Yayında Olan Eserlerim

16 Eylül 2017 Cumartesi

Ulusallıktan Evrenselliğe Hacı Bektaş Düşüncesi

Ulusallıktan Evrenselliğe
Hacı Bektaş Düşüncesi
Fuat Bozkurt

Hacı Bektaş düşüncesi Anadolu kazanında kaynayıp pişmiş bir dostluk yemeğidir. Köken olarak Orta Asya dan beslenmesine karşın değişik din ve kültürlerle donanmış bir Anadolu düşüncesidir. Ana göze Orta Asya’dan kaynaklanması nedeniyle ulusal, değişik halklar içinde değişik kültürlerle yoğrulması nedeniyle evrensel özellikler sergiler.
Hacı Bektaş düşüncenin bir kuram olmaktan çok, uygulamadır. Kurallar dizgesi değil, yaşam biçimidir. Büyük davalar, karışık sorunları değil, halkın günlük yaşantısı için gerekli sorunları çözümleme yolunu seçer.
Bu bakımdan Hacı Bektaş bir din reformcusu değildir. O, Luther gibi dinin algılanma ve yorumlama dizgesinde yeni kuramlar üretmez. Var olan ilkelerin, yaşam gerçeği ile uygulanması yoluna gider. Akılı en etkili temel değer olarak alır. Bu anlayışa göre bir buyurum, bir düzen, bir ilke akla uygunsa doğrudur. Akla uygun değilse yanlıştır, değersizdir ve değiştirilmelidir. Hacı Bektaş, aklın egemenliğine dayanan temel görüşlerini toplumun pratik yaşamına uygular, halkı tartışılmaz dinsel ilkelere saplanıp kalmak yerine, yaşam gerçeği ile yüzleşmeye çağırır. Akılcılığın doğal sonucu eleştiridir.
Bu nedenle Hacı Bektaş öğretisinde eleştiri vardır. Oysa İslam’da Şeriat ilkesi itaatı esas alır. Yaratılış ve ilahi sözler tartışılmaz doğrulardır. Bunları eleştirmek bir yana, doğrulukları üzerine ikircik geçirmek, kuşkulanmak olanaksızdır. Avrupa ile karşılaştıracak olursak, batı aydınlanması ancak 18. yüzyılda aklın egemenliğine dayanan eleştiri düşüncesini yakalayabilmiştir. Bu çağa eleştir çağı denmesi böyle bir olguya dayanır. Hacı Bektaş bu süreci Avrupa’dan 500 yıl önce yakalamıştır. Günümüzde Alevi kimliğini Sünni kimliğinden arasındaki en dikkate değer ayrımlardan olan eleştiri ve özeleştirici bakış özelliği böyle bir geleneğe dayanır.
Hacı Bektaş, halkın ana dilinde kendi olanakları içinde ibadet ilkesini getirir. Halka anlamadığı bir dilde ibadet yerine, kendi dilinde ibadet kolaylığını sunar. Kendi dili ile anlayışı ile Tanrıya yöneliş, insanlık tarihinde büyük değişim süreçlerinden biridir. Anlamaksızın yapılan ezbere tapınım yerine, halkın özünde duyduğu anadili ile anlaşılır bir inancın benimsenmesi sağlamıştır. Bunun sonucunda inançla halk bilinci birleşmiştir.
Avrupa’da bu değişim süreci insanoğlunun büyük aşamalarından biri olan Reform olarak doğmuş, Batı uygarlığının yaratılmasında en büyük etken olmuştur. Avrupa’da ilk 16. yüzyılda gerçekleşen anadilde ibadeti, Hacı Bektaş 300 yıl önce uygulamıştır. Yazık ki bu etkinlik bütün topluma yayılıp devlet erkine yerleşmemiştir. Bu durağanlık bizim geriliklerimizin nedenlerinden biri gösterilir. Çünkü böyle bir değişim süreci İslam dünyasının ve bu bağlamda Osmanlı imparatorluğunun yaratmadığı bir atılımdır.
Ortaasya’dan başlayıp Anadolu’ya uzanan yolda değişen ve gelişen inançları İslam yorumu ile kaynaştırır, pratik çözümler getirir. İslam’ın beş temel ilkesini, Anadolu insanının yaşam biçimine indirger. Hac Farzı yerine “Kabe insanın kalbindedir” ilkesini getirir. Daha sonraları kimi felsefi düşüncelerle donanan bu, ilke Bektaşi edebiyatında işlenerek şu dörtlükte kristalleşir:
Hararet nardadır, sacda değildir,
Hakikat baştadır, tacda değildir,
Her ne arar isen kendinde ara,
Mekke’de Kudüs’te Hac’da değildir.
Kutsal Hıra dağının benzerini Sulucakaöyükte tesis eder. Abdest, namaz gibi göçebe toplum yaşamını zorlayan ibadet biçimlerini cem türeni ile kaynaştırır. Kabe’de ne gibi kutsal yerler varsa, benzerlerini Anadolu’nun ortasındaki bu küçük köyde yaratmaya çalışır. Bu nedenle yakın zamanlara dek Sulacakaraöyük, Anadolu Alevileri arasında “Küçük Hac” yeri olarak kutsanmıştır. Bu da Hacı Bektaş düşüncesinin pratik çözümlerinden biridir.
Genel anlamda Hacı Bektaş düşüncesi bir kuram değildir. Kuram, katı ilkelere bağlı durağan ilkeler bütünüdür. Katı ilkelere bağlı bütün düşün dizgeler, bir süre sonra özün önüne geçer, biçimin tutsağı olur, özü unutturur. Uygulamada boş kurallar, gereksiz ayrıntılar içinde kuram boğulur. Hacı Bektaş düşüncesinde böyle bir durumun söz konusu olmaması, onun en olumlu yanlarından biridir. Çünkü onda esas olan yaşamdır. Kurallar ilkeler, yaşamı kolaylaştırmak, güzelleştirmek için gereklidir. İlkeler yaşama değil, yaşam ilkeleri belirler. Böylece öğreti, zaman ve uzam sınırlarını aşarak evrensellik kazanır.
Ne var ki, bu durum, öğretinin yalınkat bir inanç dizgesi kalmasının da en önemli etkenlerden biridir. Açıkça söylemek gerekirse, Bektaşilik, bir kuram oluşturmamsı nedeniyle İslam içinde bir mezhep olamamıştır. Uygulama ile süren yalın bir halk inancı olarak kalmıştır. Düzsözden çok şiire ağırlık vermiş, deyişlerle ilkelerini, öğretisini sürdürme yolunu seçmiştir.. Sürekli medrese Sünniliğinin gölgesinde kalmış, bir türlü boy atıp serpilip gelişememiştir. Günümüzde Türk ulusunun kimlik bunalımının kökeninde bu Ulusal bir mezhebe sahip olmama gerçeği yatar. Arap kimliğini baskın biçimde işleyen Sünni Müslümanlık yanında, ulusal kimliğini belirleyecek bir mezhebin bulunmaması  bin yıllık bağımsızlığa karşın kimlik bunalımına neden olmuştur.
Oysa, İran’da durum farklı gelişmiştir. İran, bin yıl Türk egemenliğinde kalmasına karşın, derin ve köklü bir milliyet duygusunun doğmasına etken olmuştur. Fars bilinçaltında binlerce yıllık bir uygarlık, Asya uygarlığının tortusu sızıp Şiilik görüntüsü altında birikmiştir. Farsın Ruhu bu tortudur. Zerdüştlük, Ateşetaparlık, İslamlık ve Doğu gizemciliği birbirine karışmış, bulanık yoğun bir kültür biçiminde Şiilik kalıbına dönüşmüştür. Şiiliğin İslam tarihinde ne gibi bir anlam taşır, ne gibi etkileri vardır, kesin bilmez. Ama Ne ki, İran bulmacası bu anlamın altında gizlidir. İran’ı Türk ve Arap dünyasından ayıran köklü ruh farkı burada yatar.Günümüzde ulusal Fars kimliğini oluşturan bu tortudur.
Hacı Bektaş öğretisi, bu bakımdan İran Şiiliğini başarısına yaklaşamamıştır. Koşullar da böyle bir oluşumun doğmasına uygun değildir. Sonuçta Hacı Bektaş düşüncesi bir ihtilal sonrasının yıkık ortamında gelişir. Düşünceyi sistemleştirecek olan Hacı Bektaş kökende bir ihtilalcidir. İhtilal ortamı içinde büyür. Kardeşi Mintaş ile birlikte Babalı ayaklanmasında yer alır. Büyük ayaklanmada kardeşini kaybeder ve ayaklanmanın ezilmesinin ardından bir süre izini kaybettirir. Uzunca bir süre sonra Sulucakaraöyük’te barış güvercini olarak ortaya çıkar. Artık o bir militan değil, Ahmet Yesevi’nin buyruğu ile irşad etmek üzere Anadolu’ya gelmiş erendir. Güvercin donunda Anadolu’ya ulaşmıştır.
Güvercin donuna girme motifi Hacı Bektaş’ın yeni kimliğini yansıtan başat öge konumundadır. Bundan sonraki yaşantısında barış adamı olarak görev yapar. Halk babalı ayaklanması ve Moğol yayılması gibi toplumsal sarsıntılar yüzünden yorgun ve yaralıdır. Yaşam düzen alt üst olmuştur. Bu karmaşada insanlar en yakınlarını kaybetmişlerdir. Doğaya karşı direnme güçleri bitmiştir. Bir anlamda toplumsal bellek yitimi yaşanmaktadır. Böyle bir ortamda Hacı Bektaş öğretisi, işlevsel olur. Halka büyük ve gerçekleşmesi zor vaatlerde bulunmaz. Günlük yaşamda gerekli bilgileri sunar. Öküz nasıl koşulur, çift nasıl sürülür, döven nasıl sürülür, tuz nasıl çıkarılır türünden işlevsel bilgilerdir bunlar. Velayetname’de anlatılan öykülere sinen bu ayrıntılar savaş sonrası toplum yıkımı ile ortaya çıkan sorunları sergiler. Babalı ayaklanmasının yorgun devrimcisi artık toplumda bir eğitmendir. Velayetname’de onunla ilgili kimi mucizeler de anlatılır. Ne ki Hacı Bektaşı büyük yapan bu tür olağanüstülükler değil, günlük yaşamıdır. Tatar çocuğu bir oyunda kaza ile ölür. Mucizeye göre Hacı Bektaş çocuğu diriltir, gerçekte ise, Anadolu yerlisi ile Tartlar arasında çıkacak bir savaşı önler. Kendini tümüyle topluma verir. Olup biten olaylardan sonra evlenip özel bir yaşam kurmayı düşünmez. Bunun yerine sevdiği bir kişinin kızını evlatlık edinir. Ahi örgütünün şeyhi Şeyh Edibali ile Musahip kardeşi olur. Böylece Ortaasya kökenli yolkardeşliği geleneği Ahilik üzerinden Bektaşiliğe geçer.
Hacı Bektaş düşüncesinin başka önemli bir özelliği “Soyumdan gelenler değil, yolumdan giden değerlidir” ilkesini getirmesidir. Bu ilke Aleviliğin 72 milleti bir sayma düşüncesine dayanır. Böylece Alevilik kan birliğine dayanan ırkçı düşünceden arınır. Geniş bir hoşgörü boyutuna erişir.
İlerleyen dönemde Osmanlı’da Bektaşi Tekkesi ile kurulu düzenin barışıklığı gözlenir. Tekke kültürü Medrese Sünniliği ile uzlaşır, kurulu düzenin bir parçası olur. Ekonomik çıkarlar tekkeyi Osmanlı düzenine bağlar. Tekke, toplum sorunları ile ilgilenme ve direnme geleneğinden uzaklaşır. Böylece medrese kültür belli sınırlar içinde Tekke’ye sızmayı başarırı. Tekke edebiyatını bir halk edebiyatı-divan edebiyatı kırmasına dönüştürür. Yalın halk dili içine Osmanlıca sözcükler girer. Ama Tekke, medrese kültürüne tümden teslim olmaz. Türk dili ile ibadetini sürdürür. Törenlerinde semah ve ezgiyi korur. Sofu dogmalarını yermeyi sürdürür. Daha insancıl, daha bağışlayıcı bir Tanrı anlayışını bağrında yaşatır. Tüm bu direniş Hacı Bektaş düşüncesinin temelinde bulunan akılı etkin değer sayma ilkesinden kaynaklanır.18. Yüzyılda Voltaire çevresinde Bektaşi babaları bulunur. Edip Harabi gibi bir Bektaşi şairi, inançsal olarak evrenin yaratılışı eleştiren Devriyesini yazar. Namık kemal Bektaşi aileden gelir. Devrimci görüşlerini böyle bir ortamda filizlenir. Gençliğinde oldukça çok sayıda Kerbela mersiyesi yazar. Siir defterinde Ali aşkıyla dolup taşan dizeler yer alır. Eşref Paşanın Aleviyiz diye başlayan şiirine nazire yazar. Ali Şahımdır diye başka bir şiiri vardır.
Arnavutluk ve Balkanlarda Türk olmayan halklar arasında Bektaşiliğin Sünnilikten çok daha kolay yayılmasının gerekçesini, Bektaşiliğin temelinde yer alan akılcılıkta ve yaşam pratiğinde aramak gerekir. Nitekim, Osmanlı Devletinin çöküş döneminde kurtarma çabası veren ilerici İttihat ve Terakki örgütü Balkanlarda Bektaşi Tekkelerinden destek bulur.
Tüm bu özellikleri ile Hacı Bektaş düşüncesi çok yönlü ele alınması gerekli bir inançlar dizgesidir. İbadeti yaşam koşullarına uyarlaması, aklı en etkin temel değer seçmesi, eleştiriye yer vermesi, tüm halkları bir ve kardeş sayması, engin bir hoşgörü dünyası gibi özellikleri ile evrenseldir. Türk kökenli olması, İnanç dizgesini Türk dili ile sürdürmesi ilkesi ile ulusaldır. Ne ki bu Ulusallık başka halkların dilleri üzerinde baskı oluşturmaz. Kendi dilinde ibadeti her halk için yerinde ve doğal görür. Bu ilke bile ulusallıktan evrenselliğe açılımdır. Hacı Bektaş öğretisinin Anadolu’dan Balkanlara, Mısır’a, Budapeşte’ye yayılması inanç dizgesinin bu özelliklerinden kaynaklanır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder