Aşık Süleyman
Otuzlu yılların ortalarında, Revânî
Gürün'de bir sazcı dükkanına girdi. Yanında saçı sakalı dağnık, kaba saba bir
adam vardı. Revânî bir bağlama alacaktı. Sazcı üstleri başları dağnık bu
adamları üstün körü selamladı. Revânî, duvarda asılı bağlamaları tek tek
gözden geçirdi. Birini gözü tuttu. Evirip çevirip biraz daha baktı, bir denedi,
ardından sazı arkadaşına uzattı:
“Aşık şu saza
bir bak hele, alayım mı?”
Aşık Süleyman
bağlamayı kucağına yerleştirirken sazcı göz ucuyla pis pis baktı. Böylesine
saçı başı dağnık birinin saza el atması canını sıkılmıştı belli. Ama ses
çıkarmadı. Aşık Süleyman bir iki perdeyi oynattı, tezeneyi eline aldı bağlamanın
tellerine vurmaya başladı. Bağlamayı ötüyordu. Aşık Süleyman elindeki bağlamayı
çalmıyor; konuşturuyordu. Sazcı işinden başını kaldırdı. Bağlamanın vuruşlarına
kaptırmıştı kendini. Şaşkınlık, hayranlık, suçluluk karışımı bir bakıştı bu.
Aşık Süleyman durumun ayrımında değildi. Her şeyi izleyen tek kişi Revânî'ydi.
Sazcının gözleri süzüldü, elinden keski düştü. Kendisini unutmuştu.
Harabat ehline hor bakma şakird
Defineye malik viraneler var
Harabat ehline hor bakma şakird
Defineye malik viraneler var
Sanki bu dizelerde vurgulana derinliği algılıyordu. Sazcı kendini unutmuştu.
"Fahri" tapşırması ile deyişler yazardı. Ama o Mamaş bağlama geleneğinin en özgün kişiliklerinden biriydi. Deli Derviş'ten sonra geleneksel bağlamanın tek ustasıydı. Soyadı yasası çıktığında "Fırtına" soyadını almıştı. Gerçekte bu adı ona kaymakam vermişti. "Sen fırtına gibi saz çalıyorsun. Senin soyadın "Fırtına" olsun" demişti.
"Fahri" tapşırması ile deyişler yazardı. Ama o Mamaş bağlama geleneğinin en özgün kişiliklerinden biriydi. Deli Derviş'ten sonra geleneksel bağlamanın tek ustasıydı. Soyadı yasası çıktığında "Fırtına" soyadını almıştı. Gerçekte bu adı ona kaymakam vermişti. "Sen fırtına gibi saz çalıyorsun. Senin soyadın "Fırtına" olsun" demişti.
Gerçekten
fırtına gibi doludizgin çalardı Aşık Süleyman. Otuzlu yıllarda ilçe büyüklerinin
sofrasının eksiği çekilen sazcısıydı. Suzânî, Revânî ve oğlu Haydar'la birlikte
bu sofralarda saz döktürürdü. Ama bağlaması ne ölçüde tatlıysa, sarhoşluğu o
ölçüde tatsızdı, çekilmezdi. İster köyde içsin, isterse bu büyüklerin
masalarında içsin, sarhoş olunca kişiliğini yitirirdi. Bu yüzden zaman zaman
bu sofraların dışına itilmeye başladı. Ve bu durum ona çok ağır geldi.
1931 Sivas Halk Şairleri
bayramında en özgün bağlama ustası seçilmişti. Gerçekte bağlamada Suzânî de
çok üstündü. Ne var ki, dönemine göre onun bağlaması daha moderndi. Aşık
Süleyman ise geleneksel bağlama ustasıydı. Suzânî ve Revânî gibi, bağlamayı o
da Aşık Hasan'dan öğrenmişti. Nitekim Atatürk'e seslenen bir şiirinde bunu
vurguladı. Ama sonuçta her yiğidin ayrı bir yoğurt yiyişi vardı. Revânî, Suzânî
başkaydı, Aşık Süyleman başkaydı.
1931 Halk
şairleri bayramında yazdığı yemek koşması bu açıdan ilginçti. Tümüyle açlığı
anlatıyordu. Osmanlı döneminde ağır sıkıntılar içinde yaşamıştı. Cumhuriyet
dömeninde saygınlık kazanmıştı. Kemal Paşa'dan tek dileği vardı. Bir çift öküz
istiyordu. Ama onu da almamıştı. O günlerde Aşık Veysel'in plak çıkardığını
öğrenmişti. Oğlu Haydar'a seslendi:
“Ben hemen İstanbul'a
gideceğim. Kör Veysel plak çıkarmış. Onun kaç paralık sazı var ki plak
bastırsın. Hele görsünler saz nasıl çalınırmış!”
Bu son dileğini
de yerine getiremeden dünyadan ayrıldı. Belki günümüze onun özgün bağlama
türünden bir örnek kalacaktı. O da olmadı. Bu sözünden kısa bir süre sonra
öldü. Bağlamının ezgisi, Aşık Süleyman'ın türküsü gökkubbede yitip gitti. Yazıya
geçmiş yalnız iki deyişi kaldı. Günümüze gelen bu deyişler ise büyük bir değer
taşımıyor.
Deyişlerinden
birinde 1308 doğumlu olduğunu belirtmişti. Buna göre 1890'da Mamaş'ta doğmuştur.
Ama 1931 yılı Halk Şairleri Bayramında alınan görüntüde çok daha yaşlı olduğu gözüküyor. Aynı yıllarda
doğmuş, Suzânî ve Revânî arasında bir kuşak olduğu anlaşılıyor. Nitekim oğlu
Haydar, Revânî ve Suzânî ile aynı kuşaktandı. Kurtuluş Savaşına katılmıştı. Büyük taarruz sırasında yaşadığı köyden bir arkadaşı ile karşılaşması köyde anlatılır, gülünürdü. Olay şöyleydi.
Dumlupınar Meydan savaşında Yunan bozulmuş dağınık kaçıyor. Türk birlikleri amansız izliyor. Mamaşlı Bektaş Çavuş önde ilerleyen birlikler arasında. Bir yol kavşağında kendilerini hızla götürecek araç bekliyorlar. O sırada yanlarındaki yoldan içi asker dolu bir tren hızla geçiyor. Bektaş Çavuş,vagonun açık penceresinden muzaffer bir komutan gibi mağruru bir eda ile dışarıları seyreden arkadaşı Haydar'ı tanıyor. Olduğu yerden bağırıyor:
"Haydar nere?"
"Bektaş Soma!"
Tren hızla uzaklaşıyor.
Kısan süre sonra gelen trenle Bektaş'ın bulunduğu birlik de Soma'ya götürülüyor. Bektaş'la Haydar buluşup özlem gideriyorlar. Birlikte bir yemek yiyorlar.
Bu güzel karşılaşma Kurtuluş Savaşına katılan kuşak arasında anlatılır, gülünürdü.
Aşık Süleyman nerede askerlik yaptı? Ne gibi anıları oldu bilemiyoruz. Gazi Paşa'ya yazdığı demesinde Şanlı Halep'te kaldı gözüm dediğine göre belki de Halep'te yaptı askerliğini. Torunu Süleyman Fırtına'nın söylediğine göre, 1938 yılında yine Mamaş'ta öldü. Buna göre şairin 48 yaşında ölmüş olması gerekir. Nedir, yine aynı şiirde yaşının 59 olduğunu da söyler. Buna durumda şairin 1879-1880 doğumlu olması gerekir.
Dumlupınar Meydan savaşında Yunan bozulmuş dağınık kaçıyor. Türk birlikleri amansız izliyor. Mamaşlı Bektaş Çavuş önde ilerleyen birlikler arasında. Bir yol kavşağında kendilerini hızla götürecek araç bekliyorlar. O sırada yanlarındaki yoldan içi asker dolu bir tren hızla geçiyor. Bektaş Çavuş,vagonun açık penceresinden muzaffer bir komutan gibi mağruru bir eda ile dışarıları seyreden arkadaşı Haydar'ı tanıyor. Olduğu yerden bağırıyor:
"Haydar nere?"
"Bektaş Soma!"
Tren hızla uzaklaşıyor.
Kısan süre sonra gelen trenle Bektaş'ın bulunduğu birlik de Soma'ya götürülüyor. Bektaş'la Haydar buluşup özlem gideriyorlar. Birlikte bir yemek yiyorlar.
Bu güzel karşılaşma Kurtuluş Savaşına katılan kuşak arasında anlatılır, gülünürdü.
Aşık Süleyman nerede askerlik yaptı? Ne gibi anıları oldu bilemiyoruz. Gazi Paşa'ya yazdığı demesinde Şanlı Halep'te kaldı gözüm dediğine göre belki de Halep'te yaptı askerliğini. Torunu Süleyman Fırtına'nın söylediğine göre, 1938 yılında yine Mamaş'ta öldü. Buna göre şairin 48 yaşında ölmüş olması gerekir. Nedir, yine aynı şiirde yaşının 59 olduğunu da söyler. Buna durumda şairin 1879-1880 doğumlu olması gerekir.
Aşık Süleyman'ın oğlu Haydar, güzel klarnet ve zurna çalardı. Bağlama çalmasını
bilmezdi. 1973 yılında köyde öldü. Haydar'ın iki oğlu vardı. Büyük oğlu Ali de çok güzel klarnet çalardı. 1994'te o da yaşamdan ayrıldı.
Dedesinin adını taşıyan küçük oğlu Süleyman 1960'lı yılların ortalarında Almanya'ya gitti. Uzun yıllar Ford fabrikasında işçi olarak çalıştıktan sonra oradan emekli oldu.
Dedesinin adını taşıyan küçük oğlu Süleyman 1960'lı yılların ortalarında Almanya'ya gitti. Uzun yıllar Ford fabrikasında işçi olarak çalıştıktan sonra oradan emekli oldu.
Ne var ki köyde "Aşık" adı ile anılan Süleyman'ı
acılar bir türlü bırakmadı. Kızı Yeter, 1993'te genç bir ozanla evlendi. Ozan çok güzel bağlama çalan deyişler söyleyen dal gibi bir delikanlıydı. Bu
mutlu evlilik güzelim yürüyordu ki, bağlama ustası ozan Sivas Madımak kıyımında
gericilerin hedefi olup öldü.
Bu genç ozan Hasret Gültekin'di. O günlerde eşi Yeter gebeydi. Hasret'in ölümünden dört ay sonda bir erkek çocuk doğurdu. Şimdi Süleyman'ın torunu da Hasret adını taşıyor. Baba Hasret oğlunun doğumunu göremeden 22 yaşından yaşamdan ayrıldı.
Sivas kıyımının ardından verilen ölüm duyurularında "Güzel Hasret sana doymadık" sözleri yürek sızlatıcıydı. Gerçekten dostları o pırlanta çocuğa doymamışlardı.
Bu genç ozan Hasret Gültekin'di. O günlerde eşi Yeter gebeydi. Hasret'in ölümünden dört ay sonda bir erkek çocuk doğurdu. Şimdi Süleyman'ın torunu da Hasret adını taşıyor. Baba Hasret oğlunun doğumunu göremeden 22 yaşından yaşamdan ayrıldı.
Sivas kıyımının ardından verilen ölüm duyurularında "Güzel Hasret sana doymadık" sözleri yürek sızlatıcıydı. Gerçekten dostları o pırlanta çocuğa doymamışlardı.
1
Ankara’yı mekan tuttun
Gazim, sen cihangir oldun
Şanlı Gazi Kemal Paşa
Ankara’nın söğütleri
Çok bulunur yiğitleri
Ver millete öğütleri
Şanlı Gazi Kemal Paşa
Şanlı ordumuz Ankara’da
Aşıklar hep bir sırada
Çok şükür erdik murada
Şanlı Gazi Kemal Paşa
Baş muallim okur ferman
Muzaffer Bey derde derman
Mehmet Beye canlar kurban
Şanlı Gazi Kemal Paşa
İstanbul, Edirne bizim
Tayyareler düzüm, düzüm
Telli Halep’te kaldı gözüm
Şanlı Gazi Kemal Paşa
Koç yiğitler Arap atlı
Ediğinden
hem kıymetli,
Valimiz
çok merhamaetli
Şanlı Gazi Kemal Paşa
Kapımızın önü
söğüt
Aşıklara bu bir
öğüt
Verdiğimiz on
kagıt
Şanlı Gâzi Kemal
Paşa
Aşıklar imtihan
oldu
Birincilik bende
kaldı
Türkiye şerefin
buldu
Şanlı Gâzi Kemal
Paşa
Söyle sazım
yavaş yavaş
Kızlar giyer
kutnu kumaş
Köyümüzün adı
Mamaş
Şanlı Gâzi Kemal
Paşa
Tevellidim üç
yüz sekiz
Yaşım oldu elli
dokuz
Arzumanım bir
çift öküz
Şanlı Gâzi Kemal
Paşa
2
Gönül kahvaltıya
irtikap eder
Üzerinde şeker
kaymak bulunmaz
Elli gündür
perhiz altmışa gider
Allaha şükür
dedik doymak bulunmaz
Ala şafak herle
karşıma geçer
Bıyık bulaşığı
sakala saçar
İçeriz çorbayı
vay çarı naçar
Şol düğüden başka
müştak bulunmaz
Çuvaldan tükendi
gitti tarhana
Şimdi herle baba
attı barhana
Ne diyesin
boynunu hep sarhana
Peynir dedikleri
durak bulunmaz
Bari yemlik
madımalak bitmedi
Dişlerim çürüdü
çiğdem tatmadı
Ispanağa yoğurt
ile katmadı
İçinde zerrece
sarmısak bulunmaz
Ezel yer idim
baklava börek
Başı buğulu
nakışlı çörek
Üzüm hoşafı
ister yanıktır yürek
Pirinç tutuyadır
ahmak bulunmaz
Köfteye hasret
gittim kâr etti cana
Bir kez yüzün
göre idim kaygana
Katmer, kömbe
küsmüş gelmez meydana
Hem kalındır
ağız korkak bulunmaz
Dudağım yarıldı
karnım kuruldar
Göynüm yahni
baldırcanı arzular
Kuyruğu üç
okkalık kalık kuzular
Çayırlı çimenli
yalak bulunmaz
Gel ey Fahri
tekmil eyle destanı
Buğda etmeği
gitti bulunmaz hanı
Darı ekmeğini
kesme yaradan gani
Ardından vurmaya
tokmak bulunmaz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder