2.
Şah
İbrahim Veli Ocağı
Kurt Veli’nin evi, Şah İbrahim Veli ocağıydı. Ocağın kökü
Malatya Mezirme üzerinden Erdebil’e, Hatayi’nin dedesi Şah İbrahim’e
uzanıyordu. Bu nedenle ocak kendini “Şah İbrahim Veli Ocağı” olarak
adlandırıyordu.
Ocak Anadolu’ya, Malatya'nın
Mezirme köyünden dağılmıştı. Malatya'nın Hekimhan ilçesine bağlı olan köy
kayalar arasına gömülmüş bir kaleyi andırırdı. Geçmişin derinliklerinde kendini
saklamak ister gibi iki derenin arasına gizlenmişti. Dağlar arasında yol aşmaz,
kervan geçmez bir kuytuda yer alıyordu. Ocağa bağlı. Aleviler arasında bir tür
kutsallık kazanmıştı. Bir ozan köyün tinsel değerini şöyle dile getiriyordu:
Sabah namazında çıktım hozan’dan
Devah edin Mezirme’ye varınca
Emanetim vardır giden yocuya
Devah edin Mezirme’ye varınca
Şeyh Safi’nin gediğine çıkınca
Erdebil’in gonca gülü kokunca
Ballıkaya’nın balı akınca
Devah edin Mezirme’ye varınca
Belini vermiş taşa kayaya
Şah İbrahim dersi verip okuya
Yılan boğazından buğday akıta
Devah edin Mezirme’ye varınca
İsyani’nin dideleri kan ağlar
Üç yüz dörde kadem bastığı çağlar
Şah İbrahim yaramıza em bağlar
Devah edin Mezirme’ye varınca
Mezirme, inanç ve duygu motifleri
ile süslü bir Anadolu köyüydü. Köyün en önemli ögesi ise Karadirek, geleneksel
cem odasının ortasında yer alan kara renkli düz düz bir direkti. Direği,
tekenin kurucusu Şah Veli’nın Erdebil’den gelirken asa olarak elinde
getirdiğine inanılırdı. Şah Veli, ocağını develere yükleyerek Erdebil’den çıkıp
Mezirme’ye getirmişti. Daha sonra bu asa yapılan cem evinin orta direği olmuş
ve cem evi “Karadirek tekkesi” olarak tüm taliplerce kutsanmaya başlanmıştı.
Karadirek tekkesi, 16. yüzyılda
Hacı Bektaş Tekkesinin Osmanlı ile bütünleşmesinin ardından ayrı bir önem
kazanmış, Kızılbaş direniş ve dayanışmasını pekiştirecek bir işlev üstlenmişti.
Osmanlı yönetimi ile uzlaşan Hacı Bektaş tekkesine karşı, İran Türkmenlerince
görevlendirilen dedelerin otağı olmuştu. Safevi yönetimi bu dedeler aracılığı
ile Anadolu içlerinde Türkmenleri örgütlemiş, yollunu yitiren Osman oğullarına
ve onun denetimine girmiş Hacı Bektaş tekkesine karşı talibi diri tutmuştu.
Ocağın yayılımı sırasında “Kurt
ocağı” olarak bilinen aile ilk olarak Malatya’nın Sülmenli köyüne göçmüştü.
Buraya yerleşen ailenin Mezirme ile sıkı ilişkisi sürüyordu. Aile büyüğü Kurt
Veli, Mezirme’deki akrabalarından Hacı Ali ile musahip kardeşi oluyordu. O
sıralarda, Mamaş’a yerleşmiş ocağa bağlı talipler Mezirme’den kendilerine bir
dede ocağı göndermesini istiyorlardı. Ne olduysa o günlerde oldu, Sülmenli’deki
ocak bireyleri arasında tatsızlık çıktı. Ocak ikiye bölündü. Kurt Veli, Mamaş’a
göçmeye karar verdi. Kardeşi Kurt Hüseyin’i yer tutmak üzere Mamaş’a yolladı.
Kendisi de Musahip kardeşine veda etmek üzere ailesi ile birlikte Mezirme’ye
gitti. Bir iki günlük konukluktan sonra ayrılık günü geldi. Sarı Dede önlerine
düştü. Tüm akrabalar yolcu etmeye gelmişti. Mezirme çıkışında Güşana Yunağı’na
kadar topluca yüründü. Zaman dizgesi yıllardan 1857 yılını gösteriyordu. Bu
sırada daha sonra Ali Efendi diye ünlenecek Ali bir iki yaşında seyrek sarı saçlı
kucakta taşınan tobik bir bebekti. Mamaş’a göç böyle bir olayla anlatılıyordu.
Mamaş’ın konumunu görmek üzere
Kurt Veli’nin kardeşi Kurt Hüseyin Mamaş’a gelip yurt tutmuştu.
Ocağın kendine özgü köklü bir
geleneği vardı. Dede olarak topluma kılavuzluk etmesi beklenen çocukların bu
göreve yaraşır yetişmesine özen gösterilirdi. Aile bireyleri geçmişin dumanlı
öyküleri ile büyürler, görev bilinci içinde yetişirlerdi. Bu ilkelerin başında
inanç ilkelerini öğrenip özümseme ve özel yaşamında bu ilkeleri uygulama
geliyordu. Ocakta yetişen erkek çocuklarının okuryazar olması zorunluydu.
Ayrıca bağlama çalmaları gerekiyordu. Bağlama çalmayan dede yarım dede
sayılıyordu.
Çevrede ocakla ilgili bir dizi
söylence anlatılırdı.
Mamaş’a yerleşen Kurt
Veli Dede bir kış gününde yanında aşığı ile at üzerinde Malatya’ya dedeliğe
çıktı. Binek hayvanı dışında hiçbir ulaşım aracının
bulunmadığı bir dönemde dede ile aşık atlarına binmişler kara kılıflı
bağlamaları sırlarına sarmış köyleri geziyor, inanç törenlerini yerine getiriyorlardı.
Sarkık bıyıklar kış soğuğunda buz tutarak kendi ocaklarına bağlı köylere doğru
yola çıkmışlardı. Şah İbrahim Veli ocağın köylerinde “görüm” yapacaklardı. Bir köyde görüm
yaptıktan sonra pek sevdiği Eğribük köyüne yöneldi. Kar yarı bele geldiği ortamda,
atlar yürüyemiyordu, Dede ile âşık atları yedeğe alıp karı yararak yollarını
sürdürüyorlardı. Bir köyün yakınından geçerken,
iki dağın arasında yemyeşil bir vadi ile karşılaştılar. Çobanlar yeşil
çimenleri otlayan koyunların mutluluğu ile kaval çalıp dinleniyorlardı. Dede,
onların mutluluğunu paylağma düşüncesi ile çobanları selamladı. Daha dedenin
ağzını açmasına zaman kalmadı, çobanlar dede ile aşığı alaya alıp hakaret
etmeye başladı. Alevi dedeler ve erginler sakallarına makas vurmazlar, sakal uzayabildiğince
uzardı. Bu sakal biçimi Alevileri Sünnilerden ayıran en belirgin görünüm
ayrılığı idi.
Çobanlar kavalı
koyunu unutmuş yolculara verip veriştiriyorlardı.
“Ayıya bakın ayıya!
Ayıların sakallarına bakın. Hey ayılar alaca değneğiniz nerede?” diye alaya
alıyorlar, saçlarına sakallarına sövüyorlardı. O anda, Kurt Veli Dede yanında
duran aşığına atının yularını tutmasını söyledi.
“Yetiş ya Şah
İbrahim” diye yürekten çağırdı.. “Kırk damarda bir damarım sana çektiyse, şu
ağzıkarlar yanında yüzümü kara çıkarma” diye seslendi. Bir kurt donuna bürünüp
sürüye daldı. Artık söz kurdundu, köpeklerin dişleri kitlenmiş, oldukları
yerde kala kalmışlardı. Çobanlar gördüklerinin etkisiyle çıldırmış, bağırarak
köylerine doğru kaçtılar. Dede yeniden
atına bindi aşığı ile yolunu sürüdürdü. Karı yararak bir süre yoş aldık,
almışlardı ki, bütün köy arkalarından onlara ulaştı. Çobanlar köye varıp olup
bitenleri anlatmışlar, ama anlatılanlara inanmayan köylüler sürünün yanına
geldiklerinde olayın gerçek olduğunu anlamıştı. Hatta erken doğduğu ıiçin
ağıllarda beslene emlik kuzuları da kurt parçaladığını görmüşlerdi. O zaman bu
kişinin ermiş kişi olduğuna inanmış, yakalayıp kendilerini, bağışlatmak
istemişlerdi. Kurt Veli Dedeyi bulduklarında eline ayağına kapanıyor, yalvarıyor,
ağlaşıyorlardı. “Dede seni köye götüreceğiz, biz yolumuzu bulduk. Sen bizim
dedemiz olacaksın.” diye diretiyorlardı. Dede dayanamayıp kabul etti.
“Siz bu yola
inandınız, iman getirdiniz. Benden de size bir yadigâr kalsın.” diyerek elindeki
kutsal asayı yere attı. “Burada bir orman olsun. Benim adım olarak saklayın”
edikten sonra, köy halkına uyarak köye gitti. Bir görüm yapıp tümünü Hazreti
Ali'nin yoluna soktu. O asasını attığı yerde koca bir orman oluşmuştu. Köylüler
ormana. “Kurt Veli Koruluğu” adını vermişler ve korumaya almışlardı.
Günümüzde söz konusu
olayın geçtiği yerde bir çam koru bulunur. Bu çam korunun olduğu yere köylüler
hiçbir biçimde dokunmazlar. Bir tür doğal yaşamı koruma alanı gibi kalır. Bu
gelenek geçmişten günümüze böylece sürer. Aralarında yıllar önce bu çamlardan
kesip ev yapanların evlerinin başlarına yıkıldığını ve bu ağaçların gece yılan
olup boyunlarına dolandığı söylencesi anlatılır. Bu tür söylenceler çam
koruluğun kutsallığını halk ruhunda pekiştirir. Son yıllara kadar köylüler bu
koruluğa gelip kurbanlar kesmişlerdir.
Çam koruluğunun
olduğu yere köylüler hiçbir şekilde zarar vermezler ve bu gelenek günümüze
değin sürer. Bundan uzun yıllar evvel bu çamlardan kesip ev yapanların
evlerinin başlarına yıkıldığına ve bu ağaçların gece yılan olup boyunlarına
dolandığına dair inançlar bu çam koruluğunu daha da kutsal bir yer haline
getirmiştir. Son yıllara kadar köylüler bu koruluğa gelip kurbanlar
kesmişlerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder