Foto Abdi'nin Öyküsü
Fuat Bozkurt
Anılar
bireyin olduğunca toplumun geçmişini yansıtan belgelerdir. Toplumsal bellek,
bireysel belgeleme, yazıya geçirme alışkanlığından geçer. Toplumsal bellek
zayıflığı anı yazmama ile yakından ilintilidir. Son yıllarda anı yazma ve
anıları okumada toplumuzdun belli bir ivme kazandığı görülüyor. Bu olumlu
gelişme kapsamında bol bol anı türü kitap okuma şansını elde ediyoruz. Yazarların
anıları, diplomatların anıları ve sürgün anıları…
Tüm
yaşamını İsveç’te eritmiş, Ayla Yazgan’ın anıları son anı türüne giriyor. Küçük
olayların insan yaşamını nasıl değiştireceğinin özgün örneğini oluşturuyor.
Olayın
düğümü 1972 yılında Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını idamdan kurtarmak için,
Bulgaristan’a bir uçak kaçırılması ile atılıyor. Bunun ardından sıkıyönetimin
çarkları dönmeye başlar. Zülfü Livaneli ile Akay Sayılır, olayı İstanbul’da,
yolculuk ettiği dolmuşun radyosundan öğrenirler ve kendi aralarında “hangi
sivri akıllı yaptı bu kepazeliği diye söylenirler. Bir süre sonra da radyodan
Şafak 2 operasyonunu dinlerken her ad okunuşunda Zülfü eşi ile hayretler içinde
birbirine bakarlar. Erdal Öz, Uğur Mumcu, Emil Galip Sandalcı, Abdi Yazgan,
Akay Sayılır, İlhan Kalaycıoğlu içeri alınmıştır. Derken, radyo başında
haberleri dinleyen Zülfü Livaneli, kendisinin de tutuklananlar arasında
olduğunu öğrenir ve bir anda ne yapacağını şaşırır. Böylece olayla ilgisiz bir
dizi insan tutuklanır, işkenceden geçirilir, yalan ifade vermeye zorlanır.
Milan Kundera’nın Şaka romanında olduğu gibi bir dizi trajik komik olay yaşanır.
Ayla
Yazgan olayla ilgili tutuklanan ünlü fotoğrafçı Abdi Yazgan’ın eşi. Kendisi
tutuklanmıyor, ama bir tutuklunun yaşayacağı sıkıntılardan fazlasını yaşıyor.
Olayın etken kişisi sayılan Abdi Yazgan’ın olayla ilişkisi ise şöyle: Uçağı
kaçıranlardan Aynullah Akça, Abdi’nin yanında çalışan işçi. Böylesine bir
bağlantı bir dizi insanın yaşamının cehenneme dönmesine yetiyor. Abdi ve Ayla
Yazgan çiftinin yaşamını altüst edecek olaylar zinciri bu düğümle başlıyor.
Abdi’nin altı aylık tutukluluğu sırasında fotoğraf stüdyosu batıyor ve Kızılay
sokaklarında devrim türküleri söyleyen 68 kuşağının mutlu çifti sürgünlüğü
seçmek zorunda kalıyor. Özgürlükler ülkesi İsveç’e sığınıyorlar.
Ayla
Yazgan’ın “Hem İçinden, Hem Dışından Baktım” adlı anıları iki bölümden
oluşuyor. Kitabın yarısını oluşturan birinci kesit, Yazgan’ın Türkiye’deki
yaşantı ve gözlemlerini yansıtıyor. Anı yazarının “içinden baktığı” bu kesitte
de ilginç gözlemleri var. Abdi Yazgan’ın tutuklanması (gerçekte tutuklanma
değil, uzun süreli bir gözaltıdır bu) ile dostlar, yakınlar ortadan kayboluyor.
Bunun yanında beklemediği insanlardan yakınlık ilgi görüyor. Abdi Yazgan’ın
dükkan komşusu bir çocuk arabası getirip hediye ediyor, bir süre sonra
“başkasına lazım diye gelip geri alıyor. Bu dönem için Yazgan’ın yargısı “Türk
toplumu gibi iyi ile kötüyü iç içe yaşatan pek az toplum bulunur.”
Ne var
ki, İsveç’te de yaşam koşulları hiç de gözüktüğü gibi rahat değildir. İsveç
hükümeti oturma izni bekleyen insanları her aybaşı sosyal büroya çağırır. Aylık
harcamalar belirlenir, geçimlerini karşılayacak bir miktar para verilir.
Sığınmacılar kuyruklarda sıra beklerler, gereksiz bir diz insanla yüz yüze
gelirler. Bunalımlar içindeki Abdi’nin alkol bağımlılığı giderek artar.
Ayla
Yazgan’ın anıları son kırk yılın siyasal sürgünlük döneminin özgün
örneklerinden birini oluşturuyor. Dıştan çok parlak gözüken, içten yürekleri
kemiren bir yaşantı kesiti. Bir halk şairinin dizelerinde olduğu gibi: Hicran haddesinden geçip tel eyler/ El sanır
ki bir cümbüştür bu sevda.
Bu
yaşantı kesitini anlatırken Ayla Yazgan gerçekleri gizlemiyor. Kendine
acındırma, sevmediği kişileri kötüleme gibi bir yanlışa da düşmüyor. Kimileyin
bir sosyolog tavrı (kendisi Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümünü bitirmiş)
ile olayları yorumluyor, değerlendiriyor. Doğu ile Batı toplumlarına karşılıklı
ayna tutuyor. Doğulu sanatçılar kendi ülkelerini eleştirdiklerinde, ağzı
kulaklarına varan Batılı izleyiciler, eleştiri kendi ülkelerine yöneldiğinde
somurtuyorlar. Ayla Yazgan bunu somut bir örnekle belgeliyor. Bu kesit şöyle:
“İsveç’teki
Kürt kökenli Türk gazetecilere gelince onların yazma alanı Türk ve Türkiye
karşıtlığıyla sınırlıdır ki bu çok kez Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini
sorgulamaktan ve Atatürk düşmanlığından geçer. İsveç’teki insan hakları ve
ayrımcılık onları ilgilendirmez.
Bu
arada bütün repertuvarı Türklerle alay etmek üzerine kurulu bir Kürt
komedyenden söz etmeden geçemeyeceğim. İsveçlileri çok eğlendiren bu şakaların
hedefi kendi engellerine yönelince kıyamet koptu. Kıyamet basında sorguya
çekildi.” (s.115)
Bu
olay “Bas müminin kuyruğuna, gör yezitlik nereden çıkar” biçimindeki atasözünü
anımsatıyor. Batı’nın gerçek yüzünü bilmeyen duyarsız Türk aydınları kendi
toplumlarını suçlarken kime ve neye hizmet ettiğinin ayrımında değillerdir.
Yazgan,
Avrupa ayrımcılığını, kolonyalizmin ve emperyalizmin büyütüp beslediği kökü çok
derinlerde olan zehirli bir bitkiye benzetiyor. Biz ve Öteki ayrımının bu
bitkiyi sulayan en önemli kaynak olarak görüyor. Bir göçmenin o toplumda bir
yerlere gelmesi için “biz”e katılmanın kendi köklerini unutmanın yetmediğini,
“öteki”lere de karşı olması gerektiğini vurguluyor. Bu noktada sizi sizden daha
iyi tanıyan Avrupa görüntüsü çıkıyor. Yazgan’ın sonraki düşünceleri şöyle:
“Avrupalıların
sizin hakkınızdaki karar ve yargılarını sizden daha iyi pazarlayacak insanlar
bulunmaz. Bir de toplumun üst kademelerinde çalışacak göçmenlerin kendi
ülkeleriyle olan bağlarının çok zayıf olması gerekir. Yıllarca Türkiye’ye karşı
kullanılan her fırsatta annem Çerkes, babam Boşnak (yanılmıyorsam) diyerek
Türklüğünü reddeden Almanya Yeşiller Parti’sinden Cem Özdemir bunun en güzel
örneği.” (s.112)
Yazgan,
Orhan Pamuk’u da saf değiştiren, öteki olmaktan kurtulamayan aydın örneği
olarak tanımlıyor. Kars’ı anlatan ‘Kar’ romanında Türklerin barbar olarak
sunulmasına dikkat çekiyor. O’nun öteki olmadan da Nobel alabileceğini söyleyen
Yazgan, duyarsız Türk aydının eleştirmeden edemiyor.
Sosyolog
Ayla Yazgan, anılarında İsveç’e sığınan Latin Amerikalı ve Türkiyeli sığınmacıların
yaşamlarını yalın kesitlerle veriyor. Göçmenliğin insan ruhunda yaptığı
tahribatları, göçmenlerin birbirini yiyen davranışlarını nesnel bakışla
anlatıyor.
Ürün
Yayınları arasında çıkan kitap çok yönlü ilginç çözümlemeler içeriyor. Bir
yerde Türk insanının öteki olmadan, kendi geçmişi ve konumu ile hesaplaşması.
Her okurun zevk alacağı bir yaşantı kesiti
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder