Yayında Olan Eserlerim

26 Kasım 2017 Pazar

Oyunlarla Yaşayan Adam: Hilmi Atacan

Sivas’ta “Tiyatro“ denince ilk akla gelen adlardan biri Hilmi Atacan olurdu. Tiyatroya gönül verenlerin başında gelirdi. Bir dönemin, bir kuşağın ilk özgün örneğiydi.
İpek yolunun çekirdek kentlerinden olan Sivas, Cumhuriyetle birlikte önem kazanmıştı. Ülkenin kalbi, başkent Ankara’ya uzanan yolun üzerinde yer alıyordu. Çevre kentler arasında lise eğitimi veren tek merkez konumundaydı. Lise öğretmenleri dönemin adıbelli eğitimcileriydi. Lise müdürlüğünü Şair Ahmet Kutsi Tecer, müzik öğretmenliğini Muzaffer Bey (Sarısözen) yönetiyordu. Ülke Halk Evleri kurumu ile uygar insan ilişkilerini, yurttaşlık bilincini öğrenmeye hazırlanıyordu. Sivas Halk evi bu görevi yerine getiren kurumlar arasında yer alıyordu. 1931 yılının soğuk güz günlerinde Halk Aşıkları Bayramı düzenlemiş, etkinlik ülkede yankılanmıştı. Aşık Veysel’i bir ozan olarak ülkeye kazandıracak ekinin tohumları bu bayramda atılıyordu. Aşık Veysel o günlerde, şair değil, bağlama çalan bir aşıktı. Böyle biz düzenleme olmasaydı büyük olasılıkla Veysel, ünlü bir halk şairi değil, köyden köye gezip saz çalan bir aşık olarak kalacaktı.
Halkevleri, bir kuşağın olduğunca onun da yaşamına yön veren öğretmeni oldu.  Yaşamın oyunla başlayıp, oyunla bittiğini anlayan Halkevleri oyunun önemini kavrayan bir kurum olarak öğretici işlevini üslenmişti. Kendini yetiştirmeye çalışan genç adam, tiyatro denen oyunla karşılaşıp ona tutuldu. Dönemin olanakları içinde makyajlar yapıyor, dekorlar düzenliyor, oyunlarda roller üstleniyor, bütün yaşam bir daha kurtulamayacağı sahne tozunu içine sindiriyordu. O günlerde Cazım Beyden yönetmenlik öğrenmeye başladı. Derken, Türk Tiyatrosunun kurucularından Muhsin Ertuğrul Sivasa geldi. Atacan ondan öğrendiği yönetmenlik bilgileri ile deneyimlerini genişletti. Artık o bir yönetmendi ama yaşamını tiyatrodan kazanmak için değil, tiyatroyu sevdiği için bir yönetmen, bir tiyatro tutkunuydu. 1930’da tren yolu Sivas’a ulaşmış, Sivas’ta demir yollarına hizmet verecek altyapı kurumları oluşmaya başlamıştı. Atacan Demiryollarında bir memur olarak yaşamını kaznıyor, bunun yanında Halkevlerinde tiyatro ile ilgisini sürdürüyordu. Bir dizi oyunlar sahneye koyuyor, halk eğitimine katkıda bulunmaya çalışıyordu.
Bu yıllarda yaşadığı kimi olaylar Atacan için unutulur türden değildi. Yıllar sonra sıcak bir Antalya gününde öğretmen evinin çınar ağaçları ile kaplı koyu gölgesinde bu anılarını hazin gülümsemeler arasında anlatacaktı. Bunlardan biri daha sonraları sinema oyuncusu olarak adını duyuran Talat Gözbak’la ilgiliydi.
Talat Gözbak, gençlik yıllarında Atacan’ın Halk evlerinde sergilediği oyunlarda gözüken Sivaslı yakışıklı civan gibi bir oyuncuydu. Ele avuca sığmaz Talat o yıllarda hızlı solcu, hemen hiçbir şeye de inanmayan tanrıtanımaz asi bir gençti. Samsun Halkevinde oynanan bir oyun sonrasında Merzifonlu bir genç kızın kalbini çalmış, onunla birlikte olmuş, ardından onu bırakıp İstanbul’a kaçmıştı. Sivas’ta Demir yollarındaki işi, Halk evlerindeki tutkusu ile evi arasında dingin bir yaşam süren Atacan, arkadaşı Talat’ın yaşamını uzaktan izler olmuştu. Gözbak'ın adını kimileyin film afişlerinde görüyor, kimileyin Anadolu‘yu gezen tiyatro toplulukları arasında işitiyordu. Gözbak, ışıklı yaşam ortamında gün bulup gün yiyen, renkli bir yaşam süren bir adamdı artık, Gençlik günleri hiç bitmeyecekmiş sanıyor, anın tadını çıkarıyordu. Ve, zaman yılları, yıllar gençliği eritiyor, Gözbak yaşlanıp gözden düşüyor, sinemada sahnede adı unutuluyordu. Yetmişli yılların sonlarında Gözbak Kıbrıs’ta ülkücü hareketin içinde yer aldığı duyuldu. İleri solculuktan ülkücülüğe geçmişti. 1985 yılında soluğu yeniden eski geçmişinde arayıp Hilmi Atacan’la buluştu. Bir belgesel film projesi düşüncesi ile gelmişti Atacan’ın yanına Birlikte Ata’nın Samsun’da Anadolu’ya ayak basışından Ankara’ya ulaşıncaya kadarki yaşamını konu edinen yarı belgesel bir çalışma gerçekleştireceklerdi. Film TRT’nin desteği ile çekilecekti. İki eski arkadaş, projeyi gerçekleştirmek üzere kolları sıvamışlar, ön hazırlıklara başlamışlardı. Amasya’da bir otelde gecelerken, Talat Gözbak, yatağa uzanmış gözlerini tavana dikli bir şeyler mırıldanarak uyumaya hazırlanıyordu. Atacan, Gözbakı’ın neler mırıldandığına kulak verdiğinde onun Arapça dualar okuduğunu gördü.
“Aman Tanrım, zaman neler gösteriyor“ diye düşündü Atacan. Bir zamanların ele avuca sığmaz, Tanrıtanımaz Talat’ı dine sığınıyordu, Tanrıya bağışlanma duaları ediyordu!
İkinci bir anısı da ilginçti. Cumhuriyetin okuryazar yetiştirmek için okuma bilen askerde çavuş rütbesi almış kişileri köylere eğitmen olarak yetiştirme savaşı verdiği o günlerde kimi solcu aydınlar (ne kadar aydınlarsa!) Atatürk devrimlerini yetersiz buluyor, aşırı sol devrimlerle ülkeyi kalkındırmanın düşlerini görüyorlardı. Bu sihirli formülün bir dokunuşu ile ülkenin kalkınacağını sanıyorlardı. Bunlardan biri de İsmet Paşa İlkokulu Müdürü Ruşen Zeki idi. Komünizm suçundan on yıl tutukluluk cezası almış, bir süre yattıktan sonra bırakılmıştı. İşsiz güçsüz Ruşen Zeki, Halifelik’te izbe bir evde yarı aç yaşamını sürdürüyordu. Hilmi Bey bir gün ona etli ekmek götürerek bir ziyafet çekti. Ve sonra bir gün Ruşen Zeki, bu açık hapishane yaşamından sıkılıp Sivas’tan ayrılmaya karar verdi. Hilmi Bey, onu bir kamyonun üstünde bilinmez bir geleceğe yolcu ederken adamın aptalca iyi niyetine, duru saflığına ağlar gibi gülümsüyordu.
1939 yılında Hilmi Bey, Halkevi tiyatrosunda Tırtıllar oyununu sahneye koydu. Oyunun bir sahnesinde imam rakı içip sarhoş oluyordu. Oyunun sahnelendiği günün ertesi Erzincan depremi oldu. Oyunu seyreden kimi yobazların kışkırtması ile halkın Halkevi binasını taşlaması Hilmi Atacan’ın belleğine kazınmış unutulmaz anılardandı.
Hilmi Atacan böylesine güzel anılarla dolu alçakgönüllü bir cumhuriyet eri, Atatürk devrimcisiydi. Son yıllarını Antalya’da geçirdi. Meltem mahallesinde yapımı on sekiz yıl süren çimenler içine kurulu bağımsız  kooperatif evinde dingin son günlerini sürdürüyordu. Arada bir yavaş adımlarla Konyaaltı caddesinde yürüdüğünü görüyor, rahatsız etmemek için selam vermeden sessizce yanından geçiyordum. Şimdilerde o caddede yürüdüğümde gözlerim onu arıyor, öldüğünü anımsıyorum. Devrim ağacından düşen bir yaprağın hüzünlü eksiğini duyuyorum.



2 yorum:

  1. Hilmi Atacan benim kayınpererimdi ,çok muhterem ,çok saygılı bir beyefendi idi,Allah gani gani rahmet eylesin

    YanıtlaSil
  2. Hilmi Atacan bende de aynı izlenimi bıraktı.
    Çok saygın, beyefendi bir insandı.
    Bir süredir bu öykü üzerinde çalışıyorum . Yeniden yazıyorum. Bittiğinde yayınlayacağım. Sizinle görüşelim bilgi alırım. Benimle bağlantı kurun
    Fuat Bozkurt

    YanıtlaSil