Yayında Olan Eserlerim

4 Eylül 2017 Pazartesi

Foto Abdi (Yazgan)'nin Öyküsü

Foto Abdi'nin Öyküsü
Fuat Bozkurt

Anılar bireyin olduğunca toplumun geçmişini yansıtan belgelerdir. Toplumsal bellek, bireysel belgeleme, yazıya geçirme alışkanlığından geçer. Toplumsal bellek zayıflığı anı yazmama ile yakından ilintilidir. Son yıllarda anı yazma ve anıları okumada toplumuzdun belli bir ivme kazandığı görülüyor. Bu olumlu gelişme kapsamında bol bol anı türü kitap okuma şansını elde ediyoruz. Yazarların anıları, diplomatların anıları ve sürgün anıları…
Tüm yaşamını İsveç’te eritmiş, Ayla Yazgan’ın anıları son anı türüne giriyor. Küçük olayların insan yaşamını nasıl değiştireceğinin özgün örneğini oluşturuyor.
Olayın düğümü 1972 yılında Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını idamdan kurtarmak için, Bulgaristan’a bir uçak kaçırılması ile atılıyor. Bunun ardından sıkıyönetimin çarkları dönmeye başlar. Zülfü Livaneli ile Akay Sayılır, olayı İstanbul’da, yolculuk ettiği dolmuşun radyosundan öğrenirler ve kendi aralarında “hangi sivri akıllı yaptı bu kepazeliği diye söylenirler. Bir süre sonra da radyodan Şafak 2 operasyonunu dinlerken her ad okunuşunda Zülfü eşi ile hayretler içinde birbirine bakarlar. Erdal Öz, Uğur Mumcu, Emil Galip Sandalcı, Abdi Yazgan, Akay Sayılır, İlhan Kalaycıoğlu içeri alınmıştır. Derken, radyo başında haberleri dinleyen Zülfü Livaneli, kendisinin de tutuklananlar arasında olduğunu öğrenir ve bir anda ne yapacağını şaşırır. Böylece olayla ilgisiz bir dizi insan tutuklanır, işkenceden geçirilir, yalan ifade vermeye zorlanır. Milan Kundera’nın Şaka romanında olduğu gibi bir dizi trajik komik olay yaşanır.
Ayla Yazgan olayla ilgili tutuklanan ünlü fotoğrafçı Abdi Yazgan’ın eşi. Kendisi tutuklanmıyor, ama bir tutuklunun yaşayacağı sıkıntılardan fazlasını yaşıyor. Olayın etken kişisi sayılan Abdi Yazgan’ın olayla ilişkisi ise şöyle: Uçağı kaçıranlardan Aynullah Akça, Abdi’nin yanında çalışan işçi. Böylesine bir bağlantı bir dizi insanın yaşamının cehenneme dönmesine yetiyor. Abdi ve Ayla Yazgan çiftinin yaşamını altüst edecek olaylar zinciri bu düğümle başlıyor. Abdi’nin altı aylık tutukluluğu sırasında fotoğraf stüdyosu batıyor ve Kızılay sokaklarında devrim türküleri söyleyen 68 kuşağının mutlu çifti sürgünlüğü seçmek zorunda kalıyor. Özgürlükler ülkesi İsveç’e sığınıyorlar.
Ayla Yazgan’ın “Hem İçinden, Hem Dışından Baktım” adlı anıları iki bölümden oluşuyor. Kitabın yarısını oluşturan birinci kesit, Yazgan’ın Türkiye’deki yaşantı ve gözlemlerini yansıtıyor. Anı yazarının “içinden baktığı” bu kesitte de ilginç gözlemleri var. Abdi Yazgan’ın tutuklanması (gerçekte tutuklanma değil, uzun süreli bir gözaltıdır bu) ile dostlar, yakınlar ortadan kayboluyor. Bunun yanında beklemediği insanlardan yakınlık ilgi görüyor. Abdi Yazgan’ın dükkan komşusu bir çocuk arabası getirip hediye ediyor, bir süre sonra “başkasına lazım diye gelip geri alıyor. Bu dönem için Yazgan’ın yargısı “Türk toplumu gibi iyi ile kötüyü iç içe yaşatan pek az toplum bulunur.”
Ne var ki, İsveç’te de yaşam koşulları hiç de gözüktüğü gibi rahat değildir. İsveç hükümeti oturma izni bekleyen insanları her aybaşı sosyal büroya çağırır. Aylık harcamalar belirlenir, geçimlerini karşılayacak bir miktar para verilir. Sığınmacılar kuyruklarda sıra beklerler, gereksiz bir diz insanla yüz yüze gelirler. Bunalımlar içindeki Abdi’nin alkol bağımlılığı giderek artar.
Ayla Yazgan’ın anıları son kırk yılın siyasal sürgünlük döneminin özgün örneklerinden birini oluşturuyor. Dıştan çok parlak gözüken, içten yürekleri kemiren bir yaşantı kesiti. Bir halk şairinin dizelerinde olduğu gibi: Hicran haddesinden geçip tel eyler/ El sanır ki bir cümbüştür bu sevda.
Bu yaşantı kesitini anlatırken Ayla Yazgan gerçekleri gizlemiyor. Kendine acındırma, sevmediği kişileri kötüleme gibi bir yanlışa da düşmüyor. Kimileyin bir sosyolog tavrı (kendisi Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümünü bitirmiş) ile olayları yorumluyor, değerlendiriyor. Doğu ile Batı toplumlarına karşılıklı ayna tutuyor. Doğulu sanatçılar kendi ülkelerini eleştirdiklerinde, ağzı kulaklarına varan Batılı izleyiciler, eleştiri kendi ülkelerine yöneldiğinde somurtuyorlar. Ayla Yazgan bunu somut bir örnekle belgeliyor. Bu kesit şöyle:
“İsveç’teki Kürt kökenli Türk gazetecilere gelince onların yazma alanı Türk ve Türkiye karşıtlığıyla sınırlıdır ki bu çok kez Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini sorgulamaktan ve Atatürk düşmanlığından geçer. İsveç’teki insan hakları ve ayrımcılık onları ilgilendirmez.
Bu arada bütün repertuvarı Türklerle alay etmek üzerine kurulu bir Kürt komedyenden söz etmeden geçemeyeceğim. İsveçlileri çok eğlendiren bu şakaların hedefi kendi engellerine yönelince kıyamet koptu. Kıyamet basında sorguya çekildi.” (s.115)
Bu olay “Bas müminin kuyruğuna, gör yezitlik nereden çıkar” biçimindeki atasözünü anımsatıyor. Batı’nın gerçek yüzünü bilmeyen duyarsız Türk aydınları kendi toplumlarını suçlarken kime ve neye hizmet ettiğinin ayrımında değillerdir.
Yazgan, Avrupa ayrımcılığını, kolonyalizmin ve emperyalizmin büyütüp beslediği kökü çok derinlerde olan zehirli bir bitkiye benzetiyor. Biz ve Öteki ayrımının bu bitkiyi sulayan en önemli kaynak olarak görüyor. Bir göçmenin o toplumda bir yerlere gelmesi için “biz”e katılmanın kendi köklerini unutmanın yetmediğini, “öteki”lere de karşı olması gerektiğini vurguluyor. Bu noktada sizi sizden daha iyi tanıyan Avrupa görüntüsü çıkıyor. Yazgan’ın sonraki düşünceleri şöyle:
“Avrupalıların sizin hakkınızdaki karar ve yargılarını sizden daha iyi pazarlayacak insanlar bulunmaz. Bir de toplumun üst kademelerinde çalışacak göçmenlerin kendi ülkeleriyle olan bağlarının çok zayıf olması gerekir. Yıllarca Türkiye’ye karşı kullanılan her fırsatta annem Çerkes, babam Boşnak (yanılmıyorsam) diyerek Türklüğünü reddeden Almanya Yeşiller Parti’sinden Cem Özdemir bunun en güzel örneği.” (s.112)
Yazgan, Orhan Pamuk’u da saf değiştiren, öteki olmaktan kurtulamayan aydın örneği olarak tanımlıyor. Kars’ı anlatan ‘Kar’ romanında Türklerin barbar olarak sunulmasına dikkat çekiyor. O’nun öteki olmadan da Nobel alabileceğini söyleyen Yazgan, duyarsız Türk aydının eleştirmeden edemiyor.
Sosyolog Ayla Yazgan, anılarında İsveç’e sığınan Latin Amerikalı ve Türkiyeli sığınmacıların yaşamlarını yalın kesitlerle veriyor. Göçmenliğin insan ruhunda yaptığı tahribatları, göçmenlerin birbirini yiyen davranışlarını nesnel bakışla anlatıyor.

Ürün Yayınları arasında çıkan kitap çok yönlü ilginç çözümlemeler içeriyor. Bir yerde Türk insanının öteki olmadan, kendi geçmişi ve konumu ile hesaplaşması. Her okurun zevk alacağı bir yaşantı kesiti

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder