Ernest Hemingway, “kentleri kent
yapan binalar değil, insanlardır” der. Kentleri yapılar ötesinde kültürden oluştuğunu
vurgular bu özlü söz. Bu bakımdan kahveler, süreklilik gerektiren kültür geleneğini
kaynatan kazanları andırır. Uzam insanı çağırır. İnsan o uzamla bütünleşir.
Toplu oturma yerleri bu açıdan ayrı bir önem taşır. Her sosyal çevrenin buluştuğu uzamlar vardır. Özellikle yazın ve sanat çevresinin buluştukları kahveler, içki evleri bir öğreti ortamıdır. İstanbul'unda Küllük, Orhan Kemal'in İkbal kahvesi, son dönemlerde Hatay lokantası kitaplara yansıyan buluşma yerleridir. Buralarda şairler, yazarlar buluşur, görüş alışverişi, tartışmalar olur. Şiirler okunur, birliktelik köprüleri kurulur, dostluklar oluşur. Dünyanın kültürü ile ünlü kentlerinin ünlü kahveleri vardır. O kentlerde yaşayan yazarlar, şairler, oyuncuların buluşma yerleri sanat havasını içine çekme yerleridir buralar. Bu tür kahveler kenti ziyaret gelen saat tutkunu gezginlerin de uğrak yeridir. Hele oralarda ünlü sanatçılarla karşılaşmak sanat utkunu bohemler için büyük mutluluk ve övünç kaynağı olur.
Toplu oturma yerleri bu açıdan ayrı bir önem taşır. Her sosyal çevrenin buluştuğu uzamlar vardır. Özellikle yazın ve sanat çevresinin buluştukları kahveler, içki evleri bir öğreti ortamıdır. İstanbul'unda Küllük, Orhan Kemal'in İkbal kahvesi, son dönemlerde Hatay lokantası kitaplara yansıyan buluşma yerleridir. Buralarda şairler, yazarlar buluşur, görüş alışverişi, tartışmalar olur. Şiirler okunur, birliktelik köprüleri kurulur, dostluklar oluşur. Dünyanın kültürü ile ünlü kentlerinin ünlü kahveleri vardır. O kentlerde yaşayan yazarlar, şairler, oyuncuların buluşma yerleri sanat havasını içine çekme yerleridir buralar. Bu tür kahveler kenti ziyaret gelen saat tutkunu gezginlerin de uğrak yeridir. Hele oralarda ünlü sanatçılarla karşılaşmak sanat utkunu bohemler için büyük mutluluk ve övünç kaynağı olur.
Germen kültür kenti Viyana’ın bu
türden ünlü buluşma yeri Cafe Hawelka adlı kahvesidir. Stefan Zweiglerin, Elias
Canettilerin Viyana’sından az çok bir şeyler bulmak isteyen yeni kuşağın soluk
aldığı bir ortamdır. Ünlü, ünsüz birçok gezin öğleye doğu kapısını konuklara
açan kahveye dökülmeye başlar. Küçük yuvarlak masalar çevresinde sandalyelere
kurulup oturulur, değişik türden kahveler çaylar ya da alkolü içkiler eşliğinde
söyleşiler yoğunlaşır. Kimi gençler ajandalarına notlar alırlar, kimi şiir
yazmaya girişir. Burada zaman unutulacak, anın tadına varılacaktır.
Viyana entel, bohem ve
sanatçılarının bu uğrak yeri, 1928 yılında açılmış. Yaklaşık on yıl sonra
–henüz ikinci dünya savaşının başlamadığı 1939 günlerinde- kahve el
değiştiriyor. Kahvenin yeni sahipleri o yıl henüz yeni evlenmiş, on dokuz
yaşındaki Hawelka çifti. Hawelka çiftinin eline geçmesi ile kahve kimlik
değiştirmeye başlıyor. Çek kökenli Bay Hawelka önce bara bir çekidüzen vermekle
işe başlıyor. Ardından işyerine kimlik kazandıracak birtakım yenilik arayışına
girişiyor. Her gün akşamın oldukça ilerlemiş zaman dilimde –saat 22’de- bir Çek
tatlısı olan sıcak “Buchteln” pastasını müşterilerine sunuyor. Böylece kahvenin
imgesi değişiyor ve akşamın bu ileri saatinde gelen konuklar oluşuyor. Kısa
süre sonra patlayan 2. Dünya savaşı ile tüm Avrupa’da olduğu gibi Viyana’da da
her şey alt üst oluyor ve kahve -1940-1945 yılları arasında- hizmetine ara
veriyor.
Savaş sırasında Avrupa’nın birçok
kentinin uğradığı felaketleri Viyana da kendine düşeni alır. Bombaların yağdığı
bu kültür kentinde açılıklar, ölümler, kıtlıklar yokluklar yaşanır. Daha sonra
Viyana’da filme de alınacak olan Graham Green’in Üçüncü Adam romanında
anlatılan insanın insanı yemesi tüm gerçekliği ile topluma egemen olur. Bu
arada Viyana Operası bombalanmış ve kubbeli tavan yerle bir olmuştur. Ve
böylesine bir ortamda insanlar yeniden yaşama başlayacak, toplum ayakta kalmaya
çalışacaktır.
Viyana kamuoyuna “Nerden
başlayalım, ilk hangi yapıyı yediden yapalım?” sorusu yöneltiliyor. Bu noktada
Doğu ve Batı insan kültür farkını yansıtan bir yanıt geliyor Viyana halkında:
‘İlk Opera yeniden onarılsın’
Doğu toplumlarında yıkımlar ve
acılar karşısında ağıt ve teslimiyet Batı toplumlarında direnç ve ayakta kalma
kültürü egemendir. Bu nedenle Doğu toplumları bir bakıma ağıt toplumlarıdır.
Batı insanı birbirine tutunarak, acıları yüreğine gömüp ayakta kalmaya çalışır.
Doğu insanı ağıtlat yakarak gönül gücünü çökertir, yaşam direncini zayıflatır.
1945 Güzünde Avrupa insanı
yeniden yaşam koşusuna başlarken, yaşanan acıların üzerine bir sünger çekme
çabası ile salanları doldurmak, oyunları izlemek, birlikteliğin tadına varmak
ister. Sinema, tiyatro salonları dolacak, insanlar birlikteliğin tadına
varacaktır. Ne var ki, dünya çapında ünlü Viyana Operasının tavanını yeniden
yapmak, yapıyı onarmak öylesine kısa sürede başarılacak bir iş değildir. Opera
onarımı sürerken oyuncular oyunlarını bir yapının geniş bir bodrumunda
sergilemek zorunda kalırlar ve bu geçici oyun salonu Hawelka kahvesinin hemen
yanında yer alır.
Böylesine bir ortamda 1945
Eylülünde Hawelka kahvesi yeniden kapılarını konuklarına açar. Savaş yılları
gibi savaş sonrası dönem de Viyanalılar ve Avrupalılar için zor yıllardır.
Kahve, sigara, çay, her türden içki karaborsaya düşmüştür. Yokluğun verdiği
özlem insanların ruhunu kemirir. Bulunduğu zaman önemsenmeyen nesnelere
insanlar tutkulu bir özlemle saldırılar. Rus, Amerikan, İngiliz, Fransız
askerleri Viyana sokaklarında caka satarak dolaşırlar. Kent ayrı devletlerin
ayrı egemenlik alanları içinde bölüşülmüştür. Ve bir kahve için yok’u, yok
satmak zorunda olan işverenin açmazını yaşar Hawelkalar.
Derken Marshal yardımı gelir. Her
işyerine küçük bir destek akça verilir. Hawelkalar bu küçük destekle kahve,
sigara, içki alıp müşterilere sunmaya başlarlar.
Hawelka kahvesi sanatsal kişiliğini
biraz da bu geçici tiyatro salonuna borçludur. 1949 yılında Opera binasının
onarımı bitinceye değin Hawelka yanında yer alan bodrum, Viyana sahnesi
işlevini sürdürür. Oyuncular, oyunlardan önce Hawelka’da buluşurlar,
gösterimlerden sonra Hawelka’ya çıkıp dinlenirler. Operadaki adam adı ile
ünlenen Oskar Werner kahvenin sürekli konuğu olur. Amerika’dan gelen Arthur ve
Heny Miller kardeşler ile ünlü İspanyol ressam Pablo Picasso kahvenin takılan
adı belli ünlüler olur. Şarkıcı Feiko 30 doğum gününü kahvede kutladıktan sonra
trafik kazasında ölür. Sanatçı, eleştirmen türünden izleyiciler beğeni ve
eleştirilerini burada dile getiriler. Kahve sanatçıyla izleyicinin,
eleştirmenle yazarın buluştuğu bir uzam konumuna gelir. Bu dar çevre gideren
halkalarını genişletir, Hawelka, ressamlar, oyuncular, şairlerin buluşma uzamı
olur. Zaman zaman alkolün verdiği esriklik dumanları içinde gözler buğulanır,
düşünceler uçuşur, sanatçı düşleri kurulur. Artık süreklilik isteyen kültür
geleneği örülmeye başlamıştır. Kahve dünyanın her yerinden Viyana’ya gelen
sanatçıların ilk uğrak yeri olur. Avusturyalı sanatçılarla yüz yüze gelirler.
2. Dünya Savaşının ardından
Viyana, film dünyası için ilgi çekici bir uzam konumundadır. Tüm yıkımlara
karşın kent özgün dokusu korumayı başarmıştır. Ayrıca, ülkenin Doğu ile Batı
Bloklarının kesiştiği bir çizgide yer alması bu ilgiyi artırır. Graham Green’in
romanından uyarlanan Üçüncü Adam filmi Hawelka Kahvesinin hemen ilerisindeki
meydanda, kilisenin önünde çekilmeye başlanır. Filmin dünya çapındaki oyuncu,
yapımcı, yönetmen kadrosu Hawelka’nın konuklarıdır. Hawelka bu yıllarda
Viyana’da gerçekleşen tüm sanat etkinliklerinin hem ev sahibi, hem izleyicisi
durumundadır.
Bir defasında bir sihirbaz
kahvede gösteri yaparken maytap patlar. Kahvenin tavanında maytabın bıraktığı
iz hala yerindedir, boyanıp kapatılmaz, bir anının izi olarak kalmıştır. Kimler
gelip geçmemiştir ki bu uzamdan? Sayısız ünlülerin tümü bir iz bırakmıştır. Curt
Jurgens, Orson wells, Billy Wilder ve başkaları. Şimdi dünyada iz bırakıp
gitmiş onlarca ünlü konuğun görüntüleri süsülüyor kahvenin duvarlarını.
2001 yılında –bir raslantı
sonucu-Bay Hawelka’nın doğum günü akşamında takılıyorum Hawelka kahvesine. Bu
serin Viyana akşamında Hawelka 80. yaş gününü kutluyor. Seksenlik yaşlı karı
koca doğum gününde konuklara hizmet veriyorlar. Her konukla tek tek
ilgileniyor, yer bulamayan konuklara yer açılmasını sağlıyorlar. Yüzlerinde
yılların olgunluk ve derinlik çizgilerini okur gibi oluyorum. Ve kendileri ile
bir söyleşi gerçekleştirmek için radevu alıyorum. Yılların olgunluğu yüzlerine
yansıyan bu yaşlı insanlar isteğimi sevinçle kabul ediyorlar. Randevu gününe
tarihsel bir tablo ile geliyorlar.
Bu tarihsel tablo, geçmişin
derinliklerine uzanan köprü gibi geliyor bana. Dev tabloda Türklerin Viyanalılara
kahveyi tanıtıp öğretişleri canlandırılıyor. Çadırı anımsatan bir barakada
kırmızı fesli Türk kahve getiriyor, basık sofra çevresinde oturan Viyanalılar
kahvelerini bekliyorlar. Viyana surlar içinde uzaklarda gözüküyor.
Bayan Hawelka “yalnız savaş
olmadı Türklerle Avusturyalılar arasında. Türklerden birçok şey de öğrendiler.
İşte kahvenin gelişi bunun bir örneği” diye açıklama yapıyor.
O günün –28 Kasım 2001 Çarşamba-
Fransız müzisyenler de kahvenin konukları arasında. Fransız müzisyenlerle
konuşuyor, ne tür müzik yaptıklarını öğreniyorum.
Japoncadan, Arapçaya, Farsçaya
her dilde Hawelka kahvesini tanıtan yazılar yazılmış. Üç ciltlik albümde bu
yazılardan örnekler korunuyor. Albümlere göz gezdirdim, Türkçede kahveyi
anlatan bir yazı ile karşılaşmadım. Türk okuruna bir kez tanıtma gereğini
duydum. Bir gün Viyana’ya yolunuz düşerse siz de uğrayın Hawelka Kahvesine. Şimdilerde
dünyamızdan ayrılmış 1939’yılının on dokuz yaşındaki dal gibi genç Hawelka
çiftini bulamayacaksınız. Ama yoklukları o uzamda olacak. Ve kahvede onların
ruhunu duyumsayacaksınız. Onlardan kahveye gelen yüzlerce ünlüden kalan hoş
seda imiş diyeceksiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder