Yayında Olan Eserlerim

29 Temmuz 2023 Cumartesi

Sicimoğlu Halil Pehlivan

 

SİCİMOĞLU HALİL PEHLİVAN

(1889-1934)

Fuat Bozkurt

 

Harman yerleri, basma üstleri, çayırlar, yonca yerleri güreş tutulan, güç arışı sergilenen alanlardı. Her çocuk, gücünü göstermek ister, her ana baba oğlu özendirirdi. Çocuklar birbiri ile eşleşip güreşir, düğünler, eğlenceler güreşsiz geçmezdi.

Sivas yöresinde güreş en sevilen spor dalı olarak 1960’lı yıllara değin yerini korur. Batıdan gelen boks, ayak topu, salon oyunları onun gerisinde kalır. Bu geleneksel spor dalının ünlüleri söylencesel adlarla halk arasında anlatılır.

Çok yönlü ünlü yetiştiren doğurgan bir kent olan Sivas’ın unutulmayan güreşçisi Sicimoğlu Halil Pehlivan’dır[1].

Sivaslılar arasında destansı ad bırakan Sicimoğlu Halil Pehlivan, 1889’da Yıldızeli’nin Direkli bucağına bağlı Yücebaca köyünde doğdu. Babası Celal de pehlivandı ve gücü dillere destandı. Bir gün komşuları gücünü denemek için beline bir urgan bağlayıp öbür ucundan tüm köylü çekmeye çalıştı. Bütün bir köyün yiğidi bir Celal’i yerinden oynatamadı. Bu yüzden Celal’e “Sicimci” denir oldu.

Böyle bir ortamda büyüyen Halil’i baba Celal, güreşe özendiriyor, kendisi gibi bir pehlivan yetiştirmek istiyordu. Bu dileğinde başarılı da oldu. Halil, daha ilkgençlik yıllarında tuttuğu güreşlerde göz doldurmaya başladı. Köy düğünlerinde adı duyulunca ünü Sivas yöresinde yayıldı. Ün, ünü getiriyor, birbiri ardına yaptığı tüm güreşleri kazanıyor, adı sanı dalga dalga yayılıyordu. Artık o da büyük bir pehlivandı ve babasının adına dayanarak “Sicimoğlu” adı ile anılıyordu..

 

Ne olduysa o günlerde oldu. Anadolu insanını eriten, bitip tükenmeyen savaşlardan biri daha patladı. Halk “Seferberlik” diye adlandırıyor, korku dolu gözlerle karalık geleceğe hazırlanıyordu. Seferberlik, kıtlık, açlık ve ölüm getiren bir tufandı. Kimi niçin savaşıyordu, kimse bilmiyordu. Gençler asker çağrılıyor, halk çocuklarını türkü ve ağıtlar eşliğinde sonu belirsiz yolculuğa yolcu ediyordu. Bütün yaşıtları gibi Halil de 1914 yılında askere alındı. Kısa süre sonra kendini tarihe 1. Dünya Savaşı” adı ile geçecek ateş çemberinin içinde buldu.

 Doğu Cephesinde Sarıkamış’ta ateş çemberinin ortasındaydı. Savaş Tanrısı Mars, kanlı tırpanı ile gençleri acımasızca biçiyordu.

Halil, Doğu Cephesinde piyade eri olarak Kuzeydoğu Anadolu’nun suları üç denize akan yaylalar ve dağlar bütününün düğüm noktasındaydı. Dağlar şahlanmış gibiydi. Kar ve tipi bu dağların en asi gücüydü ve yer gök kalınlığı bir buçuk metreye varan karla kaplıydı. Tipiler, günü gece gibi karartıyor, beş adım uzaklık görünmüyordu.

Böylesin zorlu bir ortamda Halil Pehlivan Allahuekber Dağlarında Rus hatlarını yarmak üzere saldırı birliğindeydi. Çılgın kar tipisi, gece gündüz demeden günlerdir sürüyordu. Karanlık bir ormanda kar bir metreyi aşıyordu. Soğuk, 2500 metreye varan bu yükseklikte sıfırın altında 30 dereceydi Allahuekber dramının en korkunç gecesi yaşanıyordu. Kar ve tipi içinde gece baskınları yapmak Rusların uzmanlığı gibiydi. Keçe kalçınlı, uzun pantolonlu, başlarında kocaman papaklarla birer kardan adam biçimine dönüşmüşlerdi. Saçları sakalları buzlarla bezenmiş Rus askerleri, tipili karanlığın içinde kardan biter gibi bitiyor, silah ve süngüleri ile salıyorlardı.

Giderek daralan kuşatma Halil Pehlivanın bulunduğu birliği içine aldı. Subaylar sağa sola atılıyor, bir intihar arayışı gibi çözüm bulmaya çalışıyorlardı. Komutan, birliğe süngü taktırarak çemberi yarma buyruğu verdi. Ölüm ayini başlamıştı

Halil, Mehmet Çavuş’la, Zaralı Osman Kantar’ın yakınında savaşıyordu. Tarihin tanığı olan bu iki kişinin anılarından Halil pehlivanın savaşı günümüze ulaşacaktı Türk askerler, Ruslar karşısında aslanlar gibi vuruşurlardı. Ne var ki Halil Pehlivan bir başkaydı. Güreş tutarken büründüğü esriklik ortamını yaşıyordu.  Elindeki süngülü tüfeğe taktığı Rus askerini omzundan arkaya fırlatıyordu. Böylece elli-altmış Rus askerini biçmişti. Ama soğuğun erittiği Türk birlikleri, Ruslara göre çok cılızdı.ve Ruslar biçmekle tükenmiyordu. Çember iyice daralırken Halil dev gibi bir Rus askeri ile yüz yüze geldi. Onu da süngüleyip omzundan atmak istedi ki, elindeki tüfek kırılıp parçalandı. Halil, tüfeğin elinde kalan parçasını sopa gibi kullanmaya başladı. Elinde kalan parçayı önüne gelen düşmanın kafasına indiriyor, tümünü dağıtıyordu. Ne var ki, bu arada birlik iyice erimiş, eldeki mermi bitmişti. Komutan teslim bayrağı çekmek zorunda kaldı ve birlik Ruslara teslim oldu.

Halil, Hazar kıyılarında bir tutsak kampına götürülen kalabalık tutsak topluluğu arasındaydı. Doğru düzgün yemek verilmeyen kampta, günler ayları kovalıyor, bir türlü zor tutsaklık günleri bitmiyordu.  

Bir gün Çariçenin  araba ile tutsak kampına gelmesi ile kampta bir şenlik havası esti. Çariçe güreş tutkunuydu ve Türklerden çok büyük güreşçiler çıktığını işitmişti. Tutsaklar arasında bulunması olası bir Türk pehlivanla kendi pehlivanını güreştirmek istiyordu.

 Tercüman aracılığı ile tutsaklar arasında pehlivan olup olmadığını sordurmakla işe başladı. Tutsaklar arasında sessizlik başlar. Kimse böyle bir çağrıya ne yanıt vereceğini bilemiyordu. Bu ne demekti? Belki de başlarına büyük bir sorun açılacaktı.

Rus çevirmen Halil’in bulunduğu çadırın önüne gelip aynı soruyu sorunca Halil, titremeye başladı, yüzü sapsarıydı ve olağanüstü heyecanlandığı gözleniyordu.

Mehmet Çavuş, korkulu gözlerle Halil’e dönü sordu

“Ne o Halil hasta mısın? Ne bu halin?”

 “Çavuşum, ben güreşmek istiyorum!” diye karşılık verdi Halil.

Mehmet Çavuş kuşkuluduydu. Halil’i bu düşünceden döndürmek istedi:

“Aman aslanım biz esiriz. Nemize gerek güreş. Başımıza iş açarız. Boş ver güreşi” dedi.

Halil’in titremesi ve heyecanı sürüyordu ki Rus çevirmen Halil’in güreşçi olduğunu anladı. Mehmet Çavuşun engellemesini aldırmadan Halil’i güreşe çağırdı.

“Hadi yiğit, korkmuyorsan çık, güreşçi olduğunu göster.”

Çevirmen Çariçenin önlünü hoş tutmak için kışkırtıcı sözlerle alil’i meydana çekmeye gayret ediyordu.

Halil’in gözü Mehmet Çavuşun üzerindeydi. Çavuştan izin koparmak için yalvarıyordu:

“Ne olur Çavuşum bir izin ver, bir çıkayım şu Rus’un karşısına”

Mehmet Çavuş ikircikte kalmıştı. Böyle bir karşılaşma sorumluk isteyen bir karardı. Kendisi böyle bir sormuğu üstlenecek konumda değildi. Rus çevirmene komutanını görmek istediğini söyledi. Rus, önce Mehmet Çavuş’un komutanla görüşmesine izin vermek istemediyse de, güreşle ilgili konuşulacağını anlayınca olur verdi. Mehmet Çavuş, Halil’i yanına alıp Binbaşı Abbas Beyin karşısına çıkarak durumu binbaşıya anlattı:

Abbas Binbaşı da uygun bulmuyordu bu güreşi:

“Biz esiriz. Esrirler böyle işlere karışmaz” dedi.

Sonra Halil’e döndü “Belki de bu bir hile. Yenilecek olursan bütün birliğin hayatı tehlikeye girer” diye düşüncesini bildirdi.

Halil, güvence veriyor, komutandan izin koparma için yalvarıordu:

“Kumandanım, Allah’ın inayeti ile, sizin yüzünüzü kara çıkarmayacağım. Onların bir pehlivanı değil; on pehlivanını arka arkaya dizseler yenerim”

Bunun üzerine, Abbas binbaşı, çariçe ile yüz yüze görüşme isteğinde bulundu. Ne var ki tutsak bir komutanın Çariçe ile görüşmesi olanaksızdı. Ancak Rus komutanla görüşebilirdi. Nitekim öyle oldu. Abbas Binbaşı Rus çevirmenle önce Rus kamp komutanı ardından Çariçe’yle görüştü. Durumu enine boyuna öğrendikten sonra güreşe razı oldu. Dönüşte Mehmet Çavuşa durumu özetledi:

“Çariçenin kötü bir niyeti yok. Yalnız güreşi çok seviyor. Yenene, yenilene ne ödül, ne de ceza var. Türklerden çok iyi pehlivanlar çıktığını duymuş. Türk pehlivanları görmek istiyor, tümü bu. Çariçeye “birliğimde adıbelli bir pehlivan yok. Halil kendi çapında bir köy pehlivanı. Ama onun Türkleri temsil ettiğini sanmayın” dedim. Ama Çariçe bu güreş için üsteledi. Sonunda ben de kabul ettim. Şimdi bütün Türk esirlere söyleyin. Yarın güreş yapılacak. Kesinlikle herhangi bir taşkınlık yapmayın.”

Ertesi gün geniş bir yerde güreş alanı hazırlanmış, güreşçileri bekliyordu. Tel örgünün bir yanında önlerinde binbaşı Abbas Bey oturan Türk tutsaklar bulunuyordu. Karşı yan Rus subay ve izleyicilere ayrılmıştı. Önlerinde Çariçe yerini almıştı.

Önce Rus pehlivan geldi. Rus pehlivan da, pehlivandı hani… Uzun boylu, endamlı, sarışın bir delikanlıydı. Sürekli vücut çalıştırdığı ilk bakışta belli oluyordu. Gergin kasları, dingin, gövdesi ile göreni hayran bırakıyordu.  Ardından gelen 1.85 boyunda, 96 kilo ağırlığındaki Halil, Rus pehlivanın koltuğu altında kalıyordu. Tutsaklık yüzünden teni solgundu. Türk tutsakları bir umutsuzluk aldı. Halil Pehlivan bununla nasıl başa çıkacaktı?

Türk tutsakların kuşkulu bakışları arasında Rus pehlivan gidip Çariçe’nin elini öptü, Halil başı ile selamlayarak güreşi başlatmış oldu.

Rus Güreşçi meydanda boy gösterip gösteri yaparken Halil sürekli peşrev çekerek dolaşıyordu. Yaşananlar ilahi bir şöleni andırıyordu. Halil perdah yaptıkça vücudu genişliyor, boğazı şiştikçe şişiyor, göğsündeki muska boğazına yapışıyordu. Bunu göğsündeki ve tepesindeki kılların dikleşmesi izledi. Giderek gövdesi şişiyor, büyüyordu.

Rus güreşçi peşrev çekme bilmiyor, garip bakışlarla Halil’in gösterisini izliyordu. Türk tutsaklar, gerilim içinde olacakları bekliyorlardı. Nefesler tutulmuş, gözler yoğunlaşmıştı. Halil pehlivanın yengisi için dualar ediliyor, dudaklardan “Tanrım bizi utandırma” duaları dökülüyordu.

Ruslar, kesin yengiye inanıyorlardı. Kahkahalarla gülüşerek, çığlıklar atarak gösterinin tadını çıkarıyorlardı. Mutluluklarına diyecek yoktu.

Halil’in peşrev gösterisi uzadıkça Rus pehlivan sabırsızlanmaya başladı.  Bir yükü omuzlarından atıp rahatlamak ister gibi, bir an önce güreşe tutuşmak istiyordu.

Daha fazla dayanamayıp Halil’le tutuştu. Karşılıklı el enselerle  Pehlivanlar birbirinin gücü deneme faslının ardından güreş başladı. Bir iki elensenin ardından Rus pehlivan, Halil’in sandığı ölçüde kolay lokma olmadığı anladı. İyi bir güreşçiyle karşı karşıyaydı. İyice tutuşmuşlardı. Bir Halil pehlivan, bir Rus pehlivan alta düşüyor, acımasız güç yarışı olanca hızıyla sürüyordu.

 Giderek çariçenin de heyecanlandığı gözleniyordu. Halil iki kez alta düşünce yerinden kalkıp seyre koyuldu. O anlarda Türk tutsakların yüreği ağızlarına geliyordu. Mehmet Çavuş’un yanında duran Sivaslı Ali de güreşçiydi ve karşılaşma üzerine sürekli Mehmet Çavuş’a bilgi veriyor, onu rahatlatıyordu. Ali’nin söylediklerine göre Halil. Bir iki kez Rus’u devirme aşamasına gelmiş, ama güreşi uzatmak için Rus’u devirmemişti. Halil kesin kazanacaktı. Bu bilgiler Mehmet çavuşu rahatlatıyor, ama korkusunu gidermiyordu. Güreş uzadıkça heyecanı artıyordu.

Derken Halil’in Rus’u göğsünden kapıp kaldırdığı görüldü. Bu inanılmaz bir andı. Türk tutsaklar çılgınca alkışlıyorlar, kutluyorlardı. Halil koca Rus pehlivanı kucaklamış öne doğru yürüyordu. Rus pehlivan kucağında Çariçenin önüne doğru ilerledi. Adamı havaya tutarak durdu, bir an duraksayarak Çariçe’nin emrini bekledi.

Ayağa kalkan Çariçe, eli ile yere vurmasını işaret ediyordu. Rus güreşçi  çırpınıyor, umutsuzca bağışlanma bekliyordu. Bir an düşünen Halil Çariçe’nin emrine direniyor, yere vurmak istemiyordu. Yüzünde acıma duygusu egemendi. Ama Çariçenin buyruğu sürüyor, “Vur yere!” diye üsteliyordu.

Bir yandan da Binbaşı Abbas Bey bağırıyordu:

“Halil, vur yere, Çariçe buyuruyor!”

Halil, omuzu üstünde tuttuğu pehlivanı yavaşça sırt üstü yere bıraktı.

Türk tutsaklar coşku içinde birbirine sarılıyor, sevinç gözyaşları arasında birbirini kutluyordu. Çok şükür Tanrı Türkü utandırmamıştı!

Bu arada Çariçe’nin Halil’i yanına görüldü. Çevirmen aracılığı ile ışıldayan gözlerle bir şeyler anlatıyor, Halil’in sözlerini bekliyordu. Uzun bir konuşma olduğu anlaşılıyordu. Halil’in sürekli başını iki yana salladığı görülüyordu.

Neydi Halil’le Çariçe arasında geçen?

Yarım saat kadar sonra Halil, arkadaşlarının yanına geldiğinde arkadaşları kendine sarılmış ağlıyordu. Sevinç sarhoşluğu içinde hemen herkes birtakım şeyleri unutmuş, ama Mehmet Çavuş unutmamıştı.  Bir ara fırsat bulup sordu:

“Halil, Ali senin bilerek güreşi uzattığını söylüyor. Yenecek anlar gelmiş, yenmemişsin. Bu doğru mu?”

 “Doğru Çavuşum. Bu değil, sırayla on Rus pehlivanı daha gelse, yine yenerim. Zaten ben bunu yeneceğimi, daha ilk elde anlamıştım. Çariçe’nin güreşi çok sevdiğini gördüm. Onun için işi biraz uzattım.”

“Güreşten sonra, Çariçe ile ne konuştunuz? Neydi bu uzun konuşma?”

“Bana, ‘seni yanıma alayım. Her gittiğim yerde güreş. Böylece esirlikten de kurtulmuş olursun’ dedi. Ben de ‘arkadaşlarımdan ayrılıp sizinle gelemem’ dedim. Bunun üzerine ‘yazık senin devletine ki, senin gibi bir pehlivanı cepheye ölüme sürüyor’ dedi. Böyle bir konuşma geçti aramızda.”

Tutsaklık sürerken, aralıklarla güreş karşılaşmaları yapılıyor, Ruslarla Türkler arasında güç yarışı deneniyordu. Ama her defasında Halil karşısında çıkarları çerez gibi eziyordu. Halil buna benzer birkaç güreş daha yaptı. Tümünde karşısındakileri yendi.

Yeni bir güreş günü öncesinde garip bir olay yaşandı. Ayrı bir koğuşta yatacağı gerekçesi ile Halil kaldığı koğuştan alındı. Kendisine tek başına uyuyacağı bir odaya götürüldü.

Ertesi günkü güreşte Halil rakibini kolayca yere vururken rakibine seslendi:

“Beni bacınla yeneceğine, kendin yenmeye çalış.”

Türk tutsaklar bu sözlere şaşırmıştı. Ne demek istiyordu Halil?

Yanlarına döndüğünde bu konuşmanın nedenini anlattı:

Ferah odada Halil tek başına uykuya dalmak üzereyken bir Rus güzeli içeri girmiş, kendisiyle sevişmek istemiş. Halil reddetmişti. Bir süre sonra uykuya daldığı sırada aynı kız, yeniden odaya dalmış, koynuna girmek için diremiş. Halil uykulu gözlerle yataktan kalkıp kızı odadan dışarı atmıştı.

Halil’in konuşmasının nedeni buydu.

Tutsaklık sonrası Halil yeniden Sivas’taydı ve ünlü bir pehlivandı. O yıllarda düğünler, şenlikler güreşsiz geçmiyordu ve pehlivanlar bu yerlerin baş konuğu oluyordu. Sicimoğlu, Tokat, Yozgat, Amasya, Samsun gibi illerde güreşler yapıyor, ününe ün katıyordu.

Ağaların beylerin güreşçileri, şairleri yanlarına alıp korumaları geleneği vardı. Halil’i, Mihrali Bey korumasına aldı. Sivas yöresinde destansı ad olarak güreşlerini sürdürdü. Sivaslılar, Halil Pehlivan’ı pek tutuyordu. Tüm güreşleri bir şölen oluyor, halk izlemek için koşuyordu. Art arda yaptığı güreşlerde yenilmezliği pekişiyordu. Uzak illerde güreşçiler bu yiğit adamla güreşmek üzere gelirler.

O yılları yaşayan Sivaslılar yaşaran gözlerle anlatırlardı Sicimoğlu Halil’in güreşlerini. Sivaslı esnaflardan Topal Ali adı ile anılan Ali Filizöz bütün güreşlerini izlediğini söylerdi. Halil’in peşrev çekerken ellerini topuk tabanına vuruşunu, tüylerinin diken diken oluşunu, teninin genişlemesini betimlerdi. Bu güreşler, çoğunluk ünlü Taşhan çarşısı içinde yapılırdı. Güreş öncesi Taşhan’ın taş zeminine gübre tepilerek esnek bir taban hazırlanırdı. Topal Ali’nin anlattığına göre Sicimoğlu alttan güreşirdi. Güreşe çıkarken ufak tefek gözükür, peşrev yaptıkça gürbüzleşir, göbeğinin üstünde duran muska boğazına otururdu. Başındaki tüyler horoz kepezi gibi diken diken olurdu. Peşrev yaparken yeri kazır, Ardından toprağı fırlatırdı. Yer ne ölçüde sert olursa olsun toprağı eşerdi. Bir boğa gibi güçlüydü.

Halil sık sık Yıldızeli’nin Konaközüne uğrar, çeşitli gösterilerle halkı eğlendirirdi. Konaközülü Rıza Çavuş, Sicimoğlu’nun değirmen taşı taşıdığına en az on kez tanık olmuştu. Bir defasında cuma namazından çıkan köylüler, -babasında olduğu gibi onun da beline urgan bağlamış, çekmeyi denemişler, otuz kırk genç Halil Pehlivanı yerinden oynatamamışlardı. Halil gergin dizini karşı yöne atınca otuz kırk kişilik gençleri kendinden yana getirmişti. Halk benzetmesi ile “camuz gibi” güçlü biriydi.

Vali Refik Paşa döneminde Taşhan’da büyük güreşler düzenleniyordu. Sicimoğlu bu dönemde Mihrali Bey’in pehlivanıydı[2]. Sicimoğlu ile güreşmek üzere uzak illerden iki pehlivan geliyor, büyük güreş şölenleri düzenleniyor, kazanan pehlivana ödüller veriliyordu. Uzak illerden iki pehlivan Halil Pehlivanla güreşmek üzere kalkıp Sivas’a gelmişlerdi. Bunlardan biri Kastamonu’dan gelen üEyüp Pehlivan ünlü pehlivandı. Ünlü pehlivanlardan Arnavutoğlu’nun torunu oluyordu. Diğeri ise İstanbul’dan gelen ünlü Ethem Pehlivan pehlivanlardı. Bu iki pehlivan, Sicimoğlu’nun yayılan ünü karşısında, onun adını silmek için birlik oluşturmuşlardı.

Sicimoğlu, Eyüp pehlivanı ünlü kılıç oyunu ile devirdi. Ethem Pehlivan ise ancak yarım saat dayanabildi ve kurtuluşu sırt üstü yatıp teslim olmakta buldu.

Sivas’ın tarihsel çarşısı Taşhan’da yapılan bir güreşte yaşanan olayları eski Sivas esnafında Topal Ali adı ile anılan Ali Filizöz şöyle atlatmıştı:

Taşhanı seyirciler doldurmuştu. Sicimoğlu peşrev çekerek güreşe başlardı. Peşrev çektikçe açılıyor, göğsü genişliyor, saçları dikleşiyordu. Peşrevin sonlarına doğru elleri ile ayak altına vurarak dolaşmaya başladı.  Alttan güreşerek giriştiği güreşte karşıtını çok kötü biçimde ezdi. Güreş kesildiğinde, karşı pehlivanın rengi attı, titreyerek bayıldı. Bunun üzerine pehlivanın yakınları Sicimoğlu’nun üzerine yürdüler. O an Mihrali Bey öne çıkıp tabancasını çekti:

“Benim pehlivanımın kılına dokunanı temizlerim” diye bağırdı.

Sicimoğlu, yaşamında yenilgi tanımayan bir güreşçi olarak belleklere kazındı. Yalnız sonucu tartışmalı iki güreşi vardı. Bunlardan bir 1927 yılında Tokat’ta yapılan güreşti. Bu güreşte karşıtının sırtının kanaması üzerine hakem kurulu güreşi durdurmuştu. Güreşi izleyen Prof. Dr. Hamdi Aktan yıllar sonra anısını şöyle anlattı:

“Sicimoğlu adı bir efsaneydi. Karşısına dağ gibi Trakyalı  bir güreşçi çıktı. Sicimoğlu yanında çocuk gibi kalıyordu. ‘Sicimoğlu ne yapacak? Buna nasıl güç yetirecek diye düşünmeye başladık. Peşrevler yapıldı, güreş başladı. Sicimoğlu bir elense çekince Trakyalı pehlivanın sırtı parçalandı. Güreş durduruldu. Jüri Sicimoğlu’nun tırnaklarının kesilmesine karar verdi. Sicimoğlu başımı kestiririm, tırnaklarımı kestirmem diye direndi. Bunun üzerine güreş iptal edildi.[3]

Fahri Er’e göre, aynı güreş Yozgatlı pehlivanla yapıldı ve  üç gün sürdü, üçüncü günün sonunda Yozgatlı pehlivanın sırtının kanaması üzerine güreş iptal edildi.

Sicimoğlu’nun ikinci tartışmalı karşılaşması 1929’da Sivas’ta yaşandı. Halil, Kabakyazısında ünlü Kör Pehlivan’la güreşti Güreş sonrasında yenildi- yenilmedi tartışması yaşandı. Sonuçta kimin yendiği belli olmadan halk dağıldı. Hakemler bir karara varamamışlardı..

Bu iki tartışmalı durum dışında, yenilgi bilmeyen bir pehlivandı Sicimoğlu. Onun en büyük yenilgisi kaçınılmaz son olan ölüme karşısında gerçekleşti. Ve ölümü kancık kurşunlarla oldu.

1934 yılı ağustosunda Halil köyünde harmanda uyurken üzerine kurşunlar boşaltıldı. Neden ününü çekememeden başka bir şey değildi. Halil Pehlivan beş kurşunla öldürülmüştü. Çekemeyeni ölümünü böyle sağlama almayı düşünmüştü.

Sicimoğlu adı bundan sonra efsaneleşti. Böyle bir yiğidi ancak beş kurşunun alt ettiği söylentisi halk arsında yayıldı. Her acıklı olayı şiire döken Sivas ozanları ardından destanlar yazdı. Ne var ki yazıya geçmeyen söz uçtu. O günden bu güne yalnız bir destan ulaştı. Uygarlık canavarının yıkıp geçtiği Sivas’ta Taşhan ve Taşhan’da kubbede bir hoş seda kaldı!

 

Dinleyin gaziler siz bu destanı,

Yiğitler serdarı Halil pehlivan

Yıkılmış bağlarım viran bostanı

Kör olsun düşmanın Halil Pehlivan

 

Haftanın birinde düğün olacak

O düğüne çok pehlivan gelecek

Korkarım başı kimler alacak

O başı da aldı Halil pehlivan

 

Haftanın birinde düğün kuruldu

Mihrali’ye okuyucular salındı

O zaman başıma millet derildi

Yiğitlere serdar Halil Pehlivan

 

Alçaklı yüceli Tonus’un dağı

On yedi- on sekiz Sinem’in çağı

Haber yollamış Mihrali Beyi

Kör olsun düşmanın Halil Pehlivan

 

Bir de baktım ki, Zille Deresi

Orada hasım çıktı bize birisi

Yine geldi pehlivanlar sürüsü

Hepsini yıktı Halil Pehlivan

 

Tütün, şeker, kahve, hayli de mut

Hasbek’de bir pehlivan var, ismi, de Mahmut

Kendi deve gibi, sırtı da hamut

Onu da yıktı Halil pehlivan

 

Vurun telgırafı gelsin de görek

Uyluğu mazı gibi, kolları direk,

Söyleyin gelsin O’nu da görek

Hasbeklinin kardeşi Ali Pehlivan.

 

(Bu yazıda geniş ölçüde



[1]Bu konuda tek yazılı kaynak Fahri Er’in, Meşhurlar ve Sivas’lı Pehlivanlar adlı çalışmasıdır. 1966 yılında Sivas’ta basılan kitap halktan derlenen bilgiler dayanır. Kimi çelişkili ve yanlış bilgiler bulunmasına karşın, bu iddiasız çalışma yararlı bir hizmet görmektedir. Yazımızda biz, Fahri Er’in bu kitabın yanında Sivas eşrafından kimi yaşlıların anlarından yararlandık.

[2]Destanlara konu olan ünlü Mihrali Bey’in Sicimoğlu Halil Pehlivan’ın koruyucusu olması zaman bakımından uyuşmuyor. Kars Karapapak Türklerinden olan Mihrali Bey, 1844 yılında o zamanlar Rusya sınırları içindeki Keçeli köyünde doğmuş, 1906 yılında Yemen’de ölmüştür. Onun yaşamöyküsünü Sivas Kabadayıları kitabımızda işlemiş bulunuyoruz. Eski Pehlivanlardan Fahri Er’in kitabında ve sözlü anlatılarda adı geçen Halil Pehlivan’ın koruyucusu Mihrali Bey, bu ünlü Mihrali Bey değildir. Belki ünlü Mihrali Beyin yakınlarından aynı adda biridir. Ya da başka biridir. Bu sav tümden yanlış olamaz. Çünkü Sicimoğlu için yazılan destanda da Mihrali Bey adı geçmektedir.

[3] 4 Kasım 1993’te Antalya’da Prof. Dr. Hamdi Aktan’la yapılan söyleşi. Prof. Dr. Hamdi Aktan /1919-2017) Kayeri doğumlu tıp profesörü. Uzun yıllar Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinde görev yaptı. Emeklilik yıllarını Antalya’da geçirdi. Arkadaşım Oğuz Aktan’ın babası olması nedeniyle kendisiyle tanışıyordu. Bir sohbet sırasında çocukluğunda yaşadığı bu güreşi anlattı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder