Onuncu yılını kutlayan,
Kıbatek örgütü pek tanınmıyor. Genel anlamda Türk dil ve kültürünü araştıran
bir kurum KIBATEK. Adı bir kısaltmaya dayanıyor. Kıbrıs, Balkanlar ve Avrasya
Türk kültürünü araştırma örgütü adının kısaltması. On yıl önce Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti eğitim bakan yardımcısı İsmail Bozkurt ile folklor araştırmacısı, yazar Metin Turan kurmuş. Aralıksız her yıl
bir ülkede gerçekleştirdiği etkinliklerle günümüze gelmiş. 2004 yılı etkinliğini, Romanya'nın başkenti Bükreş’te gerçekleştirdi. 26-30 Nisan
günlerine sığan toplantı yoğun izlencesi ve titiz bilimsel bildirileri ile
kültür tarihimizde iz bırakan etkinliklerden biri oldu.
Azerbaycan’dan,
Macaristan'a, Kırım'dan Kıbrıs'a, Türkiye'den Belçika'ya pek çok bilimadamı,
şair ve yazarın katıldığı konukları, Romanya Türk Tatar Müslümanları, tarihsel
Türk konukseverliği ile kucakladı. Bu yılkı toplantının ev sahipliğini, Romanya
Tatarları üstlenmişti. Kıyasettin Uteu, Kıbatekin Romanya temsilcisi olarak,
sorumluydu. Romanya parlamentosundaki Türk milletvekili Necat SALİ ve Tatar
örgütlerinin desteği ile konuklar ile soydaşlar arasında canlı bağlantılar
kuruldu.
Üç gün
süren bilimsel konuşmaları, Tatar Türkleri yoğun ilgiyle izledi. En az otuz
bildiri sunuldu. Daha sonra Köstence'de yapılan şiir akşamında ise Türk soylu
halkların şiirlerinden örnekler sunuldu.
Sempozyum
bildirileri ayrı bir değerlendirme konusu. Yakından yayınlanacak bu bildirileri
ben bir yana bırakacağım. 'Yediğin içtiğin senin olsun, ne gördüğünü bize
anlat' atasözüne uyarak, Romanya izlenimlerimi yazacağım.
Romanya ve
Romanya Türkleri ülkemizde pek bilinmez. Osmanlı Devletinden koptuktan sonra,
Romanya ile Türkler arasında keskin ilişkiler yaşanmamış. Genellikle pek bilinmez
Romanya. Oysa çok yönden ilgi çekici bir ülke. Her şeyden önce geçmişin eski
döneminden beri Türklerin uğrak yeri olmasıyla, belli bir Türk azınlığın hemen
her dönemde Romanya topraklarında yaşamasıyla, Türkiye'ye hem yakın, hem uzak
bir ülke. İstanbul-Bükreş arasının bir saatlik bir uçak yolu uzaklığında
olması, birden şaşırdı beni. Yıllardır, gidemediğim, ülke benim bilincimde Çin
kadar uzaktı. Oysa zaman zaman bizim balıkçıların kıyı sularına girip
yakalandıkları bir ülke.
Komünist
dönemde Türk azınlığa en çok hoşgörü gösteren ülkelerden biri. Şimdilere ise bu
daha fazla.
26 Nisan
2004
Bükreş'teyiz.
Saat 10.10. Güneşli, ılık bir hava. hava alanı önünde sigara tüttürüyorum.
Bükreş havaalanında yoğun hava trafiği yok. Toplantıya katılacak arkadaşlar bir
bir gümrüğü geçip dışarı çıkıyorlar. Tatar dostlar bizi bekliyorlar. Otobüse
binip şehri bolu boyunca geçip Capitol otele geliyoruz. Çantalar otele
yerleşiyor ve yeniden bir yolculuk başlıyor. Romanya Türk tatar Birliği evine
geçiyoruz. Koca bir bir salon içinde, gıri boyalı eski bir yapı. Ev sahipleri,
bahçede toplanmışlar, konukları bekliyorlar. Roman'ya da 35-40 bin arasında
Tatar var. Bu dernek Tatar derneği. Bahçede oturanlar arasında tanıdık bir ad
var. Bu Dış İşleri bakanı Abdullah Gül'ün kardeşi.İş bağlantısı için Bükreş'e
gelmiş.
Biraz
sonra iç salona geçip Tatar bayanların yaptığı yemeklerle donanmış, açık
sofradan yemekler seçeceğiz. Tatar böreği ve öbür soğuk yemekler, salatalar.
Yemek sonrasında içeridekiler kandilerine tanıtacak. Birinci günün karşılama
izlencesi böylece sona eriyor.
27 Nisan
Yorgun
günün mutlu akşamında yazıyorum. Dolu dolu bildiriler sunuludu. İkinci sırada
benim bildirimin yer alıyordu. "Türk Edebiyatında Evrrensellik". Kısa
bir zaman dilimde özetliyorum. Ardından Konuşan Kurtuluş Kayalı'nın bildirisi,
bemim bildiri ile kimileyin örtüşen, kimileyin çatışan bir içerikte. Genelge
ikimizin bildiri bir bütünlük sunuyor. Üçüncü bidiri Cengiz Ertem'in bildirsi
"Modernizm Çevresinde Türk Romanı " başlıklı. İlgi çekici bir
değerlendirme. Zaliha Güneş: Peyami Safa'nın Attila Romanındaki gerçek kişileri
değerlendiriyor.
28 Nisan
16.30'da
Çauseşku'nun sarayında, yazmayı ve yaşamayı sürdürüyorum. Türk, milletvekili Necat Sali'nin desteği ile sarayın kapıları bize açıldı.
Çausesku'nun saray olarak düşünüp yaptırdığı dev oylumdaki yapı günümüzde Romanya
parlamento'su. Dünya'da Pentagondan sonra ikinci sırada en büyük devlet evi.
Bize izin verilen, zemin ve birinci katın tümünü gezdik. Tüm yapı üçü altta
olmak üzere 13 kattan oluşuyor.
Öğle
yemeğini, bu dev sarayda, Çauseskunun kabul odasında yedik. Yine Tatar
dostların ev yemekleri. Kabul salonunda Çauşeskunun giriş kapısı bilinçli
olarak küçük yapılmış. Kısa boylu küçük cüsseli olduğu için, televizyon
çekimlerinde, öbür kapılarda olduğu gibi dev kapıda küçücük görünmek istememiş.
Şu an, sarayın bilardo salonunda notlar alıyorum. Hemen yandaki salonda
bildiriler sunuluyor. Bükreş'in büyük bir bölümü sil baştan, yeniden yapılmış.
Çauşenku, kentin % 30'unun yıkılmasını buyurmuş. Kentin bu bölümü tümden
boşaltılıp yerle bir edilmiş. 1984-85 yıllarında yıkımına başlanıp Çauşesku'dan
sonra bitirilen, yeni Bükreş'in öyküsü bu.
19 yy'da
yaygın Rokoko ve yeni sitil ile yapılan kent, kılı kılına düşünülmiş bir
simetri içeriyor. Aynı simetrik düzenini sarayda da göreceğiz. Sarayın 1.
katındaki balkondan şehri izlerken, konuklardan bir "sanırım Çauşesku'da
simeri hastalığı vardı" diye bu durumu vurguladı. Karşımızda Paris'in
Şanzelizesini andıran 4.5 kmlik dev bulvar, yeni yapılan bölümü ikiye ayırıyor.
"Komunizmin başarı Bulvarı" adı düşünülmüş. Günümüzde "Birlik Bulvarı"
adını taşıyor. Bulunduğumuz saray, 19 m. yüksekliğinde bir tepe üzerine
kondurulmuş. Kentin yenilenmesinde 29 kilise yıkılmış. Yalnız bir kilise 300 m.
kaydırılarak kurtarılmış.
Sarayın
dört yanını bakanlık yapıları, devlet kurumları çeviriyor. Tümü açık krem rengi
ile pırıl pırıl. Hemen arkadaki bir dev yapı gösteriyor, Bükreş Bilimler akademisinde
görevleri bir arkada:
"İşte
bu yapı, Romen bilimler akademisi. Benim odam şu karşıda yer alıyor."
Akıl almaz,
yeni kent dokusu, zamana ve uzama meydan oku gibi, görkemle önümüzde duruyor.
İnsanın ölüme ve sonsuza bir direncinin anıtı sanki. Sarayı gezdiren kılavuz,
tüm yapı düzenini uzay yolcularına yön gösterecek anıtlara benzetiyor.
Gerçekten Mısır sfenkleri gibi bir görüntü sunuyor saray.
1984-
85'lerde yapımına başladılar diyorlar ya, pek sanmam. Türkiye'ye dönüşte, Nazım
Hikmet'in şiirlerini karıştırdı. Ve bir şiirinde şöyle diyor Nazım:
Bükreş'te yeni evler gördüm.
Ebem kuşakları
Ve şafakta suydu evler.
Braşov'da çıktılar karşıma
dağlarla beraber.
Ve Karadeniz'de
mamaya'dan Mangalya'ya kadar
Fıskıyelerin sevinci evler
Rahatlığı ütülü, temiz çamaşırların.
Mimarlar sağolun.
Sözüm 57'den sonrakilere.
Sanırım,
yalnız sarayın yapımı 1984'e dayanıyor. Kentin yeni bölümü ise daha eskilere iniyor.
Henüz yapımı
sürüyor sarayın. Onu uzaktan kuşatan bakanlık yapılarının 4500 odası bulunduğu
söyleniyor. Saray milimetrik çizim içindeki dev bir meydanın ortasında ye
alıyor. Kmlerce uzayan yollar sarayı kente bağlıyor.
Sarayın
bilimler akademisine bakan kapısındaki merdiven başında bol bol toplu
fotoğraflar çektirerek içeri giriyoruz. Dev mermer sütunlar üstünde ayakta
duran ve insana ürperti veren yapının avlusunda toplanıyoruz. Önce zemin katı
turlayacağız. Saray, yer yer eski bir kiliseyi andırıyor. Bu görüntüsü
nedeniyle, Kosta Gavras'ın son filmlerinden birine ev sahipşiği yapmış. Yahudi
kıyımına, katolik kilisesinin işbirliği yaptığını vurgulayan "Modigan'
filmini Gavras, Vatikan'da çekmek istemiş. Vatikan izin vermeyince burada
çekmiş. Çevrim sırasında duvarlara çok güzel, dinsel tablolar çizilmiş.
Tablolar yerli yerinde. Kiminde Meryyem Ana ağlıyor, kiminde İsa'yı kucağında
taşıyor. Arka fonda başka renkli kişiler. Din bilince çizilen görüntü. Benzet
benzetebildiğince...
Akademi'ye
bakan kapıdan girince hemen solda, yuvarlak bir salon yer alıyor. Ortada en az
100 kişinin bulunabileceği bir yuvarlak masa duruyor. Çevresine sandalyeler
dizilmiş. İnsan Hakları salonu burası. Eşitliği vurgulamak için bilinçli
biçimde, yuvarlak salaon ve yuvarlak masa seçilmiş. Masanın boş olan orta
bölümündeki yer cumhurbaşkanına ayrılmış. İnsan hakları salonu şimdilerde, NATO
toplantılarında kullanılıyor.
30
salonlu, 49 asansörlü sarayda klima kullanılmamış. Çauşesku, kılima aracılığı
ile zehirlenirim korkusu ile, böyle bir düzeneğe izin vermemiş. Abdülhamit'in
elektirik vehimi gibi bir duygu olmalı. Sanki ölüme engel varmış gibi. Nitekim,
1989 yılının son günlerinde, bir gün halk ayaklanacak, yaşadığı eski kral
sarayını kuşatacak, bunca emek verdiği yapıda bir gün bile yaşama olanağı bulamadan
kendisini devirecektir.
O günleri
sıcağı sıcağına yaşamıştım. Eşim ve oğlumla, araba ile yeni yılı dinlencesi
nedeniyle Budapeşte'ye doğru yoldaydık. Önümüz sıra Alman Kızılhaç konvoyu
ilerliyordu ve Alman radyosundan sürekli haberleri dinliyorduk.
Eşi ile
birlikte, helikopterle Bükreş'ten kaçarken, 100 km kuzey batıda
indirilmişlerdi. Kurşuna dizilmeden önce eşi Elena yiğitçe yanıt vermişti:
"Bağışlanma
dilemiyoruz!"
Bu olayı, Necat Sali'ye anımsatıyorum. Necati
Sali şöyle yanıtlıyor.
"Malta
buluşmasında, Amerika ile Rusya anlaşmıştı. Çauşesku'ya çekilmesini önerildi.
Orduya ve partiye güvenerek Çauşesku direneceğini sanıp bu isteği geri çevirdi.
Bunun üzerine Transilvanya'daki Macar azınlık ayaklandı. Kimileri bir papaz
ayaklandırdı dedi, kimileri de CIA'ya yükledi. Eylemin nasıl başladığı pek
bilinmiyor. Ardından ayaklanma Bükreş’e sıçradı. Saray kuşatıldı. Ordu ve polis
yan değiştirdi. En yakınları, savunma bakanı ve öbür yüksek yetkililer,
canlarını kurtarmak için Çauşesku'yu ele verdiler. Sözgelimi Çauşesku'nun
bindiği helikopterin yerini savunma bakanından başka kimse bilmiyordu. O,
Çauşeskuyu ele verip canını kurtardı. Romen halkı böyledir. Öylesine dirençli
değildir. 'Gelen ağam, giden paşam' der. Güçlünün yanında yer alır. Halkını tanımama
Çauşeskunun sonunu getirdi."
Sarayın
merkezinde yer alan salon, Romen Halk meclisi. 18 Azınlık ve Romen çoğunluğun
temsil edildiği parlemento çok renkli insan görüntüsünü sunuyor. Transilvanya,
Moldavya, Erdel gibi bölge adlarından oluşan bir eyaletler, halklar meclisi
gibi. hemen her azınlığa, sosyalist dönemde de belirli haklar tanınmış. Her
dönemde ana dillerini kullanma, öz kültürlerini işleme, dinsel inançlarını
sürdürme olanağı bulmuşlar.
Bu azınlık
haklarından en çok zarar görenler ise Macarlar. 1. Dünya savaşı sonrasında, 3
milyonluk macar kitle Romanya sınırları içinde kalmış. Tüm dönemlerde eritme
politikası uygulanmış. Günümüzde 20 milyonluk Romanya'da 1.5 milyonluk sayısı
ile yine korkulan bir azınlık. Ülke kültürüne renk kattığı söylenen öbür
azınlıklara gösterilen hoşgörü onlardan biraz esirgeniyor. Her an kopacak
tehlikeli bir azınlık olarak algılanıyor.
Oysa 70
bin kişilik Türk Tatar azınlık, korunmaya alınmış bir biblo gibi. Ülke insan
bileşimine renk katan sevimli bir topluluk olarak görülüyor. İçe dönük
yaşamları, müzikleri, dinleri dilleri ile yaşamalı isteniyor. Ayrıca devlet
politikası, Türkiye ile ve Türklerle barışık. Bu durum Çauşesku döneminde de
böyle olmuş. Rus jeopolitik baskısına karşı, Marksizmi en katı biçimde uygulayarak
direnmişler. Rus baskısı yerine, Türk dostluğunu seçmişler. Sözgelimi, birçok
Doğu blok ülkesinde Türkoloji bölümü açılmazken, bunlar açmışlar. Türk azınlığa
dil, din yasağı konurken, Romenler Türk kültürüne destek olmuşlar. 1990'dan
sonra Türk-Tatar azınlık dış dünya ile bağlantı kurma olanağını elde etmiş.
Türkiye'den giden birçok işveren işyerleri açmış. Şimdi, 30 bin kişilik yeni
göçmen de bu sayıya katılmış durumda. Bükreş, Köstence'de üst üste işyerleri
açıyorlar. Çoğunun ailesi Türkiye'de. Sık sık Türkiye'ye geliyorlar.
Romanya'daki Türk- Tatar azınlıkla pek kaynaştıkları yok. Romanya'da oturup
Türkiye'de yaşıyorlar. Romanya Türkleri ise Romanya'da yaşayıp Türkçe düş
görüyorlar! İşte aradaki ayrım.
Bükreş'te
karşılaştığım Gaziantepli birine soruyorum. Yedi yıldır mobilye dükkanı
işlettiğini ve ailesinin Türkiyede olduğunu söylüyor.
"Çocukların
eğitimi yüzünden getiremiyorum. Fethullah'ın okullarında öğrenci başına
ayda $. 2.000. alıyorlar. İki çocuğum
var. Nasıl öderim bu parayı" diyor.
Günümüzde parlemetoda
üç Türk milletvekili var. Bunların bir Tatar-Türk, ikincisi Oğuz Türk
kontenjanından girmiş. Üçüncüsü Sosyal demokrat parti üzerinden.
Müslüman
Türk Tatar Türkleri Demokrat Birliğinin
iki gazetesi var. Biri aylık: Karadeniz. Aylık çıkıyor, Romence, Türkçe,
Tatarca yazılarla donanmış.
Gazetenin
ilkesi Gaspıralı İsmail Bey'in ünlü özdeyişi: "Dilde, fikirde, işte
birlik".
8 sayfalık
gazete haber yorum ve edebiyat içerikli. Ayrıca iki sayfalık "Kadınlar
Dünyası" eki var. Elimde tuttuğum son sayıda örnek analarımız, Dobruca
Efsaneleri, adetlerimiz, Mecidiye Kadın kolu raporu gibi yazılar yer alıyor.
Küçük dünyasında küçük insanların mutluluk tabloları.
Romanya'da
bulunduğumuz sürece hemen her gittiğimiz yerde şiir kitapları uzatılıyor. Küçük
olanaklarla basılmış, sevecen emek ürünleri bunlar. Çoğu Kırım/ Dobruca Tatar
dilinde. Ne çok seviyoruz şiiri! Bir batılı türkoloğun söylediği bir özdeyiş
geliyor aklıma: On sekizine gelip de şiir yazmamış bir Türkle
karşılaşamazsınız.
Romanya
Tatarlarının Kırım ile kanbağı var.
Eski
dönemlerde beri, Dobruca Kırım Türklerinin sığınma alanı olmuş. Kırım'da baskı
gören Türkler soluğu Romanya'daki soydaşlarının yanında almışlar. Özellikle
1945'ten sonra çok sayıda Kırım Tatarları gizlice Romanya'ya kaçmış. Romanya'da
kimliğini gizleyerek yaşamını sürdürmüş.
Mecidiye
Mezarlığıda Kırm'ın ünlü şairi Mehmet Niyazi yatıyor. Mezar taşında "Kırım
Tatar Halk Şairi MEHMET NİYAZİ (1878-1931) yazılı. Mezarı Dobruca Türklerinin
ünlü dergisi EMEL'in girişimi ile Cafer
Seyit Kırımer yaptırmış. Mezar üstünde ise bir dörtlük yer alıyor:
Yolcu,
taptap geçme; tokta tüşün mında bir ölü yatmaz
Yeşil
yurtka şavle saçkan kuyaş saklanıp tura
Niyazi dep
keçip ketme, aga tarih kün kesmiy
Cav
cüregin kaltıratı, o bir attay bir Çorabatır
Ve bir
Kırm haritası ile tamamlanmış mezar taşı.
Mecidi'ye
Türk Tatar mezarlığında, Genç Türklerin tarihinde önemli yeri olan biri daha
yatıyor. İbrahim TEMO. İttihat ve Terakki'nin kurucusu Dr. İbrahim Temo'yu,
Türk tarihi ile ilgilenen hemen herkesin bildiği bir kişilik. Arnavut kökenli
Dr. Temo, Osmanlı'nın batış yıllarında devleti kurtarmak için, yakın
tarihimizin ünlü örgütünü kurmuş. Osmanlı Devleti dağıldıktan sonra, ülkenin
parçalarından en dinginini seçip yerleşmiş. Şimdi serin Mecidie mezarlığında ağaçlar
arasında ebedi dinlenmesini sürdürüyor. İki Temo daha yatıyor yanında. Üç
Temo'nun mezar taşları şöyle: Dr.
İbrahim Temo (1865-1945), eşi Nafize
Temo (1882-1962), oğlu Dr. Naim Temo
(1911-1992). Günümüzde kimse yaşamıyor Temo ailesinden.
Mecidiye, Bükreş-Köstence yolu üstünde 40 bin kişinin yaşadığı
yerleşim birimi. Yaşayanları % 70'i Türk. "Tatar Birliği Mecidiye Merkezi" adlı bir örgütleri var. Romen
devlet desteği alınmış bir yapıda işlevini sürdürüyor örgüt.
Köstence'ye
uzanan yol boyu, serpiştirilmiş Türk-Tatar köylerini geçiyoruz. Hasansı,
Nurbat, Tepreş köyleri bunlar.
Otobüste
Tatar ev sahipleri bize eşlik ediyorlar. Ev sahipleri arasında şen şakrak bir
Tatar ana var: Ceverkan Ahmet. Ceverkan Hanım, Bükreş Türkleri arasında Şeker
Hanım adı ile anılıyor. Şeker Hanım bol bol Tatar türküleri söylüyor, anılar
anlatıyor, çevre hakkında bilgiler veriyor, içki içiyor ve dolu dolu kahkahalar
atıyor. Kendisine şeker sanını kayınanası vermiş. Gerçekten adına uygun şeker
gibi bir Tatar ana. Köstence'ye 30 km uzaklıkta Menlibay köyünde doğmuş. Kırım
Akçamescit'ten gelen bir ailenin kızı. Öğretmenlik mesleğini seçip bu işten
emekli olmuş. İki yıl önce eşi ölmüş. Ailesi Alakapı köyünde yaşıyor. Eskilerde
90 ailenin yaşadığı köyde şimdi 19 ev kalmış.
Yol boyu uzanan
yeşil alanları gösteriyor Şeker Hanım. "Gençliğimizde buaralarda piknik
yapardık. Aileler at arabaları ile topluca gelirlerdi.Gençler oyunlar
opynarlardı. Birbirini sevip kaçarlardı" diye anlatıyor.
Otoyol
kıyısını şimdi yalnızca araba gürültüleri dolduruyor. Ağaçlar gençlerin şarkı
ve sevdalarının özlemi içinde esiyorlar.
Erdel
eyaleti, 360 yıl Osmanlı egemenliğinde kalmış. 1812 Bükreş Antlaşması ile
Beserabya Rus egemenliğine geçmiş. Sınır Tuna'ya dayanmış. Bükreş Antlaşması
Bükreş'te pek seyrek olarak bulunan Osmanlı yapılarından birinde HANUL MANUC'da
onaylanmış. Hanul Manuc "Manuk'un Hanı" anlamına geliyor. Bu yapıyı
Osmanlı yurttaşı Musevi Manuk Bey, görkemli bir han olarak kondurmuş.Bükreş
ortalarında yer alan bu güzel yapı günümüzde turistik lokanta, el işleri
satılan bir çarşı konumunda.
Kıbrıslı
konuklardan Sevil Emirzade ile hanı gezip görüntüler alıyoruz. Osmanlı
döneminde kullanılan eski bir at arabası bir kıyıda duruyor.
Türkiye'de
gördüğümüz tarihsel hanların yapıçizimi ile büyük benzerlik gösteriyor hanın
görünümü. Yalnız bir küçük ayrım var. Romenler bu tarihsel yapıyı bizden çok
daha iyi koruyup donatmışlar!
Bir de
Osmanlı döneminden kalma cami varmış. 1953 yılında sözkonusu camide Nazım
Hikmet, bir kadir gecesi derin yurt özlemleri içinde dinsel dinletiyi izlemiş.
Antlaşma
gereği, Osmanlılar Bükreş'e pek el atmamışlar. Türk-Tatar kültürü Köstence'de
yoğunlaşmış.
Köstence
-son on yıllık turistik yapılaşma dışında- eski dokusunu korumuş. İki katlı
evler çoğunluğu oluşturuyor. Bir de cami var: Karol Camisi. Romen kıralı 1.
Karol'un akçal desteği ile 1910-12 yıllarında yapılmış. Romen yapıçizimci, cami
çizimini Mısır'daki bir camiden almış. Genişliğine oranla yüksekliği çok daha
fazla. Biraz kilise çizimini anımsatıyor. Cami hemen her dönemde işlevini
sürdürmüş. Günümüzde de dinevi olarak kullanılıyor.
Başka
ulusların bize gösterdikleri hoşgörüleri saygı ile anıyoruz. Ama biz, başka
inançtan kişilere aynı hoşgörüyü göstermeye neden yanaşmıyoruz diye bir duygu
geçiyor içimden. Hadi başka uluslar bir yana, kendi ulusumuzdan insanları bize
benzetmek için niye böylesine çaba gösteriyoruz?
Nitekim
camiyi gezdikten biraz sonra, Köstence Türk-Tatar birliğinde olacağız. Sorunlar
konuşulup durum değerlendirmesi yapılırken, genç bir Macar Türkolog Sandor
Szatmar Romanya'da açılan Fetullah Hoca okullarının işlevine değiniyor ve şöyle
bir soru yöneltiyor:
"Tatarlara
Türkiye Türkçesi öğreterek onları kendi kimliklerinden uzaklaştırıyorsunuz.
Türk halkının çokrenkliliğini ortadan kaldırıyorsunuz. Bu uygulama ile ne
yapmayı amaçlıyorsunuz?"
Genç
meslektaşı ben yanıtlıyorum:
"Hayır,
bizim amacımız eritme politikası değil. Tatar, Tatar kaldığı; Gagavuz Hıristiyan
olarak kaldığı sürece güzeldir. Ne Tatarca'nın, ne de öbür Türklerin dillerini
unutturma niyetindeyiz. Türkiye Türkçesi yalnız ortak iletişim dili olabilir.
Ayrıca bizim de öbür Türklerin dillerini öğrenmemiz gerekir."
Evet, ne
yapmak istiyoruz?
Devlet
politikası mı yapılanlar, yoksa bireysel bir dinadamının çabası mı, bilmiyorum.
Ama benim politikam değil.
İki saat
sonra öğle yemeğini Mecidiye'de Mustafa
Kemal İlahiyat Lisesi yemek salonunda yiyeceğiz.
İslamı
yayma izlencesi doludizgin sürüyor. Türk-İslam sentezi politikası en kıyı
yerlere dek burnunu sokmuş. Kimi yerde de Atatürk görüntüsünün gölgesine
sığınarak.
Nerede
kalmıştık? Köstence’deki Karoli Camisine gösterilen hoşgörü getirdi biz buraya.
Ama henüz bitmedi cami üzerine söyleyeceklerimiz. Caminin bir kıyısında dürülü
dev bir halı duruyor. 400 kg ağırlığında, 6oo m2lik bu el işi halıyı 1870-1880
lerde Osmanlı sultanı günümüzde Bulgar sınırları içinde bulunan Adakale
camisine bağışlamış. 1910'larda camiye bir top düşmesi sonucu halının ortası
tahrip olmuş. Sonra yeniden onarılmış. 1968'de cami ile birlikte Adakale baraj
yapımı nedeniyle sular altında kalacağı için, halı Köstence camisine hediye
edilmiş. Şimdi 150 yıllık bu mahzun halı Nazım'ın Vera'nın Uykusu şiirinde
olduğu gibi, yummuş nakışlarını uyuyor.
Ve
Köstence kıyılarında kat kat oteller yükselmeye başlamış. Kısa süre sonra
buralar da bizim kıyılara dönecek anlaşılan.
2004
ilkyazında benim görüntülediğim Romanya bu. Benden sonra görüntüleyeceklere
selam!
17.
05.04, Antalya
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder