Yayında Olan Eserlerim

16 Eylül 2017 Cumartesi

GÜL BABA İLE VELİ BABA

GÜL BABA İLE VELİ BABA
Fuat Bozkurt

1.      Gül Baba
Osmanlı Devleti'nin yayılma ve yönetim geleneğinde, dervişler örgütünün önemli bir yeri vardır. Devlet kuruluşunda dervişlerle işbirliği yapmıştır. Böylece, dervişler devletin büyümesi için savaşmışlar, devlet de dervişlere tekkeler açmış, vakıflar kurmuştur. Uzak topraklarda kurulan bu tekkeler bir tür "karakol" görevini üstlenmiş kurumlardır. Macaristan'daki Gül Baba Tekkesi bu tür yayılmacı dervişler örgütünün bir uzantısıdır. Bektaşi tarikatının, Osmanlı Devleti içindeki dört dedebabalık kurumundan biridir.
     Gül Baba tekkesi Buda'da bir tepe üzerinde yer alır. Günümüzde "Rozsadomb" (güller tepesi)'nin doğusunda kalıntıları bulunur. Aşağılarda sur gibi yerler bu bahçeyi çevreler. Török (Türk) caddesi ile tekkeye çıkılır. Tekke bu yüzyılın başlarında yıkılmıştır. Tekkenin işlevini sürdürdüğü dönemlerde, orta yerinde toplu zikir odası, bulunur. Burası daha korunaklı bir yere kurulmuştur. Yazları serin, kışları sıcak olur. Şimdi geniş bir alan olan bahçede, eski dönemlerde tekkenin çeşitli işlevlerini yerine getiren bölümler yer almıştır. Sözgelimi o dönemlerde tekkenin, büyük bir aşocağı vardır. Buradan yoksullar istediklerince yiyecek alırlar. Konukevi bulunur. Burada, yolcular üç gün karşılıksız konaklayabilirler. Konuklara genellikle bir parça ekmek, bir çanak pirinç ya da buğday çorbası sunulur.
     Dervişler barış döneminde evlerinde dinsel inançlarını yerine getirirler, tarlada çalışırlar, tekkenin kazancı ile ilgilenirler. Savaş sırasında askerlerle birlikte, savaşı katılırlar.
     Gül Baba Tekkesi'nin uzun bir geçmişi vardır. Gezginlerin ve tarihçilerin eserlerinde, resmi belgelerden tekkeden çok söz edilir. Tekke, Macaristan'da Türk yönetimi sırasında 1543-1548 yılları arasında Mehmet Paşa tarafından kurulur. İlk kez 1566-67 yıllarında adından söz edilir. Tekkenin onarımı için yapılan konuşmalarda "Tekke-yi Gül Baba" adı ile anılır.
     Evliya Çelebi, 1660 yılında ilk kez Tekke'nin Bektaşi ilkelerini izlediğini yazar. Aynı sav, devlet ve ordu tutanaklarınca doğrulanır. 1640 yılında İbrahim Peçevi de aynı doğrultuda bilgi verir. Peçevi ayrıca, Buda askeri kurum gazilerini iri bir tekeyi kurbanlık için Gül Baba Tekkesi'ne bağışladıklarını bildirir. Tüm bunlardan Gül Baba Tekkesi'nin öbür Bektaşi tekkelerinde olduğu gibi, Yeniçeri Ocağı ile yakın ilişki içinde olduğunu gösterir.
     Gül-Baba Türbesi tekkenin yanı başındadır. Türbe şehrin alınışı sırasındaki savaşlarda konmuştur. Hırıstiyan egemenlğinde bile, dinsel işlevini sürdürmüştür. 1689'da Saint-Joseph şerefine kiliseye dönüştürülmüştür. Daha sonra el değiştirir. 1883'te Josef Toma'nın malı olur. 1858'de mühendis Janos Wagner'in eline geçer. Wagner, bu alana yakın zamana dek varlığını sürdüren bir şato yaptırır. Günümüzde alan özel mülkiyet alanıdır. Ancak 1914'ten beri milli tarihsel eserleri koruma kurulunun denetimindedir.
     Peçevi İbrahim ve Evliya Çelebi'ye göre, Türbe 17. yüzyılda çok ziyaret edilen bir hac yeridir. Savaşlardan sağ dönen gaziler, uzaklardan gelen Müslümanlar, deniz ve kara yoluyla gelen hacılar Türk yönetimi döneminde sürekli Tekkeyi tavaf ederler.
     19. Yüzyıl ortalarında, Türbenin dervişleri üç yılda bir, kapılarını hacılara açarlar. 1873'te türbe Afgan ve İranlı dervişleri de barındırır.
     Tekke konusunda en eski bilgileri Evliya Çelebi verir. Evliya Çelebi'nin anlattıklarına göre, Gül Baba'nın sandukası yeşil örtü ile örtülüdür. Duvarlarda içlerinde ayet ya da çizim işlenmiş çini tabaklar asılıdır. Bu çizim ve yazılar 19. yüzyılın ortasına dek uzanır. 1855'te cami içinde bir halı, bir tahta kılıç ve üzeri motifli iki taş bulunur. Duvarları iki- üç yüz yıldır kutsal türbeyi ziyarete gelen hacıların adları doldurur. Tahta kılıç dinsel törenin vazgeçilmez kullanım aracıdır: Silah zoruyla alınan küçük kalelerde, cuma günleri dinsel söylevi din adamı, çıplak tahta kılıca dayanarak okur. Budin de savaş yapılarak alınmıştır, dedebaba, Gül Baba tekkesinde bu eski Türk töresel inancını yerine getirir.
     Gül Baba'nın yaşamı çeşitli söylen­celerle örülmüş. Tarihsel kaynaklar onun yaşamını ölümünden uzun sonra anlatmaya başlıyor. Onun yaşamı konusunda en ayrıntılı bilgileri Evliya Çelebi verir. Evliya Çelebi'ye göre, yaklaşık 200 yıl önce Merzifon'da doğmuştur. Evliya Çelebi iki ikilik verir. Bu ikiliklerden birinde Gül Baba'nın Merzifonlu olduğu vurgulanır:

     Merzifon'dan gelerek tutdı vatan
     Şah Süleyman zamanı Gülli Baba

     Yine Evliya'ya göre Peygamber soyundandır. Bektaşi tarikatına girmiştir. Tümüyle zahit bir yaşamı vardır. Üzerine aba gibi giysi. Fatih, II. Beyazıt, Selim ve Kanuni dönemlerinde yapılan bütün savaşlara katılır. Elinde büyük bir kılıçla savaşır. Şehit düşmek amacıyla Budin'e gelir. O yöredeki tepelere güller diker ve başında sürekli bir gül taşır. Bu nedenle "Gül Baba" adı ile anılır. Sultan Süleyman da dervişin müritlerindendir. Derviş, Budin'in alınışı (1541) sırasında şehit düşer. Kanuni ölüm törenine katılır. Bir süre Gül Baba'nın ölüsünü omuzunda taşır. Yine Evliya Çelebiye göre, Kanuni, Buda'nın ilk askeri valiliğini Süleyman Paşa'ya emanet eder. Kenti Gül Baba'nın korumasına bırakır. Bu dinden derviş Buda'nın gözcüsü seçer.
     Budapeşte'deki bu türbe 1543-1548 yılları arasında yapılmış. 60 dervişi barındıran tekkenin zengin vakfı vardır. Türk egemenliği döneminde Müslümanların ziyaret yeri görevi yapar. Macaristan Türk egemenliğinden çıktıktan sonra ziyaretler kesilir. 1690'da türbe kiliseye dönüştürülür. Ancak 19. yüzyıl başlarında yeniden ziyaret yeri olur.
     Sultan Abdülaziz, 1867 Haziranında, Fransa gezisi dönüşünde tekkeyi ziyaret eder. Basiretçi Ali olayı şöyle anla­tır:

     "Peşte'de ünlü asma köprü üzerinden geçerek Budin'de bazı Osmanlı yapıtlarını, orada yatan Gül Baba türbesini ziyaret ettim. Adı geçen türbe Nemçeli bir türbedar yönetiminde olup gayet bir kube altında gömülüdür. Bu kişi dokuz yüz kırk sekiz yılında Macaristan savaşında şehit olmuş ermiş sanılan büyük bir zat olup bugün gömülü bulunduğu yere Macarlar Gül Baba mahal­lesi dedikleri gibi Macarların hastaları iyiliğe kavuşması için adı geçen Gül Baba'nın ruhundan yardım dilerler imiş. Sultan Abdülaziz merhum, Avrupa gezisi dönüşünde Peşte'ye geldik­lerinde adı geçen kutsal türbeyi ziyaret edecekleri düşünülerek sayın Viyana elçiliği eliyle en güzel biçimde onarılmıştır."

     A. Vámbéry Buda'ya gelen bir Hintli, hacısından söz eder. Yazar, bu Hintliden Gül Baba'nın hilali tarikatından olduğunu duyduğunu söyler. Bu yeni bilgiye göre, Gül Baba, dünyanın birçok yerini gezmiştir. Açık havada yatmayı sever. Çok temiz bir kişidir. Gerçek adı Şeyh Zeki'dir, ancak Gül Baba diye çağrılır. Ölümüne yakın Kandahar'da oturmaktadır. Bir kez daha Buda'yı görmek için, büyük bir güçle iki saatte Buda'ya gelir. Orada Tuna kıyısında ölmek ister. Vámbéry'nin anlattıkları bilgiler böyledir.
     Uluğbey'deki Veliyüddin Baba ailesinde bulunan fermana göre, Gül Baba'nın gerçek adı Seyid Cafer'dir. Savaşçı gâzilerden Veliyüddin Gâzi'nin üç oğlundan biridir. Veli Gâzi, 1538 Preveze savaşında şehit düşmüştür. Bu savaşta büyük kahraman­lık ve kerâmetler göstermiştir. Elinde uzun gürz ile düşman ka­dırgalarına vuruşlar yapmıştır. Uzun demir gürz ağırlığı ve bü­yüklüğü nedeniyle herkesin kullanamadığı bir silahtır. Veli Gâzi bu büyük silah ile her vuruşta bir düşman kadırgasını batırmıştır. Düşmanı perişan ederek büyük yararlıklar göstermiştir.
     Gül Baba, Veli Gâzini'nin büyük oğludur ve hicri 904 (1499) doğumludur. Oğullarından Seyid Hüseyin ise Sünbül Baba takma adı ile ünlenmiştir. İkisi de savaşçı gâzidir. Her iki oğul üçüncü Budin kuşatmasına (1541) katılmıştır. Gül Baba burada şehit olmuştur. Hüseyin Sünbül Gâzi, Romanya'nın Ulubey ilçesinde şehit düşmüş, Romanya'ya gömülmüştür.
     Sultan Abdülaziz'in Avrupa gezisi dönüşü tekkeyi ziyaretinden sonra, Osmanlı hükümeti tekke ile yakından ilgilenmiş. 1885'te tekkeyi onartmış. Dedebaba Osmanlı devletince atanmış. Kesintilerle bile olsa, Tekke, bir tür vakıf olarak 1937 yılına değin işlevini sürdürmüş. Gül Baba'nın şu andaki sandukası üzerindeki örtüyü de 1937 yılında Türk hükümeti yollamış. Peşte İslam toplantılarının ve Türk Macar kardeşlik toplantılarının düzenlendiği bir yer olarak  kullanılmış. 2. Dünya savaşı sonrasında ise tüm kiliselerle birlikte o da kapa­tılmış. Şimdilerde yalnız müze olarak kullanılıyor. Tekkenin yasal konumu ve işleyişi üzerine birçok türkolog yazı yazmış.[1]
*
2. Veli Baba
Veli Baba'nı türbesine basık kapıdan eğilerek girmek gerekiyor. Sağlam taş yapı küçük bir giriş. Daha önceleri ayakkabılık olması gereken yere şimdi eski şamdanlar doldurulmuş. Tahta dolap yanda. Asıl mezarların bulunduğu oda oldukça geniş. Alçak kapıdan yine eğilerek girmek gerekecek. Kapının üstünde taş üzerne yazılı iki yazıt yer alıyor. "Bu yüksek türbenin kulu Zor Paşa. Hz. Türbeyi temiz bir inançla Allah rızası yaptırdı. Asıl Çerkez Murtaza'dır. Cömertlikte Hatemi gibi nam aldı. Benzeri bulunmaz. Beytüllahı için." İkinci yazı "Ölmez Tanrı bu gönül açan cennet gibi yapıyı dillere destan etti. Zor ulusu beylerbeyi Murtaza'ya zeval erişti. Dünya nimeti bırakıp sonsuz hayata kavuştu. Güvendiği kul Mehmet Ağa eserlerini yürütüp Memi Ağa zamanında sevinçle tamam oldu. Katip Derviş Mustafa avlayıp tarih için 'Mahi Muharrem Gazal' H. 1024 Mimar..."  Bu yazılar 1978'de yeni yazıya da çevrilmiş. İçerde sekiz mezadan oluşan üç kubbeli bir yapı yer alıyor.
     "İki Cihan Hazinedarı Velibaba Sultan ve Türbesi". Emekli öğretmen Mustafa Karatürk'ün kaleminden çıkmış, savsız bir çalışma. Çalışmada söylenenlere göre Veli Baba Sultan'ın soyu İbrahim Peygamberin oğlu Hazreti İsmail'e dek uzanır. İkinci aşamada ise Zeynel Abidin ve dolayısı ile İslam Peygamberine bağlanır. Zeynelabidin'den Veli Baba Sultan ve Seyit Battal Gazi soylarıdan ilerler. Bilimsel açıdan Adem'e dek uzanan soyağaçlarının doğruluğu savunulamaz. Hele, bir Türk akıncı eri olan, Veli Baba ile Gül Baba'yı Arap soyuna bağlamak, olanaksızdır. Söylencesel soykütüğüne göre, Malatya'daki Hüseyin Gazi, Battal Gazi'nin babasıdır. Malatya'da ordu komutanı iken, Kayseri Rumlarının pusununa düşüp şehip olmuştur. Battal Gazini'nin babası Hüseyin Gazi ile Veli Baba'nın büyük dedesi Hasan Gazi kardeştir.                 
     Şimdi tekkenin içinde bir dizi mezar yan yana. Hasan Gazi, Hasan Gazi'nin oğlu Hüseyin Paşa, Veli Baba'nın anası Hatice Sultan, Veli Baba Sultan kendisi, Veli Baba'nın eşi Fatıma Sultan, Veliyütten Gazi, Eğridir'de Şehit Düşen Mustafa Gazi, Veli Baba'nın yakınlarından Ali Müfred, Gül Baba'nın boş mezarı, Dokuz mezar var bu türbede. Yapının da dokuz ışıklığı bulunuyor. Türbenin duvarlarında Ali, Hasan, Hüseyin gibi adlar yanında Azrail, Cebrail gibi melek adları var.
     Veli Baba'nın büyük dedelerinden Hasan Gazi Paşa, serasker olarak Türk akınlarıyla bu topraklara 832 yılında gelmiş. Yöredeki kalelerin alınması için yapılan savaşlara katılmış. Burada şehit düşmüş. Köyün bulunduğu topraklar, çocuklarına kılıç tımarı verilmiş. O zamanlar Malatya'da bulunan çocukları atalarının nerede ve nasıl şahit düştüğünü sorup araştırmışlar. Gelip bu köye yerleşmişler. Veli Baba Sultan'ın dedesi Veliyüddin Gazi'nin üç oğlu olmuş: Cafer, Hüseyin, Ali. Bu üç oğuldan Hüseyin'in öbür adı Hüseyin Veli'dir. Veli Dede sanı ile ünlenmiştir. Veli Dede, Veli Baba'nın babasıdır. 1538 yılında Kanuni Sultan Süleyman döneminde Preveze deniz savaşında çarpışmıştır. O zamanlar çok ünlü, uzunluğu ve ağırlığı yüzünden her babayiğidin kullanamadığı ağız ve uzun gürz kullanır. Her vuruşta bir düşman kadırgası batırıp düşmanı perişan eder. Büyük yararllıklar ve kerametler gösterir. Savaş kazanılır. Ne ki, kendisi şehit düşer. Cezayir'de denize bakan Seyit Yakup tesenine gömülür. Sonra üzerine türbe yapılır. Adına Veli Baba Türbesi adı verilir. Söylenenlere bakılırsa türbe günümüzde de sapasağlam yerindedir.
     Veliyüddin Gazi'nin ikinci oğlu Cafer'dir. Veli Baba'nın amcası olur. Türbenin içindeki üzeri açık sin onun için ayrılmıştır. Cafer'in sanı Gül Baba'dır. Macaristan'da savaşırken orada şehit düşmüştür. Buda'da gömülüdür. Gülbaba adlı tekke, Buda'da yer alır.
     Üçüncü oğul Ali, Veli Baba'nın ikinci amcasıdır. Naima Tarihindeki bilgilere göre, Romanya'nın Uluğbey kentinde şehit düşmüş, oraya gömülmüştür. Türbesi Romanya Ulubey'dedir.
     Veliyüddin Gazi savaşa giderken üç oğlunu'da birlikte götürür. Üçünü üç ayrı yerde şehit verip Uluborlu'ya döner. O sırada Veli Baba beş yaşındadır ve yetimdir. Dedesi Veliyüddin Baba ile ebesi Gelincik Ana ve kendi anası Veli Babayı büyüttüğü menakıpnamede yazılıdır.
     Veliyüddin Gazi, yaşlılık yıllarında köye döndüğü anlaşılıyor. Köyünde bir dergah kurup müritlerini eğitir. Aşocağı kaynar. Veliyüddin Gazi bir erendir, kerametleri vardır. Cemlerini büyük bir evde yapar.
     1630 yılında 4. Murat Bağdat'a orduyu yürütür. Murtaza Zor Paşa, Maraş valiliğinden Anadolu Beylerbeyliğine atanır. 1630'da asker toplayıp Bağdat akınına katılmak üzere bu ovadan geçerken, Uluborlu'ya gelir. Şehrin önde gelenlerini çağırtır. "Denetimimde çok sayıda asker ve at var. Bugün burada konaklasak, askerin ve atların bakımını yapabilir misiniz?" diye sorar. Kentin ileri gelenleri ellerini oğuştururlar. "Beyimiz bizim buna gücümüz yetmez, halk yoksul. Bunu ancak Uluköy'de Veli Baba Sultan karşılar. Onun tarlaları, aşevleri var"  diye karşılık verirler.
     Askerler ovadan köye gelirken, atları dinlendirmek ve otlatmak için ovada kalırlar. O yıllarda Senirkent 27 evlik küçük bir köydür. Oraya uğramazlar bile. Küçük komutanlardan birkaçı köye gelip Veli Baba Sultan'a durumu bildirirler. Bu istek, Veli Baba Sultanı pek mutlu eder. "Ne kadar atınız, eriniz varsa doyurmak için Allah kerimdir." der. Erbaşlar "Atlara saman, arpa; askerlere yalnızca pilav isteriz" deyip dönerler. Murtaza Zor Paşa çok sevinir. Akşam olmadan, er ve binekler ile köye gelir. O süre içinde Veli Baba Sultan hazırlığını tamamlamıştır. Bir torba saman, bir tas arpa ve bir güveç bulgur pilavı hazırdır. Erbaşlar ile erler gelirler. Ne ki ortada bir torba saman, bir tas arpa ve bir güveç pilavdan başka bir şey olmadığını görürler. Veli Baba'nın kendileriyle eğlendiğini sanıp çıkışırlar:
     "Erenler, bu gereksinim bir at, bir er içindir. Sen bizimle eğleniyor musun?" derler.
Veli Baba hiç bozuntuya vermez. "Siz azına çoğuna karışmayın. Allah onu yetirir. Siz hemen götürmeye ve yedirmeye bakın." diye karşılık verir. Erler bu duruma şaşarlar. Söylediklerine pişman olarak, samanı, arpayı ve pilavı taşırlar, yedirirler. Bir türlü yiyecek bitmez. Kendi kendilerine "Bu bir eren işidir" deyip gelir özür dilerler.
     Bu arada Murtaza Zor Paşa, Veli Baba Sultan'a döner:
     “Bize büyük iyilikte bulundun. Bu iyiliğinize karşılık, benden bir dileğin var mı?" der. Veli Baba"Şu açıkta kalan atalarımın üzerine bir türbe yaptırıver" der.
Zor Murtaza Paşa bunu hemen kabul eder. Türbenin yapımına başlanır. Yıl 1630'dur. Naima, Murtaza Zor Paşa'nın Bağdat önünde şehit düşmesi ile türbenin yapımının yarım kaldığını yazar. Halkın katkıları ile bitirilir. Ne ki günümüze kalan yapı 1858 yılındandır.[2]
     Veli Baba Velayetnemasi'nde Veli Baba'nın son yılları ilginç olaylara tanık olur:
     Kendisi vahdet köşesinde münzevi biçimde tahatla yaşar. Dergahta dervişlikle uğraşır. Kebiz aşiretinden kara Dehmen Nam-i Pelid'in bir oğlu dünyaya gelir. Bu kişi Veli Baba'nın dedesi Seyit Hüseyin Veli'ye gelir. Dergahına yüz sürer bu çocuğa bir ad koymasını diler. Hüseyin Veli çocuğu görüp sever. Adını Haydar kor. Haydar büyüyüp evlenme çağına gelir. Hüseyin Veli Haydarı kızı Şehribanu -Veli Baba'nın ızkardeşi- evlendirir. Çocuk esmer olduğundan Kara Haydan sanı ile anılır. Kara Haydar'ın bir oğlu olur. Veli Baba bu çocuğun adını Mehmet kor. Veli Baba yeğeni Mehmet'i pek sever. Onsuz boğazından lokma geçmez. Hiç yanından ayırmaz.
     Bu sıralarda Kara Haydar, Katırcıoğlu adlı eşkıya ile işbirliği yapar. Katırcıoğlu Kebir aşiretini donatmıştır. Isparta yöresini kasıp kavurur. Kara Haydar bu eşkıya ile birlikte soygunlar yapar, köy basar, ev yıkar.
     Olanları duyan Veli Baba çok üzülür. Öte yandan Anadolu valileri, Veli Baba'ya haber yollar. Bu edepsizi yola getirmesini dilerler. Veli Baba Kara Haydar'ı yanına çağırıp uygun sözlerle yola getirmek ister. Ne ki, Haydar bildiğinden şaşmaz. Koru dağını keser, adam soyar. Veli Baba'nın kızkardeşi Şehribanu'yu boşar. Gece sabahlara kadar eşkıyalık eder, gece eve gelir. Veli Baba bu durumları bilir, acı eleştiriler yöneltir. Bu eleştirilere çok kızan Kara Haydar, birgün dergaha girip sancak-ı şerifi kırar. Veli Baba'ya küfürler eder, hakaret savurur. Erenler yolunu izleyerek Manastır alanına kaçar. Veli Baba da buraya gider. Tanıya dualar eder. Dilekte bulunur. Dileğinin kabul olduğunu inanıp akşam, mutlu biçimde dergaha döner. O gece Kara Haydar'ın evi basılır. Kimliği bilinmeyen kimseler Kara Haydar'ı öldürürler.
     Reşat Ekrem Koçu'ya göre, Kara Haydar gerçekte haydut değildir. Mal mülk, çift, çubuk sahibi bir beydir. Sultan İbrahim tahta çıktığı 1641-1642 yıllarında, zalim bir kadının haksızlığına uğramıştır. Yakınmasını kimse dinlememiş, kadının şikayetleri geçerli olmuştur. Karı Haydar Bey de bir gün kadıyı öldürüp dağa çıkmıştır. Fermanlı haydut olmuş, 1647 yılına dek dağlarda doluşmış, şehir, kasa köy basarak soygunlar yapmış, bir eşkıya başı olmuştur. Sakaltutan, Kepir, Direkli, Domaniç, Sabuncu yöresinde yol kesip kervan vurmuştur. Bir keresinde Evliya Çelebi'nin de içinde bulunduğu bir kervanı soymuş, Evliya Çelebi'yi yedi sekiz ay yanında dolaştırmış, sonra serbes bırakmıştır. Naima'ya göre, 1647'yılında bir gece Veli Baba tekkesine konuk olmuştur. Zaten bu tekkeye sık sık uğrar, kalır. O gece yanındaki çetenin büyük kesimi kırda konaklamış, Kara Haydar'ın yanında on çetesi kalmış. Kara Haydar çeteleri ile birlikte gece basılarak yataklarında öldürülürler.
     Evliya Çelebi, bu olayı Naima Efendiden başka türlü anlatır. Evliya Çelebi'ye göre, Sadrazam Kara Mustafa Paşa Anadolu eyaletlerine bir ferman yollar. Bu haydut'un bulunduğu yerde öldürülmesini buyurur. Kara Haydar Aşıklı yakınlarında bir bir evde yatarken ev ateşi verilir. Kara Haydar neye uğradığını şaşar. Kendini dışarı atar. Baskına gelenler evi  kuşatmışlardır. Kara Haydar'ı yaylım ateşe tutup orada öldürürler. Başını kesip İstanbul'a yollarlar. Aşıklar ya da Aşıklı'nın Uluborlu yakınlarındaki Veli Baba türbesinin adıdır.
     Baskından kurtulan Kara Haydar'ın adamları Kara Haydar'ın oğlu Mehmet'in çevresinde derlenirler. Babasının öcü Mehmet'in içini kemirmektedir.  Çetenin başına geçer. Bir ay kadar sonra bir gece Veli Baba Aşıklı/ Aşıklar tekkesini basar. Genç yaşlı, çocuk kadın kimi bulduysa, tümünü keser. Ortalığı kana boyar. kısa zaman içinde babasının ününü geride bırakır."[3]
     Evliya Çelebi ile Naima'nın verdikleri bilgiler ve Veli Baba Menakıbnamesinde anlatılanlar birbirinden farklıdır. Veli Baba Menakıbında olay şöyle anlatılır:[4]
     Şah İsmail'in atalarından Şah Safi adında biri İran'da, Erdebil tarikatı adlı, bir tarikat kurmuştu. Sözde amaçları Peygamber soyuna saygı ve tapınmaydı. Bu tarikatı yaymak için, Şeyh İbrahim oğlu Safi adlı birini Konya'ya yollamışlardı. O yörede bu tarikatı yaymışlar. Safi soyundan Saçlı Koca adlı biri Veli Baba tekkesine gelmişti. Saçlı Koca, Hızırbey soyundan bir kadınla evlenmişti. Uluköy'e yerleşmişti. Bir süre sonra Saçlı Koca köyde yaşayanlara Veli Babayı kötüleyip, Erdebil tarikatını yaymaya başladı. Veli Baba, bunu duyunca Saçlı Koca'ya katına çağırttı. "Asılsız davalarla halkın zihnini niçin bozarsın, tarikat yapmak, yaymak ve yaymak için elinde bir beratın var mı?" dedikte Saçlı Koca: "Beratım yoktur, lakin atamdan, anamdan böyle duydum" diye kandisini savundu. "Bir daha yapmam, söylemem" diye Veli Babadan özürler dileyip söz verdi.
     Fakat Saçlı Koca'nın içinde fesatlık yatardı. Zaman ve fırsat kollardı. Aradan zaman geçti. Kara Haydar öldürüldükten sonra, bir gün Veli Baba'yı çekemeyenler, çıkarları bozulanlar Kara Haydar'ın oğlunu Mehmet'i alıp Saçlı Koca'nın evine vardılar. Yiyip içip esrik olduktan sonra bu sorunu açtılar.
     Mehmet'e derler ki: "Senin babanı dayın Veli Baba öldürttü. gece baskını yapılacağını ve babanının öldürüleceğini dayın biliyordu. Belki de babanın orada geceleyeceğini hükümete dayın bildirdi. Yoksa, hükümet adamları, babanın köye geleceğini, hangi evde yatacağını nereden bilsinler? Bunda dayının eli var. Çünü hükümet adamları dayını sürekli olarak sıkıştırıyorlar, babanın yakalanmasını istiyorlardı. Dayın da hükümet adamları ile bir oldu, babanı öldürttü. Annenin boşanması da dayının yüzünden. Eviniz, yuvanız dağıldı. Sen ise güçlü kuvvetlisin. Babanın çok adamı var, oysa sen eli kolu bağlı duruyorsun. Senin yerinde biz olsak, babanın kanını yerde bırakmayız. Dayın olmasına dayın ama, size kötülük etmiştir. Bir gün bile beklemeksizin babanın öcünü al. Yarın ahiret günü babanın huzuruna ne yüzle varacaksın?"
     Cahil atanın cahil oğlu olur, canavardan canavar doğar, kurt dölü kurt olur. Mehmet'in içi kinle dolup taşmaktadır zaten. Fakat Allah'ın hikmeti olacak ki, şöyle yanıt verir:
     "Evet, dayım bunu yapmış olabilir. Lakin beni çok sever. Yanından ayırmaz. Bensiz yemek yemez. O hem bir ermiştir, kötülükle onun yanına nasıl yaklaşılır. Ben buna cesaret edemem."
     Ne ki, Kara Haydar'ın adamları direttiler.
     "Dayın ermiş olsaydı, baban evde yatarken, haber salıp asker çağırmazdı. Babanı evde öldürtmezdi" diye en büyük suçlamalarını yenilelediler. "Ve sen yalnız değilsin. Babanın adamları var. Git onları bul. Onlar da biz de sana yardım ederiz" diye Mehmet'i kandırdılar. İçini kinle doldurdular. Burada açık görüldüğü üzre, Peygamberimiz efndimizin ölümünden sonra oraya çıkan mezhep ayrılarımları gibi olaylar burda da ortaya çıktı. Kin, nefret, buğz, çekemezlik ağır bastı. Mehmet'i iyice doldurup kırşkırttıktan sonra dağıldılar. 1648 yılı ve Sultan Murat zamanıydı. Ertesi gün Mehmet, Söğüt Dağı'na gitti. Babasının arkadaşlarını buldu. 3000 eşkıya topladı. Eşkıyaları ile birlikte bir gece gelip dergahı bastı. Habibi Nebi, Mustafa, Veli Baba Sultan, Musa, Veli Baba'nın oğlu Mustafa, Mustafanın oğlu çocuk Hasan, Beşir Ali, Emine, Fatıma, Hatice, Ümmügülsüm, Sakine, Atike, Zeynel, Katiyun, Cemane ve öbür eşi, Ümmühan'ı şehit etti. O gece Hıfz-ı hakta saklı kalan Veli Baba'nın oğlu Seyit Hüseyin Çelebi ve eşi Emine, oğlu Nebi ve Nebi'nin eşi Ayni kurtuldu. Bunlardan başka köyde kimse kalmadı. On erkek ve altı kadın şehit oldu.
      Görüldüğü gibi kaynaklarda Veli Baba'nın öldürülüş nedeni ve biçimi biraz farklı anlatılır. Kimi anlatım ayrımlarına karşın, sonuç şu: Veli Baba, 1648'de öldürülür. Yine anlatılanlara göre Veli Baba öldürüldüğünde 115 yaşındadır. Sanırız bu 115 yaşı da abartılmıştır.


[1] En ciddi çalışmalardan biri L. Fekete'nin "Gül Baba et le Bektaşi derk'ah de Buda" adlı yazısıdır. Acta Orientalia, Budapeşte 1954, s. 1-19'da yayınlanan bu yazıdan geniş ölçüde yararlanılmıştır.
[2]Mustafa Karatürk: İki Cihan Hazinedarı Seyyit Velibaba Sultan ve Türbesi, Ankara (tarihsiz), s. 53.
[3]Evliya Çelebi: Seyehatname, (Mustafa Nihat Özön'ün seçtikleri) c. I, Akba K., Ankara, (tarihsiz) s. 64-71. Özön bu bilgilerin özgün yapıtın II. ciltinin 472-479. sayfalarında yer aldığını bildirir. Burada kimi kısaltmalarla verilmiştir.
[4]Veli Baba Menakıbnamesi, Haz. Doç Dr. Bedri Noyan, Can y., İstanbul 1993,
ç Dr. Bedri Noyan, Can y., İstanbul 1993, 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder