorusu üzerine Ali, dede ve yanında bulunan köyün büyüklerine gördüğü rüyayı
anlatır. Dede ile köyün büyükleri gelecekte kendisinin iyi bir ozan olacağı
müjdesini verirler.
Kısa bir süre sonra Ali hem saz
çalmasını öğrenir, hemde irticalen söylemeğe başlar. Bunun üzerine köyde
bulunan dede Ali’ye sana bir isim bulmamız gerekir der. Bundan böyle deyiş ve
duazlarında “KÂTİBİ” mahlasını kullanacaksın der. Dede Şah İbrahim ocağına
mensup bilge bir kişidir. Ali yerinden kalkarak duaya durur ve böylece Kâtibi
mahlasını da almış olur.
Diğer büyük halk ozanlarında olduğu gibi
Kâtibi’nin de haktan dolu içtiği görülmektedir. Bütün deyiş ve duazlarında
Kâtibi mahlasını kullanmıştır. Kâtibi’nin gördüğü o gizemli rüyadan sonra ilk
okuduğu deyişin aşağıya ilk dörtlüğünü yazdığımız deyişin olduğunu oğlu Murtaza
da teyit etmektedir. Bu deyişin tamamını Kâtibi’nin hayat hikâyesinden sonra ki
deyiş ve duazlar bölümünde bulunmaktadır.
Kül etti derunum aşkın ateşi
Akıbet bu bizi yakar savuşur
Ne bilsin başına gelmeyen kişi
Seyreder kenardan bakar savuşur
Kâtibinin yazmış olduğu eserlerine
bakıldığına daha çok edebiyatın ve felsefenin ağırlık kazandığı görülüyor. Bu
eserlerin birçokları halkın ezberinde ve bazı sanatçıların repertuarında yer
almaktadır. Bu eserlerden bazılarını da kendisinin müziklendirdiğini
bilmekteyiz. Kâtibi’ nin çok iyi bağlama çaldığı söylenilmektedir. Zile ve
çevresinde Hak’a yürüyen onlarca Halk ozanlarının en önde geleni, güçlü ve
etkileyici bir Halk ozanı olduğu görülmektedir.
Oğlu babası Kâtibi’nin hayatı boyunca
dört yüzün üzerinde eserinin olduğunu söylemektedir. Ne yazık ki yazmış olduğu
bu dört yüzün üzerindeki deyiş ve duazların bulunduğu cönk Artovalı Gurap Ali
adında bir kemancı tarafından geri iade edilmek üzere alındığı, ancak bir daha
da geri getirilmediği oğlu Murtaza tarafından anlatılmaktadır.
Kâtibi yaşamı boyunca hiçbir rahat yüzü
görmemiştir. Bir taraftan devletin baskısı bir taraftan da eşkıyanın baskısı
devam etmektedir. Osmanlı’nın son dönemlerinde karınlarını doyurabilmek için
kol gezen eşkıyanın yer yer köyleri basarak yiyecek ve giyecek topladıkları
bilinmektedir. Bu baskınları en çok ta köyde durumları iyi olan aileler
üzerinde yoğunlaştırdığı bilinmektedir. Kâtibi'nin durumunun çok iyi olduğu
eşkıyalarca da bilindiği için en çok da karınlarını orada doyururlarmış.
Kâtibinin oğlu Murtaza babasının
istemeyerekte olsa bunu yapmak zorunda kaldıklarını şöyle anlatıyor; “Biz o
dönemler iki kardeşte buluğ çağlarında idik. Bir grup eşkıya gelir hem
karınlarını doyurur, hemde diğer arkadaşlarına ne bulurlarsa yiyecek giyecek
alıp götürürlerdi. Giderken de eğer bizleri devlete ihbar ederseniz
kendilerinizi yok bilin diye de tehditler savururlardı. Bizler korkumuzdan
devlete ihbarı değil sesimizi dahi çıkaramazdık”
Eşkıyaların o civarda en çok Kâtibi’nin
evinde karınlarını doyurduğunu duyan devletin bazı yetkilileri Kâtibi’nin evine
baskınlar düzenler. Kâtibi çaresizlik içerisindedir. Çünkü bir tarafta devletin
baskısı vardır, diğer tarafta ise eşkıyanın baskısı. Devlet adına gelen bazı
yetkili kişiler Kâtibi’yi eşkıyaya yataklık yapıyor, eşkıya besliyor diye
tutuklar. Kâtibi idamla yargılanır. Kâtibi’yi tanıyan çevrede ki Sünni
köylerinde hatırı sayılır, sözü dinlenir bazı kişiler Kâtibi’nin böyle bir şey
yapmayacağı hususunda şahitlik yaparlar. Bu şahitlik üzerine Kâtibi idamla
yargılanmaktan kurtulur.
Aradan çok zaman geçmez Kâtibi tekrar
tutuklanır. Bu defada Kâtibi Kızılbaşları örgütlüyor, onları devlete karşı
kışkırtıyor diye tekrar idamla yargılanır.
Hâlbuki Osmanlının son dönemlerinde halk
fakir ve perişandır. İnsanlar çocuklarının karınlarını doyurabilmeleri,
akşamları bir lokma ekmeği evlerine götürebilmek için her türlü eziyete
katlanırlarmış.
Kâtibinin maddi durumunun iyi oluşu
ister istemez durumu iyi olmayan bazı insanları da yanına çekmiştir. Akşama
kadar çalışan birçok insan burda hem karınlarını doyuruyor, hemde akşam
evlerine dönerken çocuklarının nafakalarını da beraberinde götürüyorlarmış.
Kâtibi’nin tutukluluğu devam ederken bir yandan da evi gözetim altına alınmış.
Devlet yetkililerinin Kâtibi’yi tutuklamasıyla çevresindeki insanlar Kâtibi’yi
daha da sahiplenmiş, adeta ona kol kanat olmuşlardır. Gizlice Kâtibi’nin evini
gözetleyen devletin yetkilileri bunun bir örgütlenme olmadığını, gelenlerin
çoğunluğunun ihtiyaçtan geldikleri kanaatine vardıkları için Kâtibi’yi tekrar
salıverirler.
Kâtibi’nin devletle karşı karşıya
kalmasına sebep olan en büyük nedenlerden biri Kâtibi’yi çevrede çekemeyen bazı
kişilerin asılsız ihbarlarından kaynaklandığı anlatılmaktadır. Kâtibi bu yüzden
çok çekmiştir, kendisini çekemeyen bazı insanlardan da oldukça dertlidir.
Yıl 1930, Mevsimlerden İlkbahar. Kâtibi
67 yaşlarında hastalanır. Yakınları onu tedavi ettirmek için kasabaya götürmek
isteseler de gitmek istemez. Tedavi için hastane ye gitmeyişinin nedeni yine
görmüş olduğu gizemli bir rüyadan dolayıdır. Oğlu Murtaza, babası
hastalandığında öldüğü güne kadar yazmış olduğu deyiş ve duazlardan sadece
birisinin bir dörtlüğünü okuduğunu, o eserin aşağıda yazılı olanlar içerisinde
olmadığını, hangi eser olduğunu bir türlü hatırlayamadığını söylüyor.
Hastalığa yakalanması ile vefat etmesi
yaklaşık bir ay kadar sürer. Nisan veya Mayıs ayları içerisinde Hakkın
rahmetine kavuşur. Kâtibi’nin ölümünden yaklaşık bir yıl sonra da torunu doğar.
Babası ona Kâtibi’nin adı olan Ali (Âşık Ali KURT) ismini verir. Adını verirken
de kulağına, adın gibi iyi bir ozan ve âşık ol der
Kâtibi’nin yaşamı ile ilgili hiçbir bilgi yazıya geçmiş değldir. Hakkında kendi köyünde yaşamlarını sürdürmekte olan insanların bazı dedelerin dışında, hiç bir bilgi sahibi olanla karşılaşılmaz.
Kâtibi’nin yaşamı ile ilgili hiçbir bilgi yazıya geçmiş değldir. Hakkında kendi köyünde yaşamlarını sürdürmekte olan insanların bazı dedelerin dışında, hiç bir bilgi sahibi olanla karşılaşılmaz.
Bazı sanatçı ve yazarların yeterli
bilgiye sahip olmadan kulaktan dolma bilgilerle Kâtibi’ye ait olan eserlerin
Güzide Ana’ya aitmiş gibi yorumlar yapmalarının ne kadar üzücü olduğunu
belirtmek isterim. Bu hususta yeterli bilgi ve birikime sahip olmadan yorumlar
yapan insanlara sormak gerekir. Kâtibi mahlasının Güzide Anaya ait olduğunu
iddia edenler Kâtibi’yi ve Güzide Anayı ne kadar tanıyorlar?
Bugüne kadar gelmiş geçmiş ulu ozanların
hepsine de ayrı ayrı bakıldığında hiç birisin de çifte mahlas kullandığı
görülmemektedir. Sıdkı hariç (Pervane). Sıdkı’nın da çifte mahlas kullandığı
konusunda kuşkularımın var olduğunu belirtmek isterim. Aslına bakılırsa bu
konunun uzmanları Sıtkı, Pervane hususunu iyice araştırdıktan sonra kesin bir
sonuca varmalıdırlar. Nasıl ki Sıtkı, Pervane konusunda benim kuşkularım varsa,
bu hususta konuştuğum bazı insanlarında kuşkularını bir şekilde gidermiş
olurlar. Anlaşılan ya Sıtkı’nın eserleri Pervaneye, yada Pervanenin eserlerinin
Sıtkı’ya yazıldığı kuşkuları sürüp gidecektir. Çünkü Nesimi’den, Verani’den,
Hatayi’den, Teslim Abdal’dan, Derviş Muhammet’ten, Kulhimmet’ten, Pirsultan’dan
tutunda günümüzdeki Veysel’e, Mahsuni’ye, Akarsuya, Daimi gibi nice ozanlara
bakıldığında hiç birisinde böyle çelişkili bir durumla karşı karşıya kalındığı
görülmemektedir.
Bir başka dikkatleri çeken husus ta
yıllar önce yaşamış olan Ulu ozanların mahlaslarının, yıllar sonra yaşayan
ozanlar tarafından kendilerine aynı mahlası kullanmalarıdır. Bu gibi durumlar
ise yazılı olan eserlerin hangi ozana ait olduğu konusunda çelişkiler
yaratmaktadır.
Âşık Kâtibi’nin hayatı ile ilgili
özgeçmişi ikinci kez kitaplaşmış olacaktır. Bu konuda Kâtibinin hayatını ve
eserlerini Prof. Dr. Fuat Bozkurt yazmıştı. Kâtibi hakkında daha detaylı
bilgi edinmek isteyenlerin kitap ile ilgili bilgi kısmındaki telefondan numarasını
arayarak yeterli bilgiye sahip olabileceklerini belirtmek isterim. Kâtibi
konusunda yanlış bilgiye sahip olanlar hem Kâtibi’yi daha yakından tanımış
olacaklar, hem de Kâtibi ismi ile yazılmış olan eserlerin gerçek sahibine ait
olduğu da gerçeklik kazanmış olacaktır.
HAYDAR KURT
KÂTİBİ’NİN DEYİŞ VE DUVAZLARI
1
Bizim cemimize kolay girilmez
Nefsine uymuşta haksızsan gelme
Bu cemde kimseye ödün verilmez
Ali yolundan yozmuşsan gelme
Ummanlar dururken dalma göllere
Yolundan ayrılıp varma çöllere
Uzaklaş fenadan düşme dillere
İftira kuyusun kazmışsan gelme
Duvara secdeyi eyleme meyil
Âdem huzurunda hürmetle eğil
Mevlana misali bin kere değil
Tövbeni bir kere bozmuşsan gelme
Kâtibi’yim derki kulak ver bana
Ben tavır koymuşum gerçekten yana
Doğruyu güzeli söylerim amma
Bu gerçek sözlere kızmışsan gelme
2
Baharda açılır gonca dühanı
Bülbülün sevdası gül sefa geldin
Ali’yi sevene bu canım kurban
Dili şeker lebim bal sefa geldin
Şahı velayetten Selman’mı geldi
Evladı Resul’den fermanmı geldi
Yoksa dost elinden dermanmı geldi
Yarama melhemin sar sefa geldin
Fey basar fark eder gülü gevheri
Arifler fark eder kışı baharı
Alana satarız türlü cevheri
Altın sarrafıdır al sefa geldin
Yasin âdemdedir bilmezmi arif
Veçhinde yazılı ihlâsı şerif
Ehli yol olana gerekmez tarif
Arifler ustası pir sefa geldin
Kâtibi der yardımcımız evliya
Şükür secde kıldık yüzü benliye
Cümle sular akar gider deryaya
Muhip deryasından göl sefa geldin
3
Gönül bir güzele meyil aldırmış
Sevmiş ayrılmanın çaresi yoktur
Derunundan Sıtkı candan yandırmış
Sabredip bir yerde durası yoktur
Bu gün dünya bu gün ahret gün bu gün
Geçti geçen günler sayılmaz o gün
Hakın ihlâs kulu o ehli yakın
Gerçeğin gönlünde karası yoktur
Yanar dertli sinem yaram yürekte
Şükrolsun Huda’ya elimiz pekte
Oncaları kalpa çıktı mehenkte
Silinmiş sikkesi turası yoktur
Alış veriş işlenirmi tuç ilen
Hak bulunmaz cedelinen lecinen
Bir Kâmilde iffet etse picinen
Ustaz meydanında sırası yoktur
Mürşide yetenler cana can katar
Cehennem narından Ali sen kurtar
Hak nizam kurmuşlar hayır şer tartar
Terazi başvurmuş darası yoktur
Bir gün olur suçlu suçsuz derilir
Halis olan bu dergâhtan sürülür
Yalancılar hayvan olmuş yayılır
Yetemez menzile süresi yoktur
Kâtibi der Şah Hüseyin’dir Pirim
Şu iki cihanda umudum varım
Şimdi ise yaralandı her yerim
Derler ki görmekte çaresi yoktur
4
Ağu içen cümle Erenler Şahı
Alnına gün doğmuş âlemler mahı
Yoluna kurbandır canım vallahi
Nurlara garg olmuş gördüm cismini
Elleri yeşildir nurdandır cismi
Atası İmamı Ali’nin nesli
Nedendir dost bizden selamın kesti
Muhabbeti hoştur duydum sesini
Evladı Resul’dür Seyit’i Sadet
Esirip coşunca kopar kıyamet
İçinde gizlidir bin bir alamet
Sırlara bürünmüş gördüm tacını
Kâtibi niyazım zikrim Pirime
Medet mürvet merhamet kıl zarıma
Canlar kurban edem Şahın yoluna
Dönmem ikrarımdan yüzseler beni
5
Sefinemiz bir girdaba uğradı
Car günüdür
Celal Abbas gel yetiş
Adunun hançeri sinem dağladı
Car günüdür Celal Abbas gel yetiş
Münkirler kast etti Ali kuluna
Sen el atki haklı haksız biline
Gözüm yaşlı düşer oldum yoluna
Car günüdür Celal Abbas gel yetiş
Mışmedip kâfiri taşa tutturdun
Hırsızın karnında horoz öttürdün
Ol zalimi sen bir kuşa yutturdun
Car günüdür Celal Abbas gel yetiş
Sumru’da Muhammet Mehdi’ye bildir
Urumda ağlayan sefiller güldür
Dar günlerde yetiş tut bizi kaldır
Car günüdür Celal Abbas gel yetiş
Şahı Merdan her eşyayı var eder
Cahteylerse şar köşeyi bir eder
Bun günleri müminlere car eder
Car günüdür Celal Abbas gel yetiş
İmam Hüseyin’in Dergâhı için
Eleman babında bağışla suçum
Kanlı gömleğinin hürmeti için
Car günüdür Celal Abbas gel yetiş
Kerbela aşkına verdim serimi
Fırat üzre kalem kıldım kolumu
Senden başka kime arz edem halimi
Car günüdür Celal Abbas gel yetiş
İmam Kazım Ali Rıza aşkına
Gözlerim kan revan döndüm şaşkına
Nolur bir yudum su Allah aşkına
Car günüdür Celal Abbas gel yetiş
Sultan Şah İbrahim Veli de bile
Uğratma kervanı bu coşkun sele
Bir arzuhal sundum Şah İsmail’e
Car günüdür Celal Abbas gel yetiş
Abdal Musa Sultan hazırdır cara
Hünkâr Hacı Bektaş Piri Pey kare
Gamlanma Kâtibi sefil biçare
Car günüdür Celal Abbas gel yetiş
6
Tarihler bin üç yüz kırka gelince
Sultan cemal terk eyledi cihanı
Muhipleri bu haberi duyunca
Mümin müslüm kıldı ahı figanı
Ezelden Muhammet Ali nin soyu
Sulpu İmam Kazım Rıza nın nuru
Eleman nizamda unutma toyu
Arz eyleyip gitti ulu divanı
Ceddi Balım Sultan düştü virdine
Kondu göçtü evliyalar yurduna
Mehlem olmaz bu ecelin derdine
İçenler meyinden bulur emanı
Bektaşi Veliden gelir beratı
Gerçek don değişir görmez mematı
Sevenlere ihsan geçir sıratı
Efendim gösterme bize niranı
Kul kefa billahi makamın didar
Nesli Ehli Beyit tez gelir gider
Kutup don değişir kutup nasveder
Ceddin Muhammet’tir ahır zamanı
Veli efendi Pir zadeler yerine
Meracül Bahreyn mercan dürüne
Akıl ermez Evliyalar sırrına
Tez gitti cihandan kılıp seyranı
Muhabbet hatm olup sır nihan oldu
Velayet sırrınız aşikâr oldu
Yetmiş üç devrinde erbayim geldi
Arasan bulunmaz kevni mekânı
Hamsinde on elde yediye biri
Üçlere ayandır onların sırrı
Seri yek görünür cihanın varı
Nuş edip sır oldu bahri ummanı
Ey miskin Kâtibi derunun dağla
Hüseyin aşkına karalar bağlar
Adettir Veli ler tez gider böyle
Dur etme didardan şefaat kanı
Âşık Kâtibi bu deyişi Hacı Bektaşi Veli
Postnişini olan Cemalettin Ulusoy’un vefatı ile ilgili yazmıştır. Kâtibinin
Cemalettin Ulusoy ile ilgili yazmış olduğu iki eserinin daha olduğu oğlu
Murtaza Kurt tarafından ifade edilmektedir. Kâtibinin hayat hikâyesinde de
ifade edildiği gibi yüzlerce deyiş ve duazlarla birlikte bu eserlerde yok olmuştur.
7
Âdemi yaratıp var den Mevlam
Emanet verince şükrana geldi
Akıl fikir ilim kılınca eta
Emin oldu Âdem yeksana geldi
Âdem’e Hava’yı eyledi Munis
Hava’dan dünyaya var oldu her cins
Âdem’e buğdayı yediren iblis
O zaman âdem’e bigâne geldi
Âdem buğday yedi ikrarı bozdu
Nice yıllar üryan ağladı gezdi
Levhi kaleminde Hak böyle yazdı
Desturu Cebrail meydana geldi
Kerbela sahrası anda göründü
Elaman babında tacı vurundu
Abu hayat ile cesedi yundu
Gördü Âdem bunda cihana geldi
Âdem için geldi bir Huri kızı
Kâfi nunu farket anla bu sözü
İkrara çare yok bozulmaz yazı
İkisi bir olup meydana geldi
Bir ikrara kurdu Levhi kalemi
Bir ikrarda var eyledi âlemi
Yedullah babında aldı selamı
Üç isim bir olup irfana geldi
Kâtibi der sen kendini boşlama
Bir gönüle iki saray başlama
Kara çalı aşlak tutmaz aşlama
Aşlak vurmak taze fidana geldi
8
Varlığından geçip gel bu meydana
Mansur olmayınca dara durulmaz
Ne davacı ol ne dava kazan
Dava ile Hak katına varılmaz
Buna umman derler dalabilirsen
Gövher bundan çıkar alabilirsen
Erkân ile teslim olabilirsen
Teslim olmayınca sitem sürülmez
Tabip baştan başa yara görsene
Ek muhabbet tuzun sara görsene
Alıp müsahibin dara dursana
Ali yoludur musahipsiz girilmez
Bay olur marifet ehli fakirler
Bülbül olup gülistanda şakırlar
Yezit’e Mervan’a lanet okurlar
Hüseyni kullara sorgu sorulmaz
Kâtibiyim eri erden seçmezem
Evliya sırıdır örter açmazam
Serden geçer muhabbetten geçmezem
Hakikat ehlinin terki bulunmaz
9
Gönül gam çekipte gasavet etme
Cümleyi yaratan Rezzak’a yalvar
Kula cevreyleyip zalimlik etme
Adalet tahtında Sultan’a yalvar
Bey hudaya bel bağlayıp eğlenme
Elini uzatıp da hara dağlanma
Şunda bir vefasız yâre bağlanma
Her dem bir kararda durana yalvar
Mürşit olup müşkülleri kaldıran
İplisi cihanda dışa sürdüren
İhsanında yetimleri güldüren
Zira’nın burcunu verene yalvar
Kaşem Şah isminde Hayber’e varan
Billuru Azemişan’dan emanet alan
Seksen günlük yolu kuşlukta gelen
Hint’te Muhammet’e yetene yalvar
Bunalan kulların carına yeten
Eyüp’ün derdine dermanlar katan
Kul olup özünü pazarda satan
Keşmir’de ateşe girene yalvar
Ziyasıyla müminleri dolduran
İhsan edip ağlayanı güldüren
Hamle edip dağı taşı kaldıran
Bent eyleyip suyu savana yalvar
Kul olup da teraziye oturan
Yırtıp ejderhayı kana batıran
Hayber’in kapısın alıp götüren
Kâtibi muradın verene yalvar
10
Meydan serfirazı Eren’ler Şahı
Aşk ile muhabbet meydan bizimdir
Semavet burcunun ol bedir mahı
Bahçede zeyn olan gülşan bizimdir
Coş gelir aşığa içince bade
Sırrı hakikati söyleme yâda
Carı yek seyrettim Elif lem yede
Kapında gülamın Sultan bizimdir
Babı şeriatı okuyup bildik
Tarikat ilminden haberdar olduk
Marifet bahrimiş aşk ile daldık
Teyine zeyn olan pürhan bizimdir
Üç sünnet yedi farzı on iki bile
Hesabı yetmiş üç erersen sıra
Carı yek seyrettim elif lem yede
Dört kapı kırk makam irfan bizimdir
On sekizden derman buldum derdime
Serim kurban verdim mertler merdine
Mecnun olup gövher saçam virdine
Babında gülamın Sultan bizimdir
Kâtibi bir ustaza olalı bende
Kenzi nihan gördüm gaf ile nunda
Ayın yetmiş yüz on hesabı mimde
Dört yüze kırk dört bin Kuran bizimdir
11
Gönül bu cihanda gezme efsane
Dertliler tabibi dermanı gözle
Eren’ler rahında olma bigâne
El Ata sırrın bil İmranı gözle
Muta kable ente muttan olmadır
Emri Mevla’yınan Şiran olur Mür
Ervah’tan Âdem’e sebep iblis’tir
Gezme Hava ile Rızvan’ı gözle
Âdem’e Şerif’im demiştir Allah
Güruhu Naci’yiz elhamdülillah
Gafı Nunu farket sırran babullah
Vücuda sır olan Yezdan’ı gözle
Payımız verilir dört ile ondan
Ahet oldu Ahmet hesabı mimden
Ol ayın irşadı göründü cimden
Kün demezden evvel ummanı gözle
Kardaş aç gözünü isterler hesap
Bir huruf var etti nice bin kitap
Bir ikrara bende oldum afi tap
La fetha şehrinde Merdan’ı gözle
Çok şükür fark ettik yâri ağyarı
Beyhudeler bilmez zararı karı
Sermayen yok ise dolaşma şarı
Bezirgân yük çözer irfanı gözle
Kâtibi vakıf oldu dürrü yektaya
Rıza nahnu katsam nada bu paya
Bu ummandır dalma benzemez çaya
Koç eksik değildir meydanı gözle
12
Erenler Cemine yüz süre geldik
Hoş dühan açalım destur olursa
Sırrı hakikate kul kulam olduk
Dolu bade içelim destur olursa
Sarraflar zeyn edip dükkân açarlar
Arifler gövherin hasın saçarlar
Kumaşına göre kıymet biçerler
Pahasın biçelim destur olursa
Âşıklar tellaldır icazet Pir’den
Onların ücreti verilir sırdan
Çok bezirgân yükün tutar bu şardan
Veznedip seçelim destur olursa
Muhammet Kırkar’ın Cemine geldi
Badeyi doldurup eline aldı
Hatemi görünce ol demde bildi
Peri bal saçalım destur olursa
Kâtibi himmet ister bir gerçek Er’den
Âşık olan yükün tutar bu şardan
Dersimiz yüz on noksanı sırdan
Hoş dühan saçalım destur olursa
13
Gaziler cihanın müddeti doldu
Dünya bir acayip zamana kaldı
İnsandan itibar itikat gitti
Hemen bir zan ile gümana kaldı
Gerçek Erenlerin emsali yoktur
Bilirim dört kapı kırk makam Haktır
Ehli hak olanda mugadir yoktur
Rivayet karada şeytana kaldı
Meydan eri oldu hep zamparalar
Ben talibim derde yüzün karalar
Yanlış merhem vurdu azdı yaralar
Bir hekimi sadık lokmana kaldı
Düşerler peşine galile gılın
Varmazlar yanına ehli kâmilin
İnsanın ettiği cengi cıdanın
Cümlesi bir ulu divana kaldı
Kâtibiyim güçtür nefsin öldürmek
Erlik midir koymadığın kaldırmak
Zamane halkına Hak’ı bildirmek
Mehdi gibi adil bürhana kaldı
14
Kademi payına yüzlerim sürdüm
Azim bedestanlı şar benim ustam
İnna Fetahnayı veçhinde gördüm
Cim ile cem olan sır benim ustam
Selvi kamet boyun gördüm Maşallah
Nakkaşın dört kitap yazmıştır Allah
Dürü meklun okur virdin illallah
Çarşın cevahirdir dür benim ustam
Kudret tohumunu hasıla ekme
Gülün fidanını ormana dikme
Zelve kırdırırsın sabana çökme
Bakıp kuvvetini sor benim ustam
Ustazlar kâmildir dokunmaz tele
Cebrail kul oldu nuru kandile
Gerçek âşık aşlak vurur çitile
Yaramın melhemin sor benim ustam
Kâtibi dil olmaz ustaz yanında
On iki kapının müptahı sende
Ustaz olan gövher satar meydanda
Vezn edip pahasın sor benim ustam
15
Eliften ders alır gerçek âşıklar
Be noktası zuhur oldu yüz ondan
Te den se ye kadim basan sadıklar
Cim den ha’ya hayallenir yüz ondan
Hı’dan dal zel raya bağladım beli
Ze’de ziynet görür la mekân eli
Sin’de sitem görmez hakikat kulu
Işın şefaati bulur yüz ondan
Satan safi olup olursan gülam
Dat’tamı görmesin vallahi âlem
Car köşede nokta birdir yek kalem
Tı doğurur payın alır yüz ondan
Zı zuhur edip meydana geldi
Bin bir kelam bir ayından hatm oldu
Gayın gavvas olup ummana daldı
Te telek nida kılar yüz ondan
Gaf kadim ikrarın bilen ellere
Kef kerimdir mazhar eder sırlara
Nem lanet var mim’e münkir körlere
Nun hikmet bahre daldı yüz ondan
Vav’u velayet sırrı dayandı ha’ya
Âşıklar yakındır lam elif ya’ya
Bizim üstümüze çekilen sa’ya
Gönderen Huda’dır gelir yüz ondan
Kâtibi dört harf var nokta on iki
Çin ile meçine yüklenir göçü
Bir göçer seyrettim havada kökü
Meyve verip ziyalanır yüz ondan
16
Kudretiullahı izhar eyleyen
Koça bıçak indi mümine Erkan
El Eta sırrını mazhar eyleyen
Koça bıçak indi mümine Erkan
Kayiyyede nedir sülfü pederin
Errahmanırahim halidir serin
Anla bu kelamı gitsin kederin
Koça bıçak indi mümine Erkan
İlmi Cavidan’dan dersin almalı
Otuz bini beş harf ile bilmeli
Yay âleme bir elifte kalmalı
Koça bıçak indi mümine Erkan
Mümine mevali olup bilindi
Bir Zühre yıldızı doğmuş bulundu
Setrede doksan bin kelam bölündü
Koça bıçak indi mümine Erkan
Kâtibi der Göğ Erkândan alınır
Ne ararsan bu meydanda bulunur
İsmi Şah talibine Erkan çalınır
Koça bıçak indi mümine Erkan
17
Alnında Zühre yıldızı vardır Vallahi
Sultan Şah İbrahim Veli Sultan’ın
Sağ yüzünde yeşil ben var Billahi
Sultan Şah İbrahim Veli Sultan’ın
El rızıkı verir gafur’dur Allah
Tevhidi Erkan’a söyler İllallah
Nasip veren yeşil elsin yedullah
Sultan Şah İbrahim Veli Sultan’ın
Ezelden karışmış kanım kanına
Ol sebepten kurban canım canına
Velilik fermanı indi şanına
Sultan Şah İbrahim Veli Sultan’ın
İhlâs âşıkların men dergâhısın
Şu iki cihanın bedir mahısın
Cemali Ali’nin seyranğahısın
Sultan Şah İbrahim Veli Sultan’ın
Bu Kâtibi kapınızın kuludur
Kızıl Elma’daki Kızıl Deli’dir
Musahibin Sultan Seyit Ali’dir
Sultan Şah İbrahim Veli Sultan’ın
18
Perimi Melek’mi Huri’mi nesli
Du çeşmi Er Rahman hub anı gördüm
Süzülüp Güruhu Naci’den aslı
Seri Ahmer taçlı Sultanı gördüm
Kef karar almadan ahu zar eder
Arş yüzünde yeşil kubbe var eder
On yedi bin lem mim hayâ yar eder
Cavidan seyreden Şıranı gördüm
Nunda nokta du cihanı var eder
Celal ından azazulu dur eder
Yek nefeste yedi derya sır eder
Mest olan Musa’dır İmranı gördüm
Kırkların Ceminde bade dolduran
Sefiy olup müminleri güldüren
Velagat deminde ziya bildiren
Cümle yek renk olmuş irfanı gördüm
Kâtibi yakın oldu yetmişe yedi
Sividuğ harfleri cemal da idi
Velagat Kerem’na Âdem’de idi
Hint’ten cara gelen Merdan’ı gördüm
18
Derunumda vardır onulmaz yara
Bizi kurtarmalı mazlum Hüseyin
Gönül ne durursun mürşidin ara
Bizi kurtarmalı mazlum Hüseyin
Eyub’un çektiği çileler için
Gayet günahım çok bağışla suçum
Kanlı gömleğinin hürmeti için
Bizi kurtarmalı mazlum Hüseyin
Gel güvenme gönül şunda beş güne
Cümle yardım eyle kerem düşküne
Atan Ali Fatima’nın aşkına
Bizi kurtarmalı mazlum Hüseyin
Destin vere öğret bakma sonuna
Gönül amel kazan ahret evine
Deden Muhammet’in yüzü suyuna
Bizi kurtarmalı mazlum Hüseyin
Gönlümde kalmadı zerrece güman
Sana yalvarırız ya Şahı Merdan
Kâtibi çağırır mürvet elaman
Bizi kurtarmalı mazlum Hüseyin
19
Ezel baharda açılır
Gonca gonca gülün dağlar
Can ile serden geçilir
İçildikçe mülün dağlar
Arayı arayı buldum
Sana indim aram kıldım
Ziyaret etmeğe geldim
Memleketin ilin dağlar
Gözüm yıldızlara bakar
Önümüze duman çöker
Coşu huruş edip akar
Boz bulanık selin dağlar
Goncadır güllerin solmaz
Yârinden ayrılan gülmez
Kâtibi der tabir olmaz
Açılmış sümbülün dağlar
19
Kalma kusuruma gül yüzlü Şahım
Sefa ile uğur olsun Erenler
Keremi ihsanı bol Padişahım
Sefa ile uğur olsun Erenler
Rahmeyle didemden dökülen yaşa
Görüşür ne gamdır sağ olan başa
Aşkı niyaz eyle bacı gardaşa
Sefa ile uğur olsun Erenler
Konan göçer dünya fani durana
Hayır, dua olsun Pire varana
Selam söylen eşe dosta yarene
Sefa ile uğur olsun Erenler
Çetindir çekilmez bu aşkın yayı
Kerem eyle nuş edince badeyi
İyilik söylen seversen Hudayı
Sefa ile uğur olsun Erenler
Şükür haki paye sürmüşüm yüzü
Arada selamın sal bazı bazı
Kâtibi katardan unutman bizi
Sefa ile uğur olsun Erenler
20
Gel gönül Ali’ye talibim dersen
Talipliğe senden nişan isterler
Aklanmadan talip lokmasın yersen
Talipliğe ahtı peyman isterler
Talip isen talip halin gör derler
Görmez isen sana ağma kör derler
Bu remzin haberin dürüst ver derler
Ne bir artık ne bir noksan isterler
Taliplik göstermek halka alaydır
İçi bakır olmuş dışı kalaydır
Hak âdemde demek dile kolaydır
Arifler bu söze bürhan isterler
Arifler meydanda oynar utulmaz
Evliya yoluna hile katılmaz
Kuru dava ile Hakka yetilmez
Senden bir gün hüccet berat isterler
Kâtibi Hak yola getiremezsen
Talip yükü ağır götüremezsen
Talip minderinde oturamazsan
Dört Kapı kırk makam Erkân isterler
21
Gerçekler meyinden içen âşıklar
Cana can olmuştur cananı gözler
Rahı Hakka doğru yelen Sadık’lar
Üç isim bir olmuş irfanı gözler
Bir huruf var oldu arşın yüzünde
Nur ile münevver vardır sözünde
Derya gider fark edersen izinde
Dördü seyreyleyip ummanı gözler
Cebrail çok vakit havada durdu
Muhammet Miraç’da burağa bindi
Gönüller bir oldu ziyalar yandı
Kırk bin yıldan sonra emanı gözler
Bir bedesten açtı kendi oturdu
Bir hurufu doksan bine yetirdi
Bir fidandan bin bir meyve bitirdi
Mürüvvet babında emanı gözler
Bir elma var olup meydana geldi
On iki on yedi onda bir oldu
Eleman babında tacı vurundu
Kırk bin yıldan sonra emanı gözler
Kâtibi der ervah vasfın ararsan
Sındırdığın elin ile sararsan
Mute kalbe el tamuta erersen
Vücudun adalet mihmanı gözler
22
Âşıklar virdeder ismi azamı
Dokunmayan rahmi Rahman bizimdir
Elif defi lama devreder mimi
Kırkların sürdüğü irfan bizimdir
Musa’yı Kazım’dan gelir kolumuz
İncil Zebur Tevrat okur dilimiz
Desti yedi beza tutmuş elimiz
Kelimullah Musa İmran bizimdir
Babı şeriatı okuyup bildik
Tarikat ilminden haberdar olduk
Marifet bahrimiş aşk ile dolduk
Te ile zeyn olan irfan bizimdir
Hakikat sır olmuş nihan içinde
Serin veren bilir meydan içinde
Kenzi nihan gördüm viran içinde
Adalet tahtında Sultan bizimdir
Kâtibi pervaneyim korkmazam nardan
Tutmuşum demanım dönmezem Pir’den
Münhacılar vaz’mı geçer bu dardan
Yek renk yekvücut bir can bizimdir
23
Kül etti derunum aşkın ateşi
Akıbet bu bizi yakar savuşur
Ne bilsin başına gelmeyen kişi
Seyreder kenardan bakar savuşur
Tabip buldum diye varıp embiyen
Bu günkü demini yarına koyan
Üç gün için şu dünyada gam yiyen
Bulanık sel suyu akar savuşur
Fani dünya için odlara yanma
Cahilin sözüne inanıp kanma
Her namerdin sofrasına el sunma
Akıbet başına kakar savuşur
Kâmil ol fehmeyle üç ile beşi
Seni zebun eyler nefsin ateşi
Almayana örseletme kumaşı
Müşteri değildir bakar savuşur
Gezdim seyreyledim devri cihanı
Kâmilim der döker her dem dühanı
Sakın gafil gezme bunda Kâtibi
Akıbet elinden çıkar savuşur
Âşık Kâtibinin hayat hikâyesinde de
anlatıldığı gibi, Kâtibi rüyasında yaşlı bir Pir’in elinden dolu içer. O ana
kadar hiç çalıp söyleyemeyen Kâtibi rüyadan sonra kendisine gelen ilham ile
çalıp söylemeye başlar. Oğlu Murtaza Kurt’un anlattıklarına göre rüya esnasında
ilk okuduğu eser yukarıda yazılı olan: ‘ Kül etti derunum aşkın ateşi – Akıbet
bu bizi yakar savuşur ‘ adlı eseridir.
24
Bugün aşkı müdam oldum meydanda
Akar bu didemin seli görünür
Hakkı arar isen illa Âdemde
Musa’yı Kazım’ın kolu görünür
Hayali gönlümü ürüşen eden
Artırdı yaramı acep bu neden
Şükür Kerbela’dan kaldı bu dem
Nasip veren yeşil eli görünür
Zikrede gör Abdal Musa Sultanı
Musayı Kazımdan İbrahim Sani
Eleman katardan ayırma beni
Şükür Pir elinden dolu görünür
Şah İbrahim Veli Pirimiz bizim
Onun için kadim yolumuz bizim
Her yere uzanır kolumuz bizim
Tecellim Elesti Bezmi görünür
Lutfedegör küllü noksan hatam var
Don etmiş giyinmiş Hakkı tutan var
Süleyman’lar Süleyman’ı putan var
Kâtibi kapının kulu görünür
25
Biz de hanedana gidek der iken
Mihman canlar bize sefa geldiniz
Pirim Şıh Sofu’dan kaldı yol Erkan
Mihman canlar bize sefa geldiniz
Temenna et bir gerçeğin destine
Gel duralım ahdi aman üstüne
Yüz sürelim ol Hünkâr’ın postuna
Mihman canlar bize sefa geldiniz
Gittiğimiz İmam’ların yoludur
Tuttuğumuz bir gerçeğin elidir
Ser çeşmemiz Hacı Bektaş Velidir
Mihman canlar bize sefa geldiniz
Gitti yoldaşlarım kaldık yalınız
Bahçede açılır gonca gülümüz
Şirin muhabbetin tatlı diliniz
Mihman canlar bize sefa geldiniz
Gel ey gönül ne beklersin viranı
Şükür olsun sizi bize vereni
Âşık Kâtibi’nin eşi yareni
Mihman canlar bize sefa geldiniz
Aşağıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı
gibi Kâtibi’ye ait olan bazı deyiş ve duazların Kul Himmet, Pirsultan, Şah
Hatayi gibi bazı ozanların üzerine yazıldığını görmekteyiz. Bu deyişin
kesinlikle Kâtibi’ye ait olduğu bilinmektedir. Oğlu Murtaza Kurt ölmeden önce
Kâtibi’ye ait olan eserlerden bazılarını kendi el yazısı ile kaydetmiştir. O
yıllarda Zile ve çevresinde yaşayan birçok yaşlı insanlarında Kâtibi’ye ait
olan deyiş ve duazların birçoğunu ezbere bildikleri bilinmektedir. Halen ezbere
bilinen eserler içerisinde bu deyişinde var olduğunu, cem ayinlerinde yaşlı
insanların Kâtibi’ye ait olan deyiş ve duazlarla birlikte bu duazıda
okuduklarını görmekteyiz. Kâtibi hayatta iken onu çok iyi tanıyan, onun deyiş
ve duazları ile büyüyen 95 yaşını geçkin, Kâtibi’nin köylüsü olan Ali Saper’de
Kâtibi’nin bazı eserlerin başkalarına yazıldığını söylemektedir. Ali Saper’in
açıklamalarından da anlaşıldığı gibi yukarıdaki yazılı olan eserin kesinlikle
Kâtibi’ye ait olduğu anlaşılmaktadır.
27
Çok kazanmayınan yiyemmi dersin
Kudretten nasip verilmeyince
Sır Ali sırrıdır bilemmi dersin
Sana Hak’tan nazar kılınmayınca
Onlar her kapıya gövher koymazlar
Gerçekleri didarından ırmazlar
Seni yol içinde iyi saymazlar
Sende Hak nişanı bulunmayınca
Onlar her kardeşe kapımı açarlar
Gerçeği yetmiş iki den seçerler
Senin günahından nasıl geçerler
Mürvet deyip dara durulmayınca
Hak demez müminden mihmanmı olur
Yalancı kalleşle irfanmı olur
Haktan özge derde dermanmı olur
Pak edip vücudun silinmeyince,
Törpüsüze duvarını ördürme
Delik kor içeri karı doldurma
Değme bir gözeden kabın doldurma
Ayağı akıp gözü durulmayınca
Pınarın gözün bul her yerden içme
Muhammet Ali’yi ayırıp seçme
Kâtibi kumaşın her yerde açma
Müşteri olupta alınmayınca
28
Be hey derviş şimdi zamane halkı
Her biri bir türlü iş eylediler
Ayete hadise iman etmeyip
Bahane sözlerle coş eylediler
Sırrı Muhammet’ten kalmadı eser
Fitne ile doldu cihan sert eser
Mümin olan yılda üç kurban keser
Kılı ibrişime baş eylediler
Yolumuz çektiler kıra bayıra
İşimiz zorlaştı Mevlam kayıra
Hiçbir ağzın açan yoktur hayıra
Bir acayip çirkin iş eylediler
Dinsiz imansızı bir yere derip
Delilsiz irfansız yol erkân sürüp
Yılda bir hayvanın kanına girip
Cahilin gönlünü hoş eylediler
Muhabbet tohumun ham boza ekip
Aşkın badesini kerüze döküp
Katırı beygiri tavraya katıp
Sarı küheylana eş eylediler
Körüğü şeyh oldu çıktı huzura
Çaylak vezir oldu geçti mühüre
Virane verdiler baykuş fakire
Serçeyi bir Anka kuş eylediler
Kimi post sahibi masallar düzer
Kimi yol gösterir kimisi yüzer
Kimisi kendince fetvalar düzer
Evliya yolunu boş eylediler
Yukarıda ki yazılı eser Katibi’ye
aittir. 1920 li yıllarda eski yazı ile yazılmış olan cönkten alınmıştır. Eserin
yazılı olduğu sahifenin alt kısmı yırtık olduğu için Şah beyiti yazılı
değildir. Elimizde bulunan eski yazıyla yazılmış olan bu cönkü emekli öğretmen
Rıfat Öztürk Türkçeleştirmiştir.
29
Söyle âşık söyle esrarı haktır
Erenlerin yolu söz ile değil
Muhabbet tohumun ekip yeşertmek
Avrat oğlan uşak kız ile değil
Alnında bin bir türlü seda var
İçilecek içilmedik bade var
Bu yolun içinde tam kırk madde var
O da gönlüncedir az ile değil
Yola bir kez sapar yoldaş içinde
Bir nesne ararsan sırdaş içinde
Hakkı gören görür az yaş içinde
Yetmiş seksen doksan yüz ile değil
Kuş misali her çeşmeye konarsın
Acı tatlı demez içip kanarsın
Hakkı aynel yakın gördüm sanarsın
Oda kem baktığın göz ile değil
Kâtibiyim Pir’den nasihat aldım
Arifler ziyasın okuyabildim
Katreden katreye ummana girdim
Coşlara karıştım az ile değil
30
Talip benlik ile girme meydana
Evvela haline yeksan ol talip
Ne yaman uğraştın aklı noksana
Ettiğin işlere pişman ol talip
Ne yola talipsin ne Hakka kulsun
Sen yolu bilmezsen yol seni bilsin
Men Araf sırrından haberin olsun
Fark eyle özünü insan ol talip
Hak sende buyurmuş allemel esma
Fark eyle sendedir Hünsayı Kübra
Sana zuhur oldu hep cümle eşya
İncil Zebur Tevrat Furkan sendedir
Otuz sekiz harfin hesabın görde
Yirmi sekiz harfin aslına erde
Dördü batındadır yedisi sırda
Her gören Âdeme kitap ol talip
Yirmi sekiz harfin dört yedi hece
On dördü gündüzdür on dördü gece
Lam Elif cümle burçlardan yüce
Yerde gökte arşta Rahman ol talip
Kâtibi der Hakka ola gör bende
Fark eyle noktayı be ile nunda
Her ne arar isen tamamı sende
Kin buyurdu sana noksan ol talip
Yine bu iki eserde elimizdeki eski yazı
ile yazılmış olan cönkten alınmıştır. Kâtibi’nin hayat hikâyesinde de bahsedildiği
gibi yaklaşık 400 ün üzerinde eserinin olduğu oğlu Murtaza Kurt tarafından
ifade edilmektedir. Yazılı cönküne ulaşılamadığı, 50 ye yakın eserinin kayıt
altına alındığı, bir kısmının da Güzide Ana’ya mal edildiği anlatılmaktadır.
Hâlbuki Güzide Ana yazmış olduğu eserlerinin hepsini de Güzide mahlası ile
yazmıştır. Geçmiş dönemlerden günümüze kadar bakıldığında hiçbir ulu ozanın iki
isim kullandığı görülmemektedir. Güzide Ana Ulusoylara yakınlığı ile bilinir.
Bu sebeptendir ki Ulusoylara yakınlık duyan bazı yazarlar ve ozanlar Katibi’ye
ait olan eserleri Güzide Ana’ya mal etmeğe çalışmaktadırlar. Katibi’ye ait olan
eserlerin Güzide Ana’ya ait olduğunu söyleyenler hangi kaynağa dayanarak
böylesi bir ithamda bulunuyorlar anlamak mümkün değildir. Şu an 95 yaşlarında
halen yaşamakta olan Ali Saper adlı aynı köyde doğup büyüyen kişinin öfkesini
de dinlemek gerekir.
31
Güzel seni ancak sevdim dünyada
Yüzüne baktığım kâr bana yeter
Dolaştırma beni şema ziyade
Bu kadar yandığım har bana yeter
Hublar’ınan menzil olmuş göçersin
Dost elinden bade gelse içersin
Beni görüp kaşın yıkar geçersin
Bir kez hatırımı sor bana yeter
Ellerinde dolu bade süzerler
Em odur ki kara bağrım ezerler
El içinde sefil zarun gezerler
Gayriden çektiğim ar bana yeter
Kâtibi der candan sadakatim var
Muhabbet yolunda seyahatim var
Bilirim ulusun kanaatim var
Sineni sineme sar bana yeter
32
Döndükçe bu çarkı devran döndü
Nice Süleyman’lar tahtından indi
Şimdi Beyzadeler hımara bindi
Küheylana kıymet biçilmez oldu
Ar hayâ kalmadı gelinde kızda
Zamparalar şimdi gönülde gözde
Beyzadeler yola geldiler sözde
Şimdi Hak’tan yana geçilmez oldu
Çakal tilki aslan ile vuruştu
Bülbül yuvasından kargalar uçtu
Tatlı suya acı sular karıştı
Bozuldu lezzeti içilmez oldu
Kâtibi didemden akıttım yaşı
İyilere kötülük mahlûkun işi
Vahdete uğradı hayatın kışı
Gemilere kaptan biçilmez oldu
33
Kamil gerek gediğinde otura
Yiğidin neciliye binmesi de olur
Eğer arif isen değme hatıra
Gönül bir sırçadır sınması da olur
Koç yiğit gönlünde komaz kudüret
Kavga olmayınca hâsıl olmaz murat
Vaktine hazır ol kader kudüret
Denizin ateşe yanması da olur
Arap atı meydanlara çıkınca
Cevlan kurup dört yanına bakınca
Bir yiğit meydanda rakip yıkınca
Eğilip elinden tutması da olur
Şahin gibi gördüğüne toylama
İnip dalgıç gibi derya boylama
Büyük giy büyük ye büyük söyleme
Yükseğin eğnine enmesi de olur
Kâtibiyim iyidir sözünden dönme
Bir vefa güzelin oduna yanma
Koç yiğidin kaçmasına güvenme
Cevlan kurup geri dönmesi de olur
34
Muhabbettir muhabbetim artıran
Beş vakitte Kıble gâhım olan yar
Hayali gönlüme vahdet yetiren
Aşıkını bu sevdaya salan yar
Kaşların Bismillah kametin Taha
Çekilmiş velleyli alnın veddüha
Sin ile okunur Yasin keyfüha
Cümlenin üstüne Sultan olan yar
Âlemler lerçike sadırın yazdım
Yüz on dört sureden Errahman dizdim
Sırrı atmış bini Ali’de çözdüm
Ehli Tarikata mihman olan yar
Kâtibiyim Kulfü Vallahi Ahet
Canım Hak yoluna her dem her saat
Muhammet Ali’ye indi bu ayet
Dört Kitapta Ümmül Kuran olan yar
35
Gönül derdi kelam getirir dile
Aşkın deryasına daldığı zaman
Akar gözyaşlarım döndürür sele
Yâr bizi sevdaya saldığı zaman
Kaçma canan kaçma dosttan fenadan
Böyle haber aldık darul gedadan
Bize cevredenler bulur Hüdadan
Herkes ettiğini bulduğu zaman
Kâtibi gör Erkânını yolunu
Olura olmaza açma sırrını
Sevdiğin bu edna fakir kulunu
Unutma derdinden öldüğü zaman
36
Sırrı hakikatten irfan isterler
Onuda her cana diyebildin mi?
Varlığın var ise desti post derler
Onuda geriye koyabildin mi?
Ya kime ilhak gördüler duayı
Arif olda boyla engin ovayı
Bir sofrada yedi katar deveyi
Hiçbir oturuşta yiyebildin mi?
Deveyi yer iken arif görürse
Arayıpta çiğ lokmanı bulursa
Katarın birisi eksik olursa
Altı katarınan doyabildin mi?
Çok deryalar geçtim yâre varırken
Çölde susuz kaldım derya dururken
İsrafil arşta sala verirken
Onu bu meydanda duyabildin mi?
Kâtibi hayali gitmiyor serden
Güzelce muhabbet sevgisi candan
Yirmi dört bin meyti yıykar bir yandan
Kırkına bir tas su koyabildin mi?
37
Ahir’im Muhammet aşinam Ali
Yollarına candan kurban olurum
Muhabbet bağına girdim gireli
Gerçek Erenlere kurban olurum
Ta ezelden nasibimiz bu imiş
Ahır encamım evvelim şu imiş
Gece gündüz dilde zikrim hü imiş
Kırkların Ceminde Selman olurum
Bu canımı koydum Pirin yoluna
Katıldım kaynayan aşkın seline
Bülbül olup kondum gülün dalına
Deryaya karışıp umman olurum
Tariki nazenin Güruhu Naci
Bey tül Mukaddeste olmuşuz Hacı
Sırrını sır eyle olma davacı
Kâtibi Kibriya’ya pinhan olurmu
38
Görüp cemaline âşık olduğum
Hakkı bir bilirsen ağlatma beni
Uğruna serimi feda kıldığım
Hakkı bir bilirsen ağlatma beni
Bu güzellik baki kalmaz sevdiğim
Aşıkı ağlatan gülmez sevdiğim
İyilikten kemlik gelmez sevdiğim
Hakkı bir bilirsen ağlatma beni
Kâtibi der yavru öğüt tutmazmı
Aşıkın dediği yola gitmezmi
Kara bağrın hun eyledin yetmez mi
Hakkı bir bilirsen ağlatma beni
Âşık Kâtibi’nin yazmış olduğumuz bazı
eserleri üç veya dört kıtadan ibarettir. Torunu Ali Kurt’un anlattıklarına ve
elimizdeki yazılı deyişlerine bakıldığında Kâtibinin yazdığı eserlerin bu kadar
kısa olabileceğinin mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. Ben yinede elimdeki
kaynakları mümkün olduğunca bende yazılı olduğu gibi yazmaya çalışıyorum.
39
Deli gönül melul olup gam yeme
Ağlamanın elbet gülmesi vardır
Aduya intikam kalır mı böyle
Herkes ettiğini bulması vardır
Hak için ibadet eden sadıklar
Mertebesin bulur bağrı yanıklar
Bivefa dilberi seven aşıklar
Gahi böyle melul olması vardır
r
Bu aşk dedikleri bir yoldur ince
Bu aşk dedikleri bir yoldur ince
Bülbüle cevr eder bir gül-i gonce
Bir güzelin kendi gönlü olunca
Tenhaca odaya gelmesi vardır
Bu bir eski sözdür söylenir ezel
Dilber akçe ister dinlemez gazel
Zengince bir aşık bulsa bir güzel
Züğürdü feryada salması vardır
Katibi sabreyle ötesi yakın
Hercai gözetmez tuz ekmek hakkın
Bivefa dilbere aldanma sakın
Hemen bir yüzüne gülmesi vardır
40
Yüzüne Hakkın nuru saçılmış
Var ise can ister kulundan senin
Gönlünde nev bahar taze açılmış
Emreyle dereyim gülünden senin
Her zaman eğnine yüzüm sürdükçe
İltifat edersin bizi gördükçe
Var ol cihan içre dünya durdukça
Geçmesin adular yolundan senin
Şu beni seversin bilirim amma
Bir melek misali ey şemsi sima
Anladım aşıksın destinde hüma
Baz eksik olmasın kolundan senin
Hakikatlı yarsın bilirsin halden
Huda ayırmasın sen selvi daldan
Söyledikçe sözün tatlıdır baldan
Abu zülâl akar dilinden senin
Katibi kapından yabana atma
Lütfeyle göz yaşım sellere katma
Bari gülmüş iken beni ağlatma
Yandım zalim Felek elinden senin
41
Gurbet ele düştü yolum
Ağlayıp gezer yürürüm
Efkârlandı deli gönlüm
Dağlayıp gezer yürürüm
Oldum işimden avare
Yakarım sinemi nare
Gönlüm bir zülfü dildare
Bağlayıp gezer yürürüm
Dağlar başı oldu yurdum
Günden güne artar derdim
Ben kara gözlümü gördüm
Sızlanıp gezer yürürüm
Anlatamam ahvalimi
Göz görmesin meralimi
Halden bilene halimi
Söyleyip gezer yürürüm
Katibi sürse devranı
Yükledi göçü kervanı
Şaşkın sel gibi müdami
Çağlayıp gezer yürürüm
42
Efendim lütfeyle hakkı seversen
Gel ağlatma beni eller içinde
Senin salınışın öldürür beni
Selviye benzettim dallar içinde
Ben seni seveli bir dem gülmedim
Derdim pek yeğindir ilaç bulmadım
Çok gülistan gezdim kıymet bilmedim
Senin gibi gonca güller içinde
Efendim hışımla yüzüme bakar
Ayrılık ateşi bağrımı yakar
Gözüm yaşı durmaz çağlayıp akar
Kalmışım sultanım seller içinde
Kâtibi der gönül ahu zar mola
Yar da benim gibi intizar mola
Acep sevdiğimden güzel var mola
Şu fani dünyada kullar içinde
43
Gönül derdi kelam getirir dile
Aşkın deryasına daldığı zaman
Gözlerimin yaşın döndürür sele
Yar bizi sevdaya saldığı zaman
Naşinin duası göklere sığmaz
Üstüne hiç rahmet yağmuru yağmaz
Aşkın harareti sineye sığmaz
Sevdiğinden haber geldiği zaman
Kaçma canan kaçma dostan fedadan
Böyle haber aldım darül gedadan
Bize cevredenler bulur Huda’dan
Herkes ettiğini bulduğu zaman
İyilik edenler bulur selâmet
Elbette kemliğin sonu nedamet
Âşıksan başında kopar kıyamet
Haşve kıyamete kaldığı zaman
Kâtibi gör erkânını yolunu
Olura olmaza açma sırrını
Sevdiğin bu edna fakir kulunu
Unutma duadan, öldüğü zaman
44
Sana bir nasihatim var
Gel yanıma hele gardaş ,
Uzak yerde uğru gezme
Gitme elden ele gardaş
Harama sunma elini
Kötüden sakın kendini
Bazen hivzeyle dilini
Dilden gelir bela gardaş
Halın arz eyle ağ yara
Bulasın derdine çare
Her suyun geçidin ara
Gitmeyesin sele gardaş
Dinle okunan fermanı
Bulasın derde dermanı
Terse savurma harmanı
Dane gider yele gardaş
Ziyankâr olma komşuya
Sırrım açma naşiye
Uyma hal bilmez kişiye
Taş getirir yola gardaş
Dünya bir acayip haldır
Kimi elif kimi daldır
Bu bir başka derin göldür
Düşmeyesin göle gardaş
Katibim geldim cihana
Çok şükür olsun sübhana
Halin arz eyle sultana
Mihnet etme kula gardaş
45
Ela gözlü nazlı yarin sözleri
Şeker midir şerbet midir bal mıdır
Saçın dökmüş ak gerdanın üstüne
Kakül müdür zülüf müdür tel midir
Kudretten eğnine hülle biçilmiş
Al yanak üstüne benler saçılmış
Yar hüsnün bağında güller açılmış
Lale midir sümbül müdür gül müdür
Alçakları koyup yüksekten uçmak
Şöyle gerdan kırıp göğüsler açmak
Yâdlara meyledip yarenden kaçmak
Adet midir erkan mıdır yol mudur
Katibi ah edip bağrını ezer
Ağyarlar yavrunun ardınca gezer
Efkarlanmış gönül yollarda gezer
Dağ mıdır bağ mıdır yoksa çöl müdür
46
Gönül aşk atına binelden beri
Muhabbet menzilin alagelmiştir
Pervane-veş şem'a yahaldan beri
Benzimiz sararıp solagelmiştir.
Rûz u şeb fikrimiz sevgili yârda
Ciğer kebab oldu hasret-i nârda
Bu garib bülbülün evvelbaharda
Muradın almağa gülegelmiştir.
Dertli bülbül bahçalarda bağlarda
Figan eyler yaz geldiği çağlarda
Mor sünbüllü gönce güllü dağlarda
Ferhat Şirin'ini bulagelmiştir.
Bu gurbette ayrılığın elinden
Deryalar dolmuştur çeşmim selinden
Sözün bilmez adûların eimden
Bağrımız kan ile dolagelmiştir.
Kâtibi der hayâlini gördüğü
Gece gündüz hayâline yeldüğüm
Severler güzeli elbet sevdiğim
Yalancı dünyada olagelmiştir
47
Bir dem kararım yok dağlar başında
Nice bir Mecnun'a dönersin gönül
Bunca cümle âlem kendi işinde
Sen aşkın narına yanarsın gönül
Cevherini her sarrafa satmazsın
Gündüz efkârlanır gece yatmazsın
Belli bir mekânda karar tutmazsın
Her dem daldan dala konarsın gönül
Bülbüle işaret olsa gülünden
Hub güzel maniyi söyler dilinden
Hercayi bi vefa yârin elinden
Zehri nuş eyleyip kanarsın gönül
Kâtibi bilmedin çeşmi siyahı
Kendine yar etme zar ile ahı
Yükseklere çıkıp dolaş begahi
Gah olur alçağa inersin gönül
48
Acep ahîr zaman oldu gaziler
Büyük
küçük birbirini beğenmez
Her
mümin münâfık cennet arzular
Tanrı nasip ettiğini beğenmez
Kediler köpekler ile savaşır
Miçik deyu çarşı çarşı dolaşır
Mekbeti’si ehli ırz’a ulaşır
Orospular kendi erin beğenmez
Teklif ister bülbül güle konmağa
Pervaneler
düşüp şema yağmağa
Oğlancıklar iştahından binmeğe
Doru ister atın kır’ın beğenmez
Babası anası koyun güttüren
Dağ
başında kavalını öttüren
Kazma ile başın tıraş ettiren
Âhır kar ayak berberin beğenmez
Ot kökü balta sapının eğrisi
Yine gitmez yüreğimin ağrısı
Sofuluk satar bazı eşek oğlusu
Aşıkların aşk eserin beğenmez
Marifette kâmil olan yiğitler
Mağrur olmaz kendi nefsin öğütler
İl içinde bilip gören şâkirtler
Üstâdını bırak pîrin beğenmez
Er olmaz kalbinde tutan gümanı
İsterse
dolaşsın Hint’i Yemen’i
Der Kâtibî bizi beğenmeyeni
Deli gönül beğen derim beğenmez
49
Verdiğin ikrarın günleri geldi
Ali Seydi Şah İbrahim gel yetiş
Yer gök dua ile hem karar kıldı
Ali Seydi Şah İbrahim gel yetiş
Dar günümde yetecektin carıma
Kurt kuş dayanmıyor ahu zarıma
Hasret koyma beni nazlı yarıma
Ali Seydi Şah İbrahim gel yetiş
Himmet Muhammet’ten Ali’den çare
Siz mehlem edinki sarıla yare
Hiç amelim yoktur yüzlerim kara
Ali Seydi Şah İbrahim gel yetiş
Iğdır evliyası güçlü kuvvetli
Boldur kerameti hem mucizatlı
Ben dertde kalmışım yetiş Bozatlı
Ali Seydi Şah İbrahim gel yetiş
Kul Molla Mustafam kendi kendine
Sözü gel geç imiş Hak’kın yanında
Zülfikar’ı karar eyler kınında
Ali Seydi Şah İbrahim gel yetiş
50
Katibi'nin adını almış torunu Ali KURT'tan kalan deyişler
Ağlamışsın gönül yaş var gözünde
Akan
gözyaşını sil nenni nenni
Bırak
hatıralar gönlünde kalsın
Arada
sırada sar nenni nenni
Ne
baharı gördün ne gül kokladın
Sevincin
üstüne keder ekledin
Her
geçen gün ne hayelle bekledin
Ellerin
koynunda dön nenni nenni
Gurbete
saldılar yalnız başına
Kendini
yerlere atma boşuna
Dayanılmaz
gözlerinin yaşına
Yeter
ağladığın gül neni neni
Yorgun
düştüm seni böyle görmekten
Gönül
usanırmı güzel sevmekten
Başka
çaren yoktur geri dönmekten
Yeter
beklediğin gel nenni nenni
Uzanıp
yatayım şöyle yanına
Kollarım
sarayım ince beline
Âlim
der kurbanım tatlı diline
Kiraz
dudakların bal nenni nenni
51
Bir
kaşı karaya bağlandı gönlüm
Huri
misin melek misin sevdiğim
Neden
öyle melul mahsun bakarsın
Aşık
mısın maşuk musun sevdiğim
Eksilmez
bir türlü boranın kışın
Kurtulmadı
gitti beladan başın
Akar
damla damla çağlar gözyaşın
Derya
mısın deniz misin sevdiğim
Sakın
incitmesin seni sözlerim
Hasret
düştüm yollarını gözlerim
Kışa
döndü ilkbaharım yazlarım
Tipi
misin boran mısın sevdiğim
Deli
gönül senden ümidi kesti
Acı
poyraz gibi savruldu esti
Nedendir
vefasız yar bana küstü
Deli
misin divane mi sevdiğim
Âlim
der aklımı başımdan aldı
Beni
bir vefasız sevdaya saldı
Yüzüne
bakınca gözleri doldu
Veremisin
kanser misin sevdiğim
52
Dünyanın
güzeli benim olsa da
Gözler
başkasına bakar mı sandın
Cümle
âlem çiçek olup açsa da
Senden
başka çiçek kokar mı sandın
Yanakta
gamzeler dönerse güle
Coşarsa
sevgiler gelirse dile
Gönlünde
kapılar kapansa bile
Gönül
başkasını sever mi sandın
Seven
sevdiğine olur mu serin
Kalbimde
kurulu hazırdır yerin
Sen
olmazsan sensiz nasıl ederim
Bu
dünyada sensiz yaşar mı sandın
Bitsin
bu gurbetlik bitsin bu zulüm
Ne
hasretlik nede ayırsın ölüm
Âlim
o yar benim hem goncam gülüm
Senden
başkasını koklar mı sandın
53
Dağlara
taşlara derdimi yazdım
Akar
gözlerimden sel dertli dertli
Nasıl
anlatayım size kendimi
Hayırsız
elinden kul dertli dertli
Hava
çok karardı kar bulut toplar
Nere
gitsem bulur belalar dertler
Mezarım
üstünde bir karış otlar
Kurudu
vefasız gör dertli dertli
Bu
sevda çeker mi gönül kışını
Kim
anlamış felek senin işini
Gözlerimden
akan kanlı yaşını
Seher
yeli ile sil dertli dertli
Katarlanmış
gelir dert kucak kucak
Baykuşlar
tünemiş tütmüyor ocak
Perişan
haldeyim sonum ne olacak
Ara
gurbet elde sor dertli dertli
Yanaklar
eriyip gözler süzülmüş
Kaderime
kara yazı yazılmış
Âlim
oynadığın oyun bozulmuş
Sahipsiz
bir mezar bul dertli dertli
54
Erenler
cemine gireyim derken
Gönül
muhabbetle coştu Erenler
İlmi
Hak’tan haber sorayım derken
İnci
mercan gevher saçtı Erenler
Bir
desti misali akarken doldum
Erenler
yolunda bi karar oldum
Ben
Hak’kı ararken kendimde buldum
Kudretten
bir dolu içtim Erenler
Sen
arzetki ben kapına geleyim
Şahım
dergâhına yüzler süreyim
Sanki
yetmişinde dilsiz bebeyim
Pir’in
dergâhında piştim Eren’ler
Ali’m
Eren’lere olalı bende
Lokmansın
hekimsin dermansın derde
Nerde
çağırdıysam hazır heryerde
Ne
hikmettir böyle şaştım Eren’ler
55
Halden
anlamazki derdim yanayım
Nedendir
beni hor görürsün gardaş
Zehiri
bal edip derdi bölüştük
Neden
kızıp surat edersin gardaş
Mezhebim
Kızılbaş istersen sorma
Tanımadan
beni yargıya varma
Bende
bir insanım gel hakir görme
Boğulur
deryada kalırsın gardaş
Hacıdan
hocadan kendini sakın
Öyle
uzak durma hele ol yakın
İkilik
yaratır dürzüye bakın
İnanma
çamura batarsın gardaş
Çok
uzak kalmışsın ilimden fenden
Faize
haram der hazırdır dünden
Günah
der arada alırsın demden
Sızıp
bir köşede yatarsın gardaş
Tanırsan
Ali’yi Kızılbaş oğlu
Gözümüz
kapalı elimiz bağlı
Yüzünü
gördükçe olurum deli
Yinede
din iman sorarsın gardaş
56
Kırk
demeden aklar düştü saçıma
Kader
deyin çile deyin gam deyin
Şu
fani dünyada bir gün gülmedim
Kader
deyin çile deyin gam deyin
Ağzımda
hiç diş kalmadı döküldü
Sızılar
çoğaldı belim büküldü
Eşim
dostum üçer beşer çekildi
Kader
deyin çile deyin gam deyin
Ne
hayeller kurdum ben neler gördüm
Dert
küpüne döndüm ne zaman güldüm
En
sonunda yine kötü yine ben oldum
Kader
deyin çile deyin gam deyin
Âli’m
ne utanır ne vaz geçersin
Kime
ne eyledin kimden kaçarsın
Zaman
gelir bir gün konup göçersin
Kader
deyin çile deyin gam deyin
57
Sevdiğim
sıladan mektup göndermiş
Kar
etti canıma gelesin demiş
Mektubunda
nice sitemler etmiş
Gelki
ne haldeyim göresin demiş
Huzurum
yok hergün sıkıntı geçim
Yetmiyor
kazancım bumudur suçum
Döküldü
dişlerim ağardı saçım
Sarardı
gül benzim bilesin demiş
Akbabalar
başımızda dönüyor
Güllerin
dalına baykuş konuyor
Dokunmayın
bana yaram kanıyor
Aktı
gözyaşlarım silesin demiş
Ali’m
yar güvenmez olmuş sözüme
Okudum
mektubu sürdüm yüzüme
Sılada
yavrular geldi gözüme
Oturup
karalar bağlasın demiş
58
Od
düştü sineme yaktı kavurdu
Ne
yaptım peşime düşersin felek
Ne
gününü gördüm ne murat aldım
Ben
dertli sen gamsız yaşarsın felek
Ne
kusur işledim söyleki bilem
İstemezsin
beni yanına gelem
Eğer
istiyorsan kul köle olam
Tutuştu
yüreğim yanıyor felek
Yüksek
tepelerden baktın halıma
Sakın
rasgelmesin yolun yoluma
Merhametin
yoktur hiçbir kuluna
Hiç
hatır gönülden bilmezsin felek
Ne
tecellin belli ne kara yazın
Böylemidir
senin bana son sözün
Tutunsun
dizlerin kör olsun gözün
Hısım
akrabayı el ettin felek
Âşık
Ali’m bundan gayriyi bilmez
Felek
yaptıkların sanada kalmaz
Çok
bindin dalıma bu böyle olmaz
Bir
gün sen elime düşersin felek
59
Artık
ihtiyarlık çökdü serine
Günler
gelip geçti vay deli gönül
Ne
çileler çektin ne günler gördün
İster
yaşa ister cay deli gönül
Bir
garip yorgunluk çökmüş serine
Sızılar
arttıkça kızar birine
Kimselerin
yoktur gelsin yanına
Topraklar
başına hay deli gönül
Ağarmış
saçları dökülmüş dişi
Oturur
köşede çok zordur işi
Ne
baharı belli ne yazı kışı
O
kötü günleri say deli gönül
Buruşmuş
yanaklar çekilmiş kanı
Ölümden
korkuyor tatlıdır canı
Kesilmiş
musluklar yoktur imkânı
Üç
kuruş bir yana koy deli gönül
Çene
düşmüş nefret çökmüş özüne
Güven
olmaz sohbetine sözüne
İşi
bitmiş bakılmıyor yüzüne
Gençlik
uçup gitmiş duy deli gönül
Elinde
sigara tüter dumanı
Öksürük
geldikçe vermez amanı
Ne
dini kalmıştır nede imanı
Çoktur
günahların say deli gönül
Ali’m
gençlik gitti çırpınıp durma
Sakın
oturupda hayeller kurma
Alem
seni sever sen kötü olma
Seni
böyle eden huy deli gönül
59
Eğildim
çeşmeye içeyim derken
Ben
bir güzel gördüm bunda ne varki
Doğruldum
adını sorayım derken
Sormadan
söyleyip güldü ne varki
Canım
kurban güzellerin yoluna
Mevlam
yardım etsin seven kuluna
Görenler
acıyor dertli halıma
Bu
dert çile bende elde ne varki
Çağlasa
ırmaklar sular bulansa
Elleri
koynunda dönse dolansa
Bu
canı serveti alsın ne varsa
Ben
canı koymuşum malda ne varki
Sinemde
açıldı onulmaz yara
Hiç
dermansız derde olurmu çare
Kul
köle oluyor Âlim fukara
Bütün
dertler bende sende ne varki
60
Bir
mürşide gönül verdim Erenler
Pirin
huzurunda dedim eyvallah
Eğildim
postuna yüzümü sürdüm
Durdum
divanına dedim eyvallah
Âşık
olup gönül darına durdum
Erenler
yolunda bi karar oldum
Ben
Hakkı ararken kendimde buldum
Ser
verip gönülden dedim eyvallah
Kâmil
cahil ile edermi sohbet
Ali
bendesine edersen izzet
Hakkın
lokmasında bulasın lezzet
Sundular
bu cana dedim eyvallah
Pişer
lokmaları kaynar kazanı
Orda
kurulacak Hakkın mizanı
Erenler
Ceminde bulduk düzeni
Kattılar
katara dedim eyvallah
Kırklar
meydanında Ali’yi gördüm
Girdim
dergâhına göz gönül verdim
Âlim
eşiğine yüzlerim sürdüm
Vardım
kapısına dedim eyvallah
61
Hazan
değmiş gülü nasıl koklayım
Ömrü
geçmiş ilkbaharı kalmamış
Gamzeli
yanakta açardı güller
Sararmış
yaprağı dalı kalmamış
Düğünde
bayramda seyrana çıksa
Düşmanı
olurdum birine baksa
Yüreğim
sızlardı boynunu bükse
Tükenmiş
dermanı gücü kalmamış
Karda
yürür belli etmez izini
Boşa
sürmeleme kaşı gözünü
Kimseler
dinlemez olmuş sözünü
Yanakta
dişlerin izi kalmamış
Seher
yeli gibi savrulup estik
Kollarım
olaydı başına yastık
Kaderim
ayırdı sanmaki küstük
Halin
arz edecek sözü kalmamış
Âlim
derki ömrüm geçti nem kaldı
Zalim
felek yâri elimden aldı
Yüzüne
bakınca gözleri doldu
Neşeden
sevgiden eser kalmamış
62
Şeytana
uyupta sakın hor bakma
Kalbim
insanlığa yoldur ey gardaş
Nefsine
uyupta gel gönül yıkma
Gönlünü
sevgiyle doldur ey gardaş
Kötülükle
hiçbir yere varılmaz
Sevgiden
öteye dostluk bulunmaz
Dostluk
kazanılır satın alınmaz
Sevgi
sevdiğine kuldur ey gardaş
Nefsini
işlemek sanma ar değil
Bunca
yaptıkların yeter kâr değil
İnsanlıktan
zerre haberdar değil
Sevgi
insanlığa seldir ey gardaş
Taze
süte katma bozuk mayayı
Mecnun
yana döne arar Leyla’yı
Çekmeyen
ne bilir aşkı sevdayı
Sevgi
dost bağında güldür ey gardaş
Âlim
derki nasihattır sözümüz
Ayaklara
turap olsun yüzümüz
Sevgiye
saygıya bağlı özümüz
Bu
ne sevgi bu ne haldir ey gardaş
63
Günahkâr
bir kulum kapına geldim
Bağışla
günahım Pir Hacı Bektaş
İsteyen
kulların muradın veren
Benimde
muradım ver Hacı Bektaş
Girdim
dergâhına çeşmi gâh oldum
Her
ne aradıysam ben sende buldum
Dermansız
bir kulum dermana geldim
Sızlar
yaralarım sar Hacı Bektaş
Murada
erişir gayretin güden
Dertlere
dermansın ben kime gidem
Cansız
duvarlara binip coş eden
Yetiş
imdadıma car Hacı Bektaş
Kokun
gelir bahçendeki güllerden
Nameler
okunur tatlı dillerden
Bir
yudum zemzemin içsem Pirlerden
Yarelere
mehlem sür Hacı Bektaş
Sen
derya denizsin rahmetin boldur
İster
azad eyle istersen öldür
Şu
Ali’m kapında günahkâr kuldur
Çoktur
günahlarım sil Hacı Bektaş
64
Hasret
kaldım vatanıma elime
Derdimi
dostlara yazarım gardaş
Sermayem
yok servetim yok malım yok
Ellerim
koynumda gezerim gardaş
İşler
iyi gitmez oldu yolunda
Baykuş
tuzak kurmuş bekler dalında
Zehirmi
var dudağında dilinde
Öfkelenir
bazen kızarım gardaş
Ayaklar
yürümez beden yoruldu
Kollarıma
kelepçeler vuruldu
Güvenim
kalmadı umut kırıldı
Yoksa
kavlimizi bozarım gardaş
Yaram
dost yarası istemem sorma
Çaresiz
derdime dermanım olma
Sızlar
yaralarım yaramı sarma
Mecnunum
çöllerde gezerim gardaş
Ali’m
der kimseden görmedim vefa
Yokluğun
adını koymuşlar sefa
İstemem
dünyaya gelmem bir defa
Bazen
çok içlenir yazarım gardaş
65
Güller
arasında gezer bir ceylan
Yanakları
bahar gülüne dönmüş
Sordum
kırk beşinde çok deli dolu
Coşkun
akan aşkın seline dönmüş
Yanaklar
gamzeli gözler sürmeli
Güzel
olan hatır kıymet bilmeli
Kiraz
dudaklardan buse vermeli
Dili
tatlı oğul balına dönmüş
Görüp
âşık oldum gönülden candan
Bakmıyor
vefasız ne gelir elden
Sen
vaz geçtin gönül geçmiyor senden
Deli
boran seher yeline dönmüş
Âli’m
der sinemde ateş yanıyor
İçim
bir hoş fıkır fıkır kaynıyor
Yeter
artık bu iş böyle olmuyor
Bülbülüm
son bahar gülüne dönmüş
66
Gönlümün
sultanı gözümün nuru
Her
gün yollarına bakar ağlarım
Kapında
bekleyen bir garip kulum
Yar
gizli sevdanı çeker ağlarım
Bir
gördüm yüzünü eyledin ahmak
Sevaptır
güzele dönüpde bakmak
Yakışırmı
sana gönüller yıkmak
Her
gün yol üstüne çıkar ağlarım
Göster
cemalini yüzün göreyim
Hurimi
melekmi nerden bileyim
Sen
emret kapında kulun olayım
Oturdum
boynumu büker ağlarım
Hasretin
çektiğim yaktırma nara
Çoğaldı
dertlerim kapanmaz yara
Cevretmek
yakışmaz böyle sultana
Çaresiz
gözyaşım döker ağlarım
Mecnun
oldum Leyla için çöllerde
Gönül
hasret çeker gözüm yollarda
Ali’m
gibi dertli varmı kullarda
Kerem
olup kendim yakar ağlarım
67
Hançer
alıp dertli sinem deleyim
Bu
ızdırap için için yer beni
Aç
yüzünü mah cemalin göreyim
Bu
ızdırap için için yer beni
Kirpikler
ok olmuş gözleri ela
Bir
türlü başımdan gitmiyor bela
Cevretmek
yakışmaz sen gibi kula
Bu
ızdırap için için yer beni
Yaylasına
vardım karsız dumansız
Bir
vefasız sevdim dinsiz imansız
Yandım
ateşine ahtı amansız
Bu
ızdırap için için yer beni
Geceler
uzadı sabah olmuyor
Kulaklarım
seste haber gelmiyor
Yar
vefasız kadir kıymet bilmiyor
Bu
ızdırap için için yer beni
Sanki
yüce dağlar girdi araya
Gel
gönül aldanma kaşı karaya
Mehlem
diye tuz bastılar yaraya
Bu
ızdırap için için yer beni
Bırak
artık çekiştirme kolumdan
Ölür
isem gelip tutma salımdan
Gül
olsan serilsen geçmem yolundan
Bu
ızdırap için için yer beni
İşkence
yakışmaz Ali kuluna
Senin
için ben giderdim ölüme
Artık
sevmiyorsan çıkma yoluma
Bu
ızdırap için için yer beni
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder