GÜL BABA
İLE VELİ BABA
Fuat
Bozkurt
1.
Gül Baba
Osmanlı Devleti'nin yayılma ve yönetim
geleneğinde, dervişler örgütünün önemli bir yeri vardır. Devlet kuruluşunda
dervişlerle işbirliği yapmıştır. Böylece, dervişler devletin büyümesi için
savaşmışlar, devlet de dervişlere tekkeler açmış, vakıflar kurmuştur. Uzak
topraklarda kurulan bu tekkeler bir tür "karakol" görevini üstlenmiş
kurumlardır. Macaristan'daki Gül Baba Tekkesi bu tür yayılmacı dervişler
örgütünün bir uzantısıdır. Bektaşi tarikatının, Osmanlı Devleti içindeki dört
dedebabalık kurumundan biridir.
Gül Baba
tekkesi Buda'da bir tepe üzerinde yer alır. Günümüzde "Rozsadomb"
(güller tepesi)'nin doğusunda kalıntıları bulunur. Aşağılarda sur gibi yerler
bu bahçeyi çevreler. Török (Türk) caddesi ile tekkeye çıkılır. Tekke bu
yüzyılın başlarında yıkılmıştır. Tekkenin işlevini sürdürdüğü dönemlerde, orta
yerinde toplu zikir odası, bulunur. Burası daha korunaklı bir yere kurulmuştur.
Yazları serin, kışları sıcak olur. Şimdi geniş bir alan olan bahçede, eski dönemlerde
tekkenin çeşitli işlevlerini yerine getiren bölümler yer almıştır. Sözgelimi o
dönemlerde tekkenin, büyük bir aşocağı vardır. Buradan yoksullar istediklerince
yiyecek alırlar. Konukevi bulunur. Burada, yolcular üç gün karşılıksız
konaklayabilirler. Konuklara genellikle bir parça ekmek, bir çanak pirinç ya da
buğday çorbası sunulur.
Dervişler
barış döneminde evlerinde dinsel inançlarını yerine getirirler, tarlada
çalışırlar, tekkenin kazancı ile ilgilenirler. Savaş sırasında askerlerle
birlikte, savaşı katılırlar.
Gül Baba
Tekkesi'nin uzun bir geçmişi vardır. Gezginlerin ve tarihçilerin eserlerinde,
resmi belgelerden tekkeden çok söz edilir. Tekke, Macaristan'da Türk yönetimi
sırasında 1543-1548 yılları arasında Mehmet Paşa tarafından kurulur. İlk kez
1566-67 yıllarında adından söz edilir. Tekkenin onarımı için yapılan
konuşmalarda "Tekke-yi Gül Baba" adı ile anılır.
Evliya
Çelebi, 1660 yılında ilk kez Tekke'nin Bektaşi ilkelerini izlediğini yazar.
Aynı sav, devlet ve ordu tutanaklarınca doğrulanır. 1640 yılında İbrahim Peçevi
de aynı doğrultuda bilgi verir. Peçevi ayrıca, Buda askeri kurum gazilerini iri
bir tekeyi kurbanlık için Gül Baba Tekkesi'ne bağışladıklarını bildirir. Tüm
bunlardan Gül Baba Tekkesi'nin öbür Bektaşi tekkelerinde olduğu gibi, Yeniçeri
Ocağı ile yakın ilişki içinde olduğunu gösterir.
Gül-Baba
Türbesi tekkenin yanı başındadır. Türbe şehrin alınışı sırasındaki savaşlarda
konmuştur. Hırıstiyan egemenlğinde bile, dinsel işlevini sürdürmüştür. 1689'da
Saint-Joseph şerefine kiliseye dönüştürülmüştür. Daha sonra el değiştirir.
1883'te Josef Toma'nın malı olur. 1858'de mühendis Janos Wagner'in eline geçer.
Wagner, bu alana yakın zamana dek varlığını sürdüren bir şato yaptırır.
Günümüzde alan özel mülkiyet alanıdır. Ancak 1914'ten beri milli tarihsel
eserleri koruma kurulunun denetimindedir.
Peçevi
İbrahim ve Evliya Çelebi'ye göre, Türbe 17. yüzyılda çok ziyaret edilen bir hac
yeridir. Savaşlardan sağ dönen gaziler, uzaklardan gelen Müslümanlar, deniz ve
kara yoluyla gelen hacılar Türk yönetimi döneminde sürekli Tekkeyi tavaf
ederler.
19.
Yüzyıl ortalarında, Türbenin dervişleri üç yılda bir, kapılarını hacılara
açarlar. 1873'te türbe Afgan ve İranlı dervişleri de barındırır.
Tekke
konusunda en eski bilgileri Evliya Çelebi verir. Evliya Çelebi'nin anlattıklarına
göre, Gül Baba'nın sandukası yeşil örtü ile örtülüdür. Duvarlarda içlerinde
ayet ya da çizim işlenmiş çini tabaklar asılıdır. Bu çizim ve yazılar 19.
yüzyılın ortasına dek uzanır. 1855'te cami içinde bir halı, bir tahta kılıç ve
üzeri motifli iki taş bulunur. Duvarları iki- üç yüz yıldır kutsal türbeyi
ziyarete gelen hacıların adları doldurur. Tahta kılıç dinsel törenin
vazgeçilmez kullanım aracıdır: Silah zoruyla alınan küçük kalelerde, cuma
günleri dinsel söylevi din adamı, çıplak tahta kılıca dayanarak okur. Budin de
savaş yapılarak alınmıştır, dedebaba, Gül Baba tekkesinde bu eski Türk töresel
inancını yerine getirir.
Gül
Baba'nın yaşamı çeşitli söylencelerle örülmüş. Tarihsel kaynaklar onun
yaşamını ölümünden uzun sonra anlatmaya başlıyor. Onun yaşamı konusunda en
ayrıntılı bilgileri Evliya Çelebi verir. Evliya Çelebi'ye göre, yaklaşık 200
yıl önce Merzifon'da doğmuştur. Evliya Çelebi iki ikilik verir. Bu ikiliklerden
birinde Gül Baba'nın Merzifonlu olduğu vurgulanır:
Merzifon'dan gelerek tutdı vatan
Şah Süleyman zamanı Gülli Baba
Yine
Evliya'ya göre Peygamber soyundandır. Bektaşi tarikatına girmiştir. Tümüyle zahit
bir yaşamı vardır. Üzerine aba gibi giysi. Fatih, II. Beyazıt, Selim ve Kanuni
dönemlerinde yapılan bütün savaşlara katılır. Elinde büyük bir kılıçla savaşır.
Şehit düşmek amacıyla Budin'e gelir. O yöredeki tepelere güller diker ve
başında sürekli bir gül taşır. Bu nedenle "Gül Baba" adı ile anılır.
Sultan Süleyman da dervişin müritlerindendir. Derviş, Budin'in alınışı (1541)
sırasında şehit düşer. Kanuni ölüm törenine katılır. Bir süre Gül Baba'nın
ölüsünü omuzunda taşır. Yine Evliya Çelebiye göre, Kanuni, Buda'nın ilk askeri
valiliğini Süleyman Paşa'ya emanet eder. Kenti Gül Baba'nın korumasına bırakır.
Bu dinden derviş Buda'nın gözcüsü seçer.
Budapeşte'deki
bu türbe 1543-1548 yılları arasında yapılmış. 60 dervişi barındıran tekkenin
zengin vakfı vardır. Türk egemenliği döneminde Müslümanların ziyaret yeri
görevi yapar. Macaristan Türk egemenliğinden çıktıktan sonra ziyaretler kesilir.
1690'da türbe kiliseye dönüştürülür. Ancak 19. yüzyıl başlarında yeniden
ziyaret yeri olur.
Sultan
Abdülaziz, 1867 Haziranında, Fransa gezisi dönüşünde tekkeyi ziyaret eder. Basiretçi Ali olayı şöyle anlatır:
"Peşte'de ünlü asma köprü üzerinden
geçerek Budin'de bazı Osmanlı yapıtlarını, orada yatan Gül Baba türbesini
ziyaret ettim. Adı geçen türbe Nemçeli bir türbedar yönetiminde olup gayet bir
kube altında gömülüdür. Bu kişi dokuz yüz kırk sekiz yılında Macaristan savaşında
şehit olmuş ermiş sanılan büyük bir zat olup bugün gömülü bulunduğu yere
Macarlar Gül Baba mahallesi dedikleri gibi Macarların hastaları iyiliğe
kavuşması için adı geçen Gül Baba'nın ruhundan yardım dilerler imiş. Sultan
Abdülaziz merhum, Avrupa gezisi dönüşünde Peşte'ye geldiklerinde adı geçen
kutsal türbeyi ziyaret edecekleri düşünülerek sayın Viyana elçiliği eliyle en
güzel biçimde onarılmıştır."
A.
Vámbéry Buda'ya gelen bir Hintli, hacısından söz eder. Yazar, bu Hintliden Gül
Baba'nın hilali tarikatından olduğunu duyduğunu söyler. Bu yeni bilgiye göre,
Gül Baba, dünyanın birçok yerini gezmiştir. Açık havada yatmayı sever. Çok
temiz bir kişidir. Gerçek adı Şeyh Zeki'dir, ancak Gül Baba diye çağrılır.
Ölümüne yakın Kandahar'da oturmaktadır. Bir kez daha Buda'yı görmek için, büyük
bir güçle iki saatte Buda'ya gelir. Orada Tuna kıyısında ölmek ister.
Vámbéry'nin anlattıkları bilgiler böyledir.
Uluğbey'deki
Veliyüddin Baba ailesinde bulunan fermana göre, Gül Baba'nın gerçek adı Seyid
Cafer'dir. Savaşçı gâzilerden Veliyüddin Gâzi'nin üç oğlundan biridir. Veli
Gâzi, 1538 Preveze savaşında şehit düşmüştür. Bu savaşta büyük kahramanlık ve
kerâmetler göstermiştir. Elinde uzun gürz ile düşman kadırgalarına vuruşlar
yapmıştır. Uzun demir gürz ağırlığı ve büyüklüğü nedeniyle herkesin
kullanamadığı bir silahtır. Veli Gâzi bu büyük silah ile her vuruşta bir düşman
kadırgasını batırmıştır. Düşmanı perişan ederek büyük yararlıklar göstermiştir.
Gül
Baba, Veli Gâzini'nin büyük oğludur ve hicri 904 (1499) doğumludur.
Oğullarından Seyid Hüseyin ise Sünbül Baba takma adı ile ünlenmiştir. İkisi de
savaşçı gâzidir. Her iki oğul üçüncü Budin kuşatmasına (1541) katılmıştır. Gül
Baba burada şehit olmuştur. Hüseyin
Sünbül Gâzi, Romanya'nın Ulubey ilçesinde şehit düşmüş, Romanya'ya
gömülmüştür.
Sultan
Abdülaziz'in Avrupa gezisi dönüşü tekkeyi ziyaretinden sonra, Osmanlı hükümeti
tekke ile yakından ilgilenmiş. 1885'te tekkeyi onartmış. Dedebaba Osmanlı
devletince atanmış. Kesintilerle bile olsa, Tekke, bir tür vakıf olarak 1937
yılına değin işlevini sürdürmüş. Gül Baba'nın şu andaki sandukası üzerindeki
örtüyü de 1937 yılında Türk hükümeti yollamış. Peşte İslam toplantılarının ve
Türk Macar kardeşlik toplantılarının düzenlendiği bir yer olarak kullanılmış. 2. Dünya savaşı sonrasında ise
tüm kiliselerle birlikte o da kapatılmış. Şimdilerde yalnız müze olarak
kullanılıyor. Tekkenin yasal konumu ve işleyişi üzerine birçok türkolog yazı
yazmış.[1]
*
2. Veli
Baba
Veli Baba'nı türbesine basık kapıdan eğilerek
girmek gerekiyor. Sağlam taş yapı küçük bir giriş. Daha önceleri ayakkabılık
olması gereken yere şimdi eski şamdanlar doldurulmuş. Tahta dolap yanda. Asıl
mezarların bulunduğu oda oldukça geniş. Alçak kapıdan yine eğilerek girmek
gerekecek. Kapının üstünde taş üzerne yazılı iki yazıt yer alıyor. "Bu yüksek türbenin kulu Zor Paşa. Hz. Türbeyi temiz bir inançla
Allah rızası yaptırdı. Asıl Çerkez Murtaza'dır. Cömertlikte Hatemi gibi nam
aldı. Benzeri bulunmaz. Beytüllahı için." İkinci yazı "Ölmez Tanrı bu gönül açan cennet gibi
yapıyı dillere destan etti. Zor ulusu beylerbeyi Murtaza'ya zeval erişti. Dünya
nimeti bırakıp sonsuz hayata kavuştu. Güvendiği kul Mehmet Ağa eserlerini
yürütüp Memi Ağa zamanında sevinçle tamam oldu. Katip Derviş Mustafa avlayıp
tarih için 'Mahi Muharrem Gazal' H. 1024 Mimar..." Bu yazılar 1978'de yeni yazıya da çevrilmiş.
İçerde sekiz mezadan oluşan üç kubbeli bir yapı yer alıyor.
"İki
Cihan Hazinedarı Velibaba Sultan ve Türbesi". Emekli öğretmen Mustafa
Karatürk'ün kaleminden çıkmış, savsız bir çalışma. Çalışmada söylenenlere göre
Veli Baba Sultan'ın soyu İbrahim Peygamberin oğlu Hazreti İsmail'e dek uzanır.
İkinci aşamada ise Zeynel Abidin ve dolayısı ile İslam Peygamberine bağlanır.
Zeynelabidin'den Veli Baba Sultan ve Seyit Battal Gazi soylarıdan ilerler.
Bilimsel açıdan Adem'e dek uzanan soyağaçlarının doğruluğu savunulamaz. Hele,
bir Türk akıncı eri olan, Veli Baba ile Gül Baba'yı Arap soyuna bağlamak,
olanaksızdır. Söylencesel soykütüğüne göre, Malatya'daki Hüseyin Gazi, Battal
Gazi'nin babasıdır. Malatya'da ordu komutanı iken, Kayseri Rumlarının pusununa
düşüp şehip olmuştur. Battal Gazini'nin babası Hüseyin Gazi ile Veli Baba'nın
büyük dedesi Hasan Gazi kardeştir.
Şimdi
tekkenin içinde bir dizi mezar yan yana. Hasan Gazi, Hasan Gazi'nin oğlu Hüseyin
Paşa, Veli Baba'nın anası Hatice Sultan, Veli Baba Sultan kendisi, Veli
Baba'nın eşi Fatıma Sultan, Veliyütten Gazi, Eğridir'de Şehit Düşen Mustafa
Gazi, Veli Baba'nın yakınlarından Ali Müfred, Gül Baba'nın boş mezarı, Dokuz
mezar var bu türbede. Yapının da dokuz ışıklığı bulunuyor. Türbenin
duvarlarında Ali, Hasan, Hüseyin gibi adlar yanında Azrail, Cebrail gibi melek
adları var.
Veli
Baba'nın büyük dedelerinden Hasan Gazi Paşa, serasker olarak Türk akınlarıyla
bu topraklara 832 yılında gelmiş. Yöredeki kalelerin alınması için yapılan
savaşlara katılmış. Burada şehit düşmüş. Köyün bulunduğu topraklar, çocuklarına
kılıç tımarı verilmiş. O zamanlar Malatya'da bulunan çocukları atalarının
nerede ve nasıl şahit düştüğünü sorup araştırmışlar. Gelip bu köye yerleşmişler.
Veli Baba Sultan'ın dedesi Veliyüddin Gazi'nin üç oğlu olmuş: Cafer, Hüseyin,
Ali. Bu üç oğuldan Hüseyin'in öbür adı Hüseyin Veli'dir. Veli Dede sanı ile
ünlenmiştir. Veli Dede, Veli Baba'nın babasıdır. 1538 yılında Kanuni Sultan
Süleyman döneminde Preveze deniz savaşında çarpışmıştır. O zamanlar çok ünlü,
uzunluğu ve ağırlığı yüzünden her babayiğidin kullanamadığı ağız ve uzun gürz
kullanır. Her vuruşta bir düşman kadırgası batırıp düşmanı perişan eder. Büyük
yararllıklar ve kerametler gösterir. Savaş kazanılır. Ne ki, kendisi şehit
düşer. Cezayir'de denize bakan Seyit Yakup tesenine gömülür. Sonra üzerine
türbe yapılır. Adına Veli Baba Türbesi adı verilir. Söylenenlere bakılırsa
türbe günümüzde de sapasağlam yerindedir.
Veliyüddin
Gazi'nin ikinci oğlu Cafer'dir. Veli Baba'nın amcası olur. Türbenin içindeki
üzeri açık sin onun için ayrılmıştır. Cafer'in sanı Gül Baba'dır. Macaristan'da
savaşırken orada şehit düşmüştür. Buda'da gömülüdür. Gülbaba adlı tekke,
Buda'da yer alır.
Üçüncü
oğul Ali, Veli Baba'nın ikinci amcasıdır. Naima Tarihindeki bilgilere göre,
Romanya'nın Uluğbey kentinde şehit düşmüş, oraya gömülmüştür. Türbesi Romanya
Ulubey'dedir.
Veliyüddin
Gazi savaşa giderken üç oğlunu'da birlikte götürür. Üçünü üç ayrı yerde şehit
verip Uluborlu'ya döner. O sırada Veli Baba beş yaşındadır ve yetimdir. Dedesi
Veliyüddin Baba ile ebesi Gelincik Ana ve kendi anası Veli Babayı büyüttüğü
menakıpnamede yazılıdır.
Veliyüddin
Gazi, yaşlılık yıllarında köye döndüğü anlaşılıyor. Köyünde bir dergah kurup
müritlerini eğitir. Aşocağı kaynar. Veliyüddin Gazi bir erendir, kerametleri
vardır. Cemlerini büyük bir evde yapar.
1630
yılında 4. Murat Bağdat'a orduyu yürütür. Murtaza Zor Paşa, Maraş valiliğinden
Anadolu Beylerbeyliğine atanır. 1630'da asker toplayıp Bağdat akınına katılmak
üzere bu ovadan geçerken, Uluborlu'ya gelir. Şehrin önde gelenlerini çağırtır.
"Denetimimde çok sayıda asker ve at var. Bugün burada konaklasak, askerin
ve atların bakımını yapabilir misiniz?" diye sorar. Kentin ileri gelenleri
ellerini oğuştururlar. "Beyimiz bizim buna gücümüz yetmez, halk yoksul.
Bunu ancak Uluköy'de Veli Baba Sultan karşılar. Onun tarlaları, aşevleri
var" diye karşılık verirler.
Askerler
ovadan köye gelirken, atları dinlendirmek ve otlatmak için ovada kalırlar. O
yıllarda Senirkent 27 evlik küçük bir köydür. Oraya uğramazlar bile. Küçük
komutanlardan birkaçı köye gelip Veli Baba Sultan'a durumu bildirirler. Bu
istek, Veli Baba Sultanı pek mutlu eder. "Ne kadar atınız, eriniz varsa
doyurmak için Allah kerimdir." der. Erbaşlar "Atlara saman, arpa;
askerlere yalnızca pilav isteriz" deyip dönerler. Murtaza Zor Paşa çok
sevinir. Akşam olmadan, er ve binekler ile köye gelir. O süre içinde Veli Baba
Sultan hazırlığını tamamlamıştır. Bir torba saman, bir tas arpa ve bir güveç
bulgur pilavı hazırdır. Erbaşlar ile erler gelirler. Ne ki ortada bir torba
saman, bir tas arpa ve bir güveç pilavdan başka bir şey olmadığını görürler.
Veli Baba'nın kendileriyle eğlendiğini sanıp çıkışırlar:
"Erenler,
bu gereksinim bir at, bir er içindir. Sen bizimle eğleniyor musun?"
derler.
Veli Baba hiç bozuntuya vermez. "Siz azına
çoğuna karışmayın. Allah onu yetirir. Siz hemen götürmeye ve yedirmeye
bakın." diye karşılık verir. Erler bu duruma şaşarlar. Söylediklerine
pişman olarak, samanı, arpayı ve pilavı taşırlar, yedirirler. Bir türlü yiyecek
bitmez. Kendi kendilerine "Bu bir eren işidir" deyip gelir özür
dilerler.
Bu arada
Murtaza Zor Paşa, Veli Baba Sultan'a döner:
“Bize
büyük iyilikte bulundun. Bu iyiliğinize karşılık, benden bir dileğin var
mı?" der. Veli Baba"Şu açıkta kalan atalarımın üzerine bir türbe
yaptırıver" der.
Zor Murtaza Paşa bunu hemen kabul eder. Türbenin
yapımına başlanır. Yıl 1630'dur. Naima, Murtaza Zor Paşa'nın Bağdat önünde
şehit düşmesi ile türbenin yapımının yarım kaldığını yazar. Halkın katkıları
ile bitirilir. Ne ki günümüze kalan yapı 1858 yılındandır.[2]
Veli
Baba Velayetnemasi'nde Veli Baba'nın son yılları ilginç olaylara tanık olur:
Kendisi
vahdet köşesinde münzevi biçimde tahatla yaşar. Dergahta dervişlikle uğraşır.
Kebiz aşiretinden kara Dehmen Nam-i Pelid'in bir oğlu dünyaya gelir. Bu kişi
Veli Baba'nın dedesi Seyit Hüseyin Veli'ye gelir. Dergahına yüz sürer bu çocuğa
bir ad koymasını diler. Hüseyin Veli çocuğu görüp sever. Adını Haydar kor.
Haydar büyüyüp evlenme çağına gelir. Hüseyin Veli Haydarı kızı Şehribanu -Veli
Baba'nın ızkardeşi- evlendirir. Çocuk esmer olduğundan Kara Haydan sanı ile
anılır. Kara Haydar'ın bir oğlu olur. Veli Baba bu çocuğun adını Mehmet kor.
Veli Baba yeğeni Mehmet'i pek sever. Onsuz boğazından lokma geçmez. Hiç
yanından ayırmaz.
Bu
sıralarda Kara Haydar, Katırcıoğlu adlı eşkıya ile işbirliği yapar. Katırcıoğlu
Kebir aşiretini donatmıştır. Isparta yöresini kasıp kavurur. Kara Haydar bu
eşkıya ile birlikte soygunlar yapar, köy basar, ev yıkar.
Olanları
duyan Veli Baba çok üzülür. Öte yandan Anadolu valileri, Veli Baba'ya haber
yollar. Bu edepsizi yola getirmesini dilerler. Veli Baba Kara Haydar'ı yanına
çağırıp uygun sözlerle yola getirmek ister. Ne ki, Haydar bildiğinden şaşmaz.
Koru dağını keser, adam soyar. Veli Baba'nın kızkardeşi Şehribanu'yu boşar.
Gece sabahlara kadar eşkıyalık eder, gece eve gelir. Veli Baba bu durumları
bilir, acı eleştiriler yöneltir. Bu eleştirilere çok kızan Kara Haydar, birgün
dergaha girip sancak-ı şerifi kırar. Veli Baba'ya küfürler eder, hakaret
savurur. Erenler yolunu izleyerek Manastır alanına kaçar. Veli Baba da buraya
gider. Tanıya dualar eder. Dilekte bulunur. Dileğinin kabul olduğunu inanıp
akşam, mutlu biçimde dergaha döner. O gece Kara Haydar'ın evi basılır. Kimliği
bilinmeyen kimseler Kara Haydar'ı öldürürler.
Reşat
Ekrem Koçu'ya göre, Kara Haydar gerçekte haydut değildir. Mal mülk, çift, çubuk
sahibi bir beydir. Sultan İbrahim tahta çıktığı 1641-1642 yıllarında, zalim bir
kadının haksızlığına uğramıştır. Yakınmasını kimse dinlememiş, kadının
şikayetleri geçerli olmuştur. Karı Haydar Bey de bir gün kadıyı öldürüp dağa
çıkmıştır. Fermanlı haydut olmuş, 1647 yılına dek dağlarda doluşmış, şehir,
kasa köy basarak soygunlar yapmış, bir eşkıya başı olmuştur. Sakaltutan, Kepir,
Direkli, Domaniç, Sabuncu yöresinde yol kesip kervan vurmuştur. Bir keresinde
Evliya Çelebi'nin de içinde bulunduğu bir kervanı soymuş, Evliya Çelebi'yi yedi
sekiz ay yanında dolaştırmış, sonra serbes bırakmıştır. Naima'ya göre,
1647'yılında bir gece Veli Baba tekkesine konuk olmuştur. Zaten bu tekkeye sık
sık uğrar, kalır. O gece yanındaki çetenin büyük kesimi kırda konaklamış, Kara
Haydar'ın yanında on çetesi kalmış. Kara Haydar çeteleri ile birlikte gece
basılarak yataklarında öldürülürler.
Evliya
Çelebi, bu olayı Naima Efendiden başka türlü anlatır. Evliya Çelebi'ye göre, Sadrazam Kara Mustafa Paşa Anadolu
eyaletlerine bir ferman yollar. Bu haydut'un bulunduğu yerde öldürülmesini
buyurur. Kara Haydar Aşıklı yakınlarında bir bir evde yatarken ev ateşi
verilir. Kara Haydar neye uğradığını şaşar. Kendini dışarı atar. Baskına
gelenler evi kuşatmışlardır. Kara
Haydar'ı yaylım ateşe tutup orada öldürürler. Başını kesip İstanbul'a
yollarlar. Aşıklar ya da Aşıklı'nın Uluborlu yakınlarındaki Veli Baba
türbesinin adıdır.
Baskından kurtulan Kara Haydar'ın adamları
Kara Haydar'ın oğlu Mehmet'in çevresinde derlenirler. Babasının öcü Mehmet'in
içini kemirmektedir. Çetenin başına
geçer. Bir ay kadar sonra bir gece Veli Baba Aşıklı/ Aşıklar tekkesini basar.
Genç yaşlı, çocuk kadın kimi bulduysa, tümünü keser. Ortalığı kana boyar. kısa
zaman içinde babasının ününü geride bırakır."[3]
Evliya
Çelebi ile Naima'nın verdikleri bilgiler ve Veli Baba Menakıbnamesinde anlatılanlar
birbirinden farklıdır. Veli Baba Menakıbında olay şöyle anlatılır:[4]
Şah
İsmail'in atalarından Şah Safi adında biri İran'da, Erdebil tarikatı adlı, bir
tarikat kurmuştu. Sözde amaçları Peygamber soyuna saygı ve tapınmaydı. Bu
tarikatı yaymak için, Şeyh İbrahim oğlu Safi adlı birini Konya'ya
yollamışlardı. O yörede bu tarikatı yaymışlar. Safi soyundan Saçlı Koca adlı
biri Veli Baba tekkesine gelmişti. Saçlı Koca, Hızırbey soyundan bir kadınla
evlenmişti. Uluköy'e yerleşmişti. Bir süre sonra Saçlı Koca köyde yaşayanlara
Veli Babayı kötüleyip, Erdebil tarikatını yaymaya başladı. Veli Baba, bunu
duyunca Saçlı Koca'ya katına çağırttı. "Asılsız davalarla halkın zihnini
niçin bozarsın, tarikat yapmak, yaymak ve yaymak için elinde bir beratın var mı?"
dedikte Saçlı Koca: "Beratım yoktur, lakin atamdan, anamdan böyle
duydum" diye kandisini savundu. "Bir daha yapmam, söylemem" diye
Veli Babadan özürler dileyip söz verdi.
Fakat
Saçlı Koca'nın içinde fesatlık yatardı. Zaman ve fırsat kollardı. Aradan zaman
geçti. Kara Haydar öldürüldükten sonra, bir gün Veli Baba'yı çekemeyenler,
çıkarları bozulanlar Kara Haydar'ın oğlunu Mehmet'i alıp Saçlı Koca'nın evine
vardılar. Yiyip içip esrik olduktan sonra bu sorunu açtılar.
Mehmet'e
derler ki: "Senin babanı dayın Veli Baba öldürttü. gece baskını
yapılacağını ve babanının öldürüleceğini dayın biliyordu. Belki de babanın
orada geceleyeceğini hükümete dayın bildirdi. Yoksa, hükümet adamları, babanın
köye geleceğini, hangi evde yatacağını nereden bilsinler? Bunda dayının eli
var. Çünü hükümet adamları dayını sürekli olarak sıkıştırıyorlar, babanın
yakalanmasını istiyorlardı. Dayın da hükümet adamları ile bir oldu, babanı
öldürttü. Annenin boşanması da dayının yüzünden. Eviniz, yuvanız dağıldı. Sen
ise güçlü kuvvetlisin. Babanın çok adamı var, oysa sen eli kolu bağlı
duruyorsun. Senin yerinde biz olsak, babanın kanını yerde bırakmayız. Dayın
olmasına dayın ama, size kötülük etmiştir. Bir gün bile beklemeksizin babanın
öcünü al. Yarın ahiret günü babanın huzuruna ne yüzle varacaksın?"
Cahil
atanın cahil oğlu olur, canavardan canavar doğar, kurt dölü kurt olur.
Mehmet'in içi kinle dolup taşmaktadır zaten. Fakat Allah'ın hikmeti olacak ki,
şöyle yanıt verir:
"Evet,
dayım bunu yapmış olabilir. Lakin beni çok sever. Yanından ayırmaz. Bensiz
yemek yemez. O hem bir ermiştir, kötülükle onun yanına nasıl yaklaşılır. Ben
buna cesaret edemem."
Ne ki,
Kara Haydar'ın adamları direttiler.
"Dayın
ermiş olsaydı, baban evde yatarken, haber salıp asker çağırmazdı. Babanı evde
öldürtmezdi" diye en büyük suçlamalarını yenilelediler. "Ve sen
yalnız değilsin. Babanın adamları var. Git onları bul. Onlar da biz de sana
yardım ederiz" diye Mehmet'i kandırdılar. İçini kinle doldurdular. Burada
açık görüldüğü üzre, Peygamberimiz efndimizin ölümünden sonra oraya çıkan
mezhep ayrılarımları gibi olaylar burda da ortaya çıktı. Kin, nefret, buğz,
çekemezlik ağır bastı. Mehmet'i iyice doldurup kırşkırttıktan sonra dağıldılar.
1648 yılı ve Sultan Murat zamanıydı. Ertesi gün Mehmet, Söğüt Dağı'na gitti.
Babasının arkadaşlarını buldu. 3000 eşkıya topladı. Eşkıyaları ile birlikte bir
gece gelip dergahı bastı. Habibi Nebi, Mustafa, Veli Baba Sultan, Musa, Veli
Baba'nın oğlu Mustafa, Mustafanın oğlu çocuk Hasan, Beşir Ali, Emine, Fatıma,
Hatice, Ümmügülsüm, Sakine, Atike, Zeynel, Katiyun, Cemane ve öbür eşi,
Ümmühan'ı şehit etti. O gece Hıfz-ı hakta saklı kalan Veli Baba'nın oğlu Seyit
Hüseyin Çelebi ve eşi Emine, oğlu Nebi ve Nebi'nin eşi Ayni kurtuldu. Bunlardan
başka köyde kimse kalmadı. On erkek ve altı kadın şehit oldu.
Görüldüğü gibi kaynaklarda Veli Baba'nın
öldürülüş nedeni ve biçimi biraz farklı anlatılır. Kimi anlatım ayrımlarına
karşın, sonuç şu: Veli Baba, 1648'de öldürülür. Yine anlatılanlara göre Veli
Baba öldürüldüğünde 115 yaşındadır. Sanırız bu 115 yaşı da abartılmıştır.
[1] En ciddi çalışmalardan biri L. Fekete'nin "Gül Baba et le Bektaşi derk'ah de
Buda" adlı yazısıdır. Acta
Orientalia, Budapeşte 1954, s. 1-19'da yayınlanan bu yazıdan geniş ölçüde
yararlanılmıştır.
[2]Mustafa Karatürk: İki Cihan Hazinedarı Seyyit Velibaba Sultan ve Türbesi, Ankara
(tarihsiz), s. 53.
[3]Evliya Çelebi: Seyehatname, (Mustafa Nihat Özön'ün seçtikleri) c. I, Akba K.,
Ankara, (tarihsiz) s. 64-71. Özön bu bilgilerin özgün yapıtın II. ciltinin
472-479. sayfalarında yer aldığını bildirir. Burada kimi kısaltmalarla
verilmiştir.
ç Dr. Bedri Noyan, Can y., İstanbul 1993,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder