Zeynep’in Öyküsü
Fuat Bozkurt
Güneşli,
aydınlık bir günün sabahında, beş on kişiden oluşan eşkıya topluluğu Kangal’ın
Mamaş köyüne doğru ılerliyordu. Köyde korku ve kuşku sardı. Kadınlar, çocuklar
birkaç evde toplanmış korku içinde bekliyorlar, yaşlı kadınlar gözyaşları
arasında gençlere güç vermeye çalışıyorlardı. Eşkıyalar atlar üzerinde,
kendilerinden emin; adım adım köye doğru
ilerliyordu. Muhtar, hemen Kangal’a bir atlı yollayıp kolluk güçlerinden yardım
istedi. Bu arada köyün deneyimli yaşlı gazileri savunma için hazırlıklarını
yapmışlardı. İki Yemen gazisi, toprak damlar üzerindeki yüksek bacalar
arkasında siper aldı. Bunlar Adıgüzel sanı ile anılan Süleyman’la, İbrahim
dayıydı. İkisi de Yemen’de yedişer yıl askerlik yapmış, ateş çemberinden geçmiş
gazilerdi. Turnayı gözünden vuran keskin nişancılardı. Adıgüzel Yemen’de Arap
ayaklanmacılara kök söktürmüş, astsubaylığa yükselmiş yürekli bir yaşlıydı. İki
gazi bacaların ardında mavzerleri doldurmuş sabırla eşkıyanın yaklaşmasını
beklemeye koyuldu. Adım adım ilerleyen eşkıyalar iyice köye yaklaştıklarında
karşılıklı söz atışması başladı:
“Yaklaşmayın vururuz.”
“Yalnız yiyecek alacağı, söz veriyoruz bir şey yapmayacağız.”
Eşkıyanın sözüne güvenilir miydi?
Bunu karşılıklı ateşlemeler izledi. Gazilerin, at üzerinde
ateş eden eşkıyalardan birini vurması ile eşkıyalar şaşırdı. Arkadaşları
atından düşen eşkıyayı atına bindirip yüz
üstü kaçmaya başladı. Kısa süre sonra Kangal’dan kolluk gücü yetişti.
Ama eşkıyalar Derbent boğazını aşıp Kızlar dağının ardına ulaşmıştı. Bundan
sonra askerin onları izlemesi olanaksızdı.
Köylü kurtarıcı gibi gelen kolluk gücünü ağırlamak istiyordu.
Ancak nesi vardı ki, neyle ağırlayacaktı. Komutana bir tas ayran zor bulundu.
Köyün su gereksinmini karşılayacak tek su pınarı köyün
ortalarında yer alan kuyu gibi derin bir gözeydi. Köy de buraya bu göze
yüzünden kurulmuştu. Gözenin suyu hemen yandaki dereye akıyordu. Köylü suyu
bakracı sallayıp dolduyor evine götürüyordu. Bu doğal su kaynağının suyu soğuk
dedikçe soğuktu.
Askerler yol yorgunluğunu atmak için köyün ortasındaki
gözenin başına gelip söğüt gölgesinde dinleniyor, yaşlılardan durum üzerine
bilgi alıyorlardı. Askerlerden biri gözeden su içmeye gitti. Asker suya kapanıp
kana kana içmeye başladı ki, suda bir yüzün yansımasını gördü. Bu yaklaşık
bütün köyün sevdiği Zeynep’ti.
Zeynep Malatya’nın Mezirme Köyü’nden gelerek Mamaş’a ilk
yerleşenlerden İbrahim Dede’nin kızıydı. Daha on üç yaşındayken güzelliği belli
olmuş, güzelliği ile ünü çevre köylere yayılmıştı. Köyde tüm gençlerin gözü
onun üstündeydi. Bir gören bir daha görmek için kapı önlerinde gezer dururdu.
Daha o yaşta oğluna istemeye başladılar.
Gün geçtikçe boy bos atıp daha da güzelleşiyordu. Kendi de
güzelliğinin ayrımındaydı. Suya giderken herkes ardından hayran hayran
seyrediyordu. Ay der, sen doğma ben doğam, gün der sen doğma ben doğam türünden
bir güzeldi. Herkesi büyülüyordu. Köyde geçimi iyi olanlar oğullarına istermeye
başlamışlardı. İbrahim Dede, kızına kimseyi yaraşır bulmuyor, “yaşı küçük” diye
isteyicileri geri çeviriyordu. Ayrıca
arada bir de dedelik-taliplik sorunu vardı. Dedeler genellikle taliplere kız
vermek istemezlerdi. Bu eski inanç tavsasa da etkisini sürüdürüyordu.
Köyde Zeynep’e gönlü düşen gençleri de umutsuzluk aldı.
Köyde güvenlik sağlanması sonrası anası Zeynep’i su almaya
yollamıştı. Gözlerinin kızarıklığından ağladığı belli oluyordu. Asker hayran
hayran yüzüne baktı. Bir süre ne diyeceğini bilmeksizin duraksadı, ardından
konuşmuş olmak için bir söz buldu:
“Çok mu korktunuz eşkıyadan?”
Zeynep yogun hüzünlü karşılık verdi:
“Korkulmaz mı? Eşkıya bu, ne yapacağı belli olmaz.”
“Adın ne senin?”
“Ne yapacaksın adımı? Zeynep işte”
Askerin gözenin başından çekilmesinin ardından Zeynep bakracı
gözeye dadırıp doldurdu. Ayağında çarığı yoktu. Başındaki fesin üzerinde çok
renkli bir poşu bağlıydı. Üzerinde oldukça yıpranmış üç etekli kutnu giysi
vardı. Yıpranmış renkli kutnu giysiler içinde bile güzelliği seçiliyordu. Bu üç
etekli giysi kıza biraz bol geliyordu. Başka biri için biçilip dikildiği belli
oluyordu. Belki ölen birinden kalmıştı.
Suyu dolduruken askerin bakışları Zeynep’in üzerindeydi.
Kızın korkudan ağlaması bu duygusunu ‚korkulmaz mı diye açıklaması içini
sızlatıyordu. “Kim böyle güzel bir körpeye bu acıyı yaşatabilirdi? Kızın
güzelliği karşısında büyülenmişti. Zeynep suyunu doldurana kadar kuyunun
başında oyalandı. Kız ayrıldıktan sonra arkadaşlarının yanına döndü. Ama aklı
fikri kızda kalmıştı. Adı ile güzelliği kazındı belleğine. Soğuk su başında bir
bakış, bir iki sözcük konuşma sevdalanmak için yeterliydi. Öykülerde bitimsiz
aşklar böyle bir ortamda başlıyordu. Söğüt ağacının gölgesi serin, kuyunun suyu
soğuktu. Gönül pınarı kuruyan askerin, bir anda dil bağı çözüldü. Duyguları,
gözlemleri bilincinde sözcüklere dönüşmeye başladı.
Askerin ilgilenip kendisi ile konuşması Zeynep’in de hoşuna
gitmişti. Gerçi kızların yabancı gençlerle konuşması ayıp sayılırdı, ama o
çocuk sayılırdı. Başından geçenleri, anasına anlattı:
“Ana asker bana bakarken dalıp gitti, niye ki?” diye sordu..
Anası,
“Ne olacak kızım güzelliğine bakmıştır, bu genç yaşlarında
yıllarca evlerinden uzak kalıyorlar. Bir insan yüzüne hasret gidiyorlar” diye
gerçeği söyledi.
Anasının bu sözünden utanan Zeynep,
“Aman ana sen de” deyip sözü kapattı
Bu Erzincanlı bir askerdi. Yaşadığı anlık sevda selinin
ardından aklı fikri Zeynep’te, söğüt ağacının gölgesinde, Mamaş’ta kalmıştı.
Komutanına, Mamaş’a bir görev çıkarsa gönüllü gideceğini söyledi. İşin ilginç
yanı Mamaş’ta da olaylar bitip tükenmiyordu. Ya köyü eşkıya basıyor, ya kaçak
aranıyor, ya da bir ihbar oluyordu. İki günün biri Mamaş’a gelme fırsatı
doğuyordu.
Askerin bir gelişinde Zeynep babası İbrahim Ağa ile ot
getirmek için öküz arabasını hazlamış bekliyorlardı. Komutan İbrahim Ağa‘yı
görünce durup. İbrahim Ağa ile sohbete başladı. Zeynep de arabaya yaslanmış
ürkek ürkek askerleri seyre dalmış. Askerlerden birisi de Zeynep’i süzüyordu.
Erzincanlı asker kaş altından Zeynep’i süzerken içini eriyordu. Bu görüntü
türküsüne bölüm daha eklemesine esin kaynağı oldu.
Kısa bir konuşmadan sonra, askerler İbrahim Ağa’yla ayrılıp
muhtarın evine gittiler. Erzincanlı er komutanından izin alıp Aşık Süleyman’ın evine geçti. O sıralar Âşık
Süleyman’ın Kangal kazasında ününü bilmeyen yoktu. Askerler köye geldiklerinde
Âşık Süleyman’ın sazı, sözü ile hasret gideriyor, bunalımlarını atıyorlarları.
Her gelişinde askerler âşığın yanına uğramadan gitmezlerdi. Asker türküsünü
Âşık Süleyman’a okudu, Âşık Süleyman nağlamayı eline aldı, o söylüyor, o
çalıyordu. Türkünün ezgisi o arada ortaya çıktı.
Erzincanlı askerin Kangal’dan ayrılacağı günlerde bir yolunu
bulup yine Mamaş’a geldi. Âşık Süleyman’a sırrını açıp Zeynep’e kendisi için
görücü gitmesini istedi. Âşık Süleyman bunun olmayacağını adı gibi biliyordu. Ama
askerin yalvarmasına dayanamadı, Zeynep’i askere isyemeye gitti. İbrahim Ağa;
kesin bir dille ‘hayır’ dedi. Tanımadık yere kız verilir miydi?
Ne varki gönül ferman dinlemiyor, asker Âşık Süleyman’ın
yakasını bırakmıyordu. İçkiye düşkün Âşığa her gelişinde bir şişe rakı
getiriyor, içirip İbrahim Ağayı razı etmeye zorluyordu. Kız istetme olayı asker
Kangal’dan gidinceye dek sürdü. Yalvarıp yakarmalara, ele ayak öpmelere İbrahim
Ağa, Nuh deyip, peygamber demedi, Zeynep’i vermeye yanaşmadı.
Asker, Kangal’dan ayrılacağı gün, yeniden Âşık Süleyman’ın
yanına geldi. Uzaktan bile olsa Zeynep’i son bir defa görmek, Aşık’a hakını
helal et demek istiyordu. Âşık Süleyman’a adresini bıraktı. Zeynep’i tekrar
istemeye geleceğini, Zeynep’ten kendine haber yazmasını söyledi. Ağlayarak Âşık
Süleyman’dan ayrıldı.
Bu arada Zeynep’i istemeye gelenler de çoğalıyordu. İbrahim
Ağa gelenlerin hiç birini gözünü tutmuyordu. O, kızını, dede soyundan huyu suyu
güzel, zengin bir aileye vermek istiyordu. Giderek güzelleşen Zeynep artık
16–17 yaşlarındaydı, artık evliliğin ve aşkın ne olduğunu biliyordu. Zeynep’in
gönlü Ali adında bir gence düştü. Ali de ona yanıktı. Bu karşılıklı aşkı
Zeynep, Ayşe adındaki bacılığı ile paylaştı. Zeynep, Ayşe ve Ali bu sırrı
herkesten saklıyorlar. Köy yerde sevmek suç, sevdalanmak delilik sayılır. Ali,
şimdiki Balı’nın babası. Ali, babayiğit mi babayiğit, iyi huylu, herkesin
beğendiği; yakışıklı bir delikanlı. Gel gör ki; Ali’nin ailesi yoksul. Ali,
Zeynep’i istemeleri için anasına baskı yapıyor. Baba Balı Efendi ve ana Fatma
Hanım, Zeynep’i istemeye cesaret edemiyorlar. İbrahim Dede kızı vermeyecek, el
içinde mahcup olacaklar. Biricik oğulanın hatrını da kıramıyorlar. Balı Efendi
edemiyor, elini yüzüne alıp köyün ileri gelenlerini ve İbrahim Ağa’nın yakın
akrabalarını araya sokuyor. Saygın aracılar İbrahim Ağa’ya baskı yapıyorlar;
Zeynep’in bacılığı Ayşe de Zeynep’in anası Tamam Anaya durumu anlatıyor. Annesi
bu aşka karşı ama, yapacak bir şeyi de yok. Zeynep hastalanmış yatak-döşek
yatıyor. Hastalığının nedenini belli. Tamam Ana bir kez ağzını arıyor,
Zeynep’in ağzından Ali’den başka söz çıkmıyor; ona vermezlerse evde kalıp
ailesine hizmet edeceğini söylüyordu. O zamanlar mücerretlik vardı. Bir kız
evlenmez, hayatını baba evinde çalışarak geçirirdi. Onlara mücerret derlerdi.
Kızının bu sözlerine çok üzülen Tamam Ana, durumu İbrahim Ağa’ya anlatıtı.
İbrahim Ağa, bu duruma kızdı ama; akrabaların ve hatırı sayılır kişilerin araya
girmesiyle kızı Zeynep’i Balı Efendi’nin oğlu Ali’ye vermeye razı oldu..
Âşık Süleyman, Erzincanlı askere mektup yazmayı unutmuştu,
Erzincanlı er ise yanıp kavruluyor, sürekli Âşık Süleyman’a yazıyor, bir ses
bekliyordu.
Ali ile Zeynep nişanlandı ancak Ali’nin askere gitmesi için
celp gelmiş. Ali askere gitmeden evlensin diye bir hafta sonra düğün yapmayı
kararlaştırmış.
Derken, uzun süre Âşık Süleyman’dan haber alamayan,
Erzincanlı asker, Zeynep’i görmek ve son bir kez şansını denemek için bir arefe günü Mamaş’a geldi. Doğruca Âşık
Süleyman’ın yanına vardığında, Âşık Süleyman Zeynep’in nişanlandığını, bir
hafta sonra evleneceğini söyledi. Asker için artık yapacak bir şey kalmadığını
anladı. Zeynep için bir fildişi tarak getirmişti. Zeynep için yazdığı türküye üç bölüm daha ekledi. Âşık Süleyman’ın
bağlaması eşliğinde türkünün tümünü son kez söyledi. Ardından Zeynep’e vermesi
dileği ile yaptırdığı fildişi tarağı ve bir kağıt parçasına yazdığı türküyü
bırakıp köyden ayrıldı. Ayrılırken Zeynep’i son bir kez daha gördü. Yüreği yana
yana Zeyneb’im türküsünü çağırarak Mamaş’tan uzaklaştı.
Söğüdün yaprağı narindir narin
İçerim yanıyor dışarım serin
Zeynebi bu hafta ettiler gelin
Zeyneb’im Zeyneb’im allı Zeyneb’im
Beş köyün içinde şanlı Zeyneb’im
Kangal’dan aşağı Mamaş’ın köyü
Derindir kuyusu serindir suyu
Güzeller içinde Zeynep’in huyu
Zeynep’im Zeynep’im allı Zeynep’im
Üç köyün içinde şanlı Zeynep’im
Zeynep bu güzellik var mı soyuıda
Elvan elvan güller biter koynunda
Bayram ayında arife gününde
Zeyneb’im Zeyneb’im allı Zeyneb’im
Beş köyün içinde şanlı Zeyneb’im
İntizarım var ol yüce Allah’ta
Gönlüm Erzincan’da sevdam Mamaş’ta
Asker oldum vatan borcum Kangal’da
Zeyneb’im Zeyneb’im allı Zeyneb’im
Beş köyün içinde şanlı Zeyneb’im
Zeynep gelir arabaya yaslanır
Yağmur yağar top zülüfler ıslanır
Zeynebi görürsem gönlüm uslanır
Zeynep’im Zeynep’im allı Zeynep’im
Beş köyün içinde şanlı Zeynep’im
Zeynebe yaptırdım fiş dişi tarak
Tara zülüflerin gerdana bırak
Zeynebe gidemem yollar pek ırak
Zeyneb’im Zeyneb’im allı Zeyneb’im
Beş köyün içinde şanlı Zeyneb’im
Birkaç gün sonra Zeynep ile Ali’nin düğünleri oldu. Düğün
sırasında Ali, askere teslim olma gününü geçirdi. Ali’nin teslim olmamasının
üzerine Kangal’dan gelen zaptiyeler
Ali’yi sordu. Köylüler Ali’nin birkaç gün önce köyden ayrıldığını söyleyip
Ali’yi bir eve saklamışladı. Ali düğünden on gün sonra birliğine teslim oldu.
Bu arada Zeynep gebe kalmış. Birkaç ay sonra da Zeynep’in bir erkek çocuğu
oldu. Bebeğe dedesinin adını verip ‘Balı’ koydular. Balı’nın doğumundan bir
süre gün sonra Ali izinli olarak köye geldi. Birkaç gün kaldıktan sonra yeniden
askere gitti. İkinci yılın bitiminde Zeynep’in bir kez daha hamile olduğunu,
doğumunun yaklaştığı yazdılar Ali’ye. O yıllarda askerlik 4 yıl, Ali’nin de
izinine daha çok var. Ali, komutanından köye gitmek için izin istemiş. Ne kadar
yalvarıp yakarmasa da komutan izin vermemiş. Ali, ayrılığın hasretine daha
fazla geldiğini söylemiş. Ali’yi Kangal’dan gelen zaptiyeler yakalayıp
birliğine teslim etmiş. Ali’nin askerliği firar yüzünden yanmış. Bu olaydan
kısa bir süre sonra Zeynep’in bir kız çocuğu doğmuş, adını Leyli koymuşlar Bu
güzel haber Ali’ye ulaşınca, Ali yine askerden kaçtı.
Ali’nin askerden kaçmaları Zeynep’i de yakınlarını da çok
üzüyordu, ancak bir türlü Ali’ye söz dinletemiyorlardı. Bu arada Zeynep üçüncü
kez gebe kaldı ve Ali yine askerden kaçtı. Üç kez askerden kaçanın kurşuna
dizildiği söyleniyordu. Şimdi Ali, kurşuna dizilme ile yüz yüzeydi.
Bu durumu bilen Ali, Mamaş’ta bir gece Zeynep’in yanında
kalıp hemen yakınlardaki Tekke köyüne geçti. Gittiği yeri Zeynep‘ten başka
bilen yoktu. Köyde de kimseye gözükmemeye özen göstermişti. Ne var ki iki
kişinin bildiği sır değildir sözünde olduğu gibi Ali’nin kaçaklığı kısa sürede
köyde duyuldu. İnsanın insan kurdu olduğu ortamda herkes birbirinin kuyusunu
kazıyor, asker kaçakları ihbar ediliyor, suç olsun olmasın her açık kolluk
güçlerine bildiriliyordu. Kolluk güçlerinin Ali’nin peşine düşmeleri gecikmedi.
Zaptiyeler köyü basıp her yanı aradıysa da; Ali’nin izini bulamadı. Köy
muhtarını, Ali’nin anasını, babasını soguya çektiler. Ali’nin yerini söylemeye
zorladılar. Zeynep’ten başka Ali’nin yerini bilen olmadığı için tüm baskı ve
zorlamalara karşın kimsenin ağzından bir söz alamadılar.. Komutan Zeynep’i
çağırttı. Her türlü baskı ve zorlamaya karşın Zeynep Ali’nin yerini
söylemiyordu.
Bunun üzerine komutan Zeynep’e karakola çekeceğini söyledi.
Çok korkan Zeynep, zaptitelerin önüne düşüp karakola gitmeyi gururuna
yediremiyordu. Komutan Zeynep’i başka türlü konuşturamayacağını anlamıştı.
Böylelikle Ali’nin saklandığı yerden çıkıp teslim olacağını düşünüyordu.
Komutan sorguya devam ederken, Zeynep de askerlerden kaçmanın bir yolunu
arıyordu. Karakola gitmeye razı edilen Zeynep, üzerini değiştirmek için izin
isteyip eve girdi. Büyük avludan samanlığa geçip samanlığın bacasından kaçıp
hızla oradan uzaklaştı. Bir evin damında yığılı “çardağın içine” saklandı. Zeynep saklanırken çevrede tek başına oynayan
bir çocuk onu gördü. Çocuğun kendisini gördüğünü anlayan Zeynep, onu yanına
çağırdı. Ona, zaptiyelerin kendisini aradığını, yerini hiç kimseye söylememesini,
zaptiyeler gidince kendisine söylemesini öğütledi. Çocuk, zaptiye adını duyunca
zaten korkmuştu; zaptiyeden çekinmeyen kimse yok. Çocuk, Zeynep’in bu uyarısını
tutup kimseye bir şey söylemedi.
Zeynep’in içerden bir türlü çıkmaması üzerine; askerler evi
aradılar ve görürler ki Zeynep kaçmıştı. Çok öfkelenen komutanı tüm köyün
arattı ama Zeynep’i bulamak imkansızdı. Zeynep’in babası İbrahim Ağa,
kayınbabası Balı Efendi ile öbür ileri gelenler komutanı sakinleştirdiler,
Zeynep’i bulup ertesi gün karakola getireceklerine söz vererek komutanı
inandırdılar.
Zaptiyeler gittikten sonra bu kez köylü Zeynep’i aramaya
koyuldu. Ancak Zeynep bir türlü bulanamıyordu. Sonunda Zeynep’in saklandığı
yeri bilen çocuk, ona zaptiyenin gittiğini haber vermeye gitti. Zeynep hala
çardağın içinde yatıyordu.
“Zeynep Teyze, Zeynep Teyze kalk zaptiyeler gitti.” diye
birkaç kez seslendi. Ne varki Zeynep’ten ses gelmiyordu. Birkaç kez omzuna
dokundu, Zeynep yine tepki vermiyordu.
Saatlerce çürümüş küflü ot yığını içinde kalan Zeynep
zehirlenmişti. Zeynep’ten ses soluk gelmeyince çocuk korkup durumu ana- babasına anlattı. Onlar da hemen
Zeynep’in ailesine haber verdi. Çardağın yanına gelen köylüler, Zeynep’i
bulduklarında Zeynep ölmek üzereydi.
Zeynep’i apar topar evlerinin önündeki harmana götürdüler. İyileşmesi için
yoğurt yedirmeye çalıştılar; fakat Zeynep için artık çok geçti. Baygın,
sararmış bir durumdaydı. Zeynep’in ağzından kan geldi, ardından karnındaki
birkaç aylık bebeği ile oracıkta, sevdiklerinin kolları arasında can verdi.
Zeynep, karnındaki bebeğini doğurmadan arkasında, biri iki
yaşında, biri daha bir yaşına girmemiş iki öksüz bırakarak orada kısa süren
yaşam koşusunu bitirdi. Erkek çocuğu Balı adındaydı. Yalnız o yaşadı.
Erzincanlı asker Zeynep evlendikten sonra bir daha köye
gelmedi, görüp bilen olmadı. Ardından yıllarca söylenecek “Zeyneb’im Türküsü”nü
bırakıp yitti gitti. Adı sanı kalmadı.
Bağlama ustası Âşık Süleyman, askerden aldığı bu demeyi
türküye dönüştürdü, çalıp söylemeye başladı. Zamanla bütün çevrede yayıldı bu
türkü. Türkünün arkasında gizli aşk öyküsü ise belleklerden silinip gitti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder