Yörüklerde Yaşlıyı Ölüme Bırakma Geleneği
Fuat
BOZKURT
Moğollarınn Gizli Tarihi isimli kitapta, 13. yüzyılda, Moğol halkı
üç katmanda incelenir.
-Kıl ya da keçe çadırlarda yaşayan halklar
-Ormanda avcıları
-Kerpiç duvarlı evlerde yaşayan halklar.
Moğolların Gizli Tarihi adlı kitabın değişik
yerlerine serpiştirilmiş bu ayrım, . 16. yüzyılda Ebulgâzi Bahadır Han’ın yazdığı Şecere-i Terakime’de daha
derli toplu verilir. Yazar, yaşam biçimlerine göre Türklerin dağılımlarını
şöyle anlatır:
“Üç bin yıla yakın bu adı geçen yurtta
oturdular. Ondan sonra dağıldılar, yağmalanıp esir oldular. Bir kısmı yurdunda
kaldı., bir kısmı İrtiş suyunun yakasına geldi, böylece üç kısım oldular. Bir
kısmı Beşbalık şehrine gidip ekin ekerek ülkesini bayındır kıldı.. Bir kısmı at
ve koyun besleyerek Beşbalık’ın yakasına göçüp orada yaşadılar. Yine bir kısmı
irtiş ormanlarında hiç mal bırakmayarak balık, kunduz, samur ve sincap
avlayarak yaşar, etini yiyip derisini giyerledi. Canlı hayvanları, ipekli ve
pamuklu kumaşları ömürlerinde göemwzlerdi. Babalar eğer kızlarına beddua etmek
isterlerse, şöyle derlerdi:
-Atlı ve koyunlu kişiye düşüp et yitip kımız
içesin. Başına (böylesine) kötü günler doğsun.”
Bu tablo, sanki, 20. yüzyıl başlarında, hatta
1950’lerdeki Antalya’da var olan yaşam biçimi ile koşutluklar sunar ve bizi
anlatır. Antalya çevresinde de halklar yaşam biçimi bakımından üç katmanda ele
alınabilir: Birinci katmanda Orman halkları olarak Tahtacılar
değerlendirilebilir. İkinci katmanda kıl çadırlarda yaşayan Yörükler yer alır.
Üçüncü katmanda ise yerleşikler vardır.
Tahtacıların, diğer halklardan kaçarak ormana
yerleştikleri anlatılır. Büyük olasılıkla, Anadolu’ya Büyük Türk yayılması
Malazgirt savaşından öncesinde, barışçı oldan gelmişler, komşu halklarla
herhangi bir çatışmaya girmeksizin ormanın ürünleriyle geçimlerini sağlama
yolunu seçmişleridir. Aile ve toplu düzeni, sıkı dinsel ilkelerle sağlanır.
Bireyin doğumundan ölümüne dek uzanan yaşam evreleri dinsel törenlerle
donanmıştır. Bu törenler Buyruk adlı kutsal kitapta ayrıntıyla anlatılmıştır.
Bu töre ve törenlerin ayrıntılarına girmek için yeterli zamanımız yok. Ancak
özetle şunu söyleyebilirim ki: Tahtacılarda aile ilişkisi dinsel kurallarla
belirlenmiştir.
Yörük yaşamı ise –Moğolların Gizli Tarihinde
ve Ebülgazi Bahadır Han’da sözü edilen- kıl çadırlarda yaşayan göçebe halkların
yaşamı ile örtüşür. Her ikisi de bozkır
halkıdır.
Bozkır yaşamının kendine özgü kuralları
ilkeleri vardır. Bunun başında büyük aile yapısı gelir. Bozkır yaşamı çekirdek
aileye uygun değildir. Üç kuşağa uzanan bireyleri bir arada tutan toplu denetim
içinde sürmesi gereken bir aile yapısı gerektirir. Bu toplumsal birim gerçekte
aile üstü birimdir. Böyle bir birimi, “ocak” diye tanımlamak daha doğru olur
kanısındayım. Eski Türk toplum yaşamında da biz bu aile biçimini buluruz. Halk
arasında kullanılan “ocağı yanmak, ocağı tütmek” olumlu deyimleri ve “ocağı
sönmek, ocağı batmak” olumsuz deyimleri bu yaşam biçiminin izleridir.
Yakın zamana dek Yörükler arasında süren aile
düzeni işte bu “ocak” anlayışına dayanır. Yörük yaşamı ile Tahtacı yaşamı
arasındaki ince ayrım şöyle başlar: Tahtacı yaşamını belirleyen ilkeler dinsel,
Yörük yaşamını belirleyen ilkeler töreseldir. Yakın zamana -yaklaşık yüz yıl
öncesine- dek onlar da komşuları Tahtacılar gibi Eski Türk inançları ile
donanmış Aleviliğe inanmalarına karşın, günümüzde Sünni inancını benimserler. Bu
nedenle Yörük yaşamında ilke ve kurallar dinsel olmaktan sıyrılır. Ayrıca
Tahtacılarda aile, Yörüklerde ocak en küçük toplumsal birimdir. Yörüklerde Ocağın
kurallarını uygulayacak, ilkeleri belirleyecek bir öncü vardır. Öncülük yaşam
deneyimi ve beceri ile kazanılır. Genel
kural olarak –fiziksel ya da ruhsal bir engel bulunmazsa- dede öncü görevini
üstlenir. Onun yanında, çadır yaşamını düzene koyacak ana yer alır.
Antalya yöresinde üçüncü katman olan
yerleşikler kendilerine özgü özellikler taşırlar. Bunlar tarım, bağ-bahçe
işleri geçinirler. Deniz kıyısında yerleşik olmalarına karşın, denizle barışık
değillerdir. Denizcilik, deniz ürünleri ile yaşam aralarında yaygın değildir.
Hayvancılıktan da pek anlamazlar. Çekirdek aileye yakın aile düzeni içinde
bölünerek daralan bahçelerin ürünleri ile geçinirler. Toplum düzenini ve aile
ilişkilerini devlet yasaları belirler. Çok kadınla evlilik yaygın değildir.
Evlenmede başlık parası geleneği bulunmaz.
Bu üç halk katmanının birbirleri ile
ilişkileri de dikkate değer incelikler gösterir. Genelde her katman öbürünü
küçük görür. Kız alıp vermemeye özen gösteriri. Hısımlık ilişkisi gönülsüzdür. Hele
inançsal ayrım daha derin bir çizgi çeker. Yörükler, Tahtacılar ile yerleşikler
arasında yer alırlar. Yaşam biçimi ve töreleri ile kendilerin Tahtacılara yakın
bulurlar, ama inanç bakımından yerleşiklerle birlikte sayılırlar. Töreler
üzerine kurulu bir kültürleri vardır. Töre, yazıya geçmemiş yasalar
demektir. Kuralları en az yasalar kadar bağlayıcı, denetleyici ve sıkıdır. Geçmişte
uğraş seçiminde ve iş bölümünde bu otorite bağlayıcıdır. Varsıllık, yoksulluk
taşınır mal varlığı ile ölçülür. Bunlar hayvan sürüleri, binek hayvanlarıdır. Taşınmaz
mal kamunun kullandığı alanlar, yaylalardır. Obaların yaylakları, kışlakları ve
geçiş yolları bellidir. Yörüklerdeki bu toplumsal düzen ve devletle ilişkileri,
kendine özgü bir sağlamlık içerir. Bu yapı bireysel kimliğin hızlı gelişimine
olanak tanımaz Asıl önemli olan toplumsal kimliktir. Ama toplumsal kimlik
bireysel beceri ve yeteneğe bağlıdır. Göçebe
yaşamı, yerleşik yaşamda beliren ve
kuşaktan kuşağa geçen sınıf ayrımına olanak vermez. Çükü, göçebe kültürlerde
sınıf geçirgendir. Geçmişten günümüze bu hep böyle olagelmiştir. Sözgelimi,
Atilla bu türün özgün örneği olarak tarihte yerini alır. Bir çoban gibidir, ama
bey olarak anılır. Bireyin toplum içinde statü kazanması babadan gelmez. Bu tür
ödüller, çocuğun becerikliliğine, toplumun üzerinden aldığı işlere bağlı olarak
yükselir ve gelişir. Kahraman olan, yiğit olan, silahına sahip olabilenler öne geçer ve geriden gelenler onunla
birlikte yürüme gereksinimi duyarlar. Aynı kural Yörükler için de geçerlidir.
TOPLUMSAL YAŞAM
BİÇİMİNİN İZLERİ
Yörükler arasında, göçebe
yaşam biçiminin zorunlu gereklerinin izlerini buluyoruz. Bunlardan en dikkate
değeni yaşlıyı ölüme bırakma geleneği. İnsanlığın evrim sürecinde birey-toplum
ilişkisinde düğümlenen bir sorun bu. Göçebelik döneminde yaşlı toplumun hareket
olanağını duraksatmaya başladığı zaman topluma ağır bir yük oluşturur. Bu
aşamada toplum bireyin yaşamını feda etmek zorunda kalır. Göçebelik evresinde
tüm toplumlarda yaygın bir gelenektir bu. Yörükler arasında bu geleneğin yakın
dönemlere değin yaşadığını saptıyoruz. Bu konuda elimizde kimi veriler var.
Antalya’nın, Akseki’ye
bağlı Güzelsu Köyü bulunur. Kötyün eski adı Sülles’tir. Dağ köyü olan Güzelsu,
çok eski bir yerleşim alanı, ya da yerleşim alanı yakınlarına kurulmuş bir köydür..
Köy halkı geçimini hayvancılıkla sağlar. Köyün yakınında “Gocalarçukuru” diye
bir yer vardır. Bu yerle ilgili şöyle bir söylence anlatılır:
Eskiden
yaşlılar elden ayaktan düştükleri zaman oraya koyarlarmış. Onlar da orada
ölürlermiş. Zamanın birinde yine bu şekilde oğlu babasını yüklenmiş oraya
götürüyormuş. Yolda giderken yorulmuş, dinlenmek için oradaki konağa
oturmuşlar. O zaman baba oğluna:’demek herkes burada dinleniyor. Ben de babamı
götürüken burada dinlenmiştim’ demiş. Ondan sonra oğlu: ‘Yarın ben de böyle
yaşlanınca oğullarım beni de buraya getirecekler’ diye düşünmüş. Babasını
yüklenip yeniden geri getirmiş. Ondan sonra yaşlıları oraya götürmez olmuşlar. Bu
nedenle o yere Gocalar çukuru aı verilmiş.”
İkinci anlatı da
birincisini andırır. İkini anlatı ise şöyle:
Yaşlıları
işe yaramaz olunca Gocalar Çukuruna götürürlermiş. Biraz ekmek su bırakırla mı
belli değil. Orada ölür gidermiş. Yine bir gün adam babasını götürürken Uzunca
çukurun yukarısında bir yerde dinlenmek için durmuş. Babası: “Ben de babamı
götürürken burada dinlenmiştim demiş. Oğlu da: ‘Ya, demek ki, benim oğlum da
beni götürecek diyerek babasını geri getirmiş. Bunun üzerine kimse oraya
yaşlılarını götürmemiş.”
Bu bölgeden derlenen beş
anlatıda da benzer olaylar yineleniyor. Tümünde söylenenler aynı noktada
düğümleniyor. Sonuç şu:
Kocalar Çukuru diye bir
yer bulunuyor. Kişi yaşlanıp elden ayaktan düşünce bu çukura bırakılıyor.
Ayrıca günümüzde Yörükler
arasında “Yörük ölüsü olsun” biçiminde bir deyim var. Bu deyim, bir işin hemen bitirilmesi
gerektiği, sorunun ivedi çözülmesi gerektiği anlatılmak istendiğinde
kullanılıyor. Günümüzde de kullanılan bu deyimi Yörükler gülerek söylüyorlar ve
geçmişte atalarının ağır hasta yaşlıları alelacele gömdüklerini anlatıyorlar. Yörük
destanlarında da benzer örnekler var. Sözgelimi, Türkmenistan’dan derlenen
Köroğlu destanında, Köroğlu’nun babasını sırtına alıp yaşlılar çukuruna götürdüğü
anlatılıyor. Bilindiği gibi, Türkmenistan Türkmenleri 20. yüzyıl başlarında
göçebe yaşamını sürdürüyorlar. Türkiye’de ise bu geleneğin en somut kanıtı
Yörükler arasında bulunuyor. Olayın güzel yanlarından biri de, yerleşikler
arasında ayıp, utanç sayılan bu olayı Yörüklerin doğal bulmaları. Günümüzde
Yörükler geçmişlerinde böyle bir geleneğin bulunduğunu açıkça söylüyorlar.
Yaşam koşullarının getirdiği bu gelenekten gocundukları yok.
. Orta Asya’dan başlayan,
bozkır toplumlarına özgü yasalar böylece kendilerini belli eder.
Bir başka ipucu
ise Dede Korkut öykülerinde Kazan Hanı’nın evinin yağmalanması anlatılmasıdır.
Bu yağma Yörüklerin ülüş (potlaç) geleneğini anımsatır. Sözgelimi, Gaziantep Yörükleri
arasında, şöyle ele gelir, taşınır küçük düğün çeyizlerini, taşımaya yardımcı
olanların çaldıkları biliniyor. Düğün günü, çeyiz götürülürken, ufak tefek
eşyanın yürütülmesi gelenek olarak 50’li yıllara dek sürmüş.
Yörükler genellikle dışarıdan kız almaz ve kız vermezler.
Çünkü yörük yaşamı, yerleşik yaşamdan gelen bir evlilik için uygun değildir.
Doğrusun söylemek gerekirse, bu iki toplum birbirlerinin yaşam şartlarını hiç
bir zaman benimsememişlerdir. Yine Antalya yöresinde şöyle
Bir fıkra anlatılır: Yörük çadırına gelin giden bir köylü
kızı, bir süre sonra kaynanası ile kavga edince kaynanasına: “Pis Yörük, gelin
geldiğimde çadırınız kokudan geçilmiyordu. Çadırınıza gelin geldim de, kokunuz
gitti” diye kakınç kakar.
İşte Antalya yöresinde toplum
yapısı bu kısa konuşmada dermeye çalıştığımız özellikleri içerir. Günümüzde
göçlerle ve sanayileşme süreci ile değişen yapı ise uzun bir çalışmanın konusu
olacak derinlikte. Onu irdelemek için derin gözlemler ve alan çalışması
gerekiyor. Genç kuşaklara düşen bir görev olarak onları bekliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder