Yayında Olan Eserlerim

16 Eylül 2017 Cumartesi

Yörüklerde Yaşlıyı Ölüme Bırakma Geleneği

Yörüklerde  Yaşlıyı Ölüme Bırakma Geleneği
Fuat BOZKURT

Moğollarınn Gizli Tarihi isimli kitapta, 13. yüzyılda, Moğol halkı üç katmanda incelenir.
-Kıl ya da keçe çadırlarda yaşayan halklar
-Ormanda avcıları
-Kerpiç duvarlı evlerde yaşayan halklar.
Moğolların Gizli Tarihi adlı kitabın değişik yerlerine serpiştirilmiş bu ayrım, . 16. yüzyılda Ebulgâzi Bahadır  Han’ın yazdığı Şecere-i Terakime’de daha derli toplu verilir. Yazar, yaşam biçimlerine göre Türklerin dağılımlarını şöyle anlatır:
“Üç bin yıla yakın bu adı geçen yurtta oturdular. Ondan sonra dağıldılar, yağmalanıp esir oldular. Bir kısmı yurdunda kaldı., bir kısmı İrtiş suyunun yakasına geldi, böylece üç kısım oldular. Bir kısmı Beşbalık şehrine gidip ekin ekerek ülkesini bayındır kıldı.. Bir kısmı at ve koyun besleyerek Beşbalık’ın yakasına göçüp orada yaşadılar. Yine bir kısmı irtiş ormanlarında hiç mal bırakmayarak balık, kunduz, samur ve sincap avlayarak yaşar, etini yiyip derisini giyerledi. Canlı hayvanları, ipekli ve pamuklu kumaşları ömürlerinde göemwzlerdi. Babalar eğer kızlarına beddua etmek isterlerse, şöyle derlerdi:
-Atlı ve koyunlu kişiye düşüp et yitip kımız içesin. Başına (böylesine) kötü günler doğsun.”
Bu tablo, sanki, 20. yüzyıl başlarında, hatta 1950’lerdeki Antalya’da var olan yaşam biçimi ile koşutluklar sunar ve bizi anlatır. Antalya çevresinde de halklar yaşam biçimi bakımından üç katmanda ele alınabilir: Birinci katmanda Orman halkları olarak Tahtacılar değerlendirilebilir. İkinci katmanda kıl çadırlarda yaşayan Yörükler yer alır. Üçüncü katmanda ise yerleşikler vardır.
Tahtacıların, diğer halklardan kaçarak ormana yerleştikleri anlatılır. Büyük olasılıkla, Anadolu’ya Büyük Türk yayılması Malazgirt savaşından öncesinde, barışçı oldan gelmişler, komşu halklarla herhangi bir çatışmaya girmeksizin ormanın ürünleriyle geçimlerini sağlama yolunu seçmişleridir. Aile ve toplu düzeni, sıkı dinsel ilkelerle sağlanır. Bireyin doğumundan ölümüne dek uzanan yaşam evreleri dinsel törenlerle donanmıştır. Bu törenler Buyruk adlı kutsal kitapta ayrıntıyla anlatılmıştır. Bu töre ve törenlerin ayrıntılarına girmek için yeterli zamanımız yok. Ancak özetle şunu söyleyebilirim ki: Tahtacılarda aile ilişkisi dinsel kurallarla belirlenmiştir.
Yörük yaşamı ise –Moğolların Gizli Tarihinde ve Ebülgazi Bahadır Han’da sözü edilen- kıl çadırlarda yaşayan göçebe halkların yaşamı ile örtüşür.  Her ikisi de bozkır halkıdır.
Bozkır yaşamının kendine özgü kuralları ilkeleri vardır. Bunun başında büyük aile yapısı gelir. Bozkır yaşamı çekirdek aileye uygun değildir. Üç kuşağa uzanan bireyleri bir arada tutan toplu denetim içinde sürmesi gereken bir aile yapısı gerektirir. Bu toplumsal birim gerçekte aile üstü birimdir. Böyle bir birimi, “ocak” diye tanımlamak daha doğru olur kanısındayım. Eski Türk toplum yaşamında da biz bu aile biçimini buluruz. Halk arasında kullanılan “ocağı yanmak, ocağı tütmek” olumlu deyimleri ve “ocağı sönmek, ocağı batmak” olumsuz deyimleri bu yaşam biçiminin izleridir.
Yakın zamana dek Yörükler arasında süren aile düzeni işte bu “ocak” anlayışına dayanır. Yörük yaşamı ile Tahtacı yaşamı arasındaki ince ayrım şöyle başlar: Tahtacı yaşamını belirleyen ilkeler dinsel, Yörük yaşamını belirleyen ilkeler töreseldir. Yakın zamana -yaklaşık yüz yıl öncesine- dek onlar da komşuları Tahtacılar gibi Eski Türk inançları ile donanmış Aleviliğe inanmalarına karşın, günümüzde Sünni inancını benimserler. Bu nedenle Yörük yaşamında ilke ve kurallar dinsel olmaktan sıyrılır. Ayrıca Tahtacılarda aile, Yörüklerde ocak en küçük toplumsal birimdir. Yörüklerde Ocağın kurallarını uygulayacak, ilkeleri belirleyecek bir öncü vardır. Öncülük yaşam deneyimi  ve beceri ile kazanılır. Genel kural olarak –fiziksel ya da ruhsal bir engel bulunmazsa- dede öncü görevini üstlenir. Onun yanında, çadır yaşamını düzene koyacak ana yer alır.
Antalya yöresinde üçüncü katman olan yerleşikler kendilerine özgü özellikler taşırlar. Bunlar tarım, bağ-bahçe işleri geçinirler. Deniz kıyısında yerleşik olmalarına karşın, denizle barışık değillerdir. Denizcilik, deniz ürünleri ile yaşam aralarında yaygın değildir. Hayvancılıktan da pek anlamazlar. Çekirdek aileye yakın aile düzeni içinde bölünerek daralan bahçelerin ürünleri ile geçinirler. Toplum düzenini ve aile ilişkilerini devlet yasaları belirler. Çok kadınla evlilik yaygın değildir. Evlenmede başlık parası geleneği bulunmaz.
Bu üç halk katmanının birbirleri ile ilişkileri de dikkate değer incelikler gösterir. Genelde her katman öbürünü küçük görür. Kız alıp vermemeye özen gösteriri. Hısımlık ilişkisi gönülsüzdür. Hele inançsal ayrım daha derin bir çizgi çeker. Yörükler, Tahtacılar ile yerleşikler arasında yer alırlar. Yaşam biçimi ve töreleri ile kendilerin Tahtacılara yakın bulurlar, ama inanç bakımından yerleşiklerle birlikte sayılırlar. Töreler üzerine kurulu bir kültürleri vardır. Töre, yazıya geçmemiş yasalar demektir. Kuralları en az yasalar kadar bağlayıcı, denetleyici ve sıkıdır. Geçmişte uğraş seçiminde ve iş bölümünde bu otorite bağlayıcıdır. Varsıllık, yoksulluk taşınır mal varlığı ile ölçülür. Bunlar hayvan sürüleri, binek hayvanlarıdır. Taşınmaz mal kamunun kullandığı alanlar, yaylalardır. Obaların yaylakları, kışlakları ve geçiş yolları bellidir. Yörüklerdeki bu toplumsal düzen ve devletle ilişkileri, kendine özgü bir sağlamlık içerir. Bu yapı bireysel kimliğin hızlı gelişimine olanak tanımaz Asıl önemli olan toplumsal kimliktir. Ama toplumsal kimlik bireysel beceri ve yeteneğe bağlıdır.  Göçebe yaşamı, yerleşik yaşamda beliren  ve kuşaktan kuşağa geçen sınıf ayrımına olanak vermez. Çükü, göçebe kültürlerde sınıf geçirgendir. Geçmişten günümüze bu hep böyle olagelmiştir. Sözgelimi, Atilla bu türün özgün örneği olarak tarihte yerini alır. Bir çoban gibidir, ama bey olarak anılır. Bireyin toplum içinde statü kazanması babadan gelmez. Bu tür ödüller, çocuğun becerikliliğine, toplumun üzerinden aldığı işlere bağlı olarak yükselir ve gelişir. Kahraman olan, yiğit olan, silahına sahip olabilenler öne geçer ve geriden gelenler onunla birlikte yürüme gereksinimi duyarlar. Aynı kural Yörükler için de geçerlidir.

TOPLUMSAL YAŞAM BİÇİMİNİN İZLERİ
Yörükler arasında, göçebe yaşam biçiminin zorunlu gereklerinin izlerini buluyoruz. Bunlardan en dikkate değeni yaşlıyı ölüme bırakma geleneği. İnsanlığın evrim sürecinde birey-toplum ilişkisinde düğümlenen bir sorun bu. Göçebelik döneminde yaşlı toplumun hareket olanağını duraksatmaya başladığı zaman topluma ağır bir yük oluşturur. Bu aşamada toplum bireyin yaşamını feda etmek zorunda kalır. Göçebelik evresinde tüm toplumlarda yaygın bir gelenektir bu. Yörükler arasında bu geleneğin yakın dönemlere değin yaşadığını saptıyoruz. Bu konuda elimizde kimi veriler var.
Antalya’nın, Akseki’ye bağlı Güzelsu Köyü bulunur. Kötyün eski adı Sülles’tir. Dağ köyü olan Güzelsu, çok eski bir yerleşim alanı, ya da yerleşim alanı yakınlarına kurulmuş bir köydür.. Köy halkı geçimini hayvancılıkla sağlar. Köyün yakınında “Gocalarçukuru” diye bir yer vardır. Bu yerle ilgili şöyle bir söylence anlatılır:
Eskiden yaşlılar elden ayaktan düştükleri zaman oraya koyarlarmış. Onlar da orada ölürlermiş. Zamanın birinde yine bu şekilde oğlu babasını yüklenmiş oraya götürüyormuş. Yolda giderken yorulmuş, dinlenmek için oradaki konağa oturmuşlar. O zaman baba oğluna:’demek herkes burada dinleniyor. Ben de babamı götürüken burada dinlenmiştim’ demiş. Ondan sonra oğlu: ‘Yarın ben de böyle yaşlanınca oğullarım beni de buraya getirecekler’ diye düşünmüş. Babasını yüklenip yeniden geri getirmiş. Ondan sonra yaşlıları oraya götürmez olmuşlar. Bu nedenle o yere Gocalar çukuru aı verilmiş.”
İkinci anlatı da birincisini andırır. İkini anlatı ise şöyle:
Yaşlıları işe yaramaz olunca Gocalar Çukuruna götürürlermiş. Biraz ekmek su bırakırla mı belli değil. Orada ölür gidermiş. Yine bir gün adam babasını götürürken Uzunca çukurun yukarısında bir yerde dinlenmek için durmuş. Babası: “Ben de babamı götürürken burada dinlenmiştim demiş. Oğlu da: ‘Ya, demek ki, benim oğlum da beni götürecek diyerek babasını geri getirmiş. Bunun üzerine kimse oraya yaşlılarını götürmemiş.”
Bu bölgeden derlenen beş anlatıda da benzer olaylar yineleniyor. Tümünde söylenenler aynı noktada düğümleniyor. Sonuç şu:
Kocalar Çukuru diye bir yer bulunuyor. Kişi yaşlanıp elden ayaktan düşünce bu çukura bırakılıyor.
Ayrıca günümüzde Yörükler arasında “Yörük ölüsü olsun” biçiminde bir deyim var. Bu deyim, bir işin hemen bitirilmesi gerektiği, sorunun ivedi çözülmesi gerektiği anlatılmak istendiğinde kullanılıyor. Günümüzde de kullanılan bu deyimi Yörükler gülerek söylüyorlar ve geçmişte atalarının ağır hasta yaşlıları alelacele gömdüklerini anlatıyorlar. Yörük destanlarında da benzer örnekler var. Sözgelimi, Türkmenistan’dan derlenen Köroğlu destanında, Köroğlu’nun babasını sırtına alıp yaşlılar çukuruna götürdüğü anlatılıyor. Bilindiği gibi, Türkmenistan Türkmenleri 20. yüzyıl başlarında göçebe yaşamını sürdürüyorlar. Türkiye’de ise bu geleneğin en somut kanıtı Yörükler arasında bulunuyor. Olayın güzel yanlarından biri de, yerleşikler arasında ayıp, utanç sayılan bu olayı Yörüklerin doğal bulmaları. Günümüzde Yörükler geçmişlerinde böyle bir geleneğin bulunduğunu açıkça söylüyorlar. Yaşam koşullarının getirdiği bu gelenekten gocundukları yok.
. Orta Asya’dan başlayan, bozkır toplumlarına özgü yasalar böylece kendilerini belli eder.
Bir başka ipucu ise Dede Korkut öykülerinde Kazan Hanı’nın evinin yağmalanması anlatılmasıdır. Bu yağma Yörüklerin ülüş (potlaç) geleneğini anımsatır. Sözgelimi, Gaziantep Yörükleri arasında, şöyle ele gelir, taşınır küçük düğün çeyizlerini, taşımaya yardımcı olanların çaldıkları biliniyor. Düğün günü, çeyiz götürülürken, ufak tefek eşyanın yürütülmesi gelenek olarak 50’li yıllara dek sürmüş.  
Yörükler genellikle dışarıdan kız almaz ve kız vermezler. Çünkü yörük yaşamı, yerleşik yaşamdan gelen bir evlilik için uygun değildir. Doğrusun söylemek gerekirse, bu iki toplum birbirlerinin yaşam şartlarını hiç bir zaman benimsememişlerdir. Yine Antalya yöresinde şöyle
Bir fıkra anlatılır: Yörük çadırına gelin giden bir köylü kızı, bir süre sonra kaynanası ile kavga edince kaynanasına: “Pis Yörük, gelin geldiğimde çadırınız kokudan geçilmiyordu. Çadırınıza gelin geldim de, kokunuz gitti” diye kakınç kakar.

İşte Antalya yöresinde toplum yapısı bu kısa konuşmada dermeye çalıştığımız özellikleri içerir. Günümüzde göçlerle ve sanayileşme süreci ile değişen yapı ise uzun bir çalışmanın konusu olacak derinlikte. Onu irdelemek için derin gözlemler ve alan çalışması gerekiyor. Genç kuşaklara düşen bir görev olarak onları bekliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder