Muharrem Yas
Ayininin Alevi Kimliğindeki Yeri ve Önemi
Fuat
Bozkurt
Alevi
inancında, Muharrem Yas Törenlerinin tek başına ele alınıp irdelenmenin yanlış
olduğu kanısındayım. Bu töreleri çağdaş bilim anlayışı ile değerlendirme
düşüncesindeyim. Bu nedenle başka kültür ve inançlarla karşılaştırarak bir
bileşime varmak istiyorum.
Kimliği
Belirleyen Ögeler
Samuel
Huntington, kültürün güçlü olduğu bir dünyada, dini ve etnik küçük kimlikleri
takım, büyük kimliği ise alay konumuna benzetir. Kültürel kimliklerin git gide
daha çok öne çıkmasını toplumsal ekonomikleşmenin bir sonucu sayar. Ve kimliği,
“ötekiyle” ilişkili farklı bir kişi ya da uygarlıkla bağıntılı olarak tanımlar.
Bu
tanım, yaklaşık olarak Alevlilik için de geçerlidir.
Alevi Kimliğinin
Özellikleri
İnanç
kimlikleri kutsaldan, tanrısaldan, dinselden gelen bir aidiyet duygusudur. Din,
ortak pratiklerde birlikler oluşturma ilkesine ile insanlar arasında bir tür
kardeşlik bağı oluşumu sağlayan kurallar dizgesidir. Başka ortak yönü olmayacak
insanlar arsında bir tür kardeşlik bağıdır. Yaklaşık tümü genel ilke olarak
evrenselliği benimser ve başka etnik topluluklara kapısını açık tutar.
Ancak,
bir halk, en başından kendini komşularından farklı hissederse, inancı etnik bir
inanç olarak kalır.
Alevi
kimliğini belirleyen, etnik kökenden çok bu farklı hissetme duygusu olmalıdır.
Çünkü Alevilik de evrenselliği savunmasına karşın, yaklaşık 16. yüzyıldan beri
dışa kapalıdır.
Alevi
kimliğini belirleyen önemli etken dışlanmışlıktır. Bu dışlanmışlık Alevi
ruhunun derinlerine sinmiştir. O, kimliğini gizlemek, kendine yönelik
iğnelemeleri anlamazdan, hakaretleri duymazdan gelmek zorundadır. Ve bunların
ötesinde benimsediği, üstlendiği bir travma vardır.
Üstlenilmiş
Travma
Üstlenilmiş
travma sözünü seçerek kullanıyorum. Çünkü toplumlarda kimi özel günler, acıları
anma günleri gerçekte yaşanmışlıklara değil, üstlenilmişliklere dayanır.
Alevilikteki Kerbela Kıyımı travması böylesine üstlenilmiş bir travmadır.
Öncelikle Kerbela yas geleneği Şiilik üzerinden oldukça geç, Aleviliğe
geçmiştir. Türk toplum dokusunun derinlerindeki acı tortuları ile birleşerek
kendine özgü ayinler geleneğine dönüşmüş, deyiş, ağıt ve destanlarda
işlenmiştir. Buna neden toplum kimliğinin oluşumunda travmaların yeri ve
işlevidir.
Üstlenilmiş
travma olayı salt Aleviliği özgü de değildir. Yaşadıkları acıları ortak bir
acıda kristalize etmek isteyen halklar bunu uygulamışlardır. Hıristiyanlıktaki
İsa’nın konumu bunun en özgün örneğini oluşturur. İsa, ümmeti kurtulsun diye
onların bütün günahlarını yüklenir, çarmıha gerilir. Bu travma Hıristiyan
halkların inancının derinlerinde bir düğüm oluşturur. Toplumlar yaşadıkları
kıyım, yıkım gibi olaylarda bu yaranın derin acısı ile bütünleşirler.
Travmalar
Travma
evrensel insan duygularından olup birçok kimlikte yaşanan bir olgudur.
İnsanlar, kaybettikleri nesneye yas tutmadan değişikliği kabul edemezler. Yas
sevilen bir eşya ya da biri yitirildiğinde ya da kayıp olduğunda yaşanana istem
dışı bir tepkidir. Nefret edilen insan ya da nesnelerin kayıbında bile tas tutulur.
Çünkü sevgi gibi nefret de bizi
diğerlerine derinden bağlar. İnsan doğası kayıp ve yokluğa karşı acı ile
bir direnç sağlar. Yas tutma işlemi bitiminde yeni yaşam yolu arayışı, yeni
arkadaşlıklar geliştirme çabası, yeni uyum sağlayıcı yeni direnme gücüdür.
Alevi
kimliğini oluşturan en önemli etkenlerden bir de bu Kerbela kıyımına dayanan
travmadır.
Kerbala
Travması değişik olaylardan kaynaklanır ve değişik olaylarla beslenerek
günümüze ulaşır. Öncelikle Kerbela travması doğrudan Alevi inancı ile bağlantılı
değildir ve Aleviler daha Müslüman olmadan çok öncelere dayanır. Bu travmayı
Alevilerin üstlenmesi ve benimsemesi İran üzerinden olur. Nitekim Muharrem yas
ayini değişik görünümde Şiilikte yer alır.
Gerçekte
Yaşanan Travma
Aleviliğin gerçek travması Yavuz’un
Çaldıran savaşı öncesi Andoluda yaşanan Kızılbaş kıyımıdır. Kuşaktan kuşağa
anlatılıp günümüze değin ulaşmasına karşın, bu olay deyişte, ezgide işlenmemiş
ama Kerbela olayı, gerek Şiilikte gerekse Alevilikte derin bir ağıt türünün
konusu olmuştur. Daha sonra yaşanan acılar için de aynı şey söylenebilir.
Bunlar arsında Pir Sultan olayını ve
deyişlerini bireysel bir travma olarak değerlendirmek gerekir. Pir Sultan olayı
toplumsal değil, bireysel bir direniş olarak yer alır halk belleğinde.
Bunun dışında geçmişten günümüze
–Dersim, Çorum, Maraş, Madımak olayları- Alevi ruhunda derin iz bırakan
travmalardır. Ama Madımak dışında bunların tümü Kerbela olayı ile örülerek
günümüze ulaşmıştır. Yalnızca Madımak olayı kendi travmasını koymuştur.
Madımak
Travması
Travmayı hem atma yöntemlerinden biri de
travma acısı canlı tutmadır. Travma acısının canlı tutulması, yazın türlerinde
işlenmesi, anıtlar yapılıp belli günlerde anmalar yapılması ile olur. Alevi
tarihinde Kerbela olayı dışında ne bir anıt, ne de bir yas töreni ile
karşılaşılır. Bunun nedeni var olan iktidarla çatışma içinde olmanın
olanaksızlığı, toplumsal güçsüzlüktür. Tek örneği yakınlarda müzeye
dönüştürülen Madımak oteli ve Madımak anma törenleridir. Anıt ile birlikte
yapıla anmalar tam anlamıyla toplumsal kırılma olayının yaşatan örneklerdir.
Mitos
Alevilik, Hz Hüseyi’ni direnişin,
haksızlık karşısında boyun eğmemenin simgesi olarak benimserse, Hz. Ali’de üç
ögeyi birleştirir. Aşk, kahramanlık, ölümsüzlük.
Alevi bireyi mitoslarla büyür. Çünkü mitos
insani toplumsal serinliklere uzanır. İnsan mitosun gerçekliğine inanır. Ancak,
mitos, mitos olarak tanındığı andan sonra mitosluğu son bulur. Şimdi o bilinç
noktasına gelmiş bulunuyoruz. Soğuk akıl, mitosu daima yüzeysel ve yanılsamalı bir
gölge akıl olarak değerlendirir. Mitos, din adamlarının icadıdır, halkları
aldatmak için uydurulan bir sahtekarlıktır.
Fakat mitoslar olamadan da
yaşayamayacağımızın ayrımındayız.
Mitoslar arasında en soylusu ve güçlüsü
aşk inancıdır. Aydınlanma düşüncesi ile din karşısında kuşkucu, soğuk,
eleştirel bakışa karşın, bu aşktan tümden sıyrılamayız.
Hz. Ali motifinde bireysel aşkın içine
kutsallık, din, mitos ve gizem ögeleri katılmış, yüreklerin en derilerinde kök
salmıştır. Nasıl ki, mutluluğu yaşamak için acı gerekliyse, yaşam şiirinin bir
kesiti olan aşkta da acı gerekir. Böylece Hz. Ali mitosunda var olan aşk,
Kerbela kıyımındaki yasla derinlik kazanır. Nitekim, Hz. Hüseyin’in kıyımı,
İsa’nın ümmetinin günahını üstlenmesini andıran bir olaydır. Evrenin yaratılışında
yazgı ile belirlenmiştir.
Simgeler
Toplumsal acıları içselleştirip dinsel
duygulara dönüştürme evrensel bir duygudur. Derinlerdeki popüler duygu ve
emelleri canlandıran simgeler ve törenler inançlarda özgül doktrine dönüşürler.
Çok eski sembol ve törenlerle iç içe örülürler. Söz gelimi Polonyalı büyük Şair
Mickiewicz’in bütün şiirlerine sinmiş halkının günahını yüklenen Mesihçi “acı
çeken İsa” olarak Polonya düşüncesi,
hala kitlesel tapınma kültünün bir nesnesi olarak Yasna tepesindeki Meryam
Ana’nın suçluluk gücüyle yakından ilintilidir. Acı çekme, suçu üstlenip ödeme
biçimindeki Katolik imge, Polonya ulusçuluğunun ideoloji, dil ve simgelerini
anlamada gizaçar konumundadır.
Bu durum Alevilik için de söz konusudur.
Öncelikle Muharrem orucu yükümlülük değil, sorumluluk orucudur. Oruç acı
yürekte duyularak, sorumluluk bilimci içinde tutulur. Oruç süresince neşeli
ortamlardan ve konuşmalardan kaçınılır. Olabildiğince az su içilir, kan
akıtmaktan kaçınılır. Oruç açma bir tören değil yas havası içinde sürer. Kimse
oruç açılırken söyleşi yapılmaz.
Bütün bu biçimi ile Alevi Muharrem
ayinleri Şiilikteki Muharrem ayinlerinde ayrılır. Şiilikte, Muharrem boyunca
Hz. Hüseyin ruhuna su dağıtılır. Su içme sevap sayılır.
Alevilikte Muharrem orucu sonrasında dağıtılan
aşure kurtuluşun simgesidir. Bilindiği gibi, Ön Asya kültüründe geçen Nuh
söylencesine dayanır.
Şiilikte ise bunun yerini Ah, Hüseyin
Şah Hüseyin ayini alır. Tören tümüyle kendine işkenceye dayanır. (Son yıllarda
Türkiye Caferileri akıllıca bir karar vererek bu törende değişiklik
yapmışlardır.)
Muharrem yas törenleri Alevi ve Şii
inançlarda ayrılık göstermesine karşın özünde ikisi de yas, acı çekme duygusuna
dayanır. Bu tür törenler bireyleri ortak duyguda birleştiren bir tür tutkal
görevi yapar. Mutluluk için acıya gereksinim vardır.
İnsan doğasının bu duygusu toplumlarda değişik
görünümde yansır. Doğu kültüründe acıyı yansıtma doğal, alışılmış, olağan bir
davranıştır. Doğuda duygular dışa vurularak üzüntüden sıyrılır. Kendi kendisine
vurma, giysilerini parçalama, acısını haykırarak duyurma alışılmış olaylardır.
Çevrede her zaman bizim yaptıklarımızı yapan, üzüntülerimizi paylaşan insanlar
vardır.
Bu durumu kimi Doğulu düşünürler
şiddetin tarihsel kökenleri ile açıklarlar. Halk tarih boyunca yinelenen
kıyımlara soy kırımlara uğramıştır.
Kazak-Kırgızlarda
Yas
Bu yas töreni yalnız Alevilere özgü de
değildir. Müslümanlığı oldukça geç dönemlerde seçmiş ve hala Şamanik ögelerle
yüklü inanç dizgeleri ile yaşayan Kazak ve Kırgız Türklerinde benzer yas törenlri
yapılır. Oysa bu Türkler Sünniliğe
inanırlar ve o bölgede Alevilikten iz bulunmaz. Bunların dinsel menkıbe ve
öyküler şamanik ögelerle doludur.
Öykülerde Hazreti Ali'nin kafirlerle
savaşır, Hasan ile Hüseyin'in öldürülmelerini anlatan şiirsel öyküler,
destanlar yine şamanist ögelerle donanmıştır. Hz. Ali, Hasan, Hüseyin gibi bu
kahramanların Kazak ya da Kırgız olduklarına inanırlar. Kendilerinin yardımcı
ruhları vardır. Ruhlar, matem yaptıklarında tıpkı Kazak-Kırgızlar gibi matem
yaparlar. Sözgelimi Kerbela olayını anlatan bir öyküde, ruhların Hüseyin için şöyle
yas tuttuğu anlatılır:
Üçüncü kat gök üstünden
Yakasını parçalayıp İsa
geldi
İnleyip, yaka yırtıp,
feryat edip
İbrahim'le İsmail dahi
geldi
Yas
töreninde İsa peygamber yakasını parçalar. Çünkü Kazak ve Kırgızlarda yas
töreninde yakanın yırtılması gerekir.
Kazaklar
arasında Hazreti Ali ve Kerbela olayı söylenceleri 19. Yüzyılda yaygınlık
kazanır. Bu öykülerde Hz. Ali eski Türk masal kahramanlarında olduğu gibi 7 gün
uyur. Düşmanla yedi gün, yedi gece vuruşur. Kimileyin kadın düşmanla güreşir.
Onu yendikten sonra evlenir.
Kazaklar arsında hak ozanları, eski
alpların, yiğitlerin yerine Hamza, Ali, Hasan, Hüseyin gibi İslam
kahramanlarını yerleştirirler. Eski ulusal destanların bir bölümüne islam
giysisi giydirirler. Bu destanlar islami giysiye bürünerek yaşar. Ayrıca resmi
islamlığın Altay içlerine yayılmasına yardımcı olur. Öykülerin konuları, İran
folklorundan alınmıştır. Sünni Kazakların hoşlarına gidecek biçimde
işlenmiştir.
Bu halkları birlikte tutmada yiğitlik
destanları ve yas ayinleri önemeli bir işlev üstlenir. Benedicte Anderson’un
adlandırdığı gibi hayali cemaat sağlanmış olur. Çünkü uçsuz bucaksız Karakum
çöllerinde insanların birbirine bağlayan hiçbir bağ bulunmaz. Bu insanlar, çöl
ve göçebeliğin simgesidir. Kar ve kum fırtınası içinde yaşarlar. Yüzleri daha
çocukken kavrulur. Ruhları ise steplerin uçsuz bucaksızlığı içinde her an bir
yıkım, bir baskın, bir kıyım bekler gibi kendini yazgının ellerine bırakmıştır.
Onu kimliğini ve inancına yön veren bu ortam ve koşullar, rujunu dolduran
düşler ve söylencelerdir. Kahramanlık destanında direnme gücü, ağıtlarda
rahatlama bulacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder