Yayında Olan Eserlerim

4 Eylül 2017 Pazartesi

Adım Adım TÜRK ELLERİ: 1. KAZAK ÇADIRINDA

Bir yanda duvarda asılı kopuzları; insanı şaşırtacak gü­zellikte, incelikte halıları, renk renk kilimleri ve yer sofra­sıyla geleneksel göçebe çadırı; öteki yanda çağcıl yapı tas­lakları ile dünü ve bugünü yaşatıyor insana  Kazak pavyonu. Dostlar, görelim istemişler en son tekniklere göre yapılan gör­kemli yapılarını, spor ve eğelence kuruluşlarını. Ve birkaç ör­nek taslak yapıp getirmişler İzmir'e. Bugün Kazak gençliğine de yalnızca geçmişten sesler getiren göçebe çadırı öylesine sı­cak ki, insan dıştan bakmakla doyamıyor. İçinde oturmak ge­rek, şu kopuzu dinlemek gerek diyor. Uluslararası İzmir Fuarının bu yıl en ilgi çeken köşelerinden biri de Kazak bö­lümü oldu. Kazaklar yakın dönemde ilk kez İzmir Fuarına ka­tılıyorlar. Pavyona yaklaştığımızda Kazakistan müzik top­luluğu ulusal şarkılarını söylüyor arada bir güzel Türkçe ile bir Kazak açıklama yapıyordu. Sonra tanıştığım bu Kazak, Moskova Üniversitesi Türkoloji bölümü asistanlarından Murat Muhammetaşıroğlu'dur. Hangi dergi için yazı hazırladığı­mızı soruyor, Türk Dili diyoruz. "Evet, Türk Dili her ay geli­yor, sürekli okuyoruz" karşılığını veriyor. Bir garip duygula­nıyorum. "Ne uzaklarda okurlarımız varmış" diyorum. Bizim yayınlarımızı iyiden iyiye izliyor. Cumhuriyet. Milliyet gibi gazetelerin, Türk Dili dergisinin seminerlerine sürekli geldiğini söylüyor. Toplulukta bulunan öteki çevirmenlerin adlarını sayıyor. Tanıdık bir ad takılıyor kafama: Baskakov. Ünlü türkolog Baskakov mu bu? Hayır, onun oğlu. Ayrıca çevirmenler arasında ünlü bir kişi daha var. Bu, Azeri A.A.Gusseynov. Türk tarihi doçenti. Sovyetler birliği baş film seçicisi. Daha önce Türk sendikacılığı üzerine bir kitabı ya­yınlanmış. Bu yıl Moskovada Türk sineması adlı bir kitabı daha var. Şimdi Türkiye'de reklamcılığın önemi ve etkisi üzerine yeni bir çalışmasını sürdürüyor. Türk sineması adlı yapıtının çevirisini getirmiş. Yılmaz Duru-Sabah Duru önü­müzdeki günlerde Dünya Gazetesi yayınları arasında basa­caklar bu yapıtı. Kitap başlangıçtan günümüze tüm Türk sine­masının öyküsünü anlatıyor. önemli yönetmenler, oyuncular tanıtılıyor. Ayrıca kitabın sonunda birçok filmden resimler var.
         Fuar kalabalık. Konuklar arasında Kazakistanlı dostlar­dan ayrıntılı bilgi almak olanaksız. Ertesi sabah buluşmaya karar veriyoruz. Sabah saat onda Gusseynov çevirmen Murat, müzik topluluğu yöneticisi Murat Hüseyinov ile buluşuyoruz. Kordon boyunda hem yürüyor hem konuşuyoruz. Gusseynov Türk sinemasını gerçekten çok iyi biliyor. İyi bir sinema seyir­cisi olmama ve tüm sinema yayınlarını izlememe karşın Gusseynov'un çok daha fazla bildiğini anlıyorum. Hangi ki­tabı soracak olsam "Haa, o mende var" diyor. Taşkent Filim festivalinden sözediyor. Şu günlerde Sovyetler Birliğinde Türkan Şoray'ın çevirdiği Ferhat ile Şirin'in senaryonu yaz­dığını söylüyor.
         Bu yıl "Kapıcılar Kralı" ile daha kimi filimleri almak is­tediklerini anlatıyor. İzmir'ı pek sevdiğini söyleyince Baku'dan söz açıyorum. "Baku da çok güzelmiş" diyorum. "Bir şeherde derya olanda yahşı olar" diyor. Türk sinemasının Sovyetler Birliği'nde  tanınmasında büyük emeği geçmiş bir kişi  Gusseynov. Bundan sonra da bu tür çalışmaları sürdürece­ğini söylüyor.
         Kazak müzik topluluğu yöneticisi Murat Hüsseynov Kazak ulusal müziğinin bizim izleyicilerce yadırgandığını sezmiş. İzleyicilire hep o müzikle yormamayı, arada bir Türk müziği çalınmasının yararlı olacağını düşünüyor. Gerçekten Kazak müziği ile bizim müziğimiz birbirinden çok ayrılmış. Bizim izleyiciler uzun Kazak türkülerinden hemen hiç birşey anla­mıyorlar. Murat Hüseynov çok yerinde düşünmüş. Birlikte radyoevine gidiyoruz. Kimi Türk müziği parçalarının notala­rını istiyoruz. Sevinçle karşılıyorlar.
         Kazakistanlı dostlarla bir söyleşi yaptık. Kendileri biz­leri içtenlikle dinlediler, içtenlikle yanıtladılar. Bu söyle­şiyi şöyle özetleyebiliriz:
         "Devrimden önce Kazakistanda yüz kişide iki kişi okurya­zardı. Şimdi tüm Kazakistan halkı okuma yazma biliyor. On yıllık ilk ve orta öğretim zorunlu. Şimdi Kazakistan ilkokul­larında 3 milyon 266 bin 200 çocuk okuyor. 51 yüksek okul ile 220 teknik okulda 500 bin öğrenci okuyor. Alma Ata ve Karagan'da tüm fakülteleri ile iki üniversite var. On bin ki­şirde 159 kişi üniversite öğrencisi. Sayımlara göre öğrenciler arasında kızlar çoğunlukta. Kızlar daha çok doktor ya da öğ­retmen olmak istiyorlar. Erkekler daha çok teknik okullara eğilim gösteriyorlar. Her köyde ilk ve orta okul bulunuyor. Büyük köylerde tenik okullar da var. Tüm Sovyetler birli­ğinde olduğu gibi Kazakistanda'da on yıllık zorunlu eğitim­den sonraki tüm okullara sınavla giriliyor. Girişlerde diplo­ma derecesi de göz önünde tutuluyor. Fakült ve yüksek öğreti­min üç biçimde. Birincisi gündüzleri sürdürülen olağan eğitim. İkincçisi gündüz çalışılıp akşamları gidilen okullar. Üçüncüsü dışarda çalışılıp yalnız sınavlar verilerek yapılan eğitim. Ayrıca Kazakistan dışındaki cumhuriyetlerde de okuma ola­nağı var. Orta Asyalılar Moskova'da okumak isterlerse onla­ra ayrıcalık, öncelik tanınıyor. Birçok sosyalıst ve kapitalıs ülkede Kazakistanlı öğrenci var. 1913 yılında on üç kitabın toplam dört bin baskısı yapılmıştı. Şimdi yılda ortalama 2000 kitabın 23 milyon baskısı yapılıyor. Yazınlar Kazak, Rus, Uygur, Kore ve Alman dillerinde yapılıyor. Üniversite dahil tüm okullarda resmi dil Kazakça.
         Kazak bilimler akademisi 1946 yılında Almaatada kurul­du. 12 enstitüsü var. Bunlardan biri dilbilim enstitüsü. Başkanı türkolog İsmet Kenisbayev. Aynı zamanda Türk Dil Kurumunun haberleşme üyesi.
         Kazakistan'ın en ünlü yazarlarının başında Muhtar Avezof geliyor. 1961 yılında ölen yazarın birçok yapıtı var. 1950'lende ünlü Kazak ozanı Abay'ın yaşamını konu alan Abay Yolu romanı ile Lenin ödülünü kazandı. Avezof geçen yıl Türkiye'de gösterilen Kurt Kanı filminin öyküsünün yazarı. Öteki romanlarından biri Kili Zaman adını taşıyor. Avezov Kazak toplumunun yaşantısını parlak biçimde yansıtmayı ba­şarmış biri. Türkiye Türkleri arasında da sevilecektir.
         Öteki yazlardan biri Sebit Mukanov. Kimi yapıtları "Sulu Şaş" "Güzel saç", "Botagöz". "Gabit Musrepov" (Kazak yazı­nında devrim savaşını en iyi işleyen yazardır. Sosyalist emek kahramanı sanını aldı. Son romanı Ulpan adını taşıyor. Bu romanı Kazakıstan devlet ödülüne aday. Çaken Seyfullin (Kazak ozanlarından) Tar Jol Taygak Kesu "Dar yolun geçişi zor" adlı yapıtında Kazakistanda Sovyet devriminin yerleş­mesini anlatıyor.
         Müzik dağarcığımızın yarısını kazak halk türküleri oluş­turuyor. Bunlar domra, komuz, şan komuz, asa dayak gibi çal­gılarla söyleniyor. Çağcıl şarkılar yeni uyarlamalar davul, elekro, gitar eşliğinde söyleniyor. Çeşitli Kazak operet ve ba­leleri var. Aliye, Alpamıs, Enrik-Kebek, Birjansara, Kız Jibek (Kız İpek) bunlardan ilk akla gelenler.
         Eski Kazak yaşamında öyküler, destanlar büyük bir yer tu­tardı. Uzun kış gecelerinde öyküler anlatılır, destanlar söyle­nirdi. Artık dünün uzun bıktırıcı geceleri yok. Radyo, televiz­yon müzik aracı dolduruyor Kazak akşamlarını. Göçerilik ve göçmen çadırı yalnız çobanlarda kaldı. Köyde olsun, kentte olsuntüm Kazaklar apartman dairelerinde yaşıyorlar. Çobanlar kış aylarında kimi zaman karılarını yanlarına alıp hayvanları ile dağlara otlaklara çıkıyorlar. Oralarda çadır kurup yaşıyorlar. İşte bu destan öykü geleneği kimi değişme­lerle onlar arasında yaşıyor. Bir des destan ve öykülerin içe­riği değişti. Bu da çok değil. Çünkü, destan ve öyküler yaşam biçiminden ve koşullarından kaynaklanıyor. çobanların çocuk­ları ilçe ve kentler-deki yatılı okullarda kalıyor.
         Söz sırası gelmişken yatılı okullardan birinde yetişmiş Kazak şarkıcı Roma Rımbayeva 'dan sözedelim. Rımbeyava bir demiryolu durak bekçisinin sekiz çocuğunun en büyüğü. Çevrede okul olmadğı için ilçedeki bir yatılı okulda okuyor. O yıllarda müziğe ilgi duyuyor. İki yıl önce ünlendi. Şimdi on dokuz yaşında. Yalnız Kazakistan'da değil Sovyetler birli­ğinde de sevilen şarkıcılardan biri.
         Kazakistan'da çeşitli kazılar yapılıyor. Kazakistan'ın tarihsel değerleri ortaya çıkarılmaya çalışılıyor. Şurda bir örneği görülen altın giysi önemli kültür anıtlarından biri sayı­lıyor. 1969 yılında Alma Ataya 50 km. uzakta Isrık tepesinde yapılan kazıda bulundu. Anropoloğlara göre MÖ. 5- 6. yüzyıl­lardan Saklardan kalma. 17-18 yaşlarında bir Sak gencinin giysisi olmalı. Baş bölümünde 200 den çok, ceketinde 3000 den çok altın parçası var. Aslı Alma Ata'daki Kazakistan devlet müzesinde.
         Daha sonraki dönemlerden de tarihsel anıtlar var Kazakistan'da. Ahmet Yesevi'nin türbesi bunlardan biri. Türbe Timurlenk'in buyruğu ile yapılmış. Şimdilerde onarım­dan geçiriliyor. Türbe büyük tören salonları, kütüphane, ve mutfaktan oluşuyor. Türbenin tam ortasında iki ton ağırlığın­da bir kazan bulunuyor. Bu kazanda yemekler çevresiyle bir­likte türbeyi ziyarete gelen hanlar, beyler için pişiriliyordu. Kazan, 40-50 koyun etini rahatça pişirecek büyüklükte. Günümüzde de türbe müslümanların ziyaret ettikleri kutsal bir yer durumunda. Ahmet Yesevi'nin kızı adına yapılmış Ayşe bibi camisinde eski anıtlardan Çambul kentinin 20 km uzağın­da bulunuyordu. Öteki taraftan sürekli kazı yapılan kazı merkezi durumunda. Al-Farabi'nin vatanı bilinen Ordu kenti önemli anıtları sergilemeye gebe görünüyor.            
         Günümüz Kazakistanının göçebe çadırları değil çağcıl yapı örnekleri süslüyor. Şurda taslağı görülen 25 katlı otel bunlar­dan biri. Otel kendi için gerekli tüm yardımcı kurumları içine alıyor. Yapının en önemli özelliği en etkin depremlere bile dayanıklı olması. Alma Ata önemli bir deprem kuşağı üzerin­de bulunuyor. Otelin yapımının bitiminden birkaç gün sonra şiddetli bir deprem olmasına karşın yapı tüm görkemi ile ayakta kalmayı başardı.
         Alma Ata bir dağın eteğinde kurulmuş. Karların eridiği, suların çağladığı dönemlerde kenti sel basardı. Kenti sel bas­kınlarından korumak için burda taslağı sergilenen subendi ile ona bağlı lokanta, kayakevi, gibi eğlenti kurumları yapıldı. Yılın sekiz ayı kayak yapma olanağı var Halk rahatlıkla dinlenme günlerini bu kurumlarda geçirebiliyor.
         Kazakların ikinci dünya savaşı tarihinde şanlı bir yerleri var. 1944 kışında 40 bin kişilik Kazak askeri Nazi ordusunu dağıttı. O savaşta Bavurjan Mamussove adlı bir Kazak teğ­meni katıldı. Sonra ulusal kahraman sayıldı. Şimdi Sovyet ordusunda generaldir. Onun bir romanı var. Arkamızda Moskova. Kitap kazakça yazıldı. Ama Sovyetler birliğinin tüm dillerine çevrildi.
         Bu savaşın bizim yaşamımızda önemi çok büyük. Yaklaşık her ev bir kişiyi yitirmiş bu savaşta. Ölenlerden hâlâ sözedi­lir.  Büyükler mutlu bir günde "Amcan bu günleri görseydi" der. Batılılar bizi anlamıyorlar. "Aradan yıllar geçti, unutuldu" diyorlar, "bitti" diyorlar, "geçti" diyorlar. Oysa bizim ara­mızda yaşıyor. Ve savaşa katılanlar hiçbir zaman anılarını zevkle anlatmazlar. Savaştan sözaçıldığında onu yaşayanla­rı bir suskunluk sarar. Arkamızda Moskova'dan başka yapıt­lar da var. Kazak yazınında bu savaş üstüne. Ama en ünlüsü Arkamızda Moskova. Yazarı savaşa katılmış biri. Ukranya'da savaşmış. O günleri yansıtan yapıtlar verdi. Savaşta kahramanlık göstererek ölen iki Kazak kızı var. Aliye Maldagulova, Manşuk Mamatova. Onlara Sovyet ulu­sal kahramanı sanı verildi. Maldagulovanın yaşamından kaynaklanan "Aliye" balesi Mamtova için ise Mansuk destanı var. 1975 yılında savaşın 30 anma yılı düzenlendi. Şarkıcı Rosa Rımbayeva Aliye şarkısı ile o zaman ünlendi. Şimdilerde Kazakistanda doğan kızların çoğuna Aliye adı veriliyor.
         Eski töreler aramızda yaşıyor. Yaşlılar oruç tutuyorlar. Oruç tutan için evde bir oda süslenir. Törelerimize göre iyi ka­dın kocasının tüm gereksinimlerini evinden sağlar. Hiçbir yi­yecek satın almaz. Ekmeği bile kendi pişirir. Her sokağın, mahallenin yaşlıları oruç açım zamanına yakın toplanırlar. İçlerinden birinin evine giderler. Önce namaz kılarlar. Ardından oruç açarlar. Oruç açtıkları ev için dua ederler. Sözgelimi şöyle bir dilek tekerlemesi vardır.  
         Ramazan geldi eşiğinize
         Allah çocuk vere beşiğinize

         Dinsel bayram olarak ramazan ve kurban bayramları kut­lanır. Bunun dışında ulusal bayramlar ve gelenksel bayramlar var. Hasat bayramı geleneksel bayramlardan biri. Güzün kut­lanır. Kentlerin köylerin kıyısında boş bir alan hazırlanır. Atlı oyununda bir atlı kız kaçar. Atlı delikanlı onu kovalar. Genç atlı kızı yakalarsa öper, yoksa kız oğlanı döver. Öteki bir atlı oyun "Kok bar" oyunudur. Bu oyunda başsız bir koyunu yarış alanının bir ucundin yarışçılar kapar. Kalan yarışçılar koyunu almak için uğraşırlar. Koyunu ya da iş alanının öteki ucundaki cizgiye atabilen yarışı kazanır. Tokuz kumlak oyunu Kazak güreşi yapılır. Yörenin ozanları söz yarıştırır, atışır­lar. Kızlar elişlerini sergilerler. Bir de Çile adı verilen bay­ram var. Bu bayram kış yarılarında yapılıyor. Genellikle çok yemek yeniyor çile bayramında.
         Eski düğünlerde kadınlar bir yerde erkekler bir yerde deli­lakanlılar bir yerde toplanır eğlenirlerdi. Giderek bu usul de­ğişiyor. Kızlı oğlanlı gençler aynı yerde toplanıyorlar. Halk türküleri oyun havları çalıp oynuyorlar. Eskiden başlık verme geleneği vardı. Artık bu gelenk de kalkıyor. En azından olumlu yönde değişiyor. Kız babasi başlık alırsa yeni evin ya mobilyesini ya arabasını ya da dairesini veriyor. Böylece al­dığı para yine o ev için kullanılmış oluyor. Bir de iç güveyisi evliliği var. Ama onurlu kişiler sevmezler bu geleneği. Yine bir Kazak sözü var: İç güveyisi, it güveyisi.

         Başta çevirmen Murat Muhammetaşıroğlu olmak üzere Kazakistanlı konuklarımız böyle anlattılar Kazakistanı. Özgün giysileri, el sanatları, el işleri, müzekleri, Giyiz üy adını verdikleri çadırlarıyle Alma Ata'dan kalkıp gelmiş­ler. Hoş gelmiş sefalar getirmişler. Selam getirmişler o iller­den. Yol uğrayanda bizden de oralara dostluk götüreler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder