Yayında Olan Eserlerim

29 Temmuz 2023 Cumartesi

Türklerde Göç

 

Göç Sorunu ve Türklerde Göç Olgusu

“Göç yolda düzelir.”

 

Fuat Bozkurt

Özet

Göç, geçmişten günümüze insan ve toplum yaşamında önemli yer tutan bir olgudur. Oldukça geç dönemde yerleşik yaşama geçen Türk insanı için ayrı bir önem taşır. En eski destanlarımızdan biri Göç Destanıdır. Destanda anlatılan göç, Çinlilere kutsal bir kayanın hediye edilmesi ve bu olayın yıkıma neden olması sonucunda gerçekleşir. Orta Asya- Horasan’dan göç sonrasında Türkler Anadolu’ya yerleşirler. Ancak, bu yerleşik yaşam bile yarı göçebeliktir. Halk, yazın ve kışın farklı alanlarda yaşar. Yazı yaylalarda, kışı obalarda köylerde geçirirler. Eski dönemlerin göç alışkanlığı genlere işlemiştir.

Balkan kapılarının açılmasıyla gazi dervişler öncülüğünde Balkanlara göç sürer. Türk göçmenler, Romanya’ya kadar ulaşır. 18. Yüzyıl sonlarında Osmanlı İmparatorluğunun toprak kayıpları ile, göç yönü Anadolu’ya döner. Kırım, Girit, Makedonya ve Kafkaslardan göçler yoğunlaşır.

Bu dış göç dalgaları yanında bir de iç göç vardır. Anadolu’nun yoksul, kurak bölgelerinden Güney illerine, özellikle Çukurova’ya mevsimlik işçiler gelir, yazın köylerine geri dönerler. 1950 yılında İstanbul’a göç başlar. İstanbul’a göç edenler, genellikle yalnız giderler. Adana’ya gidenler gibi ailelerini birlikte götürmezler. İstanbul göçmenleri daha çok maceracıdır. İstanbul, zengin ve ünlü olmak isteyen gençlerin „Taşı toprağı altın“ kentidir.

1960 yılında Türkler Almanya başta olmak üzere Avrupa’nın çeşitli ülkelerine konuk işçi olarak gitmeye başlarlar. Önceleri bir iki yıl çalışıp geri dönme düşüncesiyle yola çıkarlar. Ancak, yıllar yıllara ulanır, konuk işçilik göçmenliğe dönüşür.

Coğrafi konumu nedeniyle Türkiye doğu ile batı arasında bir geçitte yer alır. Tarih boyunca Anadolu halkı, göç etmeye de göçmen kabul etmeye de alışıktır. Göçmenlik sorunları Türk destan ve halk hikayelerinde konu edilir. Göçmenlikle ilgili sözcükler Türkçede önemli yer tutar.

Batı toplumları göçe karar verdiklerinde hazırlık yaparlar. Gidecekleri ülke hakkında bilgi edinirler. O ülkenin dilini ve kültürünü öğrenmeye çalışırlar. Türk göçmenliğinin en önemli özelliği plansız olmasıdır. „Göç yolda düzelir“ atasözü bu özelliğimizi çok belirgin biçimde anlatır.

 

Abstract

 

The Migration issue and the Origin of Turkish Migration

‘The caravan organises itself on the road’

 

Migration is a phenomenon that - from past to present – plays an important role in the life of both individuals and society. For the Turks, who settled permanently in later periods, migration has also another significance. One of their oldest epic is the migration epic. The migration described in this epic was the consequence of the gift of a sacred mountain to the Chinese people and how this gesture finally resulted in destruction.

 After their emigration from Central Asia-Khorasan, the Turks finally settled in Anatolia. However, this settled life is still semi nomadic. Many people nowadays still live in different places during summer and winter time. They are used to spend summer in the highlands and winter in their villages; migration habits of former times became part of their genes.

With the expansion of the Ottoman Empire, Turkish migration continued towards the Balkan region among the leadership of veteran dervishes and Turkish migrants reached Romania.

In the late 18th century, due to the Ottoman Empire’s reduction of territory, a migration process appeared from Crimea, Crete, Macedonia and the Caucasus to Anatolia.

In addition to these above mentioned external migration processes, also an internal migration movement started. Seasonal workers from dry poor regions of Anatolia migrated to southern cities in the Cukurova region, especially to Adana. During summer, this workers returned to their villages.

In the early 1950s, an internal migration process to Istanbul started. Those who migrated to Istanbul usually went on an individual basis instead of those who migrated to Adana with their families. The first group tends to be more adventurous as Istanbul - with its ‘stone and ground of gold’-  is considered as the city of ‘the young, rich and famous’.

In the early 1960s, the guest workers movement to various European countries, particularly Germany, occurred. Actually, these employees planned to work abroad for only a few years, but finally, year after year, temporary employment abroad resulted in emigration.

Due to its geographical location, Turkey can be considered as a bridge connecting East and West. Throughout history, the Anatolian population became accustomed to migration and the acceptance of immigrants. Immigration issues are important subjects of Turkish epics and folk stories and expressions in the context of the migration concept take an important place in the Turkish vocabulary.

People from Western societies generally prepare themselves when deciding to emigrate by thoroughly researching their intended country of destination and committing themselves to learn the language and culture of their new home land. The most important characteristic of Turkish migration is the fact that it is unplanned. A well-known Turkish proverb says: ‘The caravan organises itself on the road’ which can be seen as a metaphor for migration. Migration provides bitterness, pain and sorrow, but these negative impacts have the ability to transfer into peace, joy and happiness in society.

Such as life, migration enquires a great deal of effort and necessary tension. In case of mutual endeavour of both the individual and society, migration has the potential to be successfully and of added value.

 

Göç

Göç, hareketli canlının geçici ya da sürekli olarak yaşam alanını değiştirmesi olayıdır. İnsanlarda olduğu gibi hayvanlarda da göç olayı vardır. Göçü bir yerde canlının yaşamını ve soyunu sürdürme çabasının ürünüdür. Canlı geleceğini tehlikede gördüğü 

Tarihin en eski döneminden beri insanlar gibi başka hareketli canlıların çeşitli nedenlerle yer değiştirdiklerine tanık olunur. Düşünen canlı olarak insan hareketliliği büyük olaylara neden olan sonuçlar doğurmuştur. Doğudan Batıya ünlü kavimler göçü, Hindistan’dan dünyaya yayılan Çıgan göçü bunların önemlileridir. Yakınlarda bilimsel verilerle kanıtlanan Kuzey Amerikan yerlilerinin Kuzeydoğu Asya ile ilişkileri bir göç olayı olarak değerlendirilmelidir.

 

Göç Koşulları

ski çağlardan günümüze uzanan süreçte göç, zor bir olaydır. İnsanlar kolay kolay göç etmezler. İnsanı zorlayan nedenler olmak zorundadır. Zorunlu nedenlerle göçe çıkan insanları bir dizi güçlük bekler. Bozkırın kendine özgü yasaları vardır. Yaban hayvanı ve bitkilerle geçinen toplumun üyesi bir anne, bir yerden başka bir yere göçülürken birkaç eşyasının yanı sıra ancak tek bir çocuk taşıyabilir. Çocuğu göç sırasında kabileye ayakbağı olmayacak ölçüde hızlı yürümeye başlamadan ikinci bir çocuk sahib olmayı göze alamaz. Uygulamada yaban hayvanı ve bitkilerle geçinen göçebe bir toplumda doğumların arası –süt üretimi nedeniyle adetten kesilme, cinsel ilişkiden kaçınma, çocuk öldürme, çocuk düşürme gibi yollarla- dört yılı bulur.[1]

Bu nedenle insan soyunu sürdürebilmek için gerektiğinde yaşlıyı ölüme bırakır, çocuğunu yaşatır. Bu özellikle göçebe yaşam koşullarının yarattığı bir dayatmadır. Göçebe yaşam döneminde yaşlı ve çocuk aileden çok obanın sorumluğu altndadır. Oba gelecekle geçmiş arasındaki ikilemde geleceğini seçer.

Bunun tam karşıtı, yerleşik yerleşik insanların göç etmek ve küçük çocukları taşımak gibi sorunları olmadığı için onlar da besleyebilecekleri kadar çocuk yapıp bakabilirler. Çiftçi toplumlarda doğumların arası iki yıl kadardır ; avcı/ yiyeccek toplumlardakinin yarısı kadar. Yiyecek üretenlerdeki yüksek doğum oranı, dönüm başına doyurabilecekleri insan sayısının yüksekliğiyle birleştiği zaman, onların avcı/ yiyecek toplayıcılara göre daha yüksek nüfus yoğunluğuna ulaşmalarına olanak sağlar.

 

Nedenleri

Göç olayının başat nedeni yaşam ortamında olan daralma, sıkışmadır. Bu daralma kavimler göçünde olduğu gibi kimileyin doğal ortam değişimi nedenleriyle olur. Kuraklık, iklim değişimi yaşam koşullarının güçleşmesi en önemli etkendir. Kimileyin ise -Hun ve Moğol yayılmasında olduğu gibi- siyasal nedenlerden kaynaklanır.

Çağımızda bu nedenlere bir de yaşam süresinin uzaması ve emeklilik yıllarını daha rahat ortamda sürdürme eklenmelidir. Özellikle son yıllarda Avrupa ülkelerinden Akdeniz kıyılarına olan göçler bu türdendir.

Hangi nedene dayanırsa dayansın, yaşam alanı koşullarına dayanır.

 

 

Türleri

Elinden ülkesinden ayrılıp yurdunu yuvasını bırakan insan olan göçmen, kendi içinde birtakım alt başlıklara ayrılır.

 

İç Göç Dış Göç

Göç olayını birkaç alt türde incelemek olasıdır. Öncelikle göç, iç göç, dış göç olarak iki türe ayrılır.

İç Göç aynı ülkede yaşanan yerleşim alanı değiştirme olayıdır. Bu göçler sürekli kalıcı ya da mevsimlik olur. Genellikle mevsimlik göçlerle başlar, giderek süreklik kazanır. Adana iç göçü geleneği ile yoğrulmuş kentlerinden biridir.

Bir de göçü sürekli ve geçici göç olarak ayrılabilir. İnsanlar, yaşadıkları toprakları kolay kolay bırakıp gitmezler. Nedenlerini daha önce vurguladığımız gibi yaşam koşullarının bulunmaması nedeniyle terk ederler. Bu koşulların düzelmeyeceği inancı olduğunda göçler başlangıçta süreklilik düşüncesine dayanır. Elini memleketini bırakıp ayrılan topluluk bir daha dönmemek üzere ayrılır ve gittiği yeri vatan tutmak üzere gider. Doğal koşullara dayanan göçlerde bu kesinlik kazanır. Bırakılan el anılara gömülür, destanlarda, söylencelerde anlatılır. Doğan yeni kuşaklar gittikleri ülkenin çocuğu olarak büyürler. Anadolu’ya gelen Türkler bunun bir örneğidir. Yakın dönemde bunun en özgün örneğini Amerika oluşturur.

 

Sürgün

Kimi dönemlerde yöneticilerin emriyle yapılan zoraki göçler sürgün diye adlandırılır. Osmanlı döneminde Yörüklerin Kıbrıs’a göçe zorlanması ve Kurtuluş Savaşı sonrasında Karamanlı Türklerinin Ortodoks mezhebine inandıkları için Rum sanılarak Yunanistan’a gönderilmesi bu tür sürgünlerdir. Adana yöresinde yaşayan Türkmenlerden Nacarlı oymağı e

 

Siyasal nedenlerle yapılan bu göçler derin yaralara neden olur ve sancısı uzun sürer.

Türk Tarihinde Kırım sürgünleri, Ahıska sürgünleri gibi örnekleri vardır.

 

Sığınmacı

Göçmenlik olayında başka bir ayrım, göçmen, sığınmacı ayrımıdır. Göçmenlik daha çok ekonomik nedenlere dayanır, sığınmacılık ise politik nedenlerden kaynaklanır. Göçmen, gönüllü olarak yerini yurdunu terk eder ve genellikle dönmemek üzere ayrılır. Sığınmacı göçmenlik süresini geçici olarak düşler, öylece ülkesinden ayrılır, ama koşulların değişmesi ile geleceğin ne getireceğini bilemez. Çok kez göçmene dönüşür.

 

Ortak Özellikler

Göçmen, yurdundan yuvasından koparılmış insandır. Yaşamı boyu oradan oraya konaklar, Yurt edinmeğe çalışır. Temelde toprağından, yetiştiği kaynaktan sökülüp atılmanın acısını kendisi ile birlikte sürükler. Bu sürükleyiş içinde toplumsal bir depremi, aklıyla duygusuyla sezer. Yerleşmiş, durağan bir toplumsal yapının içinde tek düze bir yaşama soyunmuş kişilerle göçmenin temel farkı da buradan kaynaklanır. Bu fark neleri ortaya çıkarabilir. Bir kez toplumsal yabancılaşma çarpıcı ve o ölçüde de yıkıcı olur. Aşağılık duygusunun yarattığı karmaşık dürtülerin güdümlediği davranışlar güçlenir. Bu davranışlar yerleşik toplumun değer yargılarıyla açık ya da kapalı bir çatışmaya kadar uzanır. Göçmen yerleştiği yeni yerde, kendisini sürekli yalnız hissetmesi sonucunda varlığını sürdürme açısından kişiliğini kabul ettirme güdüsü toplumun diğer bireylerinden daha güçlü ve etkili olmaya başlar. Öte yandan göçmen kültürle yerleşik kültürün arasındaki farklar o döneme kadar akla getirilmeyen bazı çelişkileri yaratır.

Göçmenle sürekli devinen bir topluluk oluştururlar. Bu devinim başlangıçta yer ve yöre değiştirmeden ileri gelen fiziki bir devinim görünümündedir. Ama bu devinim kısa sürede toplumsal devinim biçimine dönüşür. Toplumsal devinimde bir hızlanma gözle görünür hale gelir. Özellikler toplumsal ilişkileri ve kültürleri daha ileri düzeyde olan göçmen toplumlarda bu hızlı değişim dönüşümcü bir karakter almaya başlar. Yeni geldiği toplumu daha ileri götürmenin koşulları aranır, bu koşullarda öncüler yetiştirmeye başlar. Öç olgusu böylece sayısal bulgularla ölçülebilen demografik bir olgu olmaktan çıkarak toplumsal dinamiği güçlendiren ve artıran bir nitelik kazanır.[2]

 

Üst Düzey Göçmen

Göçmen kültür, yerleşik kültürden daha kuvvetli ise ya da başka bir deyişle daha üst düzeyde yani ileri ise toplum içinde başat olma arzusu o oranda öncelik kazanır. Fakat göçmen kültürün taşıyıcılarının nitel olarak tabanı dar olduğu için, göçmenlerin birey ve grup olarak yerleşik otoriteye karşı tutumlarında dik başlılık, umursamazlık, o otoriteyi sarsmaya yönelik tutumlar, egemen olmaya başlar. Eline geçen en küçük fırsatta bile göçmen yerleşik otoriteyi alt edecek bir kavganın içine girer.

 

Alt Düzey Göçmen

Göçmen kültürün yerleşik kültüre oranla geriliği ise bunun tam tersi bir tepkiye neden olur. Çoğunlukla göçmen topluluklar yerleşik kültürü kabul eder ya da içine kapanır ezik, kendi öz çıkarlarını bile savunmaktan uzak bir boyun eğişin tipik örneklerini verir.

Sonuçta göç, gerek göç edenler açısından, gerekse yerleşik toplumlar yönünden özümsenme çabası gerektiren bir olgudur.

 

Göçmen Ülkesi

Göçmen genelde istenmeyen konuktur. İnsan yükü ağırdır ve insanlar kendi kaynaklarını başkaları ile paylaşmak istemezler. Yabancı insanlara güvenmezler. Bu yüzden toplumların göçmenlere yaklaşımları değişik olur. Başka toplumlarla ilişkisi olmayan toplumların yaklaşımı çok olumsuzdur.

 

Vatandan Kopmak

Göçmenleri özellikle ülkesine dönme yasağı yaşayan göçmenleri bekleyen büyük bunalımlardan biri vatancüdalık duygusudur. Vatancüdalık vatandan kopunca bastığı toprağın ayaklarının altından kayması sonucu ortaya çıkan bir ruh halidir. Bu ruh halinde bireyin iç âlemindeki şuur gücü, denetleme yeteneği zayıflar. Şuuraltının derinliklerine itilmiş küçüklükler, küçük kinler, garazlar, nefretler, küçük görmeler, ucuz suçlamalar ve tümü içinde de doğrudan basitleşme, iç âlemindeki küçük ölçülere ve değersiz hükümlere kaptırmak kaçınılmaz bir durum alır.

Hele nefsimizi murakabe edecek bir ruh disiplininden, yani bir iç alem kültüründen yoksunsak veya bu alanda zayıfsak, bu şuuraltı şeytanları hemen harekete geçerler. Ve en önce bizim sağduyumuzu zaptederler.

Avrupa’da bulunduğum sırada bu vatandan kopmuş olma rahatsızlığının sayısız canlı örneği ile karşılaştım.

 

Amerika Örneği

Amerika toprağı içine aldığı insanı eriten kazanı andırır. Amerika’ya gelen birinci göçmen yaşamı boyu geldiği ülkenin insanı olarak kalır. İngilizceyi öğrense de anadili baskındır. Oğlu, İngilizceden başka dil bilmez ve çevre tarafından yarı yarıya özümsenmiş durumdadır. Kökenini bilirse de bununla övünmez. Kabuğundan çıkıp kabuğunu beğenmeyen kestane gibi ana babasını beğenmeme duygusu yaşar. Üçüncü kuşak ise tümüyle Amerikan’dır. Kökeninin anısı bile silinmiş, adıyla sanıyla Amerikan olmuştur. Kendisini bir kilise zincirinin içine atıp orada kendine yer bulmaya çalışır. Başlangıçtaki İngiliz taban (zemin) üzerine Alman, İrlandalı, Yahudi katılımları kendi damgalarını basar. Protestan zemine Katolik öge eklenir. Samuel Huntington, Amerikan kimliğini Anglo-Amerikan Protestan kimliği olarak tanımlar.

Genç bir toplumdur ortaya çıkan ama kendine söylence yaratmada gecikmez. Bunun en özgün örneği beyaz sivri sakallı, çizgili pantolonlu, üzerine yıldızlar serpiştirilmiş lacivert ceketli karikatürde gözüken Sam Amca tipidir.

Sam Amca’nın kendine özgü bir yaşam anlayışı vardır. Özel girişimci olarak yaşama atılır. Ama girişim düşüncesi giderek yerini süreklik, kalıcılık, sıkıdüzene bırakır. Artık köylü değil gittikçe güçleşen kentli bir ortamda sivrilmek gerekir. Çalışma bireysel olmaktan çıkıp kollektifliğe dönüşmüştür.

Eğitime inanır ama işlevsel olmasını ister. Eğitimin bir kültür edinme işi değil, formüller, yöntemler topluluğu olduğuna inanır. Eğitimi pişmiş kotarılmış bilgiyi kutulara yerleştirilmiş, hatta olasıysa komprime  biçimine sokulmuş ister.

Yaratıcı, aşırı pervasız, biraz delibozuk, eksantrik bir adamdır.

Edebiyatı bile ulusaldır. Mark Twain, Whitman, Edgar Alla Poe özgün Amerikan yazarlarıdır. Ama Avrupa ile bağları sürer.

 

Türk Kimliğinde Göçmenlik

Türk kültüründe derinlerinde göç olgusu ve yarası vardır.

Bireyler gibi toplumlar da bir anda geçmişleri ile bağlarını koparıp yeni yaşam düzeninin uyum sağlayamazlar. Oldukça geç yerleşik yaşama geçmiş olan Türk halkı yerleşik yaşamda eski yaşam biçiminin izlerini değişik biçimlerde sürdürmüştür.

 

Bohça Kültürü

Göçebelerin mal, mülkü seyyardır. Bütün çamaşırlar giysiler bohçalara, sandıklara konup korunur. Bunlar her an yolculuğa çıkılacakmış gibi hazır bekletilir. Anı geldiğinde bohça ve sandıklar, atlara öküzlere yüklenir. Halılar, çadır iskeleti, keçe duvarlar develere yüklenir. Eve gelindiğinde de herkesin bohçası, sandığı saklanır.

Konut düzenimiz de çadırı andırır. Türklerin bu konumunu yabancı bir gözlemci şöyle anlatır:

“Türkler o kadar uzun zamandır göçebedirler ki, hala içlerinde avereliklerinin izlerini taşırlar ve evleri çadırın az çok genişletilmiş ve güzel gösterilen bir haldir.

İçinde hiçbir sandalye ve yatak, bir banyo ve duvarlarında resim olmayan bir ev hakkında ne düşünürsünüz? Yine de bu tür bir ev rahat ve sanatsal olabilir. Resimlerin yerini duvardaki güzel halılar alır.[3]

Genlerimize işlemiş göçebe geleneğimiz, konutlarda kalış süresine bile yansır. Türkiye’de her ev on dört yılda bir değişir. Yani konutlar her on dört yılda bir el değiştirir. Kuşaktan kuşağa uzun süre aynı semtte aynı konutta oturan aileler pek azdır. Bu yerleşim birimi kimliğinin sürmemesine neden olur. Bu yüzden eski semtlerde oturanlar, eski gelenekleri, eski davranış biçimlerini özlemle anarlar.

Almanya’da doksan dört yılda bir el değiştirir. İnsanlar genellikle nerede doğmuşlarsa orada yaşamlarını sürdürürler.[4]

 

Derviş Göçleri

Türk göçmen hareketinde derviş geleneği vardır. Geçmişte büyük göç hareketleri dervişler öncülüğünde yapılır. Derviş, elinde tahta kılcı ilre yolları, ülkeleri açar. Ardından ona güvenip inana kitle yürür. Uygun bir uzamda yerleşilir. Balkanlarda ve Anadolu’da Türk yayılması dervişlerin öncülüğünde olur. Ömer Lütfi Barkan'ın "Kolonizatör Türk Dervişleri" yazısında bu göçleri anlatır.[5]

Göçmenlik Türklerde yaşam biçimidir. Günümüze kadar göçebe yaşayan Türk halkları vardır. Anadolu’da yerleşik yaşama geçen Yörükleri bir bölümü göçebe yaşamını günümüze değin sürdürmüşlerdir. Yörük adı verilen bu topluluk günümüzde de yarı göçebeliği sürdürür.

 

Türk Yazınında Göçmenlik

Türk kültüründe derin göçmenlik izleri vardır. En eski Türk destanlarından biri Göç Destanıdır. Eski Türk destanlarından biri göç olayını işler. Çin ve İran kaynaklarında geçen destanın özü şöyledir:

Uygur ilindeki Hulin adlı kutsal dağı Uygur Tigini Çinlilere hediye eder. Çinliler dağı parçalara ayırarak götürüler. Ülkedeki bütün kuşlar, hayvanlar kendi dillerinde kayanın gidişine ağlarlar. Ardından ülkede yıkım başlar. Irmaklar kurur, göllerin suyu çekilir. Kurak toprak çatlar, ürün vermez olur. Yedi gün sonra tigin ölür. Halk Bügü han soyundan başka birini tigin seçer. Bütün evcil hayvanlar, kuşlar, hayvanlar, çocuklar “Göç, Göç” diye çağrışırlar. Uygurlar bu göksel buyruğa uup ülkeleri bırakıp giderler. Beşbalık denen yere geldiklerinde bu uğultu kesilir. Oraya yerleşir, çoğalırlar.

Anadolu’da ve Rumeli’ndeki Türk göçmenliği ile ilgili en eski kitaplara dervişlerin menakıpnamelerini gösterebiliriz. Horasan’dan Anadolu’ya uzanan süreci anlatan Hacı Bektaş’ Velayetnamesi, Balkanlara Tük ve İslam yayılmasını anlatan Sarı Saltuk menakıpnamesi bu tür kitapların özgün örnekleri sayılabilir.

Uzun sürmüş göçebe geleneği, gurbet ve gariplik temaları ile halk yazınında işlenir. Bunun en güzel örneği Kemalettin Kamu’nun “ben gurbette değilim, gurbet benim içimde” dizesine yansıyan duygulardır.

Sanayileşme ile büyük kentlere olan akın yanında Güney illerine dönemsel göçler. 1960 Gazeteciler Cemiyeti ödülü kazanan Tahir Kutsi Makal’ın İç Göç adlı röportajları ilgi çekicidir. Yazar, birçok canlı örnekle göç olayını anlatır.

1960 sonrası gittikçe artan yurt dışına göçler.

Bunların tümü yazınsal ürünlere, araştırmalara konu olmuştur.

Türkülere konu olan göç olaylarından Ezo Gelin türküsü[6] ünlüdür. Ezo gelinin göçü birçok göç olayında olduğu gibi kaçınılmaz bir yazgıdır.

Yurt dışına işçi göçünü anlatan ilk örnek Bekir Yıldız’ın Türkler Almanya’da kitabıdır. Anılardan oluşan kitabına yazar şöyle başlar:

“Su ve toprağın tükendiği yerde insanlar göç eder, Bu bütün bir ülke için de böyle olabilir. Tarihte örnekleri vardır. Kendi örneğimiz, Büyük Orta Asya göçü, Bunları kimse ayıplayamaz. Hatta yurt anılarının tutkularına rağmen, tabiatın lanetine teslim olmaksızın, yeni hayat sahalarını aramak, bulmak, onlara yerli direnişi vererek, yenin yerleşmek hele üstün medeniyetler görebilmek, kahramanlıktır da…

Fakat Sirkeci’den akıp giden göç bunlara benzemiyor…

Her şeyi ile var olan vatandan yurttan kaçıştır bu. Bu defa sebep tabiatın değil, insanların tükenişi… Göç bu tükenişe son direnişimiz.”[7]

 

Göç Sözcükleri

Yaşam biçimi, yaşam ortamı dillerin ruhuna siner. Yaşanan olaylar sözcükler yaratır.

Türkçede göç olayı ile ilgili oldukça çok sözcük vardır ki, bunların başka dillerde karşılığını bulmak zordur. Şöyle bir dizi sözü örnek verelim. Sıla, gurbet, garip, hasret. Bunlara onlarcası eklenebilir. Tümünde derin anlam yüklü sözcüklerdir. Bu sözcükler halk öykülerinde, şiirinde, destanlarda, atasözü ve deyimlerde işlenir. Zengin bir sözvarlığı kesitidir.

 

Türk Göçmenler

Anadolu, doğudan batıya ve kuzeyden güneye yolların kesiştiği bir kavşakta yer alır. Bu coğrafik konumu ve yaşadığı tarihsel olaylar nedeniyle göç kavşağı konumundadır. Osmanlı İmparatorluğunun çöküşü ile başlayan dış göçler, halkın geçim kaygısı ile sürekli yurt arayışı göçleri bitimsiz hale getirir. Kırım, Kafkasya, Makedonya’dan göçler birbirini izler. Anadolu’nun yoksul kentlerinden güneyin verimli topraklarına dönemsel göçler kurallı biçimde sürer. Cumhuriyet böylesine ağır bir miras devralır ve Cumhuriyet döneminde aynı biçimde insan hareketliliği sürer.

Bir başka özellik de gidip dönen göçmenlerin anlattıklarıdır. Gittikleri yeri, oradaki yaşantılarını abartarak anlatırlar.

“İstanbul’dan bir büyük şehirden biri köye gitmeye görsün. Günlerce, aylarca bitmez hikâyeleri, anlattıkça anlatır, ballandırdıkça ballandırır. Ağalar gibi gezmiş eğlenmiştir.”

Çok zaman dönüşü olmayan şehirden köye dönerken söyleyeceği yalanları hazırlamıştır. İstanbul’daki asıl durumunun İstanbul’da başkası tarafından görülmesi üzer belki onu ama anlatışına bakılırsa İstanbul’un bir yanından bal akıyor, bir yanından yağ”.[8]

 

Zoru Başarmak

Türk göçünde en dikkat çeken özellik ön hazırlık bulunmamasıdır. Bohça kültürü içinde yaşayan bir halk, “göç” denince ayağa kalkar. Gideceği yeri gerektiği gibi araştırıp incelemez, yola düşer. “Göç yolda düzelir” atasözü yaşam ilkesidir. Batı toplumlarında görülen türden gidileceği ülkenin dili öğrenme, ülke kültürünü tanımaya gerek duyulmaz. Bohça kültürü göçe egemdir. Bu bilinçsiz göç Türk halkını gittiği yerde zora sokan olaydır.

Göç, bir anlamda sürtüşme demektir. Eski ile yeni arasında bir mücadele, bir kavgadır. Ama aynı zamanda bilinçli bir değişim sürecidir. Bu değişimin olumlu ve olumsuz yansımaları kaçınılmazdır.

Gerçekte göç, bir zenginleşme, yeni gelişmelere açılım şansı olarak da değerlendirilebilir. Yeni bir kimlik ya da uzun bir tarihi sentezin sonucunda yeni bir oluşum olarak görülebilir. Bu süreçte acılar, ağrılar, üzüntüler olsa da, bunu iç barışa, neşeye, esenlik ve mutluluğa dönüştürme insanların kendi iradesindedir.

Tüm yaşamda olduğu gibi göç de bir emek, bir uğraş gerektirir. Bu emek verildiğinde karşılık alınır, göç başarılmış olur.

 

Kaynaklar

Çavdar, Tevfik, Talât Paşa, Bir Örgüt Ustasının Yaşam Öyküsü, Ankara 1995.

Çelik, Ali, Yörüklerin Dünyası, Isparta 2006.

Diamond, Jared, Tüfek, Mikrop, Çelik, Ankara 2002.

Ete, Etem, Anları Yaşamak, İstanbul 2016.

Karataş, Cuma, Baraklar, İstanbul 1998.

Köprülü, M. Fuad, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, Ankara 1972.

Köprülü, M. Fuad, Türk Edebiyatında ilk Mutasavvıflar, Ankara 1991.

Makal, Tahir Kutsi, İç Göç, İstanbul 1964.

Demir Özlü, Sürgünde On Yıl, İstanbul 2001.

Turan, Metin (Haz.), Almanya’ya Göçün 50. Yılında Göç, Kimlik ve Edebiyat, Ankara 2012.

Uyanık, Cevat, Yol Ver Çubuk Beli, İstanbul 1995.

Yalman, Ali Rıza, Cenubda Türkmen Oymakları, Ankara 1977.

Yıldız, Bekir, Türkler Almanyada, İstanbul 1966.



[1] Jared Diamond, Tüfek, Mikrop, Çelik, Tübitak y. Ankara 2006, s. 98.

[2] Tevfik Çavdar, Talât Paşa, Ankara 1995, s. 4.

[3] Standwood Cobb, Gerçek Türkler, Maviağaç, İstanbul 2006, s. 73.

[4] Etem Ete, Anları Yaşamak, İstanbul, 2016, s. 97

[5] Ömer Lutfi Barkan, Kolonizatör Türk Dervişleri, Vakıflar Dergisi, 1942.

[6] Ezo Gelin Türküsüne konu olan Ezo Gelin, Bozgeyikli oymağındandır. Asıl adı Zühre Bozgeyik olan Ezo Gelin, 1909’da Gaziantep’in Nizip ilçesine bağlı Uruş köyünde doğar. Güzelliği çevre köylerde söylenen gençlerin düşlerine giren, dillere destan bir kızdır. Beledin köyünden Halil Açıkgöz ile “değişik” yapılarak evlendirilir. Değişik töresince, Ezo Gelin, Halil Açıkgöz ile evlenirken Halil Açıkgöz’ün halası da Ezo Gelin’in kardeşi ile evlenir.

İlk zamanlar iki evlilik de iyi gider. Sonraları Ezo Gelin’in erkek kardeşi ile Halil Açıkgöz’ün halasının ilişkisi bozulur, eşler ayrılır. Töre gereği, Ezo Gelin ile Halil Açıkgöz de ayrılır. Ama Halil Açıkgöz çok sevdiği eşini bir türlü unutamaz.

Bu yüzden Ezo Gelin genç yaşta dul kalır. Altı yıl evlenmez. Daha sonra Suriye’nin Cabarlus’a bağlı Kozbaş köyünde oturan teyzesi oğlu Memey ile evlenmesi uygun görülür. 1936 yılında Ezo Gelin, Suriye’ye gider. Bu ayrılık ona da çok acı verir. 1952 yılında veremden ölür.

Hâlâ yüreğinden Ezo Gelini atamayan Halil Açıkgöz iyi bağlama çalan, türkü söyleyen bir aşıktır. Ezo Gelin’in gurbet ellerde ölmesi içini kor gibi yakar. Ondan ayrıldıktan sonra sevgisi giderek derinleşir. Sevgisini türkülerde dile getirir. Söylediği türküler, çevre Barak köylerine, Anadolu’ya yayılır. Malatyalı Fahri Kayahan, Ezo Gelin türküsünü plağa doldurur. Bundan sonra türkü bütün ülkede ünlenir.

1968 yılında Orhan Elmas, Ezo Gelin adlı bir filim yapar. Ancak film Ezo Gelin’in yaşamını yansıtmaktan çok, Anadolu kadınının yazgısını anlatmaya çalışan hayali bir konuya dayanır. Ezo Gelin’in gerçek yaşam öyküsünü Mehmet Solmaz, Ezo Gelin İstanbul 1976 kitabında anlatır.

[7] Bekir Yıldız, Türkler Almanyada, İstanbul 1966, s. 5.

[8] Tahir Kutsi Makal, İç Göç İstanbul 1964, s. 163.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder