Yayında Olan Eserlerim

3 Kasım 2017 Cuma

Halk Ozanı Aşık Süleyman, Demeleri

Aşık Süleyman
                        
Otuzlu yılların ortalarında, Revânî Gürün'de bir sazcı dükkanına girdi. Yanında saçı sakalı dağnık, kaba saba bir adam vardı. Revânî bir bağlama alacaktı. Sazcı üstleri baş­ları dağnık bu adamları üstün körü selamladı. Revânî, duvar­da asılı bağlamaları tek tek gözden geçirdi. Birini gözü tuttu. Evirip çevirip biraz daha baktı, bir denedi, ardından sazı ar­kadaşına uzattı:
“Aşık şu saza bir bak hele, alayım mı?”
Aşık Süleyman bağlamayı kucağına yerleştirirken sazcı göz ucuyla pis pis baktı. Böylesine saçı başı dağnık birinin saza el atması canını sıkılmıştı belli. Ama ses çıkarmadı. Aşık Süleyman bir iki perdeyi oynattı, tezeneyi eline aldı bağla­manın tellerine vurmaya başladı. Bağlamayı ötüyordu. Aşık Süleyman elindeki bağlamayı çalmıyor; konuşturuyordu. Sazcı işinden başını kaldırdı. Bağlamanın vuruşlarına kap­tırmıştı kendini. Şaşkınlık, hayranlık, suçluluk karışımı bir bakıştı bu. Aşık Süleyman durumun ayrımında değildi. Her şeyi izleyen tek kişi Revânî'ydi. Sazcının gözleri süzüldü, elinden keski düştü.  Kendisini unutmuştu. 
Harabat ehline hor bakma şakird
Defineye malik viraneler var
Sanki bu dizelerde vurgulana derinliği algılıyordu. Sazcı kendini unutmuştu. 
"Fahri" tapşırması ile deyişler yazardı. Ama o Mamaş bağlama geleneğinin en özgün kişiliklerinden biriydi. Deli Derviş'ten sonra geleneksel bağlamanın tek ustasıydı. Soyadı yasası çıktığında "Fırtına" soyadını almıştı. Gerçekte bu adı ona kaymakam vermişti. "Sen fırtına gibi saz çalıyorsun. Senin soyadın "Fırtına" olsun" demişti.
Gerçekten fırtına gibi doludizgin çalardı Aşık Süleyman. Otuzlu yıllarda ilçe büyükleri­nin sofrasının eksiği çekilen sazcısıydı. Suzânî, Revânî ve oğlu Haydar'la birlikte bu sof­ralarda saz döktürürdü. Ama bağlaması ne ölçüde tatlıysa, sarhoşluğu o ölçüde tatsızdı, çekil­mezdi. İster köyde içsin, is­terse bu büyüklerin masalarında içsin, sarhoş olunca kişiliğini yiti­rirdi. Bu yüzden zaman zaman bu sofraların dışına itilme­ye başladı. Ve bu durum ona çok ağır geldi.
1931 Sivas Halk Şairleri bayramında en öz­gün bağlama us­tası seçilmişti. Gerçekte bağlamada Suzânî de çok üstündü. Ne var ki, dönemine göre onun bağlaması daha moderndi. Aşık Süleyman ise geleneksel bağlama ustasıydı. Suzânî ve Revânî gibi, bağlamayı o da Aşık Hasan'dan öğrenmişti. Nitekim Atatürk'e seslenen bir şiirinde bunu vurguladı. Ama sonuçta her yiğidin ayrı bir yoğurt yiyişi vardı. Revânî, Suzânî baş­kaydı, Aşık Süyleman başkaydı.
1931 Halk şairleri bayramında yazdığı yemek koşması bu açıdan ilginçti. Tümüyle açlığı anlatıyordu. Osmanlı döne­minde ağır sıkıntılar içinde yaşamıştı. Cumhuriyet dömeninde saygınlık ka­zanmıştı. Kemal Paşa'dan tek dileği vardı. Bir çift öküz istiyordu. Ama onu da almamıştı. O günlerde Aşık Veysel'in plak çıkardığını öğrenmişti. Oğlu Haydar'a seslen­di:
“Ben hemen İstanbul'a gideceğim. Kör Veysel plak çıkar­mış. Onun kaç paralık sazı var ki plak bastırsın. Hele görsün­ler saz nasıl çalınırmış!”
Bu son dileğini de yerine getiremeden dünyadan ayrıldı. Belki günümüze onun özgün bağlama türünden bir örnek kala­caktı. O da ol­madı. Bu sözünden kısa bir süre sonra öldü. Bağlamının ezgisi, Aşık Süleyman'ın türküsü gökkubbede yitip gitti. Yazıya geçmiş yalnız iki deyişi kaldı. Günümüze gelen bu deyişler ise büyük bir değer taşımıyor.
Deyişlerinden birinde 1308 doğumlu olduğunu belirtmişti. Buna göre 1890'da Mamaş'ta doğmuştur. Ama 1931 yılı Halk Şairleri Bayramında alınan görüntüde çok daha yaşlı olduğu gözüküyor. Aynı yıl­larda doğmuş, Suzânî ve Revânî arasında bir kuşak olduğu an­laşılıyor. Nitekim oğlu Haydar, Revânî ve Suzânî ile aynı kuşaktandı.  Kurtuluş Savaşına katılmıştı. Büyük  taarruz sırasında yaşadığı köyden bir arkadaşı ile karşılaşması köyde anlatılır, gülünürdü. Olay şöyleydi.
Dumlupınar Meydan savaşında Yunan bozulmuş dağınık kaçıyor. Türk birlikleri amansız izliyor. Mamaşlı Bektaş Çavuş önde ilerleyen birlikler arasında. Bir yol kavşağında kendilerini hızla  götürecek araç bekliyorlar.  O sırada yanlarındaki yoldan içi asker dolu bir tren hızla geçiyor. Bektaş Çavuş,vagonun açık penceresinden muzaffer bir komutan gibi mağruru bir eda ile dışarıları seyreden arkadaşı Haydar'ı tanıyor.  Olduğu yerden bağırıyor:
"Haydar nere?"
"Bektaş Soma!"
Tren hızla uzaklaşıyor. 
Kısan süre sonra gelen trenle Bektaş'ın bulunduğu birlik de Soma'ya götürülüyor. Bektaş'la Haydar buluşup özlem gideriyorlar. Birlikte bir yemek yiyorlar. 
Bu güzel karşılaşma Kurtuluş Savaşına katılan kuşak arasında anlatılır, gülünürdü.
Aşık Süleyman nerede askerlik yaptı? Ne gibi anıları oldu bilemiyoruz. Gazi Paşa'ya yazdığı demesinde  Şanlı Halep'te kaldı gözüm dediğine göre belki de Halep'te yaptı askerliğini. Torunu Süleyman Fırtına'nın söy­lediğine göre, 1938 yılında yine Mamaş'ta öldü. Buna göre şairin 48 yaşında ölmüş olması gerekir. Nedir, yine aynı şiirde yaşının 59 oldu­ğunu da söyler. Buna durumda şairin 1879-1880 doğumlu olması gerekir. 
Aşık Süleyman'ın oğlu Haydar, güzel klarnet ve zurna çalardı. Bağlama çalmasını bilmezdi. 1973 yılında köyde öldü. Haydar'ın iki oğlu vardı. Büyük oğlu Ali de çok güzel klarnet çalardı. 1994'te o da yaşamdan ayrıldı.
Dedesinin adını taşıyan küçük oğlu Süleyman 1960'lı yılların ortalarında Almanya'ya gitti. Uzun yıllar Ford fabrikasında işçi olarak çalıştıktan sonra oradan emekli oldu.  
Ne var ki köyde "Aşık" adı ile anılan Süleyman'ı acılar bir türlü bırakmadı. Kızı Yeter, 1993'te genç bir ozanla evlendi. Ozan çok güzel bağlama çalan deyişler söyleyen dal gibi bir delikanlıydı. Bu mutlu evlilik güzelim yü­rüyordu ki, bağlama ustası ozan  Sivas Madımak kıyımında geri­cilerin hedefi olup öldü.
Bu genç ozan Hasret Gültekin'di. O günlerde eşi Yeter gebeydi. Hasret'in ölümünden  dört ay sonda bir erkek çocuk doğurdu. Şimdi Süleyman'ın torunu da Hasret adını taşıyor. Baba Hasret oğ­lunun doğumunu göre­meden 22 yaşından yaşamdan ayrıldı.
Sivas kıyımının ardından verilen ölüm duyurularında "Güzel Hasret sana doymadık"  sözleri yürek sızlatıcıydı. Gerçekten dostları o pırlanta çocuğa doy­mamışlardı.

              1

Ankara’yı mekan tuttun

Gazim, sen cihangir oldun
Şanlı Gazi Kemal Paşa

Ankara’nın söğütleri
Çok bulunur yiğitleri
Ver millete öğütleri
Şanlı Gazi Kemal Paşa

Şanlı ordumuz Ankara’da
Aşıklar hep bir sırada
Çok şükür erdik murada
Şanlı Gazi Kemal Paşa

Baş muallim okur ferman
Muzaffer Bey derde derman
Mehmet Beye canlar kurban
Şanlı Gazi Kemal Paşa

İstanbul, Edirne bizim
Tayyareler düzüm, düzüm
Telli Halep’te kaldı gözüm
Şanlı Gazi Kemal Paşa

Koç yiğitler Arap atlı
Ediğinden hem kıymetli,
Valimiz çok merhamaetli
Şanlı Gazi Kemal Paşa

Kapımızın önü söğüt
Aşıklara bu bir öğüt
Verdiğimiz on kagıt
Şanlı Gâzi Kemal Paşa

Aşıklar imtihan oldu
Birincilik bende kaldı
Türkiye şerefin buldu
Şanlı Gâzi Kemal Paşa

Söyle sazım yavaş yavaş
Kızlar giyer kutnu kumaş
Köyümüzün adı Mamaş
Şanlı Gâzi Kemal Paşa

Tevellidim üç yüz sekiz
Yaşım oldu elli dokuz
Arzumanım bir çift öküz
Şanlı Gâzi Kemal Paşa

              2
Gönül kahvaltıya irtikap eder
Üzerinde şeker kaymak bulunmaz
Elli gündür perhiz altmışa gider
Allaha şükür dedik doymak bulunmaz

Ala şafak herle karşıma geçer
Bıyık bulaşığı sakala saçar
İçeriz çorbayı vay çarı naçar
Şol düğüden başka müştak bulunmaz

Çuvaldan tükendi gitti tarhana
Şimdi herle baba attı barhana
Ne diyesin boynunu hep sarhana
Peynir dedikleri durak bulunmaz

Bari yemlik madımalak bitmedi
Dişlerim çürüdü çiğdem tatmadı
Ispanağa yoğurt ile katmadı
İçinde zerrece sarmısak bulunmaz

Ezel yer idim baklava börek
Başı buğulu nakışlı çörek
Üzüm hoşafı ister yanıktır yürek
Pirinç tutuyadır ahmak bulunmaz

Köfteye hasret gittim kâr etti cana
Bir kez yüzün göre idim kaygana
Katmer, kömbe küsmüş gelmez meydana
Hem kalındır ağız korkak bulunmaz

Dudağım yarıldı karnım kuruldar
Göynüm yahni baldırcanı arzular
Kuyruğu üç okkalık kalık kuzular
Çayırlı çimenli yalak bulunmaz

Gel ey Fahri tekmil eyle destanı
Buğda etmeği gitti bulunmaz hanı
Darı ekmeğini kesme yaradan gani
Ardından vurmaya tokmak bulunmaz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder