Yayında Olan Eserlerim

16 Eylül 2017 Cumartesi

Muharrem Yas Ayininin Alevi Kimliğindeki Yeri ve Önemi

                      Muharrem Yas Ayininin Alevi Kimliğindeki Yeri ve Önemi
Fuat Bozkurt

Alevi inancında, Muharrem Yas Törenlerinin tek başına ele alınıp irdelenmenin yanlış olduğu kanısındayım. Bu töreleri çağdaş bilim anlayışı ile değerlendirme düşüncesindeyim. Bu nedenle başka kültür ve inançlarla karşılaştırarak bir bileşime varmak istiyorum.

Kimliği Belirleyen Ögeler
Samuel Huntington, kültürün güçlü olduğu bir dünyada, dini ve etnik küçük kimlikleri takım, büyük kimliği ise alay konumuna benzetir. Kültürel kimliklerin git gide daha çok öne çıkmasını toplumsal ekonomikleşmenin bir sonucu sayar. Ve kimliği, “ötekiyle” ilişkili farklı bir kişi ya da uygarlıkla bağıntılı olarak tanımlar.
Bu tanım, yaklaşık olarak Alevlilik için de geçerlidir.

Alevi Kimliğinin Özellikleri
İnanç kimlikleri kutsaldan, tanrısaldan, dinselden gelen bir aidiyet duygusudur. Din, ortak pratiklerde birlikler oluşturma ilkesine ile insanlar arasında bir tür kardeşlik bağı oluşumu sağlayan kurallar dizgesidir. Başka ortak yönü olmayacak insanlar arsında bir tür kardeşlik bağıdır. Yaklaşık tümü genel ilke olarak evrenselliği benimser ve başka etnik topluluklara kapısını açık tutar.
Ancak, bir halk, en başından kendini komşularından farklı hissederse, inancı etnik bir inanç olarak kalır.
Alevi kimliğini belirleyen, etnik kökenden çok bu farklı hissetme duygusu olmalıdır. Çünkü Alevilik de evrenselliği savunmasına karşın, yaklaşık 16. yüzyıldan beri dışa kapalıdır.
Alevi kimliğini belirleyen önemli etken dışlanmışlıktır. Bu dışlanmışlık Alevi ruhunun derinlerine sinmiştir. O, kimliğini gizlemek, kendine yönelik iğnelemeleri anlamazdan, hakaretleri duymazdan gelmek zorundadır. Ve bunların ötesinde benimsediği, üstlendiği bir travma vardır.

Üstlenilmiş Travma
Üstlenilmiş travma sözünü seçerek kullanıyorum. Çünkü toplumlarda kimi özel günler, acıları anma günleri gerçekte yaşanmışlıklara değil, üstlenilmişliklere dayanır. Alevilikteki Kerbela Kıyımı travması böylesine üstlenilmiş bir travmadır. Öncelikle Kerbela yas geleneği Şiilik üzerinden oldukça geç, Aleviliğe geçmiştir. Türk toplum dokusunun derinlerindeki acı tortuları ile birleşerek kendine özgü ayinler geleneğine dönüşmüş, deyiş, ağıt ve destanlarda işlenmiştir. Buna neden toplum kimliğinin oluşumunda travmaların yeri ve işlevidir.
Üstlenilmiş travma olayı salt Aleviliği özgü de değildir. Yaşadıkları acıları ortak bir acıda kristalize etmek isteyen halklar bunu uygulamışlardır. Hıristiyanlıktaki İsa’nın konumu bunun en özgün örneğini oluşturur. İsa, ümmeti kurtulsun diye onların bütün günahlarını yüklenir, çarmıha gerilir. Bu travma Hıristiyan halkların inancının derinlerinde bir düğüm oluşturur. Toplumlar yaşadıkları kıyım, yıkım gibi olaylarda bu yaranın derin acısı ile bütünleşirler.

Travmalar
Travma evrensel insan duygularından olup birçok kimlikte yaşanan bir olgudur. İnsanlar, kaybettikleri nesneye yas tutmadan değişikliği kabul edemezler. Yas sevilen bir eşya ya da biri yitirildiğinde ya da kayıp olduğunda yaşanana istem dışı bir tepkidir. Nefret edilen insan ya da nesnelerin kayıbında bile tas tutulur. Çünkü sevgi gibi nefret de bizi  diğerlerine derinden bağlar. İnsan doğası kayıp ve yokluğa karşı acı ile bir direnç sağlar. Yas tutma işlemi bitiminde yeni yaşam yolu arayışı, yeni arkadaşlıklar geliştirme çabası, yeni uyum sağlayıcı yeni direnme gücüdür.
Alevi kimliğini oluşturan en önemli etkenlerden bir de bu Kerbela kıyımına dayanan travmadır.
Kerbala Travması değişik olaylardan kaynaklanır ve değişik olaylarla beslenerek günümüze ulaşır. Öncelikle Kerbela travması doğrudan Alevi inancı ile bağlantılı değildir ve Aleviler daha Müslüman olmadan çok öncelere dayanır. Bu travmayı Alevilerin üstlenmesi ve benimsemesi İran üzerinden olur. Nitekim Muharrem yas ayini değişik görünümde Şiilikte yer alır.

Gerçekte Yaşanan Travma
Aleviliğin gerçek travması Yavuz’un Çaldıran savaşı öncesi Andoluda yaşanan Kızılbaş kıyımıdır. Kuşaktan kuşağa anlatılıp günümüze değin ulaşmasına karşın, bu olay deyişte, ezgide işlenmemiş ama Kerbela olayı, gerek Şiilikte gerekse Alevilikte derin bir ağıt türünün konusu olmuştur. Daha sonra yaşanan acılar için de aynı şey söylenebilir.
Bunlar arsında Pir Sultan olayını ve deyişlerini bireysel bir travma olarak değerlendirmek gerekir. Pir Sultan olayı toplumsal değil, bireysel bir direniş olarak yer alır halk belleğinde.
Bunun dışında geçmişten günümüze –Dersim, Çorum, Maraş, Madımak olayları- Alevi ruhunda derin iz bırakan travmalardır. Ama Madımak dışında bunların tümü Kerbela olayı ile örülerek günümüze ulaşmıştır. Yalnızca Madımak olayı kendi travmasını koymuştur.

Madımak Travması
Travmayı hem atma yöntemlerinden biri de travma acısı canlı tutmadır. Travma acısının canlı tutulması, yazın türlerinde işlenmesi, anıtlar yapılıp belli günlerde anmalar yapılması ile olur. Alevi tarihinde Kerbela olayı dışında ne bir anıt, ne de bir yas töreni ile karşılaşılır. Bunun nedeni var olan iktidarla çatışma içinde olmanın olanaksızlığı, toplumsal güçsüzlüktür. Tek örneği yakınlarda müzeye dönüştürülen Madımak oteli ve Madımak anma törenleridir. Anıt ile birlikte yapıla anmalar tam anlamıyla toplumsal kırılma olayının yaşatan örneklerdir.

Mitos
Alevilik, Hz Hüseyi’ni direnişin, haksızlık karşısında boyun eğmemenin simgesi olarak benimserse, Hz. Ali’de üç ögeyi birleştirir. Aşk, kahramanlık, ölümsüzlük.
Alevi bireyi mitoslarla büyür. Çünkü mitos insani toplumsal serinliklere uzanır. İnsan mitosun gerçekliğine inanır. Ancak, mitos, mitos olarak tanındığı andan sonra mitosluğu son bulur. Şimdi o bilinç noktasına gelmiş bulunuyoruz. Soğuk akıl, mitosu daima yüzeysel ve yanılsamalı bir gölge akıl olarak değerlendirir. Mitos, din adamlarının icadıdır, halkları aldatmak için uydurulan bir sahtekarlıktır.
Fakat mitoslar olamadan da yaşayamayacağımızın ayrımındayız.
Mitoslar arasında en soylusu ve güçlüsü aşk inancıdır. Aydınlanma düşüncesi ile din karşısında kuşkucu, soğuk, eleştirel bakışa karşın, bu aşktan tümden sıyrılamayız.
Hz. Ali motifinde bireysel aşkın içine kutsallık, din, mitos ve gizem ögeleri katılmış, yüreklerin en derilerinde kök salmıştır. Nasıl ki, mutluluğu yaşamak için acı gerekliyse, yaşam şiirinin bir kesiti olan aşkta da acı gerekir. Böylece Hz. Ali mitosunda var olan aşk, Kerbela kıyımındaki yasla derinlik kazanır. Nitekim, Hz. Hüseyin’in kıyımı, İsa’nın ümmetinin günahını üstlenmesini andıran bir olaydır. Evrenin yaratılışında yazgı ile belirlenmiştir.

Simgeler
Toplumsal acıları içselleştirip dinsel duygulara dönüştürme evrensel bir duygudur. Derinlerdeki popüler duygu ve emelleri canlandıran simgeler ve törenler inançlarda özgül doktrine dönüşürler. Çok eski sembol ve törenlerle iç içe örülürler. Söz gelimi Polonyalı büyük Şair Mickiewicz’in bütün şiirlerine sinmiş halkının günahını yüklenen Mesihçi “acı çeken İsa” olarak Polonya  düşüncesi, hala kitlesel tapınma kültünün bir nesnesi olarak Yasna tepesindeki Meryam Ana’nın suçluluk gücüyle yakından ilintilidir. Acı çekme, suçu üstlenip ödeme biçimindeki Katolik imge, Polonya ulusçuluğunun ideoloji, dil ve simgelerini anlamada gizaçar konumundadır.
Bu durum Alevilik için de söz konusudur. Öncelikle Muharrem orucu yükümlülük değil, sorumluluk orucudur. Oruç acı yürekte duyularak, sorumluluk bilimci içinde tutulur. Oruç süresince neşeli ortamlardan ve konuşmalardan kaçınılır. Olabildiğince az su içilir, kan akıtmaktan kaçınılır. Oruç açma bir tören değil yas havası içinde sürer. Kimse oruç açılırken söyleşi yapılmaz.
Bütün bu biçimi ile Alevi Muharrem ayinleri Şiilikteki Muharrem ayinlerinde ayrılır. Şiilikte, Muharrem boyunca Hz. Hüseyin ruhuna su dağıtılır. Su içme sevap sayılır.
Alevilikte Muharrem orucu sonrasında dağıtılan aşure kurtuluşun simgesidir. Bilindiği gibi, Ön Asya kültüründe geçen Nuh söylencesine dayanır.
Şiilikte ise bunun yerini Ah, Hüseyin Şah Hüseyin ayini alır. Tören tümüyle kendine işkenceye dayanır. (Son yıllarda Türkiye Caferileri akıllıca bir karar vererek bu törende değişiklik yapmışlardır.)
Muharrem yas törenleri Alevi ve Şii inançlarda ayrılık göstermesine karşın özünde ikisi de yas, acı çekme duygusuna dayanır. Bu tür törenler bireyleri ortak duyguda birleştiren bir tür tutkal görevi yapar. Mutluluk için acıya gereksinim vardır.
 İnsan doğasının bu duygusu toplumlarda değişik görünümde yansır. Doğu kültüründe acıyı yansıtma doğal, alışılmış, olağan bir davranıştır. Doğuda duygular dışa vurularak üzüntüden sıyrılır. Kendi kendisine vurma, giysilerini parçalama, acısını haykırarak duyurma alışılmış olaylardır. Çevrede her zaman bizim yaptıklarımızı yapan, üzüntülerimizi paylaşan insanlar vardır.
Bu durumu kimi Doğulu düşünürler şiddetin tarihsel kökenleri ile açıklarlar. Halk tarih boyunca yinelenen kıyımlara soy kırımlara uğramıştır.

Kazak-Kırgızlarda Yas
Bu yas töreni yalnız Alevilere özgü de değildir. Müslümanlığı oldukça geç dönemlerde seçmiş ve hala Şamanik ögelerle yüklü inanç dizgeleri ile yaşayan Kazak ve Kırgız Türklerinde benzer yas törenlri yapılır.  Oysa bu Türkler Sünniliğe inanırlar ve o bölgede Alevilikten iz bulunmaz. Bunların dinsel menkıbe ve öyküler şamanik ögelerle doludur.
Öykülerde Hazreti Ali'nin kafirlerle savaşır, Hasan ile Hüseyin'in öldürülmelerini anlatan şiirsel öyküler, destanlar yine şamanist ögelerle donanmıştır. Hz. Ali, Hasan, Hüseyin gibi bu kahraman­ların Kazak ya da Kırgız olduklarına inanırlar. Kendilerinin yardımcı ruhları vardır. Ruhlar, matem yaptıklarında tıpkı Kazak-Kırgızlar gibi matem yaparlar. Sözgelimi Kerbela olayını anlatan bir öyküde, ruhların Hüseyin için şöyle yas tuttuğu anlatılır:
                        Üçüncü kat gök üstünden
                       Yakasını parçalayıp İsa geldi
                       İnleyip, yaka yırtıp, feryat edip
                       İbrahim'le İsmail dahi geldi

     Yas töreninde İsa peygamber yakasını parçalar. Çünkü Kazak ve Kırgızlarda yas töreninde yakanın yırtılması gerekir.
     Kazaklar arasında Hazreti Ali ve Kerbela olayı söylenceleri 19. Yüzyılda yaygınlık kazanır. Bu öykülerde Hz. Ali eski Türk masal kahramanlarında olduğu gibi 7 gün uyur. Düşmanla yedi gün, yedi gece vuruşur. Kimileyin kadın düşmanla güreşir. Onu yendikten sonra evlenir.
Kazaklar arsında hak ozanları, eski alpların, yiğitlerin yerine Hamza, Ali, Hasan, Hüseyin gibi İslam kahramanlarını yerleştirirler. Eski ulusal destanların bir bölümüne islam giysisi giydirir­ler. Bu destanlar islami giysiye bürünerek yaşar. Ayrıca resmi islamlığın Altay içlerine yayılmasına yardımcı olur. Öykülerin konuları, İran folklorundan alınmıştır. Sünni Kazakların hoşlarına gidecek bi­çimde işlenmiştir.
Bu halkları birlikte tutmada yiğitlik destanları ve yas ayinleri önemeli bir işlev üstlenir. Benedicte Anderson’un adlandırdığı gibi hayali cemaat sağlanmış olur. Çünkü uçsuz bucaksız Karakum çöllerinde insanların birbirine bağlayan hiçbir bağ bulunmaz. Bu insanlar, çöl ve göçebeliğin simgesidir. Kar ve kum fırtınası içinde yaşarlar. Yüzleri daha çocukken kavrulur. Ruhları ise steplerin uçsuz bucaksızlığı içinde her an bir yıkım, bir baskın, bir kıyım bekler gibi kendini yazgının ellerine bırakmıştır. Onu kimliğini ve inancına yön veren bu ortam ve koşullar, rujunu dolduran düşler ve söylencelerdir. Kahramanlık destanında direnme gücü, ağıtlarda rahatlama bulacaktır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder