Yayında Olan Eserlerim

16 Eylül 2017 Cumartesi

Zeynep’in Öyküsü

Zeynep’in Öyküsü
Fuat Bozkurt

Güneşli, aydınlık bir günün sabahında, beş on kişiden oluşan eşkıya topluluğu Kangal’ın Mamaş köyüne doğru ılerliyordu. Köyde korku ve kuşku sardı. Kadınlar, çocuklar birkaç evde toplanmış korku içinde bekliyorlar, yaşlı kadınlar gözyaşları arasında gençlere güç vermeye çalışıyorlardı. Eşkıyalar atlar üzerinde, kendilerinden emin; adım adım  köye doğru ilerliyordu. Muhtar, hemen Kangal’a bir atlı yollayıp kolluk güçlerinden yardım istedi. Bu arada köyün deneyimli yaşlı gazileri savunma için hazırlıklarını yapmışlardı. İki Yemen gazisi, toprak damlar üzerindeki yüksek bacalar arkasında siper aldı. Bunlar Adıgüzel sanı ile anılan Süleyman’la, İbrahim dayıydı. İkisi de Yemen’de yedişer yıl askerlik yapmış, ateş çemberinden geçmiş gazilerdi. Turnayı gözünden vuran keskin nişancılardı. Adıgüzel Yemen’de Arap ayaklanmacılara kök söktürmüş, astsubaylığa yükselmiş yürekli bir yaşlıydı. İki gazi bacaların ardında mavzerleri doldurmuş sabırla eşkıyanın yaklaşmasını beklemeye koyuldu. Adım adım ilerleyen eşkıyalar iyice köye yaklaştıklarında karşılıklı söz atışması başladı:
“Yaklaşmayın vururuz.”
“Yalnız yiyecek alacağı, söz veriyoruz bir şey yapmayacağız.”
Eşkıyanın sözüne güvenilir miydi?
Bunu karşılıklı ateşlemeler izledi. Gazilerin, at üzerinde ateş eden eşkıyalardan birini vurması ile eşkıyalar şaşırdı. Arkadaşları atından düşen eşkıyayı atına bindirip yüz  üstü kaçmaya başladı. Kısa süre sonra Kangal’dan kolluk gücü yetişti. Ama eşkıyalar Derbent boğazını aşıp Kızlar dağının ardına ulaşmıştı. Bundan sonra askerin onları izlemesi olanaksızdı.
Köylü kurtarıcı gibi gelen kolluk gücünü ağırlamak istiyordu. Ancak nesi vardı ki, neyle ağırlayacaktı. Komutana bir tas ayran zor bulundu.
Köyün su gereksinmini karşılayacak tek su pınarı köyün ortalarında yer alan kuyu gibi derin bir gözeydi. Köy de buraya bu göze yüzünden kurulmuştu. Gözenin suyu hemen yandaki dereye akıyordu. Köylü suyu bakracı sallayıp dolduyor evine götürüyordu. Bu doğal su kaynağının suyu soğuk dedikçe soğuktu.
Askerler yol yorgunluğunu atmak için köyün ortasındaki gözenin başına gelip söğüt gölgesinde dinleniyor, yaşlılardan durum üzerine bilgi alıyorlardı. Askerlerden biri gözeden su içmeye gitti. Asker suya kapanıp kana kana içmeye başladı ki, suda bir yüzün yansımasını gördü. Bu yaklaşık bütün köyün sevdiği Zeynep’ti.
Zeynep Malatya’nın Mezirme Köyü’nden gelerek Mamaş’a ilk yerleşenlerden İbrahim Dede’nin kızıydı. Daha on üç yaşındayken güzelliği belli olmuş, güzelliği ile ünü çevre köylere yayılmıştı. Köyde tüm gençlerin gözü onun üstündeydi. Bir gören bir daha görmek için kapı önlerinde gezer dururdu. Daha o yaşta oğluna istemeye başladılar.
Gün geçtikçe boy bos atıp daha da güzelleşiyordu. Kendi de güzelliğinin ayrımındaydı. Suya giderken herkes ardından hayran hayran seyrediyordu. Ay der, sen doğma ben doğam, gün der sen doğma ben doğam türünden bir güzeldi. Herkesi büyülüyordu. Köyde geçimi iyi olanlar oğullarına istermeye başlamışlardı. İbrahim Dede, kızına kimseyi yaraşır bulmuyor, “yaşı küçük” diye isteyicileri geri çeviriyordu.  Ayrıca arada bir de dedelik-taliplik sorunu vardı. Dedeler genellikle taliplere kız vermek istemezlerdi. Bu eski inanç tavsasa da etkisini sürüdürüyordu.
Köyde Zeynep’e gönlü düşen gençleri de umutsuzluk aldı.
Köyde güvenlik sağlanması sonrası anası Zeynep’i su almaya yollamıştı. Gözlerinin kızarıklığından ağladığı belli oluyordu. Asker hayran hayran yüzüne baktı. Bir süre ne diyeceğini bilmeksizin duraksadı, ardından konuşmuş olmak için bir söz buldu:
“Çok mu korktunuz eşkıyadan?”
Zeynep yogun hüzünlü karşılık verdi:
“Korkulmaz mı? Eşkıya bu, ne yapacağı belli olmaz.”
“Adın ne senin?”
“Ne yapacaksın adımı? Zeynep işte”
Askerin gözenin başından çekilmesinin ardından Zeynep bakracı gözeye dadırıp doldurdu. Ayağında çarığı yoktu. Başındaki fesin üzerinde çok renkli bir poşu bağlıydı. Üzerinde oldukça yıpranmış üç etekli kutnu giysi vardı. Yıpranmış renkli kutnu giysiler içinde bile güzelliği seçiliyordu. Bu üç etekli giysi kıza biraz bol geliyordu. Başka biri için biçilip dikildiği belli oluyordu. Belki ölen birinden kalmıştı.
Suyu dolduruken askerin bakışları Zeynep’in üzerindeydi. Kızın korkudan ağlaması bu duygusunu ‚korkulmaz mı diye açıklaması içini sızlatıyordu. “Kim böyle güzel bir körpeye bu acıyı yaşatabilirdi? Kızın güzelliği karşısında büyülenmişti. Zeynep suyunu doldurana kadar kuyunun başında oyalandı. Kız ayrıldıktan sonra arkadaşlarının yanına döndü. Ama aklı fikri kızda kalmıştı. Adı ile güzelliği kazındı belleğine. Soğuk su başında bir bakış, bir iki sözcük konuşma sevdalanmak için yeterliydi. Öykülerde bitimsiz aşklar böyle bir ortamda başlıyordu. Söğüt ağacının gölgesi serin, kuyunun suyu soğuktu. Gönül pınarı kuruyan askerin, bir anda dil bağı çözüldü. Duyguları, gözlemleri bilincinde sözcüklere dönüşmeye başladı.
Askerin ilgilenip kendisi ile konuşması Zeynep’in de hoşuna gitmişti. Gerçi kızların yabancı gençlerle konuşması ayıp sayılırdı, ama o çocuk sayılırdı. Başından geçenleri, anasına anlattı:
“Ana asker bana bakarken dalıp gitti, niye ki?” diye sordu..
Anası,
“Ne olacak kızım güzelliğine bakmıştır, bu genç yaşlarında yıllarca evlerinden uzak kalıyorlar. Bir insan yüzüne hasret gidiyorlar” diye gerçeği söyledi.
Anasının bu sözünden utanan Zeynep,
“Aman ana sen de” deyip sözü kapattı
Bu Erzincanlı bir askerdi. Yaşadığı anlık sevda selinin ardından aklı fikri Zeynep’te, söğüt ağacının gölgesinde, Mamaş’ta kalmıştı. Komutanına, Mamaş’a bir görev çıkarsa gönüllü gideceğini söyledi. İşin ilginç yanı Mamaş’ta da olaylar bitip tükenmiyordu. Ya köyü eşkıya basıyor, ya kaçak aranıyor, ya da bir ihbar oluyordu. İki günün biri Mamaş’a gelme fırsatı doğuyordu.
Askerin bir gelişinde Zeynep babası İbrahim Ağa ile ot getirmek için öküz arabasını hazlamış bekliyorlardı. Komutan İbrahim Ağa‘yı görünce durup. İbrahim Ağa ile sohbete başladı. Zeynep de arabaya yaslanmış ürkek ürkek askerleri seyre dalmış. Askerlerden birisi de Zeynep’i süzüyordu. Erzincanlı asker kaş altından Zeynep’i süzerken içini eriyordu. Bu görüntü türküsüne bölüm daha eklemesine esin kaynağı oldu.
Kısa bir konuşmadan sonra, askerler İbrahim Ağa’yla ayrılıp muhtarın evine gittiler. Erzincanlı er komutanından izin alıp Aşık  Süleyman’ın evine geçti. O sıralar Âşık Süleyman’ın Kangal kazasında ününü bilmeyen yoktu. Askerler köye geldiklerinde Âşık Süleyman’ın sazı, sözü ile hasret gideriyor, bunalımlarını atıyorlarları. Her gelişinde askerler âşığın yanına uğramadan gitmezlerdi. Asker türküsünü Âşık Süleyman’a okudu, Âşık Süleyman nağlamayı eline aldı, o söylüyor, o çalıyordu. Türkünün ezgisi o arada ortaya çıktı.
Erzincanlı askerin Kangal’dan ayrılacağı günlerde bir yolunu bulup yine Mamaş’a geldi. Âşık Süleyman’a sırrını açıp Zeynep’e kendisi için görücü gitmesini istedi. Âşık Süleyman bunun olmayacağını adı gibi biliyordu. Ama askerin yalvarmasına dayanamadı, Zeynep’i askere isyemeye gitti. İbrahim Ağa; kesin bir dille ‘hayır’ dedi. Tanımadık yere kız verilir miydi?
Ne varki gönül ferman dinlemiyor, asker Âşık Süleyman’ın yakasını bırakmıyordu. İçkiye düşkün Âşığa her gelişinde bir şişe rakı getiriyor, içirip İbrahim Ağayı razı etmeye zorluyordu. Kız istetme olayı asker Kangal’dan gidinceye dek sürdü. Yalvarıp yakarmalara, ele ayak öpmelere İbrahim Ağa, Nuh deyip, peygamber demedi, Zeynep’i vermeye yanaşmadı.
Asker, Kangal’dan ayrılacağı gün, yeniden Âşık Süleyman’ın yanına geldi. Uzaktan bile olsa Zeynep’i son bir defa görmek, Aşık’a hakını helal et demek istiyordu. Âşık Süleyman’a adresini bıraktı. Zeynep’i tekrar istemeye geleceğini, Zeynep’ten kendine haber yazmasını söyledi. Ağlayarak Âşık Süleyman’dan ayrıldı.
Bu arada Zeynep’i istemeye gelenler de çoğalıyordu. İbrahim Ağa gelenlerin hiç birini gözünü tutmuyordu. O, kızını, dede soyundan huyu suyu güzel, zengin bir aileye vermek istiyordu. Giderek güzelleşen Zeynep artık 16–17 yaşlarındaydı, artık evliliğin ve aşkın ne olduğunu biliyordu. Zeynep’in gönlü Ali adında bir gence düştü. Ali de ona yanıktı. Bu karşılıklı aşkı Zeynep, Ayşe adındaki bacılığı ile paylaştı. Zeynep, Ayşe ve Ali bu sırrı herkesten saklıyorlar. Köy yerde sevmek suç, sevdalanmak delilik sayılır. Ali, şimdiki Balı’nın babası. Ali, babayiğit mi babayiğit, iyi huylu, herkesin beğendiği; yakışıklı bir delikanlı. Gel gör ki; Ali’nin ailesi yoksul. Ali, Zeynep’i istemeleri için anasına baskı yapıyor. Baba Balı Efendi ve ana Fatma Hanım, Zeynep’i istemeye cesaret edemiyorlar. İbrahim Dede kızı vermeyecek, el içinde mahcup olacaklar. Biricik oğulanın hatrını da kıramıyorlar. Balı Efendi edemiyor, elini yüzüne alıp köyün ileri gelenlerini ve İbrahim Ağa’nın yakın akrabalarını araya sokuyor. Saygın aracılar İbrahim Ağa’ya baskı yapıyorlar; Zeynep’in bacılığı Ayşe de Zeynep’in anası Tamam Anaya durumu anlatıyor. Annesi bu aşka karşı ama, yapacak bir şeyi de yok. Zeynep hastalanmış yatak-döşek yatıyor. Hastalığının nedenini belli. Tamam Ana bir kez ağzını arıyor, Zeynep’in ağzından Ali’den başka söz çıkmıyor; ona vermezlerse evde kalıp ailesine hizmet edeceğini söylüyordu. O zamanlar mücerretlik vardı. Bir kız evlenmez, hayatını baba evinde çalışarak geçirirdi. Onlara mücerret derlerdi. Kızının bu sözlerine çok üzülen Tamam Ana, durumu İbrahim Ağa’ya anlatıtı. İbrahim Ağa, bu duruma kızdı ama; akrabaların ve hatırı sayılır kişilerin araya girmesiyle kızı Zeynep’i Balı Efendi’nin oğlu Ali’ye vermeye razı oldu..
Âşık Süleyman, Erzincanlı askere mektup yazmayı unutmuştu, Erzincanlı er ise yanıp kavruluyor, sürekli Âşık Süleyman’a yazıyor, bir ses bekliyordu.
Ali ile Zeynep nişanlandı ancak Ali’nin askere gitmesi için celp gelmiş. Ali askere gitmeden evlensin diye bir hafta sonra düğün yapmayı kararlaştırmış.
Derken, uzun süre Âşık Süleyman’dan haber alamayan, Erzincanlı asker, Zeynep’i görmek ve son bir kez şansını denemek için  bir arefe günü Mamaş’a geldi. Doğruca Âşık Süleyman’ın yanına vardığında, Âşık Süleyman Zeynep’in nişanlandığını, bir hafta sonra evleneceğini söyledi. Asker için artık yapacak bir şey kalmadığını anladı. Zeynep için bir fildişi tarak getirmişti. Zeynep için yazdığı  türküye üç bölüm daha ekledi. Âşık Süleyman’ın bağlaması eşliğinde türkünün tümünü son kez söyledi. Ardından Zeynep’e vermesi dileği ile yaptırdığı fildişi tarağı ve bir kağıt parçasına yazdığı türküyü bırakıp köyden ayrıldı. Ayrılırken Zeynep’i son bir kez daha gördü. Yüreği yana yana Zeyneb’im türküsünü çağırarak Mamaş’tan uzaklaştı.

Söğüdün yaprağı narindir narin
İçerim yanıyor dışarım serin
Zeynebi bu hafta ettiler gelin
Zeyneb’im Zeyneb’im allı Zeyneb’im
Beş köyün içinde şanlı Zeyneb’im
 
Kangal’dan aşağı Mamaş’ın köyü
Derindir kuyusu serindir suyu
Güzeller içinde Zeynep’in huyu
Zeynep’im Zeynep’im allı Zeynep’im
Üç köyün içinde şanlı Zeynep’im

Zeynep bu güzellik var mı soyuıda
Elvan elvan güller biter koynunda
Bayram ayında arife gününde
Zeyneb’im Zeyneb’im allı Zeyneb’im
Beş köyün içinde şanlı Zeyneb’im

İntizarım var ol yüce Allah’ta
Gönlüm Erzincan’da sevdam Mamaş’ta
Asker oldum vatan borcum Kangal’da
Zeyneb’im Zeyneb’im allı Zeyneb’im
Beş köyün içinde şanlı Zeyneb’im

Zeynep gelir arabaya yaslanır
Yağmur yağar top zülüfler ıslanır
Zeynebi görürsem gönlüm uslanır
Zeynep’im Zeynep’im allı Zeynep’im
Beş köyün içinde şanlı Zeynep’im

Zeynebe yaptırdım fiş dişi tarak
Tara zülüflerin gerdana bırak
Zeynebe gidemem yollar pek ırak
Zeyneb’im Zeyneb’im allı Zeyneb’im
Beş köyün içinde şanlı Zeyneb’im

Birkaç gün sonra Zeynep ile Ali’nin düğünleri oldu. Düğün sırasında Ali, askere teslim olma gününü geçirdi. Ali’nin teslim olmamasının üzerine Kangal’dan gelen  zaptiyeler Ali’yi sordu. Köylüler Ali’nin birkaç gün önce köyden ayrıldığını söyleyip Ali’yi bir eve saklamışladı. Ali düğünden on gün sonra birliğine teslim oldu. Bu arada Zeynep gebe kalmış. Birkaç ay sonra da Zeynep’in bir erkek çocuğu oldu. Bebeğe dedesinin adını verip ‘Balı’ koydular. Balı’nın doğumundan bir süre gün sonra Ali izinli olarak köye geldi. Birkaç gün kaldıktan sonra yeniden askere gitti. İkinci yılın bitiminde Zeynep’in bir kez daha hamile olduğunu, doğumunun yaklaştığı yazdılar Ali’ye. O yıllarda askerlik 4 yıl, Ali’nin de izinine daha çok var. Ali, komutanından köye gitmek için izin istemiş. Ne kadar yalvarıp yakarmasa da komutan izin vermemiş. Ali, ayrılığın hasretine daha fazla geldiğini söylemiş. Ali’yi Kangal’dan gelen zaptiyeler yakalayıp birliğine teslim etmiş. Ali’nin askerliği firar yüzünden yanmış. Bu olaydan kısa bir süre sonra Zeynep’in bir kız çocuğu doğmuş, adını Leyli koymuşlar Bu güzel haber Ali’ye ulaşınca, Ali yine askerden kaçtı.
Ali’nin askerden kaçmaları Zeynep’i de yakınlarını da çok üzüyordu, ancak bir türlü Ali’ye söz dinletemiyorlardı. Bu arada Zeynep üçüncü kez gebe kaldı ve Ali yine askerden kaçtı. Üç kez askerden kaçanın kurşuna dizildiği söyleniyordu. Şimdi Ali, kurşuna dizilme ile yüz yüzeydi.
Bu durumu bilen Ali, Mamaş’ta bir gece Zeynep’in yanında kalıp hemen yakınlardaki Tekke köyüne geçti. Gittiği yeri Zeynep‘ten başka bilen yoktu. Köyde de kimseye gözükmemeye özen göstermişti. Ne var ki iki kişinin bildiği sır değildir sözünde olduğu gibi Ali’nin kaçaklığı kısa sürede köyde duyuldu. İnsanın insan kurdu olduğu ortamda herkes birbirinin kuyusunu kazıyor, asker kaçakları ihbar ediliyor, suç olsun olmasın her açık kolluk güçlerine bildiriliyordu. Kolluk güçlerinin Ali’nin peşine düşmeleri gecikmedi. Zaptiyeler köyü basıp her yanı aradıysa da; Ali’nin izini bulamadı. Köy muhtarını, Ali’nin anasını, babasını soguya çektiler. Ali’nin yerini söylemeye zorladılar. Zeynep’ten başka Ali’nin yerini bilen olmadığı için tüm baskı ve zorlamalara karşın kimsenin ağzından bir söz alamadılar.. Komutan Zeynep’i çağırttı. Her türlü baskı ve zorlamaya karşın Zeynep Ali’nin yerini söylemiyordu.
Bunun üzerine komutan Zeynep’e karakola çekeceğini söyledi. Çok korkan Zeynep, zaptitelerin önüne düşüp karakola gitmeyi gururuna yediremiyordu. Komutan Zeynep’i başka türlü konuşturamayacağını anlamıştı. Böylelikle Ali’nin saklandığı yerden çıkıp teslim olacağını düşünüyordu. Komutan sorguya devam ederken, Zeynep de askerlerden kaçmanın bir yolunu arıyordu. Karakola gitmeye razı edilen Zeynep, üzerini değiştirmek için izin isteyip eve girdi. Büyük avludan samanlığa geçip samanlığın bacasından kaçıp hızla oradan uzaklaştı. Bir evin damında yığılı “çardağın içine” saklandı.  Zeynep saklanırken çevrede tek başına oynayan bir çocuk onu gördü. Çocuğun kendisini gördüğünü anlayan Zeynep, onu yanına çağırdı. Ona, zaptiyelerin kendisini aradığını, yerini hiç kimseye söylememesini, zaptiyeler gidince kendisine söylemesini öğütledi. Çocuk, zaptiye adını duyunca zaten korkmuştu; zaptiyeden çekinmeyen kimse yok. Çocuk, Zeynep’in bu uyarısını tutup kimseye bir şey söylemedi.
Zeynep’in içerden bir türlü çıkmaması üzerine; askerler evi aradılar ve görürler ki Zeynep kaçmıştı. Çok öfkelenen komutanı tüm köyün arattı ama Zeynep’i bulamak imkansızdı. Zeynep’in babası İbrahim Ağa, kayınbabası Balı Efendi ile öbür ileri gelenler komutanı sakinleştirdiler, Zeynep’i bulup ertesi gün karakola getireceklerine söz vererek komutanı inandırdılar.
Zaptiyeler gittikten sonra bu kez köylü Zeynep’i aramaya koyuldu. Ancak Zeynep bir türlü bulanamıyordu. Sonunda Zeynep’in saklandığı yeri bilen çocuk, ona zaptiyenin gittiğini haber vermeye gitti. Zeynep hala çardağın içinde yatıyordu.
“Zeynep Teyze, Zeynep Teyze kalk zaptiyeler gitti.” diye birkaç kez seslendi. Ne varki Zeynep’ten ses gelmiyordu. Birkaç kez omzuna dokundu, Zeynep yine tepki vermiyordu.
Saatlerce çürümüş küflü ot yığını içinde kalan Zeynep zehirlenmişti. Zeynep’ten ses soluk gelmeyince çocuk korkup durumu  ana- babasına anlattı. Onlar da hemen Zeynep’in ailesine haber verdi. Çardağın yanına gelen köylüler, Zeynep’i bulduklarında  Zeynep ölmek üzereydi. Zeynep’i apar topar evlerinin önündeki harmana götürdüler. İyileşmesi için yoğurt yedirmeye çalıştılar; fakat Zeynep için artık çok geçti. Baygın, sararmış bir durumdaydı. Zeynep’in ağzından kan geldi, ardından karnındaki birkaç aylık bebeği ile oracıkta, sevdiklerinin kolları arasında can verdi.
Zeynep, karnındaki bebeğini doğurmadan arkasında, biri iki yaşında, biri daha bir yaşına girmemiş iki öksüz bırakarak orada kısa süren yaşam koşusunu bitirdi. Erkek çocuğu Balı adındaydı. Yalnız o yaşadı.
Erzincanlı asker Zeynep evlendikten sonra bir daha köye gelmedi, görüp bilen olmadı. Ardından yıllarca söylenecek “Zeyneb’im Türküsü”nü bırakıp yitti gitti. Adı sanı kalmadı.
Bağlama ustası Âşık Süleyman, askerden aldığı bu demeyi türküye dönüştürdü, çalıp söylemeye başladı. Zamanla bütün çevrede yayıldı bu türkü. Türkünün arkasında gizli aşk öyküsü ise belleklerden silinip gitti.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder