İnanç, bilginin bittiği yerde başlayan
kişioğlunun umutlu düşüdür. Bu düşler renklidir, semboller canlıdır. İnançlar
konusunda çalışan araştırmacılar, bilimsellikten elini kesmeden yol almaya
çalışırlar.
Türkleşen Anadolu'nun geçmişinde inancın
kurumlaşmış biçimlerinden biri de ocaklardır. İslam görünümünde uyarlanmış
doğaya ve atalara tapınımın sürdüğü kurumlardır bunlar. Bu yeni toprakların pek
çok yerine yayılmış ocakların toplumsal işlevi açısından incelenmesi önem
taşır.
Yalıncak Ocağı, söylencesel geçmişi ve
işlevi ile Anadolu'nun yaygın ocaklardan biridir. Sivas'ın 86 km doğusunda
Hafik'e bağlı bir köy. Sivas'tan çıkıp Karayün, Celali- Aydoğdu, Belikaya
köylerini aştıktan sonra geliyor. Türbe, köyün sağına düşen bir düzlükte yer
alıyor.
Yalıncak bakımsız bir anıt mezar konumunda.
İki kez iç içe taş duvarlarla çevrilmiş. Dıştan çeviren dörtgeni andıran duvar
iyisinden çökmüş. Büyük olasılıkla bir yapı kalıntısı. İçteki duvar sekizgen
bir alanı çeviriyor. Bu alanda iki mezar yer alıyor. İki mezardan biri Yalıncak
Baba'nın sayılıyor. 25-30 m. uzakta ikinci bir mezar var. O ise Seyit İsmail
Dede'nin. Ağuçanlı Seyit İsmail Dede'nin mezarı üstünde 1300 tarihi kazılı.
Söylendiğine göre, mezar 70-80 yıl önce yapılmış. Ermeni ustaların elinden
çıkmış. Mezarın bir yüzünü, bir at motifi, bir çam ve dört kadeh süslüyor.
İkinci yüzünde iki keçi çizimi yer alıyor. Mezarın başına yeşil başlık
sarılmış.
Hemen yanında ise Aziz Dede yatıyor. Aziz
Dede, İsmail Dede'nin oğlu. Mezarın üstünde 1933 tarihi bulunuyor. Aziz Bey'in
Dersim ayaklanmasına katıldığı söyleniyor. Bu durumda mezarın üzerindeki 1933
yılı ölüm yılını yansıtmıyor. İkisinin de mezarı motifli.
Sekizgen duvarla çevrili iki önemli mezarın
biraz uzağında asıl mezarlık uzanıyor. Bu mezarlık ile Yalıncak Ocağı'nı bir
yol ayırıyor. Hemen karşıda Yalıncak Ocağı bulunuyor. Yalıncak Ocağı'nın soyu
bu geleneksel köy evinde yaşıyor. Bir dizi çocuk ve genç adam bozkır
sessizliğinde tekdüze günlerini geçiriyorlar. 1964 doğumlu Mahmut Yalıncakoğlu
ocağın son dedesi sayılıyor. 1993'te babasının ölümü üzerine posta oturmuş.
Geleneğe göre bu genç adambaba ocağını tüttürmek uğruna kendini feda etmiş.
Baba Hüseyin Fevzi Bey 1939-1993 yılları arasında yaşamış. Ocağın en özgün
kişisi 92 yaşındaki "ebe". Mahmut Yalıncakoğlu'nun baba annesi.
Yıllar yüzünde derin çizgiler oluşturmuş. Beli eğilmiş, boyu gittikçe küçülmüş.
Başında beyaz üstüne kırmızı nakışlı fes, üzerinde uzun, üstte yelek. Belini
sımsıkı bağlamış. Bir çağa uzanan yaşam koşusunun son günlerini yaşadığının
bilincinde. Pırıl pırıl Türkçe konuşuyor. Belleğinden ve bilincinden en küçük
birşey ytirmemiş. Ama yine de
yaşam güzel. Özellikle yaşam yaşadıkça tat kazanıyor. Tıpkı yıllanmış şarap
gibi. Gençlerdeki yaşamlarını umursamaz tavrı yaşlılarda görmek olanaksız.
Yaşlandıkça yıllara karşı direnç artıyor gibi.
İsmail Dede 1800'lerde Dersim'den gelmiş.
Aşağıdaki Yalıncak köyüne yerleşmiş. O yıllarda yalnız Yalıncak ocağı var.
Sonra Yalıncak ocağı ile Ağuçan ocağı arasında kız alışverisi ile bir kan bağı
kurulacak. İki soyağacı birlikte yürüyecek.
19. yüzyıl, belki de daha önce Hafik
toprakları bomboş. Yine bir halk devinimi başlıyor. Dersimde'ki kimi aşiretler
Sivas yöresine doğru kayıyorlar. Boylar, oymaklar bu çevrede kendilerine
yerleşim alanı arıyorlar. Bir oymak şimdiki adı Yalıncak olan aşağıdaki obaya
yerleşiyor. 19. yüzyıldan günümüze değin uzanacak insan soyunun geçmişi
başlıyor.
Yalıncak hem tekke hem köy. Tekke köyün
üstündeki bir düzlükte yer alıyor. Köy ise o düzlüğün altındaki yamaca
kurulmuş. Daha aşağıda bir vadi uzanıyor. Anadolu'nun yorgun toprakları. Köyde
kışları 20 ocak tütüyor. Yazın ise 30-35 eve ulaşıyor. Yaz ile kış
oturanlarının sayısı gün geçtiçk değişken uçlara tırmanıyor. Tüm Anadolu'nun
yazgısı, şimdi Yalıncağı da kucaklamış durumda. Şöyle 150-200 metre uzaktan
köyü seyrediyorum. Kapı önlerinde basma yığınları. Basma tezeğin ayak altında
kalıp çiğnenme ile oluşmuş bir türü. Söğüt ve kavak ağaçları tüm yeşilliği
oluşturuyor. Küçük bostanları bozkır güneşi aydınlatıyor. Bir temmuz öğle
sonrasının güneş aydınlığını yaşıyoruz. Yorgun dağlarda ekili topraklar
parmakla sayılacak ölçüde az. Köy evlerinin kimileri çatılı artık. Ama yıkık ev
sayısı yapılı, kullanılan evlerden çok. Kapı önlerinde tek tük İstanbul, Ankara
ve Almanya plakalı arabalar hazin bir görüntü veriyor. Bu toprağa bağlı
insanlar, yaz aylarında geçmişlerini arıyorlar. Yol boyu tüm köylerde bu
üzüntülü görüntüleri izleyeceğim. Hele Süleymaniye köyü içimi ürpertecek. Köyde
tümü üç ev kalmış. Yağmurun etkisiyle kerpiç duvarlar eriyip gitmiş. Yalnız taş
dış duvarların döküntüleri ayakta durmaya çalışıyor. Bol bol "peğ"
denen ev yerleri. Eskiden böyle yıkıntılar tuvalet yerine kullanılırdı. Şimdi
tuvalet yapılmış. Elektrik de var. Televizyon her evi süslüyor. Radyo çoktan
unutulmuş. Söğüt ağaçlarının diplerindeki o eski yoğun söyleşiler ise tümden
silinip gitmiş. Kıranta pos bıyıklı köylüler, kasketli yaşlılar, bir elinde
baston, başında fotr şapkalı ağa görüntüleri yalnız filmlerde kalmış. Gözlerim
bu topraklara sahip çıkacak ağaları arıyor şimdi. Yol sormak için Süleymaniye
köyü önünde duruyoruz. Bir Murat arabanın yanında bir kağnı duruyor. Tekerleğin
öyküsünü izliyoruz. Evrimini yapamamış, pelit üzerine demir çember geçirilmiş
kağnı tekeri ile, evrimini tamamlamış, otomobil tekeri. Birinde demir dışta
öbüründe içte. İki bin yıllık taşıma aracı ile son model motorlu araç yan yana
garip bir görüntü sunuyor. Birkaç yıl önce Japon bilimadamları Anadolu'dan bir
kağnıyı müzeye koymak üzere satınalıp götürmüşlerdi. Çocukluğumda ise Sivas'ta
kağnı yapan dülger sayısı, araba onarımcısından kat kat fazlaydı.
Hollandalı Türkolog Prof.Dr. Frederich de
Jong ve eşi ile bu Temmuz gününde ocağın konuğuyuz. Bu değişik gezginler,
ziyaretçi değil, konuktur. Sözcüklerdeki anlam ayrımı burda gizli. Ziyaretçi
ocağın kutsallığına inanıp gelmiş inançlı kişi, oysa konuk gezip görmeye
gelmiş. Biz de gezip göreceğiz. Ve sonra bu gözlemlerimizi bir iki dergide
yansıtacağız. Prof. Dr. de Jong, alanla ilgili az basılan İngilizce bir dergide
yazacak. Ben ise aynı konuyu Türkçe bir dergide anlatacağım. İkimiz de
birbirimizin ne yazdığını bilmeden aynı olayı anlatacağız. Ve sonuçta hiç
birbirine benzemeyen iki yazı çıkacak. Tıpkı Ressam Ludwig Richter'in
gençliğinde üç arkadaşı ile belli bir görüntüyü görüntüleme işlemine girişmesi
gibi. Dört arkadaş, doğadan kılpayı ayrılmamaya söz verecek. Aynı görüntüyü tüm
gördüklerine tam bağlı kalarak yansıtacaklar. Sonuçta dört ressamın kişilikleri
kadar birbirinden apayrı dört resim ortaya çıkacak.
Zaman öğleden sonra, ikindi. Bozkırda
yalnız sinek ve böcek sesleri. Kimileyin uzaktan bir ses yankılanıp susuyor.
Prof. Dr. de Jong ile eşi İnci -gerçek adı İngeborg'dur- evin önündeki
kavakların gölgesine oturmuşlar. Saygın mezarları görüntülemişiz. Şimdi işin
söyleşi kesimindeyiz. Soğuk yayık ayranlarımızı yudumlayacağız. İşi bitirmiş
olmanın mutluluğu içinde sorular soracağız. Yalıncak ocağının bireylerini
tanıyacağız. Kalabalık aile bireyleri arasında dikkat çeken biri var: Sevim Yalıncakoğlu,
bu yıl liseyi bitirmiş ve üniversite seçme sınavlarına girmiş. Mahmut'un
kardeşi oluyor.
Ocakta özgün bir belge, soykütüğü yok. Her
ocakta bulunan soykütüğü, gittikçe dağılan ocağın bir bölümünün elinde kalmış.
Efsanevi soykütüğü ise 13. yüzyıla uzanıyor. Tekkenin son dedesi Mahmut
Yalıncakoğlu 13. göbekten Yalıncak ocağının torunu oluyor. Yalıncak Sultan'ın
söylencesel konumu ise şöyle:
Yalıncak Sultan'ın gerçek adı Seyit
Muhammet Nuri'dir. Hacı Bektaş Veli'nin beşinci halifesi olur. Post sahibi ulu
bir kişidir. Hacı Bektaş'ın çerağcılığını üstlenmiştir. 13. yüzyılda Moğol
yayılmasının ardından Anadolu'da düzen alt üst olmuştur. Avrupa'yı Çin'e
bağlayan İpek Yolu şu yalnız ve yorgun mezarların yanından geçen dar, köy
yoludur. Yolun bu bölümü sürekli kesilir. Eşkıyaların saldırısına uğrar.
Kervancılar yol güvenliğini sağlaması için Anadolu Selçuklu Sultanından yardım
isterler. Sultan yol güvenliğini sağlaması amacıyla Rükneddin'i görevlendirir.
Rükneddin askerleri ile bölgeyi eşkıyalardan arındırmak ister. Ne ki, bir iki
çatışmanın ardından tuzağa düşer, öldürülür. Bu kez halk Hacı Bektaş'tan yardım
ister. Hacı Bektaş Yalıncak'ı görevlendirir. Yalıncak Sultan kırk yiğidi ile bu
topraklara gelir. Kendisine halktan 300 gönüllü katılır. Eşkıyaya karşı amansız
bir savaşıma girişir. Bir çatışma sırasında pabucu biraz ilerdeki gözede kalır.
Kendisi de çarpışmada ölür. Yalıncak'ın kızı Gönül Hanım, Hubuyar ile evlenir.
Soy, oğul Seyit Muhammet Nuri ile sürer. Günümüzde biraz ilerdeki gözeye
"Pabuçluk" adı verilmesi böyle bir söylenceye dayanır. Şimdilerde
gözeden koç vurlması gibi "güm, güm" sesi gelir.
Mahmut Yalıncakoğlu'nun tuttuğu notlara
göre soykütüğü şöyle:
Yalıncak
Seyid
Muhammet Nuri Gönül Hanım
(Hubuyar ocağı)
Ahmet
Nuri
Yalıncak
Mehmet Nuri
Mustafa
Nuri
Muhammet
Nuri
Hacı
Ahmet Nuri
Mehmet
Emin Dede
Şeyh
Ahmet Nuri
Kara
Mahmut
Yalıncak
Halil Ağa
Kanber
Dede
Yusuf
Pirebi
Sultan (Hacı Bektaş'ın 5 halifesi, Çerağcı)
Seyit
Ali Ağa
İbrahim
İsmail
Mahmut
Efendi
Hamza
Efendi
Mehmet
Dede
Hüseyin
Fevzi (1939-1993) + Eşi Ağuçanlı Karadonlu Canbaba
Mahmut
Yalıncakoğlu (1964 doğumlu)
Yalıncak ocağını geziyoruz. Evin ocağı
önünde Prof.Dr. de Jong bir görüntümü alıyor. Tezekle işleyen ocağın, giderek
işlevi azalmış. Artık ocakgaz da girmiş Yalıncak ocağına. Bu geleneksel ocak,
yufka pişirmek, büyük yemekler yapmak için kullanılır olmuş. Bir süre sonra tüm
işlevini yitireceğe benzer.
Ocağın asıl oturma odasına giriyorum. Baş
köşede "Taht-ı Muhammet" adı verilen bir yüksek oturma yeri
bulunuyor. Duvarlarda resimler asılı. Bir iki yaşlı Bektaşi babası, Atatürk,
onun yanında Hz. Ali'nin resmi. Halılar, resimli duvar halıları. Duvar
halılarının tümü yakın dönemlerden. Almancıların getirdikleri bağışlar. Musa,
İsa ile süslü makina halıları.
Örneğini gördüğümüz gibi, her ocak bir umut
ışığı olarak doğmuştur Anadolu insanının yüreğinde. Doğaya, yazgıya, devlete
karşı inanç gülleridir. Toplumun düşleri, umutları yankılanmıştır buralarda.
Yirmibirinci yüzyılın eşiğinde de ocaklar
ülkemizde işlevini sürdürmeye çalışıyorlar. Çağa uyum gösterme çabasına ve
bilim-tekniğe ters düşmeme kaygısına karşın, ne kadar sürdürebilecekler bu
koşuyu, belli değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder