Ulusallıktan Evrenselliğe
Hacı Bektaş Düşüncesi
Fuat Bozkurt
Hacı Bektaş düşüncesi Anadolu kazanında kaynayıp
pişmiş bir dostluk yemeğidir. Köken olarak Orta Asya dan beslenmesine karşın
değişik din ve kültürlerle donanmış bir Anadolu düşüncesidir. Ana göze Orta
Asya’dan kaynaklanması nedeniyle ulusal, değişik halklar içinde değişik
kültürlerle yoğrulması nedeniyle evrensel özellikler sergiler.
Hacı Bektaş düşüncenin bir kuram olmaktan çok,
uygulamadır. Kurallar dizgesi değil, yaşam biçimidir. Büyük davalar, karışık
sorunları değil, halkın günlük yaşantısı için gerekli sorunları çözümleme
yolunu seçer.
Bu bakımdan Hacı Bektaş bir din reformcusu
değildir. O, Luther gibi dinin algılanma ve yorumlama dizgesinde yeni kuramlar
üretmez. Var olan ilkelerin, yaşam gerçeği ile uygulanması yoluna gider. Akılı
en etkili temel değer olarak alır. Bu anlayışa göre bir buyurum, bir düzen, bir
ilke akla uygunsa doğrudur. Akla uygun değilse yanlıştır, değersizdir ve değiştirilmelidir.
Hacı Bektaş, aklın egemenliğine dayanan temel görüşlerini toplumun pratik
yaşamına uygular, halkı tartışılmaz dinsel ilkelere saplanıp kalmak yerine,
yaşam gerçeği ile yüzleşmeye çağırır. Akılcılığın doğal sonucu eleştiridir.
Bu nedenle Hacı Bektaş öğretisinde eleştiri
vardır. Oysa İslam’da Şeriat ilkesi itaatı esas alır. Yaratılış ve ilahi sözler
tartışılmaz doğrulardır. Bunları eleştirmek bir yana, doğrulukları üzerine
ikircik geçirmek, kuşkulanmak olanaksızdır. Avrupa ile karşılaştıracak olursak,
batı aydınlanması ancak 18. yüzyılda aklın egemenliğine dayanan eleştiri
düşüncesini yakalayabilmiştir. Bu çağa eleştir çağı denmesi böyle bir olguya
dayanır. Hacı Bektaş bu süreci Avrupa’dan 500 yıl önce yakalamıştır. Günümüzde
Alevi kimliğini Sünni kimliğinden arasındaki en dikkate değer ayrımlardan olan
eleştiri ve özeleştirici bakış özelliği böyle bir geleneğe dayanır.
Hacı Bektaş, halkın ana dilinde kendi olanakları
içinde ibadet ilkesini getirir. Halka anlamadığı bir dilde ibadet yerine, kendi
dilinde ibadet kolaylığını sunar. Kendi dili ile anlayışı ile Tanrıya yöneliş,
insanlık tarihinde büyük değişim süreçlerinden biridir. Anlamaksızın yapılan
ezbere tapınım yerine, halkın özünde duyduğu anadili ile anlaşılır bir inancın
benimsenmesi sağlamıştır. Bunun sonucunda inançla halk bilinci birleşmiştir.
Avrupa’da bu değişim süreci insanoğlunun büyük
aşamalarından biri olan Reform olarak doğmuş, Batı uygarlığının yaratılmasında
en büyük etken olmuştur. Avrupa’da ilk 16. yüzyılda gerçekleşen anadilde
ibadeti, Hacı Bektaş 300 yıl önce uygulamıştır. Yazık ki bu etkinlik bütün
topluma yayılıp devlet erkine yerleşmemiştir. Bu durağanlık bizim geriliklerimizin
nedenlerinden biri gösterilir. Çünkü böyle bir değişim süreci İslam dünyasının
ve bu bağlamda Osmanlı imparatorluğunun yaratmadığı bir atılımdır.
Ortaasya’dan başlayıp Anadolu’ya uzanan yolda değişen
ve gelişen inançları İslam yorumu ile kaynaştırır, pratik çözümler getirir.
İslam’ın beş temel ilkesini, Anadolu insanının yaşam biçimine indirger. Hac
Farzı yerine “Kabe insanın kalbindedir” ilkesini getirir. Daha sonraları kimi
felsefi düşüncelerle donanan bu, ilke Bektaşi edebiyatında işlenerek şu
dörtlükte kristalleşir:
Hararet nardadır, sacda değildir,
Hakikat baştadır, tacda değildir,
Her ne arar isen kendinde ara,
Mekke’de Kudüs’te Hac’da değildir.
Kutsal Hıra dağının benzerini Sulucakaöyükte tesis
eder. Abdest, namaz gibi göçebe toplum yaşamını zorlayan ibadet biçimlerini cem
türeni ile kaynaştırır. Kabe’de ne gibi kutsal yerler varsa, benzerlerini
Anadolu’nun ortasındaki bu küçük köyde yaratmaya çalışır. Bu nedenle yakın
zamanlara dek Sulacakaraöyük, Anadolu Alevileri arasında “Küçük Hac” yeri
olarak kutsanmıştır. Bu da Hacı Bektaş düşüncesinin pratik çözümlerinden
biridir.
Genel anlamda Hacı Bektaş düşüncesi bir kuram
değildir. Kuram, katı ilkelere bağlı durağan ilkeler bütünüdür. Katı ilkelere
bağlı bütün düşün dizgeler, bir süre sonra özün önüne geçer, biçimin tutsağı
olur, özü unutturur. Uygulamada boş kurallar, gereksiz ayrıntılar içinde kuram
boğulur. Hacı Bektaş düşüncesinde böyle bir durumun söz konusu olmaması, onun
en olumlu yanlarından biridir. Çünkü onda esas olan yaşamdır. Kurallar ilkeler,
yaşamı kolaylaştırmak, güzelleştirmek için gereklidir. İlkeler yaşama değil,
yaşam ilkeleri belirler. Böylece öğreti, zaman ve uzam sınırlarını aşarak evrensellik
kazanır.
Ne var ki, bu durum, öğretinin yalınkat bir inanç
dizgesi kalmasının da en önemli etkenlerden biridir. Açıkça söylemek gerekirse,
Bektaşilik, bir kuram oluşturmamsı nedeniyle İslam içinde bir mezhep
olamamıştır. Uygulama ile süren yalın bir halk inancı olarak kalmıştır.
Düzsözden çok şiire ağırlık vermiş, deyişlerle ilkelerini, öğretisini sürdürme
yolunu seçmiştir.. Sürekli medrese Sünniliğinin gölgesinde kalmış, bir türlü
boy atıp serpilip gelişememiştir. Günümüzde Türk ulusunun kimlik bunalımının
kökeninde bu Ulusal bir mezhebe sahip olmama gerçeği yatar. Arap kimliğini
baskın biçimde işleyen Sünni Müslümanlık yanında, ulusal kimliğini belirleyecek
bir mezhebin bulunmaması bin yıllık
bağımsızlığa karşın kimlik bunalımına neden olmuştur.
Oysa, İran’da durum farklı gelişmiştir. İran, bin yıl
Türk egemenliğinde kalmasına karşın, derin ve köklü bir milliyet duygusunun
doğmasına etken olmuştur. Fars bilinçaltında binlerce yıllık bir uygarlık, Asya
uygarlığının tortusu sızıp Şiilik görüntüsü altında birikmiştir. Farsın Ruhu bu
tortudur. Zerdüştlük, Ateşetaparlık, İslamlık ve Doğu gizemciliği birbirine
karışmış, bulanık yoğun bir kültür biçiminde Şiilik kalıbına dönüşmüştür.
Şiiliğin İslam tarihinde ne gibi bir anlam taşır, ne gibi etkileri vardır,
kesin bilmez. Ama Ne ki, İran bulmacası bu anlamın altında gizlidir. İran’ı
Türk ve Arap dünyasından ayıran köklü ruh farkı burada yatar.Günümüzde ulusal
Fars kimliğini oluşturan bu tortudur.
Hacı Bektaş öğretisi, bu bakımdan İran Şiiliğini
başarısına yaklaşamamıştır. Koşullar da böyle bir oluşumun doğmasına uygun
değildir. Sonuçta Hacı Bektaş düşüncesi bir ihtilal sonrasının yıkık ortamında
gelişir. Düşünceyi sistemleştirecek olan Hacı Bektaş kökende bir ihtilalcidir.
İhtilal ortamı içinde büyür. Kardeşi Mintaş ile birlikte Babalı ayaklanmasında
yer alır. Büyük ayaklanmada kardeşini kaybeder ve ayaklanmanın ezilmesinin
ardından bir süre izini kaybettirir. Uzunca bir süre sonra Sulucakaraöyük’te
barış güvercini olarak ortaya çıkar. Artık o bir militan değil, Ahmet
Yesevi’nin buyruğu ile irşad etmek üzere Anadolu’ya gelmiş erendir. Güvercin donunda
Anadolu’ya ulaşmıştır.
Güvercin donuna girme motifi Hacı Bektaş’ın yeni
kimliğini yansıtan başat öge konumundadır. Bundan sonraki yaşantısında barış
adamı olarak görev yapar. Halk babalı ayaklanması ve Moğol yayılması gibi
toplumsal sarsıntılar yüzünden yorgun ve yaralıdır. Yaşam düzen alt üst
olmuştur. Bu karmaşada insanlar en yakınlarını kaybetmişlerdir. Doğaya karşı
direnme güçleri bitmiştir. Bir anlamda toplumsal bellek yitimi yaşanmaktadır.
Böyle bir ortamda Hacı Bektaş öğretisi, işlevsel olur. Halka büyük ve
gerçekleşmesi zor vaatlerde bulunmaz. Günlük yaşamda gerekli bilgileri sunar. Öküz
nasıl koşulur, çift nasıl sürülür, döven nasıl sürülür, tuz nasıl çıkarılır
türünden işlevsel bilgilerdir bunlar. Velayetname’de anlatılan öykülere sinen
bu ayrıntılar savaş sonrası toplum yıkımı ile ortaya çıkan sorunları sergiler. Babalı
ayaklanmasının yorgun devrimcisi artık toplumda bir eğitmendir. Velayetname’de
onunla ilgili kimi mucizeler de anlatılır. Ne ki Hacı Bektaşı büyük yapan bu
tür olağanüstülükler değil, günlük yaşamıdır. Tatar çocuğu bir oyunda kaza ile
ölür. Mucizeye göre Hacı Bektaş çocuğu diriltir, gerçekte ise, Anadolu yerlisi
ile Tartlar arasında çıkacak bir savaşı önler. Kendini tümüyle topluma verir.
Olup biten olaylardan sonra evlenip özel bir yaşam kurmayı düşünmez. Bunun
yerine sevdiği bir kişinin kızını evlatlık edinir. Ahi örgütünün şeyhi Şeyh
Edibali ile Musahip kardeşi olur. Böylece Ortaasya kökenli yolkardeşliği
geleneği Ahilik üzerinden Bektaşiliğe geçer.
Hacı Bektaş düşüncesinin başka önemli bir özelliği “Soyumdan
gelenler değil, yolumdan giden değerlidir” ilkesini getirmesidir. Bu ilke
Aleviliğin 72 milleti bir sayma düşüncesine dayanır. Böylece Alevilik kan
birliğine dayanan ırkçı düşünceden arınır. Geniş bir hoşgörü boyutuna erişir.
İlerleyen dönemde Osmanlı’da Bektaşi Tekkesi ile
kurulu düzenin barışıklığı gözlenir. Tekke kültürü Medrese Sünniliği ile
uzlaşır, kurulu düzenin bir parçası olur. Ekonomik çıkarlar tekkeyi Osmanlı
düzenine bağlar. Tekke, toplum sorunları ile ilgilenme ve direnme geleneğinden
uzaklaşır. Böylece medrese kültür belli sınırlar içinde Tekke’ye sızmayı
başarırı. Tekke edebiyatını bir halk edebiyatı-divan edebiyatı kırmasına
dönüştürür. Yalın halk dili içine Osmanlıca sözcükler girer. Ama Tekke, medrese
kültürüne tümden teslim olmaz. Türk dili ile ibadetini sürdürür. Törenlerinde
semah ve ezgiyi korur. Sofu dogmalarını yermeyi sürdürür. Daha insancıl, daha
bağışlayıcı bir Tanrı anlayışını bağrında yaşatır. Tüm bu direniş Hacı Bektaş
düşüncesinin temelinde bulunan akılı etkin değer sayma ilkesinden
kaynaklanır.18. Yüzyılda Voltaire çevresinde Bektaşi babaları bulunur. Edip Harabi
gibi bir Bektaşi şairi, inançsal olarak evrenin yaratılışı eleştiren
Devriyesini yazar. Namık kemal Bektaşi aileden gelir. Devrimci görüşlerini
böyle bir ortamda filizlenir. Gençliğinde oldukça çok sayıda Kerbela mersiyesi
yazar. Siir defterinde Ali aşkıyla dolup taşan dizeler yer alır. Eşref Paşanın
Aleviyiz diye başlayan şiirine nazire yazar. Ali Şahımdır diye başka bir şiiri
vardır.
Arnavutluk ve Balkanlarda Türk olmayan halklar
arasında Bektaşiliğin Sünnilikten çok daha kolay yayılmasının gerekçesini,
Bektaşiliğin temelinde yer alan akılcılıkta ve yaşam pratiğinde aramak gerekir.
Nitekim, Osmanlı Devletinin çöküş döneminde kurtarma çabası veren ilerici
İttihat ve Terakki örgütü Balkanlarda Bektaşi Tekkelerinden destek bulur.
Tüm bu özellikleri ile Hacı Bektaş düşüncesi çok yönlü
ele alınması gerekli bir inançlar dizgesidir. İbadeti yaşam koşullarına
uyarlaması, aklı en etkin temel değer seçmesi, eleştiriye yer vermesi, tüm
halkları bir ve kardeş sayması, engin bir hoşgörü dünyası gibi özellikleri ile
evrenseldir. Türk kökenli olması, İnanç dizgesini Türk dili ile sürdürmesi
ilkesi ile ulusaldır. Ne ki bu Ulusallık başka halkların dilleri üzerinde baskı
oluşturmaz. Kendi dilinde ibadeti her halk için yerinde ve doğal görür. Bu ilke
bile ulusallıktan evrenselliğe açılımdır. Hacı Bektaş öğretisinin Anadolu’dan
Balkanlara, Mısır’a, Budapeşte’ye yayılması inanç dizgesinin bu özelliklerinden
kaynaklanır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder