Bir Cirit Oyunu
Kardan yansıyan güneş gözleri kamaştırıyordu. At sahibi gençler atlarına
binmiş atları bir o yana bir buyana koşturup cirite hazırlıyorlardı. Sadaklarında
ciritler, çöğen duruyordu. Kardeşin kardeşi vuracağı bu soylu oyunun tadını
çıkarmaya hazırlanıyorlardı. Atını alan delikanlı gelmişti meydana: Kimler yoku
ki Dakma Hüseyin, Ali Efendi, Şabanın Cemal, Unsavuran İbrahim, Topal Mehmet,
Halil Çavuş’un Mustafa… Köyün yavuz delikanlarıdı bunlar. Bir bayrak yarışı
gibi kendilerinden önceki kuşaktan devraldıkları cirit oyununu sürdürüyorlardı.
Bütün bir yıl boyu beslenen, bakımı yapılan bu atların tek işlevi kış aylarında
bir aylık bir zaman diliminde evin delikenlısını cirit alanında taşımasıydı.
Köyden gitmek üzere olan jandarmalar da kıyıya çekilmişler
aqcımasız oyunu izlemeyi bekliyorlardı. Dede, yavaş adımlarla cirit alanaının
kıyısına geldi. Oyucuları atları ile koşup duaya durdular. Dede Türkçe bir
gülbenk okuyup, esenlik diledikten sonra bağlamayı eline aldı: Çevreye göz
gezdirdi. Genç kızlar damlara çıkmış, damın karını süpürme bahanesi ile oyunu
izlemeyi bekliyorlardı.Söğüt ağaçları üzerinde kar nbirikintileri bembeyaz bir
görüntü veriyordu. Karşıdaki Kızlar dağını tümüyle kar kaplamıştı, üzerinde
beyaz bir bulur gözüküyordu. Doğa derin bir uykuya dalmış gibiydi. Hangi deyiş
uygun düşerdi bu ortma? Bağlamanın tellerinden bir ezginin sesleri dökülmeye
başladı:
Ey erenler ben bir fikir
eyledim
Dağlara da duman ne güzel
uymuş
Yaradan Mevla’ya şükür
eyledim
Mümine iman ne güzel uymuş
Zar eder gezerdim dağlar
başında
Hiç hile görmedim Hakkın
işinde
Getirir gezerdi bıçak
başında
Ali’ye Selman ne güzel
uymuş
Kafir Yezit, kast eylemiş
mevlaya
Hamleylemiş elindeki asaya
Zebur Davud’a, İncil
İsa’ya
Kuran Muhammet’e ne güzel
uymuş
Düğünde, bayramda ederler
ziynet
Mümine verildi farzile
sünnet
Yezide cehennem, mümine
cennet
Şeytan’a teber ne güzel
uymuş
Ta ezelden çalınıyor
bağlama
Dertli sinem aşk oduna
bağlama
Yakub’a verilmiş yanıp
ağlama
Yusuf’a Kenan ne güzel
uymuş.
Şah Hatayi’m şallar giymiş
eğnine
Hak vermemiş gamı onun
gönlüne
Kurdu Kuşu muti etmiş
kendine
Bu mülke Süleyman ne güzel
uymuş!
Oyuncular. kendi aralarında denge kurmaya özen
göstererek iki kaleye ayrılmışlardı. Yeni yetmeler alanın kıyısında
toplamışlar, kendi aralarında konuşuyorlar, atlar oyuncular üzerine yorumda
bulunuyorlardı. Yaşlılar kendi gençliklerinden söz ediyorlar, eski yarışçıları
anıyorlardı. Akan zamanda neler yaşamışlardı? Ne yarışçılar tanımışlar, ne
atlar görmüşlerdi. Cirit oyunu onların gençlik düşüydü. Yeni yetmeler geçmişin
oyunlarını dinlemekten büyük mutluluyk duyarlardı.
Yeni yetmelerden biri, çevrede gezinen Kör Veli’ye
takılmak istedi:
“Veli sen niye cirite çıkmadın?”
Kör Veli, kendisiyle alay edildiğini bilmezden gelerek
yanıt verdi:
“At var mı, at? Sizin atı getir, hemen çıkayım!
Kör Veli'nin atı yoktu. Ama atı olsa da ciirte
çıkmazdı. Gözü pekti, kavgacıydı ama cirit oynamayı beceremezdi. Her defasında
cirite çıkacak olsa bir dizi cirit yer, oyunu eline yüzüne bulaştırıdı. Bu
yüzde cirite çıkmazdı. Yaşlılar kendi aralarında, jandarmalardan cirite çıkan
yok mu diye sordular. Yok, jandarmalar iyi at nbiniyorlardı, ama cirit bilen
yoktu aralarında. Mamaşın gençleri içakı gibi meydandaydılar. Kimler çıkmamıştı ki? Yüzünde siyah beni ile
Cemal Dede, Dakma Hüseyin, Lalaş Hüseyin, Unsavuran, Dimit Hasan, Ali Efendi
gilin Ali Efendi, Kırdının Hasan Hüseyin. Dostluklar, çekemezlikler, gizli
düşmanlıklar bir oyun örtüsü altında kurallı biçimde sergilenecekti.
Oyunculardan seyircilere, damlar üzerinde uğrun uğrun oyunu izlemeye çalışan
genç kızlara dek uzanan bir gerilim yaşanacaktı. Damlar üzerinde sözde iş
görmeye çıkmış kızlar en renkli giysilerini giyinmişler, analarının “kız içeri
gel, ele rezil etme bizi” uyarılarına kulak asmaksızın bekar gençlerin kaçamak bakışlarını
bekliyorlardı. Bir erkek eli değmemiş tenler, gizli göz süzüşleri ile canlılık
kazanır gibiydi. Yaşam akıyordu.
Dede sazını bitirdikten sonra davul zurna çalmaya başladı. Köyde konuk
bulunan Ulaşlı Panoğ Ali zurnayı eline aldı.
Eni boyundan uzun bir adamdı Panoğ. Kısa boyluydu. Şişmam dedikçe
şişmandı. Gözleri bozuk olduğu için çok kalın gözlükleri vardı. Gözlüklerin
ardından gözleri küçücük gözükürdü. Ama zurna ustasıydı. Onun üstüne yörede
zurna çalan bulunmazdı. Hem çalıp, hem oynaması ile ünlüydü. Zurna çalarken
oyuncularla birlikte oynardı. Şimdi ise zurna ile koca alanı inletecekti.
Davulcusu da inadına davulu tokmaklayacaktı. Cirit oyununa eşlik edecek belli
ezgiler vardı. Onlar çalınırdı. Bunlar cengi harbi ya da Köroğlu havasıydı. Daha
çok Köroğlu havası çalınırdı.
Sağ kolda yer alan Unsavuran atının üzerinde heykel gibi duruyordu.
Kısaca “Uncu” adı ile anılan Unsavuran, hevkeliği ile ünlüydü. Daha on beş on altı yaşlarındayken en sapr yoldan
un çuvalını köye getirmeye kalkmış, çuvalı bir derenin içine yuvarlamıştı.
Koca dev çuvalı dereden çıkarma olanağı bulunmadığı için küçük seklemlerle
köylü yola çıkarıp taşıyabilmişti. O sırda unun havada savrulması ile Savağın
Çolak, gerçek adı “İbrahim” olan bu gence “Un savuran” adını takmıştı. Öyle
bir yapışmıştı ki bütün yaşam boyu İbrahim'i bu ad bırakmayacaktı.
Unsavuran, ilk çıkışı yaptı. Atı iyi bir yarış atıydı. Koca tarlayı boylu
boyunca geçti, karşı öbeğe 20-30
m . yaklaştı. Dakma Hüseyin’in üzerine ciridini attı. Bu
bir meydan okumaydı. Dakma’ya karşı cirit atılır mıydı?
Dakma Hüseyin, öksüz büyümüş bir gençti. Bir evin bir çocuğuydu. Daha
çocuk yaştayken anası ölmüş, başkalrının elinde büyümüş, yağız yüzlü son derece
yakışıklı bir gençti. Sevimliliği, cana yakınlığı ile herkesi etkilerdi.
Olağanüstü taklit yeteneği vardı. Girdiği topluluğu gülmekten kırar geçirirdi.
Bu yüzden çevrede pek sevilirdi. Onun her şeyin en iyisini yaptığına
inanılırdı. Sesi güzeldi, davul, zurna çalardı. Kış aylarında Kara Ali ile
komşu köylerde düğün çalmaya giderdi. Komşu köylerden birinde bir defasında bir
düğün töreninde davul çalarken, genç bir kız dakikalarca yüzüne bakmış, sonra
kimseye aldırmadan şap diye yanağından öpmüştü. Yoğun kar altında köyden kaçmak
zorunda kalmışlardı. Komşu köydeki bir ağa kızının gönlünü çaldığı, kızın
aylarca bunalım yaşadığı çevrede anlatılırdı. Kızın çok istemesine karşın,
yoksul bir Alevi gencine kızı vermemişlerdi.
Şimdi Lalaş Hüseyin, atıgan delikanlı Dakma Hüseyin’e meydan okuyor,
ciriti onun üzerine fırlatıyordu. Dakma Hüseyin çöğeni ile çiriti dışarı
fırlatıp atını doldurdu. Bindiği at sülün gbibi süzülüyordu. Dakma iyi
biniciydi. Atın üzerine kapandı mı varlığı ile yokluğu belli olmayacak ölçüde
yitip gidiyordu. Cin Abbas dede Dakma’nın atı sürüşüne hayran hayran baktı.
“Ula bu namussuz Dakma da ne güzel ata biniyor” diye yanındakiler övdü.
Kendisini dinleyen gençler Cin Abbbas’ın sözlerine güldüler.
“Dakma iyi binicidir Abbas Emmi.”
Dakma Hüseyin, Lalaş kaleye
yaklaşmak üzereyken ciriti fırlattı. Ama cirit lalaş’ın üzerinde uçup gitti.,
ta uzaklarda kara saplandı.
Dakma Hüseyin’e karşı Cemal Dede atını mahmuzladı.
Cemal Dede, yeni bağlama ustalarındandı. Seydi Ali Kızıldeli Sultan
ocağından gelirdi. Ocağın kökü Darıyeri köyündeydi. Dedeleri Darıyeri’nden
gelmişlerdi Baba Şaban Dede saf kendi halinde yoksul bir köylüydü. Ne dedeliği
ne de çiftçiliği doğru düzgün becerirdi Ama Cemal Dede, zeki becerikli,
yetenekli bir gençti. Tüm taliplarin saygısını kazanmıştı. İyi bir cirit
oyuncusuydu.
Cemal Dede Dakma Hüseyinı önüne
kattı kovalamaya başaldı. Dakma oyuna heyecan katmak için alanın dışına çıktı,
atını sürüyor yarışmayı büyütüyordu.
Beri kaleden Ali Efendi atını sürdü. Karşı kaleden Dimit Hasan, onun
ardında lalaş Hüseyin geniş ala girdi. Lalaş’ı gören Unsavuran atını
mahmuzladı. Unsavuran’ın Lalaş’a gıcığı vardı. Nee dip edip onunla
hesaplaşacak, bu sabah birkaç cirit bindirecekti.
Oyun hızlanmıştı. Kovalama başlamıştı. Atlar koşuyor, ciritler havada
vızır vızır uçuyor, çöğenler ciritleri karşılıyordu. İyi oyuncular büyük bir
ustalıkla ciritleri savuşturuyorlardı. Kovalayan atlı, yetiştiği yerde ciriti
bindiriyordu. Yetişemeyenler ciridi atıp kaçıyorlardı. Yaşlılar dört gözle
oyunu izliyorlar, yorumlar yapıyorlardı. Kendi gençliklerini yaşar gibiydiler.
Geçmişte oynanan ciritlerden öyküler anlatıyorlardı.
Atına güvenen, iyi atı olan kaleye dönmüyordu. Dakma Hüseyin’le Cemal
Dede’nin atları almış başını gitmişti. Lalaş da onların ardına takılmıştı.
Yine bir yığın oyuncu birbirini izliyordu. Yarış alanı bir anda cehennem
meydanına dönmüştü. Herkes Lalaş'ı iziliyordu.
Lalaş köyün ilginç gençlerinden biriydi. Hiçbirşeyi
ciddiye almaz, yayvan ağızla konuşur, yanık Türküler söylerdi. Türkü söylemesi
güzeldi, düğünlerde oyun oynaması güzeldi ama, cirit gibi beceri isteyen erkek
işlerine yatkın değildi. . O bol bol türkü söyler, köyün içinde yayvan ağızla
kadınlarla, kızlarla zevzeklik ederdi. Bu yüzden boşboğaz anlamında “Lalaş”
demişlerdi. Zaten bu Mamaş köyünde lakapsız kimse yoktu. Yaklaşık tüm köylü
gerçek adından çok lakabıyla anılırdı.
Lalaş, bir türlü kendi gerçeğini kabul etmez, yayvan ağzı
ile delikanlılık taslamayı severdi. Böylesi meydan ciritlerinde yeri yoktu, ama
bir türlü durmazdı.
Yaşlılar:
“Ulan, şu serseri Lalaş'ın ne işi var, şimdi biri bir cirit vurup
gebertecek, diye endişe ediyorlardı.”
Cin Abbas:
“Ulan gidin şu serseri Lalaş'a söyleyin fazla
açılmasın. Onun atı öyle düzlüğe açılacak cinsten değil, diye haber yolladı
Düzlüğe açılacak, büyük kovalamacaya girecek atın ün
salmış olması gerekirdi. Binicisi çevik olmalıydı. Atına cirit vurdurmaması
gerekirdi. Oysa Lalaş'ta bu yetenekler yoktuÇocuklar koşup geldiler.
“Abbas Emmi, Lalaş Emmi diyor ki “yaşlılar korkmasın,
bana birşey olmaz, onlar karışmasın”.
Bu lafları duyunca Cin Abbas’ın cinleri başına toplandı:
“Aha babanın canına sıçayım diye başlayan okkalı bir
küfür savurdu. Ardından, bırakın gebersin eşşek oğlu eşşek, dedi. Büyük küçük
tüm izleyenler kahkaha ile gülüyorlardı. Cin Abbas sözünü sürdürüyordu. Yanındaki
yaşlılara geçmişten örnekler veriyordu. Tüm dinleyenlerin gözlerinden yaşlar
akıyordu. Ama o ciddiyetle anlatıyord
Her ciritçinin beş altı ciriti vardı. Ciritler özenle
yapılmıştı. Ciritciler, ucu çengelli çöğenle atlarından inmeden ciritlerini
topluyorlar, atın böğündeki sadaklara yerleştiriyorlardı.
Yeniden oyun başladı. Dakma atını sürdü. Atı iyi
değildi. Ama atın üzerinde süzülüyordu. Karşı kaleye yaklaştı, ciriti sürdürdü.
Cirit yıldırım gibi Cemâl Koçak'ın başının ucundan sıyrılıp geçit. Cemâl Koçak
atını doldurdu. Elindeki ciriti tartıyor, iyiden iyiye hedefi gözlüyordu. Ciriti
fırlattı. Ama kıyamamıştı. Yoksa Cemâl Koçak'ın ciritleri sekmezdi. Dakma'nın
belinin ortasına yerleştirebilirdi. Cirit Dakma'nın atına değecekti ki, Dakma
çöğenle ciriti savuşturdu. Kangallı yeniden alana çıkmıştı. Cemâl Koçak'ı
kovalıyordu. Yine düzlüğe açılmışlardı. Uncu da
bu yandan atını sürdü. Karşı yandan Kalburveranlı Gâzi çıktı. Lalaş ortaya düştü. Ortalık yine ana
baba günü olmuştu. Yine ciritler savruluyor, göz gözü görmüyordu. Kangallı
Cemâl Koçak'a ciriti savurdu. Ama Cemâl Koçak atın üzenine kapanınca cirit
boşlukta süzülüp gitti. Lalaş karşı saldırıya geçmişti. Kangallıyı ciritleyecekti.
Ancak Kalbulveranlı Gâzi tam adamını
bulduğuna karar verdi.
Bu, Gâzi son derece neşeli bir
adamdı. Düğünlerin gülüydü. Geldiği düğünlerde bin bir maskaralık yapar, bütün
halkı kırıp geçirirdi. Yine bir soytarılık düşündüğü belliydi. Lalaş
Kangallı'ya ciriti attıktan sonra, Gâzi
Laşal'ın ardına düştü. Gâzi atını yokuşa yukarı kestirmeden Lalaş'ın
üstüne sürdü. Atı güçlüydü. Lalaş' a yaklaşır yaklaşmaz ciriti yerleştirdi.
Laşaş kan ter içinde kaleye dönerken yerinde izliyen Yüzübenli sevindi:
“Aha babanın canına.. diye bastı küfürü. Gördün mü işte böyle eder elin
uşağı!”
Çevredekiler gülmekten kırılıyorlardı. O yakınlardakiler
Abbas Dedenin yanına toplanmıştı. Tam bir eğlence yeriydi. Abbas Dede
kızıyor, köpürüyor, küfür ediyor, millet gülüyordu. ama kendisi son derece
ciddi ciriti izliyordu.
Lalaş yediği ciritin acısını çıkarmak için yeniden ortaya düştü.
Kalbulveranlı Gâzi'nin peşindeydi. Gâzi
de inadına onu düzlüğe çekiyordu. Cirit'i savurdu, ama cirit daha Gâzi'nin
yanına yaklaşmadan yere düştü. Kangallı ise Lalaş'ın ardına düştü. Lalaş'ın
güç durumda kaldığını gören Unsavuran atını sürdü. Çöğenler ciritleri
karşılıyor, takır takır sesler çıkıyordu. Tarla toz duman içindeydi. İnadına
bir yarış, inadına cirit, inadına bir oyundu. Gâzi ise inadına Lalaş'a
ciritleri yerleştiriyor, ardından kahkahalarla gülüyordu. Tam anlamıyla
Lalaş'ı deliye çevirmişti. Uncu'nun kendisine vurduğu ciritlere aldırmıyordu
bile. Onun işi Lalaş ileydi. Abbas Dede ise izlediği yerde deliye dönüyordu.
Lalaş'a ver ediyordu küfürü.
“Ulan şu Gâzi'ye söylen dursun. öldürecek eşşek oğlu, eşşeği!” diyordu.
Lalaş çılgına dönmüştü, perişandı. Cirit alanından çekilmeye utanıyordu.
Gazi'ye bir türlü gücü yetmiyordu. Kim Gâzi 'ye bir cirit vursa oh diyor
“Amanın o Yezide vurun!” diye bas bas bağırıyordu. Gâzi'nin hakarete, küfüre aldırdığı
yoktu. O istediğini başarmış, Lalaş'ı deliye çevirmişti. Tam adamını bulmuştu.
Cemâl Koçak'ın attığı cirit Kangallı'nın atına
değmişti. O güzelim at birden bire oyundan ürker, korkar olmuştu. Seyirciler
Kangallı'ya ağız dolusu küfür ettiler:
“Vay hayvan vay, ata cirit vurdurdu. Daha o at koşar
mı? dediler.
Gençler sordu:
“At korkar mı?
“Atı kollayacaksın. Atı canından çok koruyacaksın,
diye söze başladı Abbas Dede. Çöğen elinde ne güne duruyor? Kangallı yarış
alanından çekilmeye utanıyor, atını yeniden ortaya sürüyordu. Bu kez Uncu
çıktı. Kangallı'ya ciriti vurduğu gibi attan düşürdü. Seyirciler zaten
Kangallı'ya atını korumadığı için kızgındı. Tümü alkışladı. Yalnız yaşlılar endişe
ettiler:
“Aman bir şey olmasın!
Yok bir şey olmamıştı. Ayrıca sarhoş olduğu anlaşıldı.
Yeniden ata binmek istiyordu. Atın ardından koştu. Kuyruğundan tuttu.
İzleyiciler bu kez at tekme vuracak diye korktular. Ama yok, at olduğu yerde
durdu. Zavallı ata yılgınlık çökmüştü. Cemâl Koçak ciriti kasıtlı biçimde ata vurmamıştı.
Yoksa oyundan atılırdı.
Oyun 3,4 saattir sürüyordu. Bir dizi yaralanma kaza olmuştu.
Ama kavga çıkmamıştı. Artık atlar iyiden iyiye yorulmuştu. İzleyiciler oyunun
bitmesi gerektiğini söylediler. Oyuncular dostça ortada toplandı. Ayrılıyorlardı.
Mamaşlılar Kalbulveranlı Gâzi'den Lalaş'ın boşboğazlığı için özür diliyorlardı.
Ama Gâzi gülüp duruyordu. Umrunda bile
değildi kendisine “Yezit” denmesi. Günün yiğidi Unsavuran'dı. Kangallıyı
atından yuvarlamıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder